Kadere Sitem

Yüzü gamlı
Şiirleri de Canlı
Ve de …
Ünlü mü ünlü
Şairimiz Orhan Veli’ nin
Yaşamını düşündünüz mü?

Rumeli Hisarı’ nda
Neden oturur da
Elleri boştur
Neden tutamaz
Bir sevdicek eli de

Bir türküye tutunur sadece
Neden gariptir ve de fakir
Neden rakı şişesinde balık olmak ister
Neden kovarlar çalıştığı yerden O’ nu ?

Neden konar başına
Talih kuşu değil de martı kuşları
Neden aklında hep
Mezarlıkların mermer taşları

Yeniden dünyaya gelmek varsa eğer
Yaz Orhan Veli’ ye
Güzelinden bir kader !

Olmaz ki
Kader dediğin böyle de yazılmaz ki!

Necati Ünsal

kadere+sitem Kadere Sitem

Solfasol Otobüsü

Haydi gel, bir kere daha deniyelim,
Mutluluk hakkını kaptırma başkasına.
Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır,
Yakın olmanı istiyorum bana.
Asu gel, bir kere daha deniyelim.

Bu otobüs en kalabalık, en coşkunu,
Yollarda hemen her gün kaza,
Ama olsun, biz yine ona binelim.
Şöyle geç, hem biraz daha sokul,
Duymak isterim o kızoğlan kokunu.

Senin ellerin ne küçükmüş ki,
Tuttuğun bir ölü gövde olmasın.
Derin nefes al, geleceği düşün.
Bilincini sık, yaşlar dolmasın,
Senin gözlerin ne büyükmüş ki.

Asu gel, bir kere daha deniyelim.
Asu gel, solfasol otobüsüne binelim.

Ali Cengizkan

solfasol+otobusu Solfasol Otobüsü

Tabut

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar.

Her yandan küçülen bir oda gibi,
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
Hayalim, içinde uzanmış kalmış.

Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.

Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
Bu ağır hediye kime gidecek,
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?

Necip Fazıl Kısakürek

mavi Tabut

Kadın Bacakları

                                        Mustafa Şekib’e
Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var,
kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar,
gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,
gözlerinden ziyade bacaklarına yakın,
bir lisandır onların duruşu, bükülüşü,
kadınlar! onlar varken konuşmayınız sakın.

Ince sütunlardaki ilahi güzelliğe
bacakların ruhudur şekil veren diyorum
bacakları bir kalın örtüde saklı diye
mermerde kalbi çarpan venüs’ü sevmiyorum.

Boynuma doladığın güzel putu görseler
insanlar öğrenirdi neye tapacağını.
kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler
isa’nın eli diye, bir kadın bacağını.

Necip Fazıl Kısakürek

kadin+bacaklari+necip+fazil Kadın Bacakları

       

Acı Bahriyeli

binlerce geyik ya da binlerce kuşun beraberliği
aşk, o benim en güzel hayvanımdır
en yeşil ormanların en yeşil mantığında
duyulmaz, öpülmez balığında deniz altlarının
ya da bir akşamüstü lokantası gibi
çöküp de köylülerin yorgun argın
aşk
çok belli bir dudakta iki kişi olmanın.

çok gördüm bir kadındır atlanıp gözlerinden
göz,o benim en deli hayvanımdır
bir fiildir ne zaman, durakalmış bir fiil
ucuza yaralanmış, vurulmuş serserilikten
gözdür, kim ne derse desin, bütün aşkların en serserisi
karasız, durgun ve küçülmüş bunca serüvenden
aşk
en bitirim acılarda en dayanıklı büyüyen.

tükenmez ağızlarda tükenmez seslenişler
ses, o benim en çoğul hayvanımdır
değil ki yaşarken, niteliksiz sevişirken
bendeki her şeye sizdeki her şeye bir uzanım
ya da bir sıkıntıya renk katar gibi
fışkırmış içinden bunca kısırlığın
ses
en kesin çığlıkları kendiyle konuşmanın.

duygular patronu, özeti meyhanelerin
laleler, onlar ki benim en çiçek hayvanların
elinde bir çakıyla her zaman bahriyeli
durup en değersiz yerinde kaldırımların

ya da bak kardeşim benim adım süleyman
orası karşı kaldırım, orospu bahçeleri..
bana kalırsa yan yana gelmeyelim
bahriyeli!
belki bir sıkıntı var denizsiz gemilerin.

bir sorumsuz kapı çalar her sabahleyin
kapılar, onlar ki benim en kadın hayvanlarım
oysa ben her türlü kıpırtının ardından
bir böcek, bir ışık ve yoksullar gibi korkarım
ya da bir yolculukta bunalmış gibi
varıp da farkına uzaklığımın
korkular
bak kardeşim benim adım ismayıl
kafamı kızdırma adamı bıçaklarım.

binlerce yıl da binlerce yılın niteliği
zulümler, onlar ki benim en kesin hayvanlarım
tunç öküzler içinde yanması esirliğin
en soysuz ağızları en katı mantıkların
ya da bir neron’un yeniden gelişi gibi
görüp de halini deşilmiş karınların
aşk
en bitirim acılarda en dayanıklı kalmanın.

sen miydin acı lale, cam dışları gibi gösterişli
laleler, onlar ki benim yakınlık arkadaşlarım
en canlı yüreklerin en canlı mantığında
sürüler, sürüler, insan sürülerinin
ya da bir sivaslının gölgesi gibi
karanlık, ağır, mahzun dönmenin
laleler
kim bilir nerde kim bilir kimi sevdiğimin.

Edip Cansever

aci+bahriyeli Acı Bahriyeli

İlk Günün Ardından

Mutluyum
Oturduğun semti
Ev arkadaşını öğrenmekten
Yaşını
İşlerini
Okulunu
Zamanı nasıl geçirdiğini
Hepsi düşündüğüm gibi çıktı
Uzaktan güzel bir çiçektin
Yanına geldim
Çiçekten bir insan gördüm
Yüzündeki beyazlık
Bahar sabahlarının ıslakçiği
Doğduğun kentin dağlarındaydı o saflık
Çamların dibinde açmış fulyaların yüzünde
Bir de sende gördüm
Gözlerinin derin göller gibi durduğu
Temiz
Beyaz
O insan yüzünde
Mutluyum
Bir saat karşında durup
Yüzüne bakabildiğime
Hayatta tek isteğim buydu
Mutluyum seni sevdiğime.

Turgay Fişekçi

mutluyum+seni+sevdigime İlk Günün Ardından

Yıldızların Nerede Amsterdam

Bir kente, bir insana nasıl başlanır
takvimlerden düşmekte olan soluk bir pazartesiye
taraçalarda – gaz tenekelerine yerleştirilmiş –
mor karanfiller, taş basamaklara…

Yeşil bir su akıyor gecenin içinden
Asitlenmiş kuleleri ve yorgun parkları kentin
yaralı. Saat kaç olursa olsun.
Umutsuz bir ilişki değildir gökyüzü.

Bir güvercin kadar hafif kelimelerle konuşalım isterseniz
kısayısa mutluluklar dileyelim birbirimize
Ama sonra herkes döksün kimliklerini ve sıfatlarını ortaya
Çünkü hayatı temizleyeceğiz.

Anlatacaklarım hepinizi ilgilendiriyor:
Hiçbiriniz kaçınamazsınız söyleyeceklerimden,
ben yanan bir bulut parçası olayım, siz de yıldızlar
ışıldatın yeryüzünü. Rüzgarı yıkayalım.

Hızla akıyor yaşamım güneşe doğru.
Avrupa’nın en günlü katedrallerinin önünden geçiyorum.
Duvar yazıları, duvar resimleri, hayatın en çıplak şiiri.
Çırılçıplak bir kentin içinde çırılçıplak yüzler.

Bir bakışta tanırsınız onları:
Toprağından sökülüp atılmış ağaçlar gibi
cıgaradan düşen bir kül gibidir onlar:
Ama bir bıçak kadar keskindir gözleri.

Bir davulun derisi kadar gergin yaşamımız. Ve
karlar altında kalan bir mücevher kadar soğuk belki kalbin.
Rüzgarlara ve acıya hükümlüsün.
Ama biliyorsun. Acısız ve sevdasız gidilecek bir yol yok.

Saat kaç olursa olsun. Umut vardır.
Dikkat! Hazin bir aşkın başlangıcıdır belki de bugün.
Hazin de olsa bu aşk, karanlık da olsa umut, inan bana
kesindir! Hayatı yıkayacağız.

Kanal boyunca yürüyorum Amsterdam’da.
Dudaklarımda lacivert bir tango.
Akşam mı oluyor? Ben mi yüzüyorum hüzünler
denizinde?
Gece ılık. Ve kalbim kanıyor galiba.

Küçük bir çocuğun oyuncak torbasına doldurulmuş evler.
Kocaman camlı pencereleri merakla bakıyorlar bana.
Bulutları kesen bir terziyim ben.
– Peki ama, yıldızların nerede Amsterdam?

Bir ton yıldızla geleceğim sana gene,
Takacağım yıldızları bir bir saçlarına.
Unutma! Sarı tramvayların, lalelerin kenti Amsterdam.
– Sevgilim oldun.

Tanıdık bir yüz elimi sıkıyor:
Kırmızı sakallı, kulağı kesik dostum Van Gogh.
Günaydın! Tablolarını rüzgar ve ateşle boyayan adam,
tanrının ikiz kardeşi, renklerin şeytanı.

Ah! Lacivert bir yağmur yağıyor Paris’e.
Ve lacivert bir tango dudaklarımda.
Sein nehri, hüzünlü kızım benim.
Tül bir perde sermişler toprağa. Paris olmuş.

Mavi bir mektup yazmak istiyorum memleketime.
Mavi bir şiir… Tarçın koksun her kelimesi.
İmbat rüzgarları uçursun a’ları, a’sız bir şiir olsun.
Ama tuzlu serseriliğim benim, eksik olmasın.

– Bir kadeh de rakım.

Özkan Mert

yildizlarin+nerede+amsterdam Yıldızların Nerede Amsterdam

Cenaze Merasimim

Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?
Asansöre sığmaz tabut,
merdivenler daracık

Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak,
belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu,
belki ıslak asfaltıyla yağmur.

Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.
Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem,
bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur.
Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
meraklıdır ölülere çocuklar.

Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize…

Nazım Hikmet

cenaze+merasimim Cenaze Merasimim

Güneş Uçurtmamdı Benim

Şiirle dolu olmak aşkla dolu olmaktır.
Hızla akıp giden bir tren’se sevda,
Gökyüzü
Hüzünlü şemsiyesidir o’nun.
Film seyretmiyoruz ki
Ne de bir kitabın güzel tümceleriyiz.
Fabrikada da üretilmiyor düşlerimiz

Gökyüzüne dayalı bir merdivendeyiz
Kahvaltınızı yaptınızsa,
Buyurun!
Öpüşelim bulutlarla.
Bay İsa! Siz Lütfen!
Yattığınız yerde kalın
Siz!

Kırmızı gelincik tarlalarını kim sevmez.
Bir gömleğim olsaydı ahh! Gelincikler
renginde
Güneş de uçurtmam.
Kim tutabilirdi beni
Satmıştım anasını dünyanın.
– Güneş uçurtmamdı benim, dedim.
– Yalan!

Hepiniz bilirsiniz, Güneş’ten uçurtma olmaz.
– Balıklar da mı sevişmez buzun altında?
Diye sordu oğlum.
– Sevişirler be Kerim
Sarhoş olurlar hem öpüştüklerinde.
– Ya kuyrukları?
-Şarap rengini alır kuyrukları.

Bu bir şiirdir.
İsteyen şiire inanır, isteyen balıklara.
İsteyen de Kerim’le bana.
Ne demiş Kuran-ı Kerim,
– İnanmayın şairlere.

Özkan Mert

inanmay%C4%B1n+sairlere Güneş Uçurtmamdı Benim

Karabatak

Dalar gider pencereler önünde şimdi
Ilık yaz akşamlarını hatırlar
Vapurlar geçer bomboş güverteleri
Bomboş uzanan denizin üstünde
Aç bir karabatak dalar çıkar

Bilirim yalnızlık üşütür insanı
Kalp daima sevecek birini arar
Hatırlar bakışlarda kalan aklarını
Avuçları hafif terli, yanakları al al
Ağaçlıklı yollarda akşam dolaşmalarını

İlk yıldızlar karanlık basmadan doğar
Hafif çiçek kokuları gibi uçar içiniz
Yavaşlar eve dönerken adımlarınız
Esen rüzgâra, durur, kulak verirsiniz
Bakışlarınız bütün kadınlarla karşılaşır

Daha önünüzde uzun bir yaz vardır
Bütün gün şurada burada gecikir oyalanır
Döner durur yatağında bütün gece
Ay ışığı, sıcak hava, tutuşturur kanını
Uykularını kaçırır en ufak bir düşünce

Şimdi rüzgârlar soğuk eser yüzünüze
Hüzün verir yağmur sularından geçen bulutlar
Bayırlarda yol alan posta arabaları
Şimdi birbirinden ayrı yaşar kurtlar, kuşlar
Sular çakıllardan ayrı akar

Dalar gider, gözleri büyür de
Ilık yaz akşamlarını hatırlar
Avuçları hafif terli yanakları al al
Bomboş uzanan denizin üstünde
Aç bir karabatak dalar çıkar

Necati Cumalı

karabatak Karabatak