Bir Coğrafyanın Tetik Boşluğunda

1/ HECELERKEN ÖMRÜMÜ

Ömrümün hangi hecesine baksam
Uzadıkça uzayan bozkır yalnızlığı
Ve duman rengi kasabalar ki sen
Okunaksız mektuplar da diyebilirsin
Sesini yitirmiş bu gergin coğrafyaya

Sözlerin eksilip eskidiği bu gri atlas
Karanlık bir vadiye akıyor, bütün
Işıkları söndürülürken belleğimin
Ve sen kurtarabilirsin beni ancak
Unutmanın bu vahşi saldırısından

Alnımı okşa dağıt alışkanlığımı
Belki sümbül serinliği olur yeniden

Çocukluğumun elinden tutan
masalcımdın benim, göğsüne
yaslanıp gecelerce dinlediğim
Dinlediğim ve kederini nehrin
Kızıl kahve toprağına benzettiğim

Bana öyle geldi ki her çiçek
Ve her kuş su içmek istiyor
Sesinin gözesinden bu bahar
Bense bir çiy damlasıyım
Dudaklarının ışkın kokusunda

Ellerin diyorum, Berçelan Yaylası
Yahut Munzur tedirginliği şimdi

Esirgedik kendimizi mutluluğun
Sığ sularından ki aslında uzun
Bir öyküye benziyor en kısa ömür
Kayıp yıllarımızın uçurumundaysa
Ay doğardı ve biz susardık seninle

Susardık, Munzur anlatırdı aşiret
Töresinden dağ geleneği yarattığını
Sonra arkadaşlarımız gelir konuk
Olmazlardı ayrılıklara ki ay o vakit
Bir göçebe çadırıydı Sümbül Dağı’nda

Zap Suyu ise telkari bir kemer olup
Sarılırdı Kürt kızlarının beline

Kalbim dedim sonra, aşk da
Bozkırdaki yangınlar misali
Yeşerse de arsız otlar yeniden
Ne dağların eflatun ufku ne de
Kırlangıçların esmerliği görülür

Ki her ömrün ezberindedir
Bu hecenin bütün harfleri
Eprimiş anılar kalıyor geride
Bir de ceylanların ürkek
Sıçrayışları tetik boşluğunda

Ve unutuluyor işte bu kadar
Çok sevilmişse sevilenin adı

Ahmet Telli

 
ahmet-telli Bir Coğrafyanın Tetik Boşluğunda

Kar

kar yağıyor oynak bir havayı kollayarak
ömrümüze tanık bütün zamanlarına dünyanın
sesimizin bembeyaz bir sayfasına/ sonsuzluğa
akan günlerimizin çocuksu yalnızlığına
gri bir gökyüzünden ışıltılar sağılıyor
ardımızdaki ağıdın kilitli kapılarına.

çiçeğini özleyen kirazın yapraksız dalına
bir kuşu salıyor rüzgarı uçacağı yön belirsiz
iki göz/ çarpan bir yürek/ camlardan akan bakışlar
uzun yolculuğa çıkan trenlere sefer eyliyor
kar aralıksız yağıyor dünyanın yüzünü öperek.

kar sevincin büyüsünü serperek karanlık denizlere
çocuk düşlerimize oturtuyor akşamın hüznünü
ipekle sargılanan yıllan getiriyor penceremize
bin bir nakış ekliyor yaşamı havalandıran şarkılara.

saatin sesi/geceye giren yolcular/istasyonların uğultusu
yarım kalan bir güncenin sayfalarını havalandırıyor
tuzu dudaklarımızda bir aşkın güncesine yazılan
bir damla kan bırakıyor uçsuz sayfasına tarihin
bütün yeryüzünü düşündüren bir ses büyüyor: kar yağıyor.

Ahmet Özer

 
images Kar

Lanet Gemi

sular duruldu! bunu dört kez söyledim kendime
yüksek sesle gemiler çarptı kara parçalarına
dört kez söyledim; üçü yalandı
birini de yanlış kullandım cümle içinde
cümle; herkesin bildiği bir delilik anıydı
sürtünmek gibi, cızırtı gibi
frenin patlaması, dört yanı tıkalı
delik gibi. kıllarını papatya suyuyla sarartan
yeniyetme kızlar gibi… ben sevişirken
hem de tempolu, tırışkadan ya da arkadan
dört as bulması inanılır gibi değildi babamın
sonunda sular duruldu! istisnasız söyledim bunu
gündüz vakti, hem de epey kalabalıkken iskele
siyatiği tutmuşken irlandalı bir papazın
ve annemin büyük bir gürültüyle
menopoza girdiği gece
lanetli bir gemi yanaştı şu bahtsız iskeleye
arabesk seven çocuklar, soğan kabuğuyla
ayılan histerik kadınlar
ve bayat mezgit gibi kokan ağları külotların…
duruldu sular! şeytan tüyümü çekip çıkaracak
cımbızlar yapılacak batan gemilerden
batmayan gemilerden hesap sorulacak
kanım yerde kalmayacak, manyak gibi inanıyorum buna
yiğit oğlum, aslan oğlum engerekler, çıyanlar arasında
davamı sürdürecek elinde kristal bir mancınıkla
tiz cinayetler işlenecek, hissediyorum
dilin pertevniyal lisesi’nin bahçesi gibi
titretiyor ruhumu, sevişirken bir hava, sevişirken
çocukluktan kalan bir hala boşluğu gibi
bir şeyler patırdıyor aramızda, bir kan bağı
bir korse, şişman bir çingene, nalbant bıçağı
acıklı bir erzincan türküsü, venedik taciri
yıpranan kamu düzeni, tırnakları kirli itfaiye eri
durulan sularda batıyor
durulan sularda her biri

ayrı ayrı bakarsan her biri kendisi
birleşince;
lanet bir gemi!

Altay Öktem

3f6e31b622dc6eabc8688ef27c24627b Lanet Gemi

Lethe

ruhum bir kapı, orasıyla burası arasında
içinden sana bakan bir su akar.
bir ormana gireriz sanki usulca
bir gölge oradan suya dalar,
ağaç onu almak için eğilir
kıyıya çekilen beden artık o değildir.
toprağa çevirdim yüzümü, ellerinin
sırından dökülen kırlara doğru
yüzünü aradığım aynalarda beliren soru,
uzandım boşluğuna tepelerin
dağıldım bir kuş kanadı gibi
senin aşkınla dolunca vadi.
rüzgar ayaklı İris, içtim o testiden ben de
kendi yalanına dalan sözlerle örüldü ağzım
dokuz yıl, dokuz nehir
bir ayet gibi örtüldü üzerine gecenin
Tanrım, beni unutma
unuturum nasılsa ben
geçerken
sularından Lethe’nin.

Tuğrul Tanyol

tugrul-tanyol-siirleri Lethe

Atlar Gibi

atlar gibi, diyor yaşlı adam
ne şahlandım ben de bir zaman

yaşam ki heves uçurur seni
durur birden esen rüzgârın

o kalıyor bir de
toprakla Sevişirken o
tadı yağmurun
anılar gibi kuruyor tende

şimdi gidiyor oldum
benden önce gidenlere
sözünüz varsa deyin
ölüler bir şey bekler o yerde

Mahmut Temizyürek

mahmut-temizyurek Atlar Gibi

Ben Senin Yerine Ağlayacağım

Beni terk edip gittiğin zaman
Sanma ki kal diye yalvaracağım
Ben senin yerine ağlayacağım

Aşkımızın sonsuz olması için
İsmini dağlara haykıracağım
Islak gözlerini görmemek için
Ben senin yerine ağlayacağım

Adonis

her-nevi-otoriteye-muhalif-bir-sair-adonis Ben Senin Yerine Ağlayacağım

yanılgı çiçeği

işte buraya, pembe boyalı duvara
kapkara kalemle çiziyorum resmini sessizliğin
dalıp gitmişliğin halini ocak başında;
geçmişin aşk masalını anlatırken yaşlı çınar,
avurtları çökmüş bulutlar yanaklarını önce beyaza
sonra sarıya boyarken karanfili güneş, onu da
hüznün ortasına konduruyorum
baykuş fırtınasında…

zaman duracak elbet aşağıda; dilin
sözcükleri kemirmesini bekliyorum, sesli-sessiz
ne varsa örneğin: sevişirken
kuşları, öpüşürken gülleri, kederli şiirleri
suskunluğun resmi olur mu demeyin onu bile…
tekneyi yoğuran hamuru, günahı çoğaltan suçu
hepsini… ama hepsini işte buraya…

faltaşına dönen gözlerimi
açıp uzaklara savuruyorum: akşam sefaları
şakayıklar ürkek çocuk adımıyla yollara dökülüyor;
vişne ağaçları gölgesine uzanıyor ıssızlığın
seyrediyorum, olgun kiraz gibi önüme düşüyor
acılar,
yalnızlık bukadar kötü dolanmamıştı dilime,
onu bile okşayıp sırtımda taşıyorum.

ömrün içinden geçiyorum dur diyen yok.
sevgim düşünce kirpiklerinden
örselenmiş dudaldarını arıyorum hayatın. ellerim
ağzım değil ki; eski bir evin bahçesi, kazdıkça
içine düşüyorum çukurun; ölüm olabilir bu!
gecenin gözü yok!.. her şey upuzun bir karanlık.
hayatın önsözüne sığınıyorum ama o da…

yanılgı çiçeğiyim
n’olursun hayat kopar beni, kopar a kirlendiğim
şu alem benden soyunsun…

Mehmet Sadık Kırımlı

a%25C2%25A6%25C5%259Flar%25C2%25A6-m+a%25C2%25A6%25C5%259Flatamam%252Chissederim+s%252B%25C3%2582yleyemem%252Cdili+yok+k yanılgı çiçeği

Eskişehir Şiirleri

2.
Ben küçükken
(Bütün kusurlarım görünür
söz ederken kendimden… )
doğduğum şehirde
(Ne çok masalı saklayan bir
oyuncak
sürüklenir derenin birinde)
pelin biterdi her bahçede
kokusu acı
çiçeği sarı
(Küçücük bir taş fincandı
ninemle kahve içtiğim
Babamın fincanıma kattığı
sıcak bir acıydı)

Nerde bilmem ninemin mezarı

(Dargındım babama
söylemek zor

annemin kefeni solmamıştı)

babam da bana dargındı

Sennur Sezer

Beni+do%25C2%25A6%25C5%259Furma+g%252B-n%252B-n+kutlu+olsun+anneci%25C2%25A6%25C5%259Fim%25C3%2594%25C3%2587%25C3%2598+%252B%25C3%25A7ok+mu+b Eskişehir Şiirleri

anımsamalar

I.
Tek çocuk olduğum günler gibiydi. Yaz tenhası cami
avlusunda o öğle saati, annemin tabutuyla ..
Annem, yıkadığım bir mum bebekti. Kendine ve bana
yabancı. Yabancı son yıllarda tüm çektiklerine. Güleç ve
dingin. Ne ellerinin kınalanmasına bir şey dedi ne
küpelerinin alınmasına. “Zaten hep uysaldı” sözü uymaz
ki ona.
Tek çocuk olduğum günler gibiydi. O yaz öğlesi,
gölgeli, loş, taş avluda.
Annemi kıskandım elbet. Kıskandım bacılarıma
bağışladıklarına. Bana yalnız gözyaşları kaldı. Ölmüş
görmüştü beni. Düş denmezdi, karabasan da. Helva
dağıtmış gece boyu sokak sokak. Şaştık sabah, öyle bir
töre yok ki. Üstelik ağıt da yakmış. Ah ince İstanbul kızı.
Kızlarının biri sana benzemedi.
Tek çocuk olduğum günlere kavuştum, annemin
tabutuyla.

II.
Şimdi o Ispartalı candarma görüşçü listesi yazıyordur.
İçinde ağır bir sıkıntı. Neredeyse terhisi geldi.
Gezilmemiş bir İstanbul kalacak ardında.
Memleketteyse ne bahçe, ne tarla. Kardeşler de
birbirine tutkun değil. “Eh ne yaparsın her şey parayla!”
Şimdi Ispartalı candarma, eğilip sevmek istese bir
çocuğu yapamaz. İçerde çocuğuna hasret o kadar kadın,
kapının önünde ne kadar ana …
Şimdi eteğini düzeltiyor bir genç kız, görüşçüsü
sevinsin diye. Bir boncuk ekleniyor bir sallamaya.
Nerdesin sen şimdi? Ne düşlerime giriyorsun ne
kaygılarıma…

Sennur Sezer

 

neredesin-sen anımsamalar

şimdi bütün sevinçler

Aşklar öyküleriyle güzeldi eskiden, şimdi
her aşk bir öykü arıyor kendine;
ah benim uman bulunmayan umarsızlığım!
Kadının biri ısınma umuduyla dolaştırıyor
koynunda ellerini, adam apış arasında
arıyor güneşli günleri. Çile yurdu ömrüm
benim, komşudan soruyor adresini!…

Hüsn ile Nesli, Aragon ile Elsa: Ve gözleri
şehla aşkımız olmasaydı on para etmezdi
bu bendeki iyilik. Kuşlar kaçıverdiğinde
kentlerden -açları doyuramasam bile-
cıvıltılarını toplayıp getiriyorum geriye.
Duvarın önündeki gözleri bağlı adamım,
dilimde sevda türküleri.

Biliyorum, yalnızlığa umar değil söz,
her gün biraz daha alışıyorum kendime;
soluduğunu duyuyorum dünyanın. Kadınlar
ki, yeni sürülmüş toprak kokuyor tenleri.
Eski aşklara çağdaş öyküler yazıyorum
ve habire damarına giriyorum mermerin
sevda ile keski ile murç ile…

Kışı böyle böyle geçirdim ve sıkıntıları
doldurdum ceplerime… ‘Yürü ya kulum’
sözüyle başladığını öğrendik devinim
tarihinin, utanç kılavuzumuzdu! Sarısabır
çiçekleri daha da sarardı yol boyunca
kayıverdi çocukların cebinden bilyeler,
şimdi bütün sevinçler cüce!…

Hüseyin Atabaş

 

 

Huseyin-Atabas-1024x768 şimdi bütün sevinçler