Babayı geç tanımak veya baba ile geç karşılaşmak… Bu geç kalışı kendi babalığı üzerinden izale etmeye çalışırcasına kendi çocuklarına karşı son derece sıcak, onları dokunarak seven, evin kapısından girdiği andan itibaren bütün çocuklarını tek tek selamlayıp hatırını soran, onlara masallar anlatan, onlarla vakit geçirmekten ayrı bir haz duyan bir Zarifoğlu portresi çıkıyor karşımıza
Çünkü hiç hazır olmadığım bir yaza girmek üzereyim ve çünkü geçen kışın soğuklarında, şimdi senin rüzgârlı bir tepesinde uyuduğun bu kentteki son sevdiklerim, beni, sevdiğim için öldürdüler!
Bazen kendi evini terk etmesi gerekir insanın. Tası tarağı toplayıp ardına son bir defa bile bakmadan çekip gitmek. Çünkü ağır geldiğini hissedersin bazı evlere, insanların sana “gitse de kurtulsak” gözüyle baktığını. Bunu fark ettiğin ama …
hep akşamı tutar günlüklerinde yitik çocuklar, bir kızın vücuduna serptiği ışıklarda sabahı bulmaya çalışan bir cesur çocuk da çıkar kimi zaman. (o’nun çığlığa çalan susuşunda, seviştikten sonra bacaklarını karnına çekip oturuşunda, kalkıp perdeyi aralayışında)
boşunadır çabası, bir cesur çocuk olarak adı hayatın yanlışları üzerine kurulmuştur ve hiçbir şey yanlışlardan daha iyi anlatamaz o’nu.
her zaman hazır tutacaktır sevinçli yerlerine batırmak için bir dikeni
-II-
tren ayrıldı, unutuldum bir takvimin son yaprağında kum saatinde bir ‘yitik çocuk’ olarak kaldım zaman’ın dışında yer verilmişti, ne kadar sevsem de sevgilimin gözlerine bir leke gibi bıraktım sessizliği yazdıklarımdan o’nun kumral hayatına sızamayacak kadar usluydum
tren ayrıldı tuttum koyu bir karanlıkta, yırttım kendimi resim oldum, ürkek bir anı oldum, artık kim olsa kırar beni.
2:19 – Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır. * 2:56 – Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik. * 2:94 – De ki; Allah yanında ahiret yurdu (cennet) başkalarının değil de yalnızca sizin ise, eğer iddianızda da sadık iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz, ölmeyi cana minnet biliniz. * 2:95 – Fakat elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman temenni edemiyecekler. Allah o zâlimleri bilir. * 2:133 – Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub’a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına; “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” dediği zaman, oğulları; “Senin Allah’ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Allah’ına, tek olan o Allah’a ibadet edeceğiz. Biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız.” dediler. * 2:164 – Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgarları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah’ın birliğine deliller vardır. * 2:180 – Birinize ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, Allah’tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacib bir hak olarak size farz kılındı. * 2:243 – Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıktılar. Allah da kendilerine “ölün!” dedi, sonra da onlara bir hayat verdi. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Fakat insanların pek çokları şükretmezler. * 2:259 – Yahut o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. “Bunu bu ölümünden sonra Allah, nerden diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti, “Ne kadar kaldın?” diye sordu. O da: “Bir gün, yahut bir günden eksik kaldım.” dedi. Allah buyurdu ki: “Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele eşeğine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin bir işareti kılalım diyedir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” Böylece gerçek ona açıkça belli olunca: “Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir.” dedi. * 3:143 – Andolsun ki siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz. * 3:168 – Kendileri oturup kaldıkları halde kardeşleri için: “Eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi” dediler. Onlara de ki: “Eğer iddianızda doğru iseniz, kendinizden ölümü uzaklaştırınız”. * 3:185 – Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka birşey değildir. * 4:15 – Kadınlarınızdan zina edenlere karşı, içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar, şahitlik yaparlarsa, bu kadınları, ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde hapsedin. * 4:18 – Yoksa günah işleyip de kendisine ölüm gelince: “İşte ben şimdi tevbe ettim.” diyen kimselerin tevbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır. * 4:78 – Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse “Bu, Allahtandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, senin yüzündendir.” derler. Ey Muhammed! De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar? * 4:100 – Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de bulur. Her kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek maksadıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, kuşkusuz onun mükafatı Allah’a düşer. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. * 5:106 – Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm (emareleri) geldiği zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şahitliğin hükmü, kendi içinizden iki adaletli şahit, yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, ölüm (emareleri de) size gelip çatmışsa, sizden olmayan diğer iki şahit tutmaktır. Eğer (bunlardan) şüpheye düşerseniz, namazdan sonra onları alıkorsunuz. Onlar da Allah’a şöyle yemin ederler: “Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah’ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi halde günahkârlardan oluruz”. * 6:61 – O, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve size koruyucular gönderir, sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksiklik yapmadan, onun canını alırlar. * 6:93 – Allah’a karşı yalan uyduran, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı halde: “bana vahyedildi” diyen ve: “Allah’ın indirdiği gibi bir kitap da ben indireceğim” diye iddiada bulunandan daha zalim kim olabilir? O zalimlerin halini ölüm şiddeti içindeyken bir görsen! Melekler onlara ellerini uzatırlar ve:” Ruhunuzu teslim edin. Bugün, Allah’a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve O’nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandıralacaksınız” derler. * 6:162 – De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. * 8:6 – Ve gerçek, gün gibi açığa çıktıktan sonra bile seninle münakaşaya devam etmişlerdi; sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlardı. * 11:7 – O, öyle bir Allah’dır ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı. Arşı da su üstündeydi. Onlara “öldükten sonra tekrar dirileceksiniz” dersen, o kâfirler de kesinlikle sana: ” Bu apaçık bir sihirden başka birşey değildir.” diyecekler. * 14:17 – Onu yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve her yandan ona ölüm gelecek, fakat o ölemez. Arkasından da çetin bir azab gelecektir. * 16:65 – Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat verdi. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir millet için büyük bir ibret vardır. * 17:75 – O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın. * 21:8 – Biz onları yemek yemez birer cesed kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi. * 21:34 – Ey Muhammed! Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı? Senin ölmenle rahata kavuşacaklarını mı sanıyorlar? * 21:35 – Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. * 23:99 – Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, “Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönder,” * 29:57 – Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz. * 29:63 – Andolsun ki onlara, “Gökten su indirip, onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah ” derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah’a mahsustur. Fakat çokları akıllarını kullanmazlar. * 30:19 – O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız. * 30:24 – Yine O’nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ibretler vardır. * 30:50 – Şimdi bak Allah’ın rahmetinin eserlerine! yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir. * 32:11 – De ki: “Size vekil kılınmış olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz.” * 33:16 – De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez. Vereceğini var saydığınız takdirde de ancak pek az faydalandırılırsınız.” * 33:19 – Size karşı kıskançlık ediyorlardı. Derken o korku hali gelince, gördün onları ki, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı. O korku gidince, size keskin keskin diller sıyırdılar. Onlar hayra karşı kıskançlık ediyorlardı. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Bu Allah’a göre önemsizdir. * 34:14 – Ne zaman ki Süleyman’a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asâsını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardı. * 35:9 – Rüzgârları gönderip bir bulut kaldıran da Allah’tır. Derken biz o (bulutu) ölmüş bir beldeye sevketmişizdir. Böylece yeryüzüne ölmünden sonra onunla hayat veririz. İşte o dirilme de böyledir. * 37:59 – “Nasılmış bak. Biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek miymişiz? Biz azaba uğratılmayacak mıymışız? * 39:30 – Sen elbette öleceksin, onlar da elbette öleceklerdir. * 39:31 – Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız. * 39:42 – Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. * 44:35 – “Bizim ilk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Biz tekrar diriltilecek değiliz. * 44:56 – Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur. * 45:5 – Gece ile gündüzün değişmesinde ve Allah’ın gökten bir rızık sebebi olan yağmuru indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde ve rüzgârları yönlendirmesinde aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır. * 45:21 – Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, iman edip iyi ameller işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar! * 47:20 – İman edenler: “Keşke cihad hakkında bir sûre indirilse.” derlerdi. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de, içerisinde savaş zikredilince kalplerinde hastalık olanların ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Oysa onlar için ölüm yaşamaktan daha uygundur. * 50:11 – Bunları kullara rızık olması için (yetiştirmekteyiz). O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte hayata çıkış da böyledir. * 50:19 – Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde, “Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir.” denir. * 56:17 – Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar. * 56:60 – Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez. * 57:17 – Biliniz ki Allah yer yüzünü ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size âyetleri açıkladık. * 62:6 – De ki: “Ey Yahudi olanlar! Eğer insanlar arasında yalnız sizin, Allah’ın dostları olduğunuzu sanıyorsanız, o halde ölümü temenni edin, doğru iseniz?” * 62:7 – Ama onlar, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü (işler) yüzünden ölümü asla temenni etmezler. Allah zalimleri bilir. * 62:8 – De ki: “Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir. * 63:10 – Birinize ölüm gelip de: “Rabbim, beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!” demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın. * 67:2 – O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır. * 69:27 – Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı. * 74:47 – “Nihayet bize ölüm gelip çattı.” * 75:29 – Bacak bacağa dolaşır.. * 102:1 – Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı. * 102:2 – Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı.
“Lezzetleri yok eden ölümü çok anın.” * Ensardan bir adam Peygamberimiz’e sordu: “Mü’minlerin hangisi en akıllıdır?” Aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm: “Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir.” buyurdular. * “Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Âhiret hayatını isteyen dünya hayatının süsünü terk eder.” * Berâ (r.a.) anlatıyor: “Biz Rasûlullah (s.a.s.)’la birlikte bir cenâzede beraberdik. Peygamberimiz, kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki (gözyaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da: “Ey kardeşlerim! İşte (başımıza gelecek) bu aynı (ölüm hâdisesi) için iyi hazırlanın!” buyurdular. * “Ey insanlar! Ölmezden önce Allah’a tevbe edin. (Musîbet, hastalık, yaşlılık gibi) ağır meşgûliyetlere düşmezden önce sâlih ameller işlemede acele edin. Çok zikir ederek, gizli ve açık çok sadaka vererek Allah’a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin ki bol rızka, ilâhî yardım ve zafere, halinizin ıslâhına mazhar olasınız…” * “Allah bir kulunun bir memlekette ölmesini takdir ettimi, onu oraya -veya ‘orada bulunan bir şeye’ dedi- muhtaç kılar.” * “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) ‘lâ ilâhe illâllah’ demeyi telkin edin.” * “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Yâsîn sûresini okuyun.” * “Sizden hiç kimse, mâruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temennî etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecbûriyetini hissederse, bari şöyle söylesin: ‘Rabbim, hakkımda hayat hayırlı ise, yaşat; ölüm hayırlı ise canımı al!” * “Sizden kimse ölümü temennî etmesin. Muhsin (iyi amel üzere) ise, hayır cihetiyle artacağı umulur. Kötü amel işliyorsa kötülükten dönüp Allah’ın rızâsını arayacağı ümid edilir.” * “Mü’min kişinin ömrü, onu hayırca ziyadeleştirir.” * Mekke’li müşrikler tarafından ateş üzerine yatırılmak gibi çok ağır işkencelerden aldığı yaralar vücudunda hayat boyu devam eden eser bırakmış olan, zaman zaman bu yaraları tekrar iltihaplanan ve açılan yaralardan akan iltihapları gidermek için vücudunu arada sırada dağlatmak zorunda kalan Habbâb İbn Eret (r.a.), karnından yedi yeri dağlatmıştı. Ve şöyle diyordu: “Eğer Rasûlullah (s.a.s.) ölüm talep etmekten bizi men etmeseydi, mutlaka onu talep ederdim.” * Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) hasta oğlu İbrâhim’i aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra İbrâhim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında Efendimiz’in gözlerinden yaş boşandı. Abdurrahman bin Avf (r.a.): ‘Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah’ın Rasûlü?’ dedi. Aleyhissalâtu ve’sselâm: “Ey İbn Avf! Bu merhamettir!” dedi ve ağlamasına devam etti.Sonra şöyle buyurdu: “Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi râzı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrâhim! Senin ayrılmanda bizler üzgünüz!” Tirmizî’nin bu konudaki rivâyetinde şu ilâve vardır: Abdurrahman bin Avf: “Yâ Rasûlallah! Ağlıyor musun? Ağlamaktan bizi sen men etmedin mi?” dedi. Peygamberimiz: “Hayır! (Ağlamaktan değil,) iki ahmak, fâcir sesten yasakladım: Musîbet sırasındaki (isyankâr) ses; yüzleri tırmalamak, cepleri yırtmak ve şeytan mâtemi. -Ağlamak ise rahmettir; merhamet etmeyene rahmet edilmez.-“ * Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) mâtemci (ağıt yakan) kadına da, onu dinleyene de lânet etti.” * İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) Sa’d bin Ubâde’ye geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına gelince) onu baygın buldu ve “ölmüş olmalı!” dedi. Yanındakiler: “Hayır” deyince, Aleyhissalâtu ve’sselâm ağladılar. Rasûlullah’ın ağladığını gören halk da ağladı. “İşitmiyor musunuz?” buyurdular. “Allah Teâlâ ne gözyaşı sebebiyle ne de kalbin hüznüyle azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir!” -dilini işaret ettiler.- yahut da merhamet eder.” * “(Istırap ve mâtemi sebebiyle) Yanaklarını yolan, üst başını yırtıp dövünen, câhiliyye duâsıyla duâ eden bizden değildir!” * Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (a.s.) Ebû Seleme (r.a.)’nin (ölümü anında) yanına girdi. Ebû Seleme’nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra: “Ruh kabzedildimi göz onu takip eder.” buyurdu. Ehlinden bazıları feryat koparmaya başlamıştı. “Kendinize kötü temennîde bulunmayın; hayır duâ edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler.” buyurdu. Sonra ilâve etti: “Allah’ım, Ebû Seleme’ye mağfiret buyur! Derecesini hidâyete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!” * “Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme ânına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: ‘Sen râzı ve senden de (Rabbin) râzı olarak (şu bedenden) çık. Allah’ın rahmet ve reyhânına ve sana gazabı olmayan Rabbine kavuş!’ Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semânın kapısına kadar onu getirirler ve: ‘size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!’ derler. Sonra onu mü’minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona: ‘Falanca ne yaptı? Filânca ne yaptı?’ diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler: ‘Bırakın onu, onda hâlâ dünyanın tasası var!’ derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): ‘Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?’ der. Onlar: ‘O, annesine, Hâviye cehennemine götürüldü!’ derler. Aleyhissalâtu vesselâm devamla der ki: “Kâfir, muhtazar olduğu vakit, azap melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: ‘Bu cesetten kendin öfkeli, Allah’ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah’ın azâbına koş!’ Bunun üzerine ruh, cesetten, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada: ‘Bu koku ne de pis!’ derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler.” * “Âni ölüm, kâfir için gazab-ı ilâhî’nin bir yakalamasıdır; mü’min için de bir rahmettir.” * “Cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girince, bir münâdî (çağırıcı) aralarında: ‘Ey ateş ehli ölüm yoktur; ey cennet ehli asla ölüm yoktur, hulûd (ebedîlik) vardır’ diyecektir.” * Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) ölüm anına yaklaştığı zaman, sık sık ıstıraplar bürümeye başladı. Kerîmeleri Hz. Fâtıma (r.a.) ‘Vay babacığım, ne çok ıstırap çekiyor!’ diye yakınmaya başladı. Peygamberimiz, kızını şöyle teselli ediyordu: “Bugünden sonra baban ıstırap çekmeyecek!” * Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.)’ı ölüme götüren hastalığı sırasında: “Namaza ve sağ ellerinizin mâlik olduğu şeylere dikkat edin!” diyordu. Öyle ki, mübârek lisanları bunu söyleyemeyecek hale gelinceye kadar tekrara devam ettiler.” * Hz. Âişe (r.a.)’nin anlattığına göre: “Rasûlullah (s.a.s) bir gün yanına girdiği sırada, bir yakınımın nefesini ölüm kesmek üzere idi. Peygamberimiz, Hz. Âişe’nin üzüntüsünü görünce kendisine: “Şu akraban için üzülme. Zira onun şu ıstırabı, hasenâtındandır.” buyurdu. * “Ölülerinizin yanında hazır bulunduğunuz takdirde (ölünce) gözlerini kapayıverin. Çünkü göz, ruhu takip eder (ve açık kalır). Ayrıca hakkında hayır söyleyin. Çünkü melekler ev halkının söylediklerine ‘âmin!’ derler.” * “Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet ve cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine: ‘Allah seni kıyâmet günü diriltilinceye kadar senin yerin işte budur!’denilir.” * Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bir kabirden bir ses işitmişti: “Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?)” diye sordu. “Câhiliye devrinde!” dediler. Bu cevaba sevindi ve şöyle buyurdular: “Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için duâ ederdim.” * “Kul kabrine konulup yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: ‘Muhammed (s.a.s.) denen kimse hakkında ne diyorsun?’ diye sorarlar. Mü’min kimse bu soruya: ‘Şehâdet ederim ki O, Allah’ın kulu ve Rasûlüdür!” diye cevap verir. Ona: ‘Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti’ denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar. Eğer ölen kâfir ve münâfık ise (meleklerin sorusuna): ‘(Sorduğunuz zâtı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!’ diye cevap verir. Kendisine: ‘Anlamadın ve uymadın!’ denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir.” * “Cenâzede çabuk olun. Eğer sâlih biri ise, kendisine iyilik yapmış olursunuz. Böyle biri değilse, belâyı bir an önce sırtınızdan atmış olursunuz.” * “Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır.” * “Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka herkes nedâmet duyar: Muhsin (İyi yolda) olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedâmet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedâmet duyar.” * “Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i câriye (bırakan) veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine duâ edecek sâlih evlât (bırakan).” * “Mü’min kul (ölünce), dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Fâcir (ölünce) ondan da kullar, memleket, ağaçlar ve hayvanlar kurtulur.” * “Mü’minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir.” * “Ölüm için bir korku vardır. Öyleyse cenâze gördünüzmü ayağa kalkın.” * “Kim cenâzeyi takip eder ve önce üç kere taşırsa (ölen kardeşine karşı olan) borcunu ödemiş olur.” * “Ölülere sövmeyin (sebbetmeyin). Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine kavuştular.” * “Ölülerinizin iyiliklerini zikredin; kötülüklerini zikretmeyin.” * Ebu’l-Heyâc el-Esedî anlatıyor: “Bana Hz. Ali (r.a.): ‘Rasûlullah (s.a.s.)’ın beni göndermiş olduğu şeye ben de seni göndereyim mi?’ diye sordu ve Rasûlullah’ın kendisene: “Haydi git, kırıp dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!”buyurduğunu söyledi.” * Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) kabrin kireçlenmesini, üzerine bina (kubbe, türbe) yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını yasakladı.” * “Ben sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar size âhireti hatırlatır.” * İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.), Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü çevirerek:”Esselâmu aleyküm (selâm üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiziniz. Biz de arkadan geleceğiz.” buyurdular.” * Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bir mezarlığa uğramıştı. Mezarlara karşı şöyle buyurdu: “Selâm üzerinize olsun ey mü’minler cemaatinin mahalle halkı! İnşâallah biz de sizlere kavuşacağız!” Müslim ve Nesâî’deki rivâyette şu ziyâde vardır: “Allah’tan bizim için de sizin için de âfiyet dilerim.” * “Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller takanlara lânet etsin! * “Kim çocuğunu kaybeden bir anneye tâziyede bulunursa, cennette ona bir bürde (hırka, kaftan) giydirilir.” * Sahabeden bir hanıma denildi ki: “Kardeşin öldürüldü.” “Allah ona rahmet etsin! İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn,” diyerek cevapladı. “Kocan da öldürüldü,” dediler. “Eyvah!” dedi. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kadının kalbinde, kocasının, hiçbir şeyle karşılanamayacak bir yeri vardır.”
Sana geri dönmedi kadınların “Hüznün Şehri” koydular adını Gözlerimin suyuyla kim uzaklaştı gemi gibi -kutsal kitabın zamanıyla- kim girdi, Benim ve çığlığımın arasına.. Sana ölümümü sunuyorum… şiirin rengiyle… Nasıl da şarkı söylediğimi sanırsın hala?
Dün gece düşüme bir çocuk girdi.. Nurdan zırh giymişti..gülümsüyordu.. Adını sordum; “Yaser” dedi.. Nerelisin dedim? “Filistinli “ dedi.. Yüzü ekşidi..dudağı büküldü..ağlamaklı oldu..
“Nerden geliyorsun?” dedim.. “Cennet-i Ala’dan” dedi.. “Hüseyin,Hasan,Kasım,Abdullah.. kanat çırpıyoruz sabah akşam peygambere doğru.. O Sevgilinin bahçesindeyiz, seviyor okşuyor bizi.. kucağına alıyor..yuvarlıyor, oyunlar oynuyor bizimle..” dedi..
bizi sordu mu dedim? Gözleri doldu cevap verirken..
“sordu” dedi..
“Ne sordu” dedim..
“ümmetim..?” dedi..
“sen ne dedin?”dedim..
“bir şey diyemedim..” dedi.
“O da anladı..başını eğdi önüne daldı gitti” dedi.
Dün gece düşüme bir çocuk girdi.. Nurdan zırh giymişti..gülümsüyordu.. Adını sordum; “Yaser” dedi.. Nerelisin dedim? “Filistinli “ dedi..
“Ben bir şey sorabilir miyim?” dedim “sor” dedi.. “ikimizin de Rabbi olan Allah..”dedim.
“bizi en güzel melekleriyle karşıladı..”dedi. “cennete, en güzel meleklerden biri yaptı bizi.. ruhundan her gün üflüyor bize… Ne ben anlata bilirim bunu..ne de siz anlaya bilirsiniz” dedi..
Dün gece düşüme bir çocuk girdi.. Nurdan zırh giymişti..gülümsüyordu.. Adını sordum; “Yaser” dedi.. Nerelisin dedim? “Filistinli “ dedi..
“bir şey sorabilir miyim?” dedi
“Sor..!” dedim..
“babam nasıl?.. O’na sarılmayı çok özledim” dedi..
“yakında kavuşursunuz..” der gibi oldum.. Anladı..
“çok özledim ama, kardeşlerimi yalnız bırakmasın..” dedi ağlayarak.. “ben sabrederim gelmesin, onları korusun namertlere (olmert’lere) karşı.. Kardeşlerimi öpsün benim yerime, annem de çok ağlamasın” dedi..
Dün gece düşüme bir çocuk girdi.. Nurdan zırh giymişti.. gülümsüyordu.. Adını sordum; “Yaser” dedi.. Nerelisin dedim? “Filistinli “ dedi..
Gözleri ışıl ışıldı.. Vücudundaki Şarapnel yaraları kapanmıştı.. Tertemizdi.. Yaralarının üzerinde Hep aynı el izi vardı.. Sineme çektim kokladım.. Buram buram “Gül” kokuyordu..
Ben ki şairim, yüzünüze bakarken En çok içinizi görmekten korkuyorum; Bu yüzden yüzünüze bakarken Ensenizi yalayan denizi görüyorum, Denizi cesedinize teyelleyen Yunus sürülerini, Fenikeli tüccar gemilerini, Mağripli korsanları
Ya da mavi beyaz çizgili Şiir transatlantiklerini…
Ben ki şairim, dediğim gibi, Siz konuşurken, bakın, ben Bir yandan denizi dinliyorum, Ölümün üflediği boruları, sirenleri…
Ölüm ki,yalnızlıkların en yağız köpüreni, En büyük köpüreni, En sessiz köpüreni.
Ölüm ki, şiirlerin en şiire benzeyeni. Ölüm ki, kusursuz örtüşeni, Sözle sükutun.
Ölüm ki, davetleri geri çevire çevire Artık toya düğüne Çağrılmaz olanı, usta çalgıcıların…
Geceleri sözüm bu, düşüncem bu günlerdedir; Gönlümün cezbesinden gafil oldum nicedir. Nereden gelmiştim ben ve gelişim ne diye? Ülkemi göstermezsen bu gidişim nereye? Niçin yarattın beni; bir derin hayretteyim, Beni yaratmandaki gayeyi ne bileyim? Sadece yakînim var en ulvî âlemdenim, Eşyamı toplayarak oraya gideceğim!…
– Şu toprak âlemine nasıl düşmüşsem öyle- İki-üç günlük kafes takmışlar bedenime… Benimle ilgisi yok bu toprak âleminin, Bülbülüyüm ilâhî, o esrâr bahçesinin! Ne mutlu o güne ki, uçacağım o dosta, Ve kanat çırpacağım varmak için yanına…
Zira biri var, biri; söz dinler kulağımda, Hem söz söylüyor, hem gizlenmiş ağzımda! Kimdir bu gözlerimden öyle dışarı bakan? Söyler misin kim, beni gömlek diye giyen can? Eğer bana yol, konak göstermiyorsan buradan, Bir nefes dem süremem tende ey ruh-ı revân! Kavuşma meyini ver, tâ ebed zindanına, Kırayım her tarafı, sarhoşça, şamatayla…
– Gidemem… İsteğimle gelmedim ben buraya, Getiren götürecek, o güzel vatanıma… Kendiliğimden şiir söylediğimi sanma; Tek kapı bile çalmam uyanık olduğumda! Eş Şems! Eğer yüzünü gösterirsen sen bana, Bu murdar teni kırar, atarım bir tarafa…
1 Cesâret kalbim, cesâret! Sustun bütün kış, ürktün kırılmaktan; Çok gerilerde kaldı derken kar, Sonra bahar Ve Temmuz geçti. Yasımız duruldu, coşkumuz geçti… Ne ümit var artık ne korku; Ağustos gecesinde ağulu Sesleri yalnız böceklerin… Cisim sarayı yıkılmadan, Yeni bir sevinçle yıka haydi Geçmiş günlerin kıştan kalan, Balçığını sanmam ki arınsın. Bir devletin inkırazı sanırsın, Ağustos güze terk eder mülkünü Ve Zaman’ın Mehter Bölüğü, İcra-yı âhenk edip sürekli, Örtüyor gidenlerin çığlığını… Cesâret ey kalbim, cesâret! II. Seni eleme emanet etmeliyim Çünkü elem, Sevinçten çok sağlam Ve kalıcı. Çocuk! Bu acımasız, Bu can alıcı Zaman, üstün gelir hepimize… Ben seni elemin ellerine, Emanet edip gidiyorum. Kıyılar, dağlar Ve ormanlar, Senin de ardında kalır Çocuk! Gün gelir, fakat onlar da Zaman’a yenilip giderler… Sonunda yenilenmez yenilgiler; Zaman, bir başına kalır… Ve bizim çoktan geçtiğimiz, Öte âleme geçince Zaman, Orada hepimiz istisnâsız, O’ndan daha kıdemli oluruz… Hiç üzülme seni elemin, Emin ellerine terk ederek, Gidiyorum.
İmgeyi antikacıda rehin bırakan usta ölüm de artık baştan kokar nerede kalmışsa su zamanı üç basamak merdiven indiğim kalbimin şurasında bugün de ince bugün de kırıldı kırılacak gülzakkum (?) saçlar. Aşkın, miras kalan öyküsüyle yaptığın kahve
Masada unutulan kaysı, buzdolabı Havada dedikodu tadı Deniz şortunu giyinmiş Teninde yorumlar gününü güneş, dilimi çağırıyor Mermerdeki damarlar, tenin soyuluyor terimle Bir sinek vuruyor cama Sokağı yok suboşluğuna inen yolun, uzun zamandır Unuttum sokak adlarını, kedi gözü, memebaşların Avucumda kokan ot fıskiye
İstanbul’un tozu alınmamış bir köşesinde içtiğimiz rakı, aşkımızın açıkta kalan kamburuydu komi, ölü düşler asılı duvarda, kılıktan kılığa giren su, kimi ölü kimi uzak kimi adını bilmediğimiz, zakkumu bırakmıştık vestiyere gülü alıp gidiyoruz, tozu alınmamış bir köşesine İstanbul’un
güneşin en yorgun saatinde, suskun ben sen ve herkes kumun ötesinde anonslar… anonslar tenimizde pullanır ayetler aşkımın gülden zakkuma sızdığı branda da poyraz, sevişme izleri döşendiği otlar, anonslar ben sen alışamadığımız bu şehirde
ne varsa yükümüz denizden çıkan gizliden gizliye öğrendik yalnızlığı lodos terimizi ve tenimizi okşadı güneşten gizlediğimiz beyazlık
aynı yerde buluşmalıyız değmeden bıçağın ucu koynumuza, sakladığımız aşk bir sur içi, bindiğimiz gece tramvay, aynı yere gitmeli aradığımız rüzgârın koyunda su boşluğu, ‘bir savaşın tasviri’nden alıntı bir adrese sızıyoruz aşkımız gül kokusu
dalında unutulmuş portakal bu gecede, baykuş sesine aldandı ay el çantasında dudak renklerinin iki hali, meçhul gelişini saptayamıyorum, geceye mi bakıyor gözlerim gündüze mi? ot kokusu gözlerim yorgun bakmaktan gülü kuşatan poyraza karşı pencerenin perdesi çekiliyor zakkum, zakkum ve zakkum
şimdi belinden kopmuş karıncayım, başım kendi merkezi etrafında arıyor dudaklarını, kod adı bırakıyorum bulamadığım yerde kasılan zakkumdur terimin birleştiği ırmakta-gül gül ve gül
aşkınızla kulaç atıyorum üç basamak deniz iniyorum SU BOŞLUĞU