Uzaktaki Diego’ya mektup

Gecelerim, çarpan kocaman bir yürek gibi.
Saat üç buçuk.
Gecelerim aysız. Gecelerim pencereden süzülen gri ışığa gözünü kırpmadan bakıyor. Gecelerim ağlıyor, yastığım nemli ve soğuk. Gecelerim uzun, upuzun ve sürekli belirsiz bir sona doğru uzanıyor. Seni arıyorum, yanımdaki dev bedenini, soluğunu, kokunu arıyorum. Gecelerim, “Boşluk” yanıtını veriyor; gecelerim beni üşütüyor ve yalnızlıkla dolu. Bir temas noktası arıyorum: Tenini arıyorum. Neredesin? Neredesin? Dönüp duruyorum, yanağım nemli yastığa, ıslak saçlarım şakaklarıma yapışıyor. Burada olmaman mümkün değil. Kafam serseri serseri dolaşıyor, düşüncelerim gidip geliyor ve parçalanıyor, bedenim artık anlamak istemiyor. Bedenim seni istiyor. Bedenim, şu sakat külçe, senin sıcaklığında bir an için kendini unutmak istiyor, bir kaç saatlik dinginliğe çağırıyor. Gecelerim paçavraya dönmüş bir yürek. Gecelerim sana bakmak, ellerimle bedeninin her kıvrımını izlemek, yüzünü bulup okşamak istediğimi biliyor. Gecelerim, senin yokluğundan dolayı soluğumu kesiyor. Gecelerim seni çağırmak istiyor ama sesleri çıkmıyor. Yine de seni çağırmak, sana kavuşmak, bir an için sana sarılmak ve katleden zamanı unutmak istiyor gecelerim. Bedenim anlayamıyor. Tıpkı benim gibi bedenimin de sana ihtiyacı var, belki de onunla ben biriz. Bedenimin sana ihtiyacı var, çoğu zaman beni sen tedavi etmişsindir. Gecelerim, teni hissetmeyene kadar kazınıyor, sonunda duygu maddesel tözden arınarak daha güçlü, daha keskin bir hale geliyor. Gecelerim beni aşkla tutuşturuyor.
Saat üç buçuk.

Gecelerim beni tüketiyor. Senin eksikliğini çektiğimi biliyorum ve gecenin tüm karanlığı bu gerçeği saklamaya yetmiyor. Bu gerçek, karanlıkta bir bıçak gibi parlıyor. Gecelerim sana uçabilmek, uykudan seni sarıp, sarmalayıp bana getirebilmek için kanatları olsun istiyor. Uykunda, yanıbaşında olduğumu hissedeceksin ve kolların sen uyanmadan beni saracak. Gecelerim öğüt vermiyor. Gecelerim uyanık görülen bir düş gibi seni düşünüyor. Gecelerim üzülüyor ve yolunu yitiriyor. Gecelerim yalnızlığımı, tüm yalnızlıklarımı artırıyor. Sessizliği, ancak benim içimdeki sesleri duyuyor. Gecelerim uzun, uzun, upuzun. Gecelerim günün hiç doğmamasından korkuyor; aynı zamanda günün doğmasından da ürküyor gecelerim, çünkü gün, her saatin iki saatmiş gibi uzun olduğu ve sen olmadığın için tam anlamıyla yaşanamayan yapay bir gün. Gecelerim, gündüzlerimin de gecelerime benzeyip benzemediğini düşünüyor. Böylece günden neden korktuğumu anlayabilecek gecelerim. Gecelerim beni giydirmek ve gidip erkeğimi getirmem için beni dışarı itmek istiyor. Ama gecelerim her türlü deliliğin yasak olduğunu ve düzensizlik yarattığını biliyor. Gecelerim nelerin yasak olmadığını düşünüyor. Onlarla bütünleşmenin yasak olmadığını biliyor, ama bir bedenin umutsuzlukla birlikte kendisiyle bütünleşmesinden sıkılıyor. Çünkü beden hiçle bütünleşmek için yaratılmamıştır. Gecelerim seni tüm derinlikleriyle seviyor ve benim derinliğimin yankısını taşıyor. Gecelerim düşsel yankılarla besleniyor. Geceler bunu yapabiliyor. Bense başaramıyorum. Gecelerim beni gözlüyor. Bakışları düzgün ve her şeyin içine doğru akıyor. Gecelerim, sevgiyle senin de içine akabilmek için burada olmanı istiyor. Gecelerim seni umut ediyor. Bedenim seni bekliyor. Gecelerim, senin omzunda dinlenmemi, senin de benim omzumda dinlenmeni istiyor. Gecelerim, senin ve benim hazza eriştiğimizi görebilmek için röntgencilik yapmak istiyor, seni ve beni zevkten titrerken görmek istiyor. Gecelerim gözlerimizi görmek ve zevkle dolu gözlerimize sahip olmak istiyor. Gecelerim her sarsıntıyı elleri arasında tutmak istiyor. Gecelerim çok yumuşak davranacaktır. Gecelerim sessizce senin yokluğundan inliyor. Gecelerim uzun, uzun, upuzun. Aklını yitiriyor ama senin görüntünü benden uzaklaştıramıyor, arzumu yok edemiyor. Senin burada olmamandan dolayı ölüyor ve beni öldürüyor gecelerim. Gecelerim sürekli seni arıyor. Bedenim birkaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor. Bedenim, gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor. Bedenim uykunda sana sarılmak istiyor. Bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor. Gecelerim, bugün bundan daha güzel ve daha zalim bir düş tanımıyor. Gecelerim haykırıyor ve yelkenlerini yırtıyor, gecelerim kendi öz sessizliğine çarpıyor ama senin bedenine ulaşamıyor. Eksikliğini öylesine hissediyorum ki! Hele sözcüklerinin, hele renginin eksikliğini.
Birazdan gün doğacak.

(Uzaktaki Diego’ya mektup, Mexico City, 12 Eylül 1939; yollanmamıştır.
Frida Kahlo’nun Diego Rivera’ya ayrı oldukları bir dönemde yazdığı mektup…)

Frida-Kahlo-and-Diego Uzaktaki Diego'ya mektup

teresa diye bağıran adam

Kaldırımdan indim, birkaç adım gerisin geriye yürüdüm, ve caddenin
ortasından ellerimi borazan yapıp apartmanın tepesine bağırdım:
“Teresa!”
Ayışığında gölgem ayaklarımın altında kıpırdandı.
Birisi geliyordu. Yeniden bağırdım: “Teresa!” Adam yanıma geldi:
“Daha yüksek sesle bağırmazsan seni duymayacak. Birlikte deneyelim.
Üçe kadar say, ve beraber bağırıyoruz.” “Bir, iki, üç” dedi ve beraber bağırdık: “Tereeeesaaaa!”

Sinemadan veya kahveden çıkmış olmalılar, ufak bir arkadaş grubu
geliyordu, bizi gördüler. “Biz de yardım edelim” dediler. Caddenin
ortasında bize katıldılar, ilk adam “bir iki üç” dedi, ve her beraber
bağırdık: “Te-reee-saaa!”
Başka birisi daha gelip katıldı; on beş dakika içinde neredeyse
yirmi kişi olmuştuk. Arada yeni katılanlar da oluyordu.
Uyumlu, aynı anda bağırmak için organize olmak kolay olmuyordu. Hep ya birisi önce başlıyordu, ya da diğerlerinden geç bitiriyordu, ama sonunda iyi bir hale getirdik bağırmamızı. İlk “te” kalın sesle ve
uzun söylenecek, “re”, ince ve uzun, “sa”, kalın ve kısa, böyle
anlaştık. Harika bir ses çıkıyordu. Sadece arada bir, birisinin sesi
gidince ufak bir gürültü, o kadar.

Tam doğru bir şekilde yapmaya başlamıştık ki, sesi, yüzü benli biri
çağrışımı yapan birisi sordu: “İyi de, evde olduğuna emin misin?”
“Hayır”, dedim.
“İşte, bu kötü” dedi başka biri. “Anahtarını unuttun, di mi?”
“İşin aslı”, dedim, “anahtarım var.”
“E, peki”, dediler, “neden yukarı çıkmıyorsun?”
“Haa, ama ben burada oturmuyorum”, dedim. “Şehrin öbür tarafındayım”
“Peki öyleyse”, dedi benli adam, “merakımı bağışla ama burada kim oturuyor?”
“Hiç bilemiyorum” dedim.
Biraz kafaları karıştı.
“Peki, rica etsem açıklayabilir misin” dedi, çatlak sesli biri.
“Neden burada durmuş Teresa diye bağırıyorsun?”
“Valla, bana kalırsa” dedim, “başka bir isim de bağırabiliriz, veya
başka bir yere gidip orada da bağırabiliriz. Farketmez benim için.”
Biraz bozuldular.
“Bize bir oyun oynamıyordun umarım” dedi, benli adam şüpheyle.
“Efendim?” dedim, kızgınca, beni desteklemeleri icin diğerlerine
döndüm. Diğerleri ses çıkarmadılar, ne olup bittiğini anlamadan
bakıyorlardı.
Bir tedirginlik oldu.
“Hadi”, dedi biri iyi niyetle, “son bir kez bağırıp eve gidelim”
Bir kere daha bağırdık: “Bir, iki, üç. Teresa!”, ama bu sefer çok
güzel olmadı.
Sonra, herkes evine, başka başka yönlere doğru yola koyuldu.
Öbür caddeye sapmıştım ki, birisinin hala bağırmakta olduğunu
işitir gibi oldum: “Tee-reee-sa!”

Birisi kalmış, bağırmaya devam ediyor olmalıydı. İnatçı birisi.

Italo Calvino

guvercin+gerdanligi teresa diye bağıran adam

beyaz peugeot

güneşin altında radyo dinleyen çocuk
sen bu dünyaya mı aitsin
hayatın nasıl olduğu değil kimlerle olduğu
önemli dersin
göğe ara sıra başını kaldır bak öyleyse
kendine ait bir yıldız bulabilir misin
içinde hiç bir şey olmayan bir dünya özlüyorsun
hadi bir kaç şeyi daha atsak boşluğa
sevinir misin

sevdikleriyle anlaşamayan anlaştıklarından
durmadan kaçan
bakıp on altı yaşından ağlayan çocuk
peugeot çalışmıyor biraz ittirir misin
eğer çalışsaydı uzun bir yolculuk isterdin
beyaz peugeot’yu kullanan arkadaşına de ki:
çok gaz verme vitesi ikile beni unutma
herkesin herkesle sevgili olduğu bir toplumu
özleyen
ve bütün gün güneşin altında radyo dinleyen
bu çocuğu unutma
bir gün buradan gideceğim
sen kontağı çevir vitesi ikile beni unutma
uzak yollar beni çağırıyor
hiç bir şey yapmayacağım bundan sonra
“ben buradayım” de güneşin altında radyo
dinleyen çocuğa “dünyadan korkma”
güneşin altında radyo dinleyen çocuğu sakın
unutma

güneşin altında radyo dinleyen çocuk
fm’de ne çalıyor
dünya senin ama sen dünyaya ilişme
peugeot çalıştı korna çalıyor bin arkaya
her şey önünden bir bir geçsin başını cama
daya
başını cama dayayan çocuk hoşçakal
ben burada kalıyorum güneşin altında
anteni çıkar radyonu aç düşlerini unutma

Ahmet Güntan

ah+cocuk beyaz peugeot

Beyaz

Bir bademin altına, yorgun, oturmak biraz,
Ayrı ayrı seyretmek çiçek açmış her dalı.
Artık bütün renklerden, artık uzaklaşmalı:
Beyaz işte, aylardır gözümde tüten beyaz.

Kış bitti… Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz,
Duyuyorum bu sabah, kış içimden çıkalı,
İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı,
Ah, sade nefes almak, göğsüme dolan bu haz…

Bir kuş ötecek şimdi… Havada bir durgunluk,
Mermeriyle konuşan açık kalmış bir musluk,
Beyaz çiçeklerini tektük düşüren kiraz.

Bahar pınarlarından içime damlayan su,
Bembeyaz çiçeklerin ıslak, temiz kokusu,
Kış bitti… Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz..

Ziya Osman Saba

kis+bitti Beyaz

Yaprak Dökümü

elli bin şiir roman filan okudum yaprak dökümünü anlatır
elli bin film seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak dökümünü
düşüşlerini ,sürünüşlerini, çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın ucunda
ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne
hele o gün sancımıyorsa yüreğim
hele sevdiğimin beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse yaprak
dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.

Nazım Hikmet

yaprakdokumu Yaprak Dökümü

aşkın kitabı

1
yeşil serçem hala ki
sevgilimsen
demek ki….tanrı gökyüzündedir.

2
soruyor sevgilim:
gökyüzü ile benim aramdaki fark ne?
aranızdaki fark şöyle ki
bir gülsen sevgilim
aklımda ne yer kalır ne gök

3
aşk sevgilim
ayın yüzüne yazılmış güzel bir şiirdir
aşk ağacın tüm yapraklarına resmedilmiştir
kazınmıştır aşk…
serçelerin kanatlarına, yağmur damlalarına
lakin benim ülkemde sevgilim
bir kadın ne zaman bir erkeği sevse
taşlara tutulur

4
aşka düşeli
değişti….

değişti tanrının krallığı
gecenin karanlığı koynumda uyur oldu
batıdan doğar oldu güneş

5
tanrım…kalbim yetmez oldu
kimi sevsem….dünyalara bedel
bir başkasını koy yerime
dünyaları alsın içine

6
doğum günümü sorar durursun hala
yaz bir kenara…
aşkınla tutuştuğum gün…doğum günümdür

7
sihirli lambasından çıkıverse cin
dese bana : ne dilersen dile
yakutlar mı dersin zümrütler mi
gözlerini seçerdim …tereddütsüz…

8
siyah
davetkar ağlamaklı gözler
tanrıdan bir dileğim yoktur
yalnızca…
bu gözleri korusun
üstüne de bir gün daha versin bana
şiir dizeyim bu iki inciye

9
bir tanem
bilseydin seni ne kadar çok sevdiğimi
kenara atıp her şeyi
gelip gözlerimde uyurdun

10
sırasıyla say parmaklarını
ilki: sevgilimsin sen
ikincisi: sevgilimsin sen
üçüncüsü: sevgilimsin sen
dördüncüsü, beşincisi
altıncısı, yedincisi
sekizincisi, dokuzuncusu
ve onuncusu…sevgilimsin sen

Nizar Kabbani
Çeviri: Musa Aggun

musa+aggun aşkın kitabı

Şathiye

Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu

Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir deyip sorana bandım verdim özünü

İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becit becit ısmarlar gelsin alsın bezini

Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahi çekmedi şöyle kaldı kazını

Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu

Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Şunu da basamadım göyündürdü özümü

Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü bozayazdı yüzümü

Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş bak a şunun sözünü

Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez
Erenler meclisinde bürür mana yüzünü

Yunus Emre

yunus+emre Şathiye

Annem

özlüyorum pişirdiği ekmeği kahvesini
dokunuşunu
çocukluğum büyüyor içimde
günden güne.
göz kulak oluyorum kendime
ölürsem çünkü
utanırım annemin gözyaşlarından

geri dönersem bir gün anne kirpiklerine örtü yap beni
ört kemiklerimi
ayaklarınla kutsanmış çimenlerle
bağla beni…
saçının bir tutamıyla
…elbisenden uçuçan bir iplikle

kalbinin derinliklerine dokunsam anne bir tanrı olabilirim
bir tanrı…
geri dönersem bir gün anne
tandırının ateşine bir odun olarak koy beni…
as evinin avlusunda bir çamaşır ipi gibi.
direncimi yitirdim anne
duaların olmaksızın

kocadım, geri ver çocukluğumu anne
eşlik edebileyim diye
küçük serçelere
…dönüş yolunda
senin bekleyiş yuvana.

 
Mahmut Derviş
Çeviri: Musa Aggun
Mahmut-Dervis Annem

Kışlanın Dışında

Kalpağımı kafese
Kuşu kafama koydum dışarı çıktım
Ne o dedi komutan sokakta
Selam vermek yok mu artık?
Hayır, dedi kuş;
Selam vermek yok artık.
Bağışlayın, dedi komutan:
Ben var sanıyordum da.
Aldırmayın canım, dedi kuş,
Her insan yanılabilir.

Jacques Prevert

Jacques-Prevert Kışlanın Dışında

Yumurcak

Kafasıyla evet diyor
Yüreğiyle hayır
Sevdiğine evet diyor
Öğretmene hayır
Sözlüye kalkmış
Soru üstüne soru
Şunu yaz bunu çiz
Derken bir gülmedir alıyor çocuğu
Delice bir gülme
Ve siliveriyor her şeyi
Sayılı sözleri
Adları tarihleri
Tümceleri tuzakları
Öğretmen tepinedursun
Çığlıkları ortasında mucize çocukların
Renk renk bütün tebeşirlerle
Belalı kara tahtanın üstüne
Resmini çiziyor mutluluğun.

Jacques Prévert
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu

10150178273059802 Yumurcak