şiir nedir

Şiir nedir? Sorusu bilgisayara ” Ne var , ne yok? ” sorusunu sormaya benzer. Bu soruyla karşılaşanlar patlayabilir. Çünkü ; şiir her şeydir, hem de hiçbir şey. Yeryüzündeki insan sayisinca şiir tanımı vardır.

Tanımı olmayan şiir ne zaman nasıl başladı? Bu sorunun yanıtı da çok. Kimilerine göre ; şiiri ilk çağlarda büyücülerin başlattığı, kimilerine göre yazının bulunuşu ile başladığı söyleniyor. Bana göre şiir başlamadı.. Hep vardı.

Cevher, önce Fahr-i Alem’i ve onun için kainatı yaratmış. Sonra Akl-i küll sonra Nefs-i Küll meydana gelmiş. Ve bu ikisinden gökler oluşmuş. Göklerden, cansız varlıklar sonra bitkiler ve hayvanlar varolmuş.

Bana göre ; doğanın varolmasiyla şiir de varoldu. O zamanlar şiir yazılmıyor, yasanıyordu. Alem, bitkileri, hayvanları ile bir bütündü , hepsi birbirinin parçasıydı ve şiiri yasıyorlardı..

Sonra Cennetten insan indi yeryüzüne. En gelişmiş beyne sahip, düşünebilen canlı, insanoğlu. Bir süre kendini aradı durdu yeryüzünde. Ariya, kelebeğe, çiçeklere, akarsuya, agaçlara, gökyüzüne, geceye, gündüze, ilkbahara, hazanlara, kuslara, yağmura, fırtınaya, her birinin sesine, sessizliğine ve uyum içinde olmalarına hayran kaldi. Ser hos dolaştı, dolaştı.

Şiir, insani etkilemişti. İçinin kıpırdanmasına, iç dünyasının haritasını çıkarmasına neden olmuştu.Ve zaman akarken insanlar çoğaldı, çoğaldı. Asik oldu sevdi, sevildi. Gördüğü şiirlerden esinlenerek sesler çıkardı. Türlü türlü davranışlar sergilediler, anlaştılar, aralarında konuştular. Derken; toplumsal sorunlara başladı. Şiirleri göremez, yasayamaz oldular. Unutulmuştu, görülmüyordu şiir. Karmaşanın içinde kendini yasıyordu heyecanla. İste, şiirin unutulmuşluk devrinde gelişmiş bir beyin yazıyı buldu.

Bir gün, biri orta bir yerde, şiire rastladı.. Kimsenin görmediğini fark etti. Yüksek sesle şiiri okudu. Duyan olmadı. Gördüğü güzelliğin kaybolacağı endişesine kapildi. Telaşlandı. Yazma ihtiyacı hissetti. Ve yazdı. Bakar körler okusun diye. Bakar körler şiiri göremedikleri için okumaya başladı. Bir süre sonra; gelişmiş beyinli canlılar öyle karmaşık, sıkıntılı bir dünya yaşamı oluşturdular ki; bakar körler,sagir-kör de oldular. Bu durumda şiir kösesine çekildi. ; yine fena oldu ,kendini yasamaya başladı . Şiir mi insani çarptı , insan mi şiir oldu , artık bunun önemi yok. Gerçek olan şiir var ve ezelden beridir aramızda yasamakta…

Belki içimizden bazıları ona rastlamıştır. Bir bahçenin yakınından geçerken mis gibi bir koku hisseder ya da içinize isleyen bir ses duyarsınız. Bu size yetmez. Kokuyu içinize çeke çeke izini sürer, kaynağına ulaşırsınız. Dokunursunuz, koklarsınız.. Farkına vardığınız güzelliğin seher yeli gibi esip hücrelerinizi doldurmasını, damarlarınızda gezinmesini istersiniz ya. Bu nedir ? Siz bir şiire rastladınız ve fark ettiniz demektir. Yazarsanız duygularınızı kağıda dökmüş olursunuz. Yazdıklarınız zamana meydan okuyup, dilden dile dolaşmayı, ayakta kalmayı başarırsa; şiir olmuş demektir. Ve siz de sair.

Şair olmak sabır ister. İnsan ömrü çoğu zaman buna yetmez. Olsun, bunun önemi yoktur artık. Sair olanlar ölümsüzlüğü yakalamış ruhlar alemine emin olarak göçmüşlerdir. Bu göç sadece bir kopuştur. Kuşakların ondan ve şiirlerinden söz ettiklerini duyar, görürler. İnanıyorum ki; ruhları her zaman şiirlerin yakınındadır.

Bana göre; zaman zaman duygulara haksızlık ediliyor. Yazılan dizeler şiir mi değil mi tartışılıyor. Dizeler, duygular yaralanıyor. Hangi tanıma göre şiir yargılanıyor. Eleştirmenler, gelecek zamandan mi gelmişler. Şiirin okulu yok. Duygular öğretilir mi? Bırakın yazanlar duygularını özgürce sergilesinler. Bırakın rastladıkları şiirleri herkese anlatsınlar. Sair olmuş mu, olmamış mi hemen belli olmaya bilir.. Neden bazılarımız dizelerden rahatsız oluruz ? Bir ata binme imkânı yakalayanlar kendilerini bey mi sanıyor ! Bizi gözetleyen biri var. En iyi hakem gelecektir. Yeter ki; güzel Türkçe’mizi yaralamayalım.

Şiir, yakınımızda uzağımızda, içimizde , her yerde yasamakta. Onu görebilenler, hissedenler vardır ve her zaman varolacaktır.

Seher Keçe Türker

2012_09_next-can-we-play-little-red-riding-hood-553046-475-399 şiir nedir

Özlem

Bir gece,
Gecede bir uyku..
Uykunun içinde ben..
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.

Uykumun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben..
Bir yere gidiyorum,
Delice..
Aklımda sen.

Ben seni seviyorum,
Gizlice..
El pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.

Seni yitiriyorum
Çok karanlık bir anda..
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda.
Güzelce..

Özdemir Asaf

a%25C5%259Fk%25C4%25B1+lal Özlem

Has Tat

Beyhude seninki, etkilemek için kalbini,
Bir kızın kucağını altınla doldurmak;
Kendine yetiştir aşkın meyvelerini,
Ki tadabilesin onları su gibi berrak.
Altın ancak yığınların oylarına değer,
Ama tek bir kalbi kazanamaz da.
Sen ki bir kız almak istersen eğer,
Git ve ver kendini, onun için ona.

Seni hiçbir bağ sarmayacaksa kutsal,
Ey Delikanlı, sımsıkı sık kendini!
Beşer hür yaşarken davranır uysal,
Ama yinede özgür olmayabilir fani.
Kendini sadece Birine yak yar;
Ve yüreği aşkla doluysa eğer,
Bırak şefkat örsün seni dapdar,
Vefa sarmasın istiyorsan meğer.

Sez, Delikanlı, ve hemen ardından seç
Bir Kız kendine, ki o da seçesin seni,
Gönlü güzel olsun, ötesinden vazgeç,
Ve seversin sende, ben gibi kendini.
Ben, ki anlarım bu sanattan inan,
Kendime bir çocuk beğendim,
Şimdi en güzel evlilik mutuna varan
Rahmeti eksik sadece rabbimin.

Revamdan başka derdi yok,
Ancak bana güzel görünmekle meşgul,
Yalnız yanımda sevecen, hem de çok,
Ve kibarca başkaları önünde kul.
Aşkımıza zaman zarar vermesin diye,
Aciz olan tarafa hiçbir hak tanımaz,
Ve lütfü daima merhamet dilesiye,
Ben de daima minnettar kalırım biraz.

Ben kanaatkarım ve hoşlanırım
Hemen, bana tatlıca gülümserse,
Masada sevgilinin ayaklarını
Kendilerininkine sehpa ederse.
Yanağından ısırdığı elmayı,
İçtiği bardağı, bana uzatırsa,
Ve yarım çalınmış buselerle
Başkalarına kapalı göğsünü açarsa.

Ve sessiz, muhabbet dolu saatlerde
Benimle beraber aşktan bahsederse
O dudakların sohbetini isterim de,
Aptalca, öpmekte diretmem nedense.
Nasıl da bir akıl, onu capcanlı kılan,
Ender bir cazibeyle dolar!
O fevkalade birisi, ve kaybolur an
Ancak, beni sevdiğinde çağ atlar.

Saygı beni ayaklarına doğru atar,
Hasret kendimi bağrına basar.
Bak, Delikanlı! Böyle tadını çıkar,
Akıllı ol ve ara bul, o duygu var.
Ölüm yolu yanından geçerken
Seni İngiliz türküsüne taşır,
Cennetin mutluluğuna ererken,
Sıratı hissetmezsin, o an’laşır.

Johann Wolfgang von Goethe
Dornburg, Eylül 1828

ozlem Has Tat

şiir hakkında

“Şiirdeki ‘Ş’ vitamini, akıp giden zaman içinde hep diri tutar insanı.” 
Mehmet H. Doğan

“Şiir, karada yaşayan ve havada uçmak isteyen bir deniz hayvanının günlüğüdür.” 

C. Sandburg

“Şiiri tanımlamaya çalışmak, gökyüzüne merdiven kurmaya benzer.” 

Bülent Özcan

“Şiirin yüceliği, çok denenip varılamamasından değil, bir kaç şairin varmış olmasındandır.” Özdemir Asaf

“Suya göre ‘ağır su’ neyse, öteki yazın türlerine göre de şiir odur.” 

Eray Canberk

“Şiir zamansızlıktır. Zamana meydan okumadır.” 

Oktay Akbal


“Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı şiir sanatıdır.” 
Friedrich Hegel

“Başka kitaplarla hapsedilmek için yazmıyorum 
ya da zambağın somutlaşmış çırakları için değil 
gelip geçecekler için, gereksindikleri 
ay, su, düzenin değişmez temelleri 
ekmek, şarap, ve okullar, gitarlar ve el aletleri için.”

Pablo Neruda

“Ben kendi payıma bir iki iyice şiir yazdımsa, bunların tümünün içeriğini önceden iyice pişirdim. Sonra en uygun biçimlerini, ne çeşit uyakla, ne çeşit ölçü ile yazılabileceğini, boyutunun aşağı yukarı ne olabileceğini, dilinin edasını, çeşnisini, peşinen kestirmeye çalıştım. Yani çok zahmetli bir çalışmadan sonra işe koyuldum.” 

Nazım Hikmet

“Şiir, matematik gibi kolaydan başlanılıp öğrenilmez. Kolaylık, bir beğeni olarak yerleşiverir insanın kişiliğine, sonra da kolay kolay değiştirilemez.” 
Turgut Uyar

“Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değildir. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeyi şiirde belli olur. Sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek.” 
Cahit Sıtkı Tarancı

“Şiirin orta hallisi veya kötüsü için kurallar, ustalıklar bir ölçü olabilir; ama iyisi, yükseği, harikuladesi aklın kurallarını aşar. Onun güzelliğini tam olarak görenler, bir şimşeğin ihtişamına benzer bir pırıltı görmekle kalırar. Büyük şiir muhakememizi tatmin etmez, allak bullak eder.” 
Montaigne

“Şiir üstüne bütün çözümlemeler, bütün kurallar hep ama hep ortalama şairler için. Zaten bir bakarsanız, şiir üstüne konuştuklarımızı, bütün sorunları, büyük, iyi şairlerin şiirleri değil mi getiren?” 
Turgut Uyar

“Şiirin düşmanları, bu meslektekiler ya da müşteriler arasında değil, şairin kendi içindeki uyum eksikliğindedir.” 
Pablo Neruda

“Şairin şiiri, onun kişiliğidir, bütün hayatıdır. Bu anlamda şiirsel yapının, neredeyse organik bir şey olduğunu düşünüyorum. Yaşayan, kımıldayan, soluk alıp veren canlı bir organizma…” 
Ataol Behramoğlu

“Bütün şairler gibi, kimi zaman bir düşünceden, kimi zaman bir duygulanmadan, bir kırgınlıktan, bir öfkeden yola çıkarım şiirin başlarında. Bazen de düşündüğüm, kurduğum, tasarladığım şiirin dışına çıkarım. Bir ayrıntı, yakaladığım bir imge şiirin bütününe egemen olur. Kimi şiirlerimi aylarca çalışarak bitiririm, kimini de bir oturuşta. Bitirdiğim bütün şiirleri ezberlemiş olurum. Biçimciliğe karşıyım, ama biçime çok önem veririm. Ayakkabı gibi, ne bol gelmeli biçim ne de dar. Tam oturmalı şiirin ‘muhtevasına’.” 
Arif Damar

“Şairler söz sultanlarıdır; hekimler saltanatlarını vücut üzerinde kurarlar; şairlerin dil güzelliği ruha zevk verir; hekimlerin öz verileri hastaları iyileştirir.” 
İbn-i Sina

“Gül ıtrıyla selâmlar sabahı, şair yaratır. Pınar hangi susuzlukları giderdiğinin farkında mı? Güneş sarayları da aydınlatır, kulübeleri de. Öyle seveceksin ki kelimeleri, yalnız senin için raksedecekler. Kelimeler de bütün sevgiler gibi kıskanç. Senin olmalarını istiyorsan, onların olacaksın, yalnız onların.” 
Cemil Meriç

“…duygular, düşünceler sözcükleri değil; sözcükler duygularımı, düşüncelerimi yönetiyor. Ressam Degas’ın: “Çok güzel duygularım var, ama şiirde başarıya eremiyorum. Neden?” diye sorması üzerine, Mallerme, çok ünlüdür, “Dostum” demiş, “Şiir sözcüklerle yazılır. Herkesin duyguları, düşünceleri var, yetseydi herkes şair olurdu.” Anlaşılmayan budur. İçinden geldiği için mimar ya da mühendis olmaya kalkanı görmüyoruz. Demek sanatların en kolayı şiir ki, duygulara, düşüncelere dayanarak şair olunabileceğine inanılıyor.” 
Melih Cevdet Anday

“Gizli şiir sayısı, gizli işsiz sayısından aşağı değildir. Birçok şiirler, varlıklarını duyuramaz, kendilerine bir elin uzanmayışına sessizce katlanırlar” 
Behçet Necatigil

“Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü.” 
Jean Cocteau

“Şiir, seçmek ve gizlemek sanatıdır.” 

Chateaubriand

“Şiirin önce acemiliği geçilir, sonra ustalığına varılır sanılırsa da, bu doğru değildir: Ozan boyuna acemileşir, ustalaşmanın karşıtı değildir acemilik, özüdür. Ozanın olgunluğu, acemiliğin bilincidir olsa olsa. Bu bilinç acıdır, yaşlı ozanı kemirir; böylece şiirin yanına eleştiri yerleşmiş olur ve yaşlı ozan “ben” olmaktan çıkar. “Fenafillah” mertebesidir bu, ozanın yaşını yok eder.” 

Melih Cevdet Anday

“Ustalık kazanılır; ama çocuk olmak yitirilirse, şiirin büyük damarlarından biri yok olur.” 

İlhan Berk

“Şiir, ‘Anayasa aykırı’dır, doğanın ahlakı kovduğu yerdedir, yasadışıdır.” 

Cemal Süreya

“Şiirin en büyük özgürlüğü, özgün olma özgürlüğüdür.” 

Hulki Aktunç

“Şiir, büyük zekâların rüyalarıdır.” 

Lamartine

“İlimsiz şiir, harcı ve hesabı olmayan duvar gibidir.” 

Fuzûli

“Şiir öylesine ayrı, öylesine apayrı bir dildir ki başka herhangi bir dile çevrilemez hatta yazılmış olduğu kendi diline bile…” 

Jean Cocteau

“Bir şiir yalnız o şiire giren değil, bir de girmeyen sözcüklerden meydana gelir.” 

Salâh Birsel

“En az sözcükle yazmalı şiiri.” 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

“Güzel ve mükemmel bir şiiri tamamladıktan sonra, şairin on yıl dinlenmeğe hakkı olmalıdır.” Rainer Maria Rilke

“Şiir sıradan bir dil değildir. “Şiir” düzyazıya çevrilemeyen dildir.” 

Ahmet Haşim

“Sözün ayrıca anlam taşımak zorunda olması, bazı şairleri rahatsız eder.” 

Stanislaw Jerzy Lec

“Şiirde anlam, bir çam ağacının kabuğuna sızmış bir çam sakızına benzer. O, ozanın yoğurduğu, bir yoğun damlacık haline getirdiği ve tatlandırdığı bir şeydir… Şiir alışılmışın bardağını taşıran son damladır; onun rolü bu taşırıcı niteliğindedir…” 

Sedat Umran

“Kolayca okunabilen bir şiirin kolayca yazıldığını mı sanıyorsunuz?..” 

Orhan Veli

“Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir. Şiirde “nefes” ve “ses” iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.” 

Yahya Kemal Beyatlı

“Şiir üzerine, gerçekten yeni olan şiirle, yeni bir şeyler öğrenebiliriz ancak; Şiir üzerine yazılanlarla değil.” 

Turgut Uyar

“Akılsız şiir, kafasız kalmış Danton gibidir.” 

Can Yücel
“Bin acı birikse ancak bir şiir doğurur.” 
Ahmet Erhan

“Şiirsel denklemle matematiksel denklem, çelişkili bir benzerlik gösterir. Matematikte, belli bir kuralla bütün denklemler aynı biçimde çözülür; oysa şiirde, her denklemin çözümü, kendine özgü yeni bir kuralı bulgulamayı gerektirir.” 

Tahsin Saraç

“Şiir sanatı, kendi hareketlerini tabiatın hareketlerine uydurduğu zaman en yüksek derecesini bulur; o zaman, tabiata öyle yaklaşır ki, ikisini birbirinden ayırt edemeyiz.” 

Nicolas Boileau Despéaux

“Şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir.” 

Aragon

“Şiir bir yaratmadır; evet, ama yüz bin yıllık araçlarla bir yaratma. Bir ozan her dizesine kendi yaptığı dilden, kendi yaptığı dilbilgisinden kata kata en sonunda hem büyük dilini, büyük dilbilgisini yaratır; hem okuyucusunu oralara ulaştırır.” 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

“Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir.” 

Valéry

“Şiirin konuları hiç eksik olmayacaktır; çünkü dünya o kadar büyük, o kadar zengin, yaşam o kadar değişik manzaralı ki… Hiçbir gerçek konu yoktur ki şair onu gereği gibi işlemesini bildiği andan itibaren şiirden yoksun olsun.” 

Goethe

“Anlık kararların belirtecidir şiir; ihtilali körükler durur. Düş yolunna doludizgin giderken gerçeğin amansız savunucusudur şiir.” 

Fahrettin K. Nitter

“Şairin gücü sözcüklerle kurduğu ilişkide, onlara bakışındadır.” 

Mustafa Köz

“Şiir, gerçeklerin dilde yoğunlaşmış düşsel yansımasıdır.” 
Seyfettin Başcıllar

“Şiiri yöneten tek bir şair yoktur.” 
Pablo Neruda

“Çağın şiiri, bunalımlar geçiren bir çağın, insan gerçeğinin şiiridir. Köklü bir düşünüye yaslanır. Ozan, karmaşık bir düşünüyü ya da bilinçaltını bunaltan düşünüleri şiir çağrışımları kaynağına atarak, oradan duygusallıkla belenik bir görünümde dipdiri çıkarır. Kuşkusuz bu en güç sanat uğraşısında çok derin bir bilgi, çağı yorumlayan bir görüş, soluklu bir yaratı, bir başka ustalık ister.” 
Oğuz Kâzım Atok

“Bir şiir üzerinde aylarca, bazen daha uzun süreler çalıştığım oluyor. Her seferinde, başlangıçtaki o duygu birikimini yakalamaya çalışıyorum.” 
Ataol Behramoğlu

kaynak,
siir+hakkinda şiir hakkında

Çorak Ülke

1922

`Nam Sibyllam quidem Cumis ego ipse
oculis meis vidi in ampulla pendere,
et cum illi pueri dicerent: Sibulla ti thelis;
respondebat illa: apothanein tehelo.’ (1)

Ezra Pound için
il miglior fabbro (2)

I. ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ

Nisan en zalim aydır, gövertir
Leylakları ölü toprakta, yoğurur
Anılarla istekleri, uyarır
Uyuşuk kökleri bahar yağmuruyla.
Kış, sıcacık tuttu bizi, örter
Toprağı unutkan karla, sürdürür
Kısır bir hayatı kuru köklerle.i
Yaz şaşırttı bizi, Starnbersee’ye gelince
Deli bir sağnakla; sığındık sıra kolonlara,
Derken yeniden güneş, uzandık Hofgarten’a,
Birer kahve içip konuştuk bir saat kadar.
Bin gar keine Russin, stamm’ aus Litauen, echt deutsch. (3)
Ve çocukluğumuzda, arşidüklerde kalırken,
Yeğenimgillerde, kızakla gezdirirdi beni,
Ve ben korkardım. Ama o, Marie, derdi,
Sıkı tutun Marie! Ve yamaçtan kayardık.
Dağlardaysan, orada özgür bulursun kendini.
Çoğu geceler okurum, kışın da güneye giderim.

Hangi kökler kavrar, hangi dallar bezer
Buradaki taş yığınını? Ey insanoğlu
Bunu bilemez, sezemezsin, çünkü bildiğin yalnız
Bir kırık putlar yığınıdır ki güneşte kavrulur
Ve ona ne ölü ağaç gölge, ne cırcırböceği erinç,
Ne de kuru taş su sesi verir. Yalnız
Burası gölge, altı bu kızıl kayanın,
(Sığın gölgesine bu kızıl kayanın),
Ve ben öyle bir şey göstereceğim ki sana,
Ne seni durmadan izleyen sabahki gölgendir,
Ne kalkıp seni karşılayan akşamki gölgendir,
Sana korkuyu göstereceğim bir avuç tozda.

Frisch weth der Wind
Der Heimat zu
Mein Irisch Kind,
Wo weilest du? (4)

“Bana sümbülleri ilk verişin bir yıl önceydi,
Sonra sümbül kız koydular adımı.”
– Ama döndüğümüzde, gün sonu, sümbül bahçesinden,
Kolların dolu, saçların ıslak, bir türlü
Konuşamadım, gözlerim de seçmedi, sanki
Ne diriydim, ne ölü, ne de bir şey biliyorum,
Sırf bakıyordum ışığın gözüne, sessizlik.
Oed’ und leer das Meer. (5)

Madam Sosostris, şu ünlü falcı,
İyice üşütmüştü kendini ama
En akıllı kadın diye bilinir Avrupa’da
Elinde bir deste hayın kağıtla. İşte, dedi,
Senin kağıdın, boğulmuş Finikeli gemici,
(Şu inciler onun gözleriydi bir zamanlar, Bak!)
İşte Belladonna, Kayalıkların Ecesi,
Durumların ecesi.
İşte üç değnekli adam, işte Çarkıfelek,
Ve işte tek gözlü tüccar, bu kağıda gelince,
Bu boş kağıt, tüccarın sırtındaki şeydir,
Onu da görmem yasaktır. Peki nerede
Asılmış Adam! Suda ölümden sakın.
Kalabalıklar görüyorum halka olmuş yürüyor.
Falınız tamam. Sayın Mrs. Equitone’u görürseniz,
Deyin ki yıldız falını kendim getiririm:
Öyle zamandayız ki su uyur düşman uyumaz.

Düşçül Kent,
Kirli sisi altında bir kış sabahının,
Bir kalabalık aktı Londra Köprüsünden, sürüyle,
Ummazdım, ölüm çökertsin insanları sürüyle.
Duyulan, kesik ve seyrek, iç çekişlerdi,
Ve gözleri kendi adımlarındaydı her adamın.
Aşıp tepeyi aktılar King William Caddesinden
Saint Mary Woolnoth Kilisesine, kulede çan
Ölü bir sesle tınlarken son vuruşunda dokuzun.
Bir tanış görüp durdurdum haykırarak, “Stetson!
“Sen ha! Gemilerdeki yoldaşım benim, Mylae’de!
“Şu ceset, bıldır diktiydin ya bahçene,
“Filiz verdi mi? Bu yıl durur mu çiçeğe?
“Yoksa o beklenmedik don bozdu mu tarhını?
“Öyleyse uzak tut köpeği, insanların dostudur,
“Yoksa tırnaklarıyla kazıp çıkarır gene!
“Sen! hypocrite lecteur! – mon semblable, – mon frère!” (6)

II. BİR SATRANÇ PARTİSİ

Kadının koltuğu, yaldızlı bir taht gibi,
Çil Çil yansıdı mermerde ve ayna
– Destekleri salkımlı asmalarla bezenmiş
Birisinden bir altın Küpidon baka kalmış,
(Biri de gizlemiş gözlerini kanadıyla) –
Çiftleyip alevlerini yedi kollu şamdanın
Yansıttı ışığı masanın üzerine, tam da
Yükselirken mücevherlerinin parıltısı
Öbek öbek atlas döşeli kutulardan;
Fildişi ve renkli camdan şişeciklere,
Tapasız, sinmiş acayip, sentetik parfümleri,
Macun, toz ya da sıvı – bunalttı, şaşırttı
Ve boğdu duyuları kokularla; tedirgin olup
Pencereden gelen esinle, kokular yükseldi
Besleyerek upuzun alevlerini şamdanın
Ve savurdu dumanları bölmeli tavana,
Tedirgin edip desenlerini oymalı tavanın.
Geniş kızılağaç kaplama, renkli taşlarla çevrili,
Bakır kakmalı, bir yeşil, bir turuncu yanıyor
Ve bu içli ışıltıda oyma bir yunus yüzüyordu.
Antik şömine üstündeki tabloda anlatılan,
Sanki bir pencereydi ormana açılan,
Değişimiydi Philomel’in, o barbar kralın
Onca zorladığı; ama bülbül kesilmiş orda,
Sarmıştı tüm çölü kirletilemez bir sesle,
Ve hala ağlıyordu ve dünya hala o yolda,
“Cik cik!” kös dinlemiş kulaklara.
Ve zamanın öbür solgun artıkları da
Anlatılmıştı duvarlarda; ısrarla bakan biçimler
Dört yönden sarkmış, eğilip susturuyordu odayı.
Sürüklendi merdivende adımlar.
Ocağın ışığında, fırçanın altında, saçları
Alevli oklar gibi dağılmış
Işıl ışıl konuşurken, artık zalimce susacaktı.

“Sinirlerim bozuk bu gece. Çok bozuk. Gitme kal.
“Bir şeyler anlat. Neden konuşmazsın hiç. Konuş.
“Ne düşünüyorsun? Ne düşüncesi bu? Ne?
“Ne düşünürsün böyle bilmem ki hiç. Düşün bakalım.”

Sanırım biz dönekler geçidindeyiz,
Ölü adamlar orda yitirmişti kemiklerini.

“Nedir bu gürültü?”
Eşikten esen yel.
“Peki ya bu gürültü? Zoru nedir bu yelin?”
Hiçbişey gene hiçbişey.
“Bilmez
“misin hiçbişey? Görmez misin hiçbişey? Hatırlamaz mısın
“Hiçbişey?”
Hatırlarım
Şu incilerdi adamın gözleri bir zamanlar.
“Diri misin, değil misin? Hiçbişey yok mu kafanda?”
Ama
O O O O şu Şekispiyerimsi cümbüş-
Hem ne incelik
Ne yetkinlik
“Ne yaparım şimdi ben? Ne yaparım ben?
“Öyleyse hemen fırlayıp sürterim sokaklarda,
“Saç baş darmadağın. Peki ne yaparız yarın?
“Ve her günü Tanrının?”
Sıcak su saat onda.
Yağmur varsa, kapalı bir araba saat dörtte.
Sonra bir el satranç oynayacağız,
Kapaksız gözlerimiz kısılmış, kulağımız kapıda.

Kocası terhis edildiğinde Lil’e dedim ki –
Esirgemedim sözümü, hem yüzüne söyledim,
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
Bak Albert dönüyor, çekidüzen ver kendine biraz.
Bilmek ister n’aptın sana verdiği parayı,
Dişlerini yaptırman için. Verdi, hem de yanımda.
Gel çektir tümünü, Lil, güzel bir takım yaptır,
İnan ki, demişti, yüzüne bakasım gelmiyor.
Al benden de o kadar, dedim, Albert’ciği düşün bir,
Dört yıldır askerdeydi, gününü gün etmek ister,
Bunu sende bulamazsa, başkaları var, dedim.
Ya, öyle mi dedi. Olabilir a, dedim.
O zaman bir kapı bulurum, dedi, ama açık konuşsana.
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
O işten hoşlanmasan da dayanmalısın, dedim.
Yok, yapamam, dersen, başkaları seçip kapar.
Albert çekip giderse, bilir miydim? deme sakın.
Utanmalısın, dedim, böyle yaşlı görünmekten.
(Oysa ancak otuz birinde.)
Elimden ne gelir, dedi, suratını asarak,
Hep aldığım o haplar, düşürmek için, dedi.
(Beş tane vardı, minik George’da az kalsın ölüyordu.)
Ezzacı her şey düzelir, dedi, ama nerde eski halim.
Sen eni konu aptalmışsın, dedim,
Ya Albert rahat bırakmazsa, sil baştan, dedim.
Çocuk istemiyordun da niye evlendin?
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
Neyse, Albert geldi o pazar, sofrada sıcak domuz budu,
Yemeğe bırakmadılar beni, tatmalıymışım sıcacık –
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZ
İğgeceler Bill. İğgeceler Lou. İğgeceler May. İğgeceler.
Haydi eyvallah. İğgeceler. İğgeceler.
İyi geceler leydiler, iyi geceler sevimli leydiler,
iyi geceler, iyi geceler.

III. ATEŞ TÖRENİ

Irmağın tentesi çökmüş: damar parmaklarıyla
Son yapraklar kavrayıp gömülür ıslak setlere. Yel
Arşınlar kavruk ülkeyi duyulmadan. Su perileri gitmiş.
Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm.
Üstünde ne boş şişeler, sandviç kağıtları,
Ne ipek mendiller, karton kutular, izmaritler,
Ne de başka izi yaz gecelerinin. Su perileri gitmiş.
Ve dostları, kent kodamanlarının aylak mirasçıları,
Gitmişler, adres filan bırakmadan.
Leman gölünün kıyısında oturdum da ağladım.
Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm,
Nazlı Thames, usulca ak, sessiz ve kısadır sözüm.
Ama ansızın soğuk bir yel ve duyarım ardımda
Kemik takırtıları ve kikirdemeler, kulaktan kulağa.
Bir sıçan otların arasından usulca süzüldü
Yapış yapış karnını toprağa sürterek,
Avlanırken ben durgun sularında kanalın
Havagazı fabrikasının ardında, bir kış akşamı,
Aklımda kral kardeşimin uğradığı deniz kazası
Ve kral babamın ölümü, ondan önce.
Aşağıda ıslak toprakta çıplanmış ak gövdeler
Ve basık ve kuru tavanarasındaki kemikleri
Yıllardır takırdatan ayaklarıydı sıçanların.
Ama ben ardımdan, zaman zaman, duyarım
Korno-motor seslerini ki getirirler nasılsa
Sweeney’i Mrs. Porter’a baharda.
Ooo! Dolunay doğup üstüne parlasın
Mrs. Porter’la kızının
Onlar sodalı suda yıkar ayakların’
Et O ces voix d’enfants, chantant dans la coupole! (7)

Cik cik cik
Cık cık cık cık cık cık
Onca zorlanmış
Tereu (8)

Düşçül Kent
Boz sisi altında bir kış öğlesinin
Mr. Eugenides, İzmirli tüccar,
Tıraşsız, bir cebi kuşüzümü dolu,
CIF Londra: Belgeler para ödenince,
Kaba bir Fransızcayla, ne dersin, dedi,
Canon Street Otelinde öğle yemeğine,
Sonra hafta sonu tatiline Metropole’de.

Erguvanımsı saatte ki bakışlar ve sırt
Doğrulur masadan ve insan makinesi bekler
Avara çalışan, bekleyen bir taksi gibi,
Ben Tiresias, iki hayat arası bocalayan, kör,
Pörsük dişi memeli yaşlı adam, nasıl sezmem,
Erguvanımsı saatte, akşam saatinde ki çırpınır
Yuvaya doğru, gemicileri yuvaya getirir denizden,
Daktilo kız çay zamanı yuvada, sabah sofrasını tpolar,
Sobasını yakar, düzenler hazır yiyecekleri masada.
Pencerenin dışına korkusuzca astığı
İç çamaşırları güneşin son ışınlarıyla yanar,
Ve yığılmış üstüne divanın (geceleri yatağı)
Çoraplar, terlikler, kombinezonlar, korseler.
Ben Tiresias, pörsük hayvan memeli kocamışa yeter
Yeter de artardı bu sahne, gerisine gelince –
Yolu gözlenen konuğu bekledim ben de.
Adam, iğrenç suratlı bir gençtir, gelir,
Sıradan bir emlakçı katibi, küstah bakışlı,
Aşağı kesimden biri ki kurumlu hali sırıtır
Bir Bradford milyonerinin ipek şapkası gibi.
Umduğu gibi, zaman en uygun zamandır,
Yemek bitmiş, kadın oyalamaya çalışır,
İstemese bile engel de olmaz kadın.
Ateşlenmiş ve kararlı, adam hemen saldırır;
Hiçbir engele rastlamaz yoklayan eller;
Karşılık mı bekler adamdaki kör gurur,
Kayıtsızlığı da hoş karşılar.

(Ve ben, Tiresias, önceden acısını çekmiş
Aynı yatak-divanda oynanan oyunların,
Ben ki Thebai surlarına sırtımı dayamış,
Yürümüşüm safında en aşağılık ölülerin.)
Adam son bir öpücüğe daha kıyar,
El yordamıyla iner ışıksız merdiveni.

Kadın döner, bir an pencerede görünür,
Sanki habersizdir aşığının gittiğinden,
Kafasından puslu bir düşünce geçer:
“Neyse bu da bitti, iyi ki bitti hem.”
Bir gün gelir düşer de yosma kadın
Yalnızken gene dolanırsa odasında,
Eli saçlarına gider kendiliğinden
Ve bir plak koyar gramafona.

“Sulardaydım, bu ezgi çalındı kulağıma”
Ve Strand boyunca, Queen Victoria Caddesine dek.
Kent, ey Kent! arasıra duyarım
Lower Thames Caddesinde bir meyhaneden
Bir mandolinin hoşa giden dertlenişini
Ve öğle yemeğindeki gürültüsüyle sohbetini
Balıkçıların ki orda yaşar duvarlarında
Magnus Martyr Kilisesinin,
Büyülü görkemi İyon beyazıyla altın renginin.

Irmağın terlediği
Yağ ve katran,
Mavnalar sürüklenir
Alçalan sularda,
Al yelkenler
Dopdolu
Yelle, yelpirder koca serende.
Mavnalar yıkar
Sürüklenen paraketeleri
Varırlar Aşağı Greenwich’e
Köpekler Adasından ileri.
Weialala leia
Wallala leialala

Elizabeth’le Leicester
Çekilen kürekler,
Teknenin kıçı
Yaldızlı deniz kabuğu
Al ve altın,
Sert soluğanlar
Yıkadı kıyıları,
Güneybatı yeli
Çan seslerini
Ak kulelerin
Weialala leia
Wallala leialala

“Tramvaylar tozlu ağaçlar.
Highbury’denim. Richmond’la Kew idi
Beni mahveden. Bir kanodaydı, dapdar,
Richmond’un yanında kaldırdım dizlerimi.”

“Moorgate’in gediklisiyim ve gönlüm
kırık dökük. Her şey olup bitince
Ağladı adam ve sözerdi ‘yeni bir yarın’.
Ses etmedim. Nemeydi benim gücenme.”

“Margate kumsalındayım.
Bağlayamam ki
Hiçbir şeyi hiçbir şeyle.
Ucu kırık turnakları kirli ellerin.
Benim halkım gönülsüz halk, ummaz ki
Hiçbir şey.”
la la

Sonra vardım Kartaca’ya

Yanıyor yanıyor yanıyor yanıyor
Ey Tanrım Sen kurtar beni
Ey Tanrım Sen kurtar

yanıyor

IV. SUDA ÖLÜM

Fenikeli Phlebas, öleli iki hafta olmadan
Unuttu martı çığlıklarını, soluğanları
ve kâr ile zararı.
Bir akıntı, deniz altında,
Sıyırdı kemiklerini fısıltılarla. Yüksele alçala
Yeniden yaşadı evrelerini yaşlılığıyla gençliğinin
Kapılırken burgaçlara.
Yahudi ol, olma
Sen, ey çarkı çevirirken yelden yöne bakan!
Düşün Phlebas’ı, o da yakışıklı ve boyluydu eskiden.

V. GÖK GÜRÜLTÜSÜNÜN DEDİKLERİ

Vurunca meşale kızıllığı terli yüzlere
İnince dondurucu sessizlik bahçelere
Başlayınca can çekişme taşlık ülkede
Bağıranlar ve ağlayanlar
Mapusane ve saraylar ve yankıması
Gök gürlemesinin, bharda, uzak dağlarda
O adam ki yaşıyordu, şimdi ölüdür
Bizler ki yaşıyorduk, şimdi ölüyoruz
Sabrımız tükenmiş

Burada su yok yalnız kaya var
Kaya ve susuzluk ve kumlu yol
Yol döne döne tırmanıyor dağlara
Dağlar ki sırf kaya, su yüzü görmemiş
Su olsaydı durup içerdik birer birer
Kayalar arasında kim durur, kim düşünür
Ter kupkuru, ayaklarsa kuma gömülü
Hiç olmazsa su olsaydı arasında kayaların
Ki ölü dağın çürük dişli ağzıdır, tüküremez
Kişi burda dikilemez, oturamaz, yatamaz
Üstelik sessizlik de yok bu dağlarda
Ama kuru kısır gök gürlemesi var, yağmursuz,
Üstelik çile yerleri de yok bu dağlarda
Ama asık mor suratlar sırıtır ve hırlar
Çatlak duvarlı evlerin kapılarından
Su olsaydı
Kaya olmasaydı
Kaya olsaydı ama
Su da olsaydı
Ve su
Bir pınar
Bir gölcük kayalar arasında
Hiç olmazsa su sesi olsaydı
Değil ağustosböceği
Ve türküyen kuru otlar
Ama bir su sesi kayalardan
Şakırken yalnızgezer ardıç kuşu orada çamlarda
Şıp şıp şip şıp şıp şıp
Ama ne gezer su

Kimdi o üçüncü, hep yanında yürüyen?
Sayınca bir sen varsın, bir de ben
Ama ne zaman uzayıp giden ak yola baksam
Birisi daha var daima yanında yürüyen
Akıyor sanki boz harmanisiyle, kukuletalı,
Bilemem artık erkek mi, kadın mı
– Ama kimdir öbür yanında yürüyen?

Yücelerden gelen şu ses de nedir
Anaların yaktığı ağıdın mırıltısı,
Nedir şu kukuletalı insan yığını, kaynaşır
Sonsuz ovalarda, tökezler çatlak toprakta,
Ki kuşatılmış dümdüz bir ufukla yalnız,
Hangi kenttir şu dağların üstündeki
Çatırdı ve sessizlik ve patlamalar erguvan gökte
Yıkılan kuleler
Kudüs Atina İskenderiye
Viyana Londra
Düşçül
Bir kadın uzun kara saçlarını gerdi eliyle
Ve zırıldattı tellerinde bir ezgiyi
Ve bebek yüzlü yarasalar erguvan ışık içre
Islık çaldılar ve kanatlarını çırptılar
Ve kara bir duvardan aşağı sarktılar başaşağı
Ve havada tepetaklaktı kuleler
Çalarak hatırlatan çanları ki saatleri vurur
Ve boş sarnıçlarla kör kuyulardan yükselen türküler.

Dağlar arasındaki bu kokmuş çukurda
Solgun ayışığında, otlar türkü yakıyor
Çökmüş mezarlar üzre, kilise avlusunda
Bomboş bir kilise, yelin cirit attığı,
Cam çerçeve yok, kapı gıcırdar durur,
Kuru kemikler incitmez ki kimseyi.
Sırf bir horoz kurulmuş çatı direğine
Ku ku riku ku ku riku
Bir şimşeğin yalazında. Sonra çileyen bir bora
Yağmur getiren.

Ganj cılızlaşmıştı ve bitkin yapraklar
Yağmur bekliyordu, kara kara bulutlar
Yığılırken çok uzaklarda, Himalayalarda.
Cengel sinmiş, kamburlaşmıştı sessizce.
Derken konuştu gök gürültüsü

DA

Datta: Verdiğimiz nedir?
Dostum, tutkuyla titremekte yüreğim,
Bir anlık kapılışın korkunç ataklığı,
Ki bir sakınganlık çağı da onaramaz bunu,
Bununla ama sırf bu tutkuyla varolduk
Ve bu, ne ölüm ilanlarımızda izlenebilir
Ne iyiliksever örümceğin sardığı anılarda
Ne de mühür altında, sıska dava vekili kırar
Bomboş odalarımızda

DA

Dayadhvam: Duydum anahtarlar
Bir kez döner kapıda, ve yalnız bir kez döner
Düşünürüz anahtarı, herkes kendi zindanında
Düşünmekte anahtarı, bir zindanı onar herkes
Ancak akşam saatinde, göksel söylentiler
Bir an için umutsuz bir Coriolanus yaratır

DA

Damyata: Tekne yanıtladı
Neşeyle, yelken ve kürekte usta ellere
Deniz durgundu, yüreğin yanıtlayacaktı
Neşeyle, çağrılsaydı bir, usulca atarak
Altında yoklayan ellerin

Oturmuş kıyıda
Avlanıyordum, ardımda çorak düzlükler,
Topraklarımı işleyebilecek miyim hiç olmazsa?
Londra Köprüsü yıkılıyor yıkılıyor yıkılıyor
Pi s’ascose nel foco che gli affina (9)
Quando fiam uti chelidon – Ey kırlangıç kırlangıç (10)
Le Prince d’Aquitaine à la tour abolie (11)
Bu parçalarla yıkıntılarımı payandaladım
Ya, siza uyarım öyleyse. Hieronymo delirdi gene.
Datta. Dayadhvam. Damyata. (12)
Shantih shantih shantih (13)

Thomas Stearns Eliot
Çeviren: “Eliot” Suphi Aytimur,
“T.S. Eliot / Çorak Ülke, Dört Kuartet ve başka şiirler”, Adam Yayınları.

(1)
Sibyl’i Cumae’de kendi gözlerimle gördüm
cam bir kavanoz içinde yaşıyordu,
oğlanlar sorunca, “Sibyl ne oldu?”
yanıtı hep şuydu, “Ölümü özlüyorum.”
Petronius’dan
Satiricon, Bölüm 48
(Çevirenin notu: Sibyl’e (kahin kadın) sonsuz hayat verilmiştir ama sonsuz
gençlik değil. Yüzyıllar boyu kocadıkça gövdesi küçüle küçüle bir çekirge
kadar kalır. Daha da büzülecek ama ölemiyecektir. Yani hem zamanın, hem de
doğum-ölüm-yeniden doğum halkasının dışına itilmiştir.)

(2) Daha iyi usta

(3) Hayır Rus değilim, Litvanyalıyım, Alman kökenli.

(4)
Dağlarından yurdunun
Yel eser serin serin
İrlandalım, çocuğum
Gurbet elde neylersin?
R. Wagner (Tristan ile İsolde)

(5) Boş ve ıssız gene deniz.
R. Wagner (Tristan ile İsolde)

(6) Sen! dönek okur! – benzerim, kerdeşim benim!
C. Baudelaire

(7) Ve ey çocuk sesleri, kubbelerde çınlayan!
Verlaine

(8) Tereu: Bülbül sesine öykünmede kullanılır.
Tereus: Philomel’i kirleten kral.

(9) Sonra kendilerini arıtan alevlere daldı.
Dante, Araf

(10) Ne zaman kırlangıç gibi olacağım.
Pervigilium Veneris

(11) Aquitane Prensi yıkık kulede
Gerard de Nerval

(12) Ver. Duyuları paylaş. Denetle.
Upanishad’dan

(13) Barış. Barış. Barış.

corak+ulke Çorak Ülke

Güzel Gece

Artık kulübeyi terk ediyorum,
Sevdiklerimin meskenini,
Yalnız, alçak adımlarla dolaşıyorum
Issız ve karanlık ormanın içini.
Luna doğuyor çalı ve meşeler ortasından,
Zefir seyrini bildiriyor,
Huş ağaçları eğilerek serpiyor yukardan
Ona doğru, en tatlı tütsüyü seriyor.

Nasıl da tapınıyorum serinlikte
Bu güzel yaz gecesine!
Ah, ne damıtıcı burada duygulanma,
Ruhu şen ve mutlu kılan;
Neşene nafile dokunamadan!
Ama, gene de isterdim ki, ey sema sana
Binlercesine böyle gece bırakmak,
Yarimi verseydin bir tek bana.

Johann Wolfgang von Goethe

kulubeyi+terkediyorum Güzel Gece

Bir Sürü Delikanlıya Dostça Öğütler

tibet’e git
deveye bin
incili oku
ayakkabılarını maviye boya
sakal bırak
kağıttan bir kanoyla dolaş dünyayı
the saturday evening post’a abone ol
çiğnerken sadece sol tarafını kullan ağzının
tek bacaklı bi kadınla evlen
ve düz bir usturayla traş ol
ve kadının koluna adını kazı
benzinle fırçala dişlerini
bütün gün uyu ve gece ağaçlara tırman
keşiş ol
viski ile bira iç
kafanı suyun altında tut
ve keman çal
pembe mum ışığında göbek at
köpeğini öldür
belediye başkanlığına aday ol
bir varilin içinde yaşa
baltayla kafanı yar
yağmurda lale ek
AMA ŞİİR YAZMA!

Charles Bukowski

419290_4488179684283_1006607261_n Bir Sürü Delikanlıya Dostça Öğütler

Bitkisel

Adı Yeşil bir genç kızdı
Çıktı birgün aşkmerdiveninden
– Yaprakları ince uzun
İki keçeli basamak
Sivrilerek uca doğru ışığa –
Çıktı… çıktı…
İnmemek üzre bidaha

Can Yücel

yesil+kiz Bitkisel

Biliyor musun?

Dün geceydi
Seni koynuma aldım gizlice
Güçlendim ısındım nefesinle
Haberdar etmekten utandım
Pembe kanatlı kelebekleri uçurmadım.

Dün geceydi
Sormadan yanıma aldım seni
Göğsünde soluklandı yorgun bedenim
Korktum haber uçuramadım
Kimseler duymasın dillere dolanmasın.

Dün gece
Sende benimle olmalıydın
Bahari yeniden yasamalıydın
Susma, bir şey de söyleme sakın
Gecenin gizemini sorgulama
Duyabilirim suskunluğun çığlığını

Dün geceydi
Sen yanımdaydın
Dağınıktı kararsızdı gece
Farklı olamadım kanatlarımı takamadım
Ya istemezsen sitemler dökersen

Öyle ya da böyle
Biliyor musun dün gece benimleydin.

Seher Keçe Türker

seher+kece+turker Biliyor musun?

Şair İşçidir

Bağırırlar şaire:
‘Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki…’
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
İşim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle…
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!

Vladimir Vladimiroviç Mayakovski

sair+iscidir Şair İşçidir