Ekinoks

yazı orda geçirdik kışa gerek kalmadı
safça acemice şarkılar söylendi oyunlar oynandı
sözde sevinçler haline getirildi yıllanmış hüzünler
aşklar unutuldu ve bazılarına yeniden başlandı

“insan yaşlandıkça kurtulur” demiş birisi
korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden

oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi
akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu

şimdi ey kış diyorum seni de orada geçirseydik
kim düşünecekti bir kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu

“oysa” diyordu birisi
“sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı”
bana kalırsa “oysa” diyenlerden hep korkmalı
“oysa ölüm var” da diyebilir aynı kişi

oysa ölüm yakın olmamalı
süzgün ve uzun şeylerden de korkmalı bana kalırsa
uzun süren devrimlerden süzgün aşklardan
ve bunlara benzeyen başka şeylerden
akasya hemen çürümeli tren birden hızlanmalı
şimdi ey kış diyorum
ne kadar sürersen sür
yaz güzeldi ve sapsarıydı
herkes doydu ve eğlendi oyunlar oynandı
oteller ve sokaklar da sapsarıydı
kimler ne konuştu ne yitirdi ne kazandı

ama bir şey vardı eksilen ya da çoğalan
kumun altında mı denizin üstünde mi masallar da mı

“dünya bir sanrıdır” diyor birisi
“belki bir sancı”

ne bırakmıştım orda sahi
mor gibi soylu bir şey mi
bir eziklik mi yoksa

herkes ne kadar da mutluydu “oysa”

ne bıraktıysam o kadar kaldı orda

Turgut Uyar

ekinoks Ekinoks

Sadece Sevmek İstiyorum Seni

Canım yanlızca sevmek istiyor seni..öncesini ve sonrasını düşünerek değil, alışılmış bir tören gibi hiç değil ..Dokunmadan , gözlerine bile bakmadan .. konuşmadan .

Unutup , tekrar hatırladığım ve çok sevdiğim bir şarkıyı hiç bıkmadan defalara ara vermeden içten içe mırıldanıp zamandan koparıp alır gibi .. Sevmek istiyorum seni ..

Saçlarını yüzünden ayırıp
Gözlerini kirpiklerinden
Ellerini bileklerinden
İsmini bedeninden ayırıp
Ayrı ayrı bir evin odalarını gezer gibi ..Keşfeder gibi.
Sevmek istiyorum seni..

İlk kez merakla ve hayranlıkla , kırmızının detayında dakikalarca takılıp bakar gibi..

Sevdiğim hiçbir eşyayı yanıma almadan çıkar gibi
Süregelen bir sevgiyle değil !
Öğretilmemiş bilmediğimiz biçimlerde .
Kuşların kanatlarını açıp özgürlüğe süzülmesine yarayan içgüdüleriyle..
İçimden geldiği gibi canım.
Sadece sevmek istiyorum seni ..

Bir yaz günü tenine vuran sıcaklığı gibi güneşin serin bir akşamın denizden esen rüzgarıyla içine işlediği yosun kokuları gibi..anlatamadığın ama bırakmak istemediğin bitmesini hiç istemediğin bir hisle..

Canım yanlızca sevmek istiyor seni..Ne umut etmek , Ne beklemek hiç birşey.
Sadece Sevmek istiyorum seni…

Sunay Akın

seni+sevmek+istiyorum Sadece Sevmek İstiyorum Seni

Üsküdar’da Sabah

Kuşlar bile kafi gelir bu dünyayı sevmeme
biz başkaydık; korkularım olmasaydı sevgilim ah!…
Sen gülersin;
martı açar Marmara, Üsküdar’da her sabah
sen gülersin;
yüzünün pembe tarlasında yüzlerce krizantem
dermek için elsüremem, toplamaya yetişemem

Soysal Ekinci

yoksa+ben Üsküdar'da Sabah

içimdeki müzik

bam telimde parmak izin duruyor
yeni boyanmış bir aşka oturduk
kalkarsak üzerimizde kalacak izi
korsan limanlarda bekliyoruz birbirimizi
omzumuzda mırıldanan güvercinler dahil
aldatıyor bu kahperengi hayat bizi
sarhoş olup zehirliyoruz sırlarını
bu aşkı herkese susmak
şarapsız çalmam kadar ayıp kapını
içimdeki müziğin susması
altındaki tabureyi tekmeleyip kemancının
çalması gibi son notalarını…

Özge Dirik

icimdeki+muzik içimdeki müzik

kim-lik

1. kimseler

ne güzel büyüdük
kimseler bilmeden bizi.
tahrip gücü yüksek bir çocuk
hayatı budama peşinde şimdi…
2. kimse
ne güzel büyüdük
kimseler bilmeden bizi.
sidik kokusu, ısırgan şişiği
el arabasında taşıdık birbirimizi.
umut sendeler, her çakıltaşına inci deyince
akrep sinsi sinsi gülerdi halimize.
tahrip gücü yüksek bir çocuk
hayatı budama peşinde.
3. kim
ne güzel büyüdük
kimseler bilmeden bizi.
rutubet kokardı biraz
yer yatağı hayalleri.
sidik kokusu, ısırgan şişiği
el arabasında taşıdık birbirimizi.
yalnızca kollarımla mutlu edebildiğim tek kadındı
gözlerimdi o sarı saçlı kızın devriyesi.
umut sendeler, her çakıltaşına inci deyince
akrep sinsi sinsi gülerdi halimize
hiç aldırmadan çevresine ve
kibrit başlarından devşirme ateşten çembere.
tahrip gücü yüksek bir çocuk
hayatı budama peşinde şimdi.
sokakta dizi en çok kanayan
uçurtması uçurtmaların korkulu rüyası…
4. kimse !?
ne güzel büyüdük
kimseler bilmeden bizi.
yedi cami yaptırsak nafile
düşününce acıttığımız böcekleri.
rutubet kokardı biraz
yer yatağı hayalleri.
sevemedik salıncak çengellerine
kavun asan büyükleri.
sidik kokusu, ısırgan şişiği
el arabasında taşıdık birbirimizi.
Yahudi mezarlığına gömmek ile tehdit ederdi annem bizi
taşırsak eve sokak küfürlerini.
yalnızca kollarımla mutlu edebildiğim tek kadındı
gözlerimdi o sarı saçlı kızın devriyesi.
ne de çok bekledim askere gidince sevdiği
pencereden çalabilmek için gözlerini.
umut sendeler, her çakıltaşına inci deyince
akrep sinsi sinsi gülerdi halimize
öfkesi zehirli çocuklar büyüttü
kanımıza rengini veren kızıl düş perisi.
hiç aldırmadan çevresine ve
kibrit başlarından oyma ateşten çembere
sıkıyönetimin gözü önünde
ekmek böldük biz birbirimize.
tahrip gücü yüksek bir çocuk
hayatı budama peşinde şimdi.
en zor anında harcamak için
cebinde saklıyor gıcır gıcır bir çığlığı.
sokakta dizi en çok kanayan
uçurtması uçurtmaların korkulu rüyası.
evden jilet aşırıp, kesti yanaşan uçurtmanın kuyruğunu
hayalinde aldatılmış bir kadın vardı…
5. kimsesiz
ne güzel büyüdük
kimseler bilmeden bizi.
iki kare çıkış hakkı
ilk hakkıdır insanın çocukluğu.
yedi cami yaptırsak nafile
düşününce acıttığımız böcekleri.
tuhaf ve anlamlıydı büyüsü
tek karınca dahi yemedi zil çalan ağustosböceği.
rutubet kokardı biraz
yer yatağı hayalleri.
çok çocuklu bir odanın uykuluğunda
bulaşıcıdır kâbus halleri.
sevemedik salıncak çengellerine
kavun asan büyükleri.
secde eden selvi ağacına kurduk biz de
topu topu bir halat ile bir minder tutan saadeti.
sidik kokusu, ısırgan şişiği
el arabasında taşıdık birbirimizi.
dilimizde aslına en yakın siren sesi
bilirsiniz; Asyalı çocuğun imgesi.
Yahudi mezarlığına gömmek ile tehdit ederdi annem bizi
taşırsak eve sokak küfürlerini.
öğrenmenin ayıp olduğu topraklarda
itinayla uyuştururmuş meğer harflerimizi.
yalnızca kollarımla mutlu edebildiğim tek kadındı
gözlerimdi o sarı saçlı kızın devriyesi.
aşkın sarma-sarışık olduğunu düşünürken geceyarıları
kesesiz kangurular sürdü sefalarımı.
ne de çok bekledim askere gidince sevdiği
pencereden çalabilmek için gözlerini.
benim bir ada kızım oldu hayata dair
bir de motoru bozuk kayığım
küreklere kalırdı sevdam biterken akşamsefaları.
umut sendeler, her çakıltaşına inci deyince
akrep sinsi sinsi gülerdi halimize
hatırlayınca hayatın kürekte mahkûmluğunu
siyaha sabretmekten sıkılır
“ölsek” derdik “hiç olmazsa deniz dinlenir”.
öfkesi zehirli çocuklar büyüttü
kanımıza rengini veren kızıl düş perisi.
hissedilse de dolunay artığı fırtınanın patlayacağı
acıkan zihin kurtuluş sanıyor ağına takılan her sloganı.
hiç aldırmadan çevresine ve
kibrit başlarından oyma ateşten çembere
bir yalan uydurdu; inanıp, boğuldu sevi
ilerlerken başucumuzdaki portakal lekesi.
sıkıyönetimin gözü önünde
ekmek böldük biz birbirimize.
ne kadar sallasalar da düşün’ün ağacını
dalımızda çürüyecektik elbette.
tahrip gücü yüksek bir çocuk
hayatı budama peşinde şimdi.
bir kozaya sığmayacak kadar büyüyünce
tek güne sığdıramayacağını anladı ideallerini.
en zor anında harcamak için
cebinde saklıyor gıcır gıcır bir çığlığı.
tekmelemeyi kesince içindeki afacan sızı
canı çekiyor olmalı sahipsiz acıları.
sokakta dizi en çok kanayan
uçurtması uçurtmaların korkulu rüyası.
acıları kesip, sağlam bir kuyruk yaptı kendine
salınabilmek için devrimin gözlerine.
evden jilet aşırıp, kesti yanaşan uçurtmanın kuyruğunu
hayalinde aldatılmış bir kadın vardı.
o’na anlatmaya çalışıyor hâlâ;
birbirine sarılan iki uçurtmanın
bir daha asla uçamayacağını…
Özge Dirik

kimlik+ozge+dirik kim-lik

Meyvesiz Erik Ağacı

Baharda meyve vermedi erik ağacı
        Utandı –
Buruk baktı yapraklarına
        Çıplak dallarına
        Ve ağladı
Ve mahallenin veletleri -meyve hırsızı-
 Hiç taş atmadılar
Küçümseyerek baktılar ağaca
       Ve gittiler
Öylesine yüzüstü ve öylesine yapayalnız
       Erik Ağacı
Artlarından onlara özlemle baktı
      Ve ağladı
Ve mahallenin bayları bayanları
      Ayrımsamadılar
      Zavallı erik ağacını
Ki öylesine yararsız – öylesine suçlu
      Ağladı
Yalnız kara bir kedi -gölge dostu
Güneş gibi sarı gözleriyle
Uzun uzun süzdü erik ağacını
      Ve yer yurt edindi
Dört enik getirdi gölgesine ağacın
      Şimdi erik ağacı
Hazla uzatır serin şemsiyesini
Yavrucuklar azılı güneşinden yazın
      Kavrulmasınlar diye

Zareh Yaldızcıyan
Çeviren Ohannes Şaşkal

meyvesiz+erik+agaci Meyvesiz Erik Ağacı

Suskun Kelimeler Lügati

Dudakları yırtılmış bir şehir duruyor karşımda,
Dili kelepçeli bir şiir…
Susuyorum, içimde ihtilal korkusu,
Konuşuyorum kelimeler intihar ediyor…
Senden kaçıyorum, şehir peltek,
Sana geliyorum, şiir kekeme…
İçimden akan ırmaklardan intihal edilmiş
Mısralarımda ölü soğukluğu,
Noktadan sonra hayat umudu…
Ne umduğuna nail olabilmiş virgül,
Ne de içimdeki çığlığı susturabiliyor nokta.
Hani ellerin dokunsa yarama diyorum
Son bir umut,
Öyle üvey ki, onlar da çok uzakta…
Bir vav’ın karnındayım iki büklüm
Vav kanımda susuyor uzun uzun
Ve bir bulutu ağlatırken bulunacağım
Korkuyorum,
Seni ıslattı diye sataştığım o bulutu…
Ve ölümüme şahit yazılacak
Suskun kelimeler lügati…
Ve ben gideceğim
Şehirlere kar yağmıyor diye
Bulutları yağmalayacak çocuklar
Ve ben gideceğim
Takvimlerden silinecek bütün mevsimler
Yırtılan dudaklarından öpülecek
Önce şehirler
Sonra şehri ıslatmaya korkan
Kara bulutlar, bahtsız şiir.
Ve sabah oluyor,
Şehrin dudaklarından kancalar sökülüyor
Güneşi giyinmeye hazır sokaklar…
Yağmalanan şehre yağan
Bir ezan sesi
Doğruluyorum tırnaklarımda izi gecenin
Doğruluyorum şiirin kalesi düşüyor
Doğruluyorum doğum sancısı gibi bir sabah
Doğruluyorum, aziz Allah…

Bilal Tırnakçı

suskun+kelimeler+lugati Suskun Kelimeler Lügati

Saklı Kristal

İçimde kırıldın kristal
Koptun, parçalandın, dağıldın, yittin bende
Hiçbir ışık bulamaz en küçük emareni
Canıma katıp sakladım seni

Geceler boyu ıssız ve tenha vadilerinde şehrin
Simsiyah uçurum ağızlarında yasakların
Yıldızlara verip ağrıyan yanımı
Erittim içtim seni kristal

Kimse bulamaz artık
Kimse bilemez yüzünü, ellerini, gözlerini
Ve öpüp içtiğim alnındaki aşk iksirini

Duyulsun artık, bilinsin istiyorum
Seni ben yok ettim göz bebeklerimde kristal
Diplerime, köklerime, toprağıma ektim tohumunu
Bereketli yağmurlara karşı tutarak gövdemi
Efsunladım seni

Cadılar, ecinniler, müneccimler ve büyücüler bulamaz
Keşişler, dahiler ve bilgeler asla bilemez
İçimin derin sırlarına kattım seni kristal

Ellerime, gözlerime, dilime, dişlerime sürdüm çıldırtan sesini
Ve zifir gözlerinden ağrılar akmasın diye
Ruhumda yaktım bütün parıltılarını
Ve çocuksu gülmelerini içip içip
Suda eriyen şeker gibi yok ettim seni içimde
Yorgun bedenlerde gizlenen hüzün gibi gizledim seni
Boğum boğum duruyorsun eklemlerimde
Bir papirüs, bir manifesto, bir sancak gibi kristal
Bir paslı bıçak gibi etimde
Bir kül yığınının içindeki kor gibi bedenimde
Akrep gibi damarlarımda
Dolunay gibi yüreğimdesin

Buğusu, buhuru, baharı ol hayatımın
Kal bende
Yansıt ışığını
İçimde incecik bir yer hep sızlasa da
Bütün fotoğraflardaki mutlu insanlar gibi
Sana bakacağım
Hep sana bakacağım kristal

Ferman Karaçam

ferman+karacam Saklı Kristal

Ne Böyle Sevdalar Gördüm Ne Böyle Ayrılıklar

Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm

Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni

Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları

İlhan Berk

ne+zaman+seni+dusunsem Ne Böyle Sevdalar Gördüm Ne Böyle Ayrılıklar

Aşkla Kedi Arasında Yedi Benzerlik

Aşk denen yaban yaratık
İnsan sever, kovulmuştur ormandan
O munis tüylerinin karanlığından
Hep eskiyi daha eskiyi okşatır
Bir masal zamanı… Cinler padişahlar…
cope gider okuyup öğrendiğin
Açık pencereden girmiş arı
Çok daha önemli o gün kaybettiklerinden, kazandıklarından

Aşk denen yaban yaratık
Kıs kıs güler gözleri kapalı
Patisi parmaklarının arasında yumuşacık
Beş kıvrık keskin kemik
Girer çıkar girer çıkar uykunuza
Ormandasınız artık
Uçurumun tam kenarında
Kızgın fosfor, su değil
Baktıkça ta dipte pırıldayan
Çığlık çığlığa sabah…
Rüyaymış…

Aşk denen yaban yaratık evden kaçınca
“Tanrım ne yaptım da küstü bana…
Kapıyı nasıl oldu da açık bıraktım…”
Bir fotoğrafı var mı?.. Duvarlarda mı arasam?..
Ya ezildiyse?..
“Kısırlaştırmış mıydınız? Dönerse mutlaka kısırlaştırın…”
Evde olmuyor… Ormana…
Döner mi acaba?..

Bir gece aşk denen yaban yaratık
Ne dinliyorsan, nasıl duymuşsa, mırıl mırıl
Kapıda işte… Tüyleri didik didik
Acıkmış… Üşümüş o da
Senin gibi… Özlemiş… Canım canımmm…
Şehrin gürültüsü
Girmesin artık odamıza…

Uyuyor aşk denen yaban yaratık
Günlerdir gecelerdir uykuda
“Bir şeyi yok” diyor veteriner
“(Gülerek) bu çocuklar da bizim gibi depresyona girerler bazen…
Ameliyatın… belki… yan etkisi
Siz ona iyilik ettiniz…
Geçer…” Geçmiyor…
Suyuna on damla… Oyuncaklar…

Aşk denen yaban yaratık
Nasıl doğurdu “bitecek” derken!
Duvarda derin tırmık izleri, bir yün kazak
Paramparça
“Yüzüne ne oldu?” Alkol… geçirmiyor
Kimya… Sabah jimnastikleri… Uyku…
Şimdi anladım… Rüya dediğim…
Yaşadığımız şu anlamsız kargaşa…
Ev diye gizlendiğimiz orman…

Aptal bir güneş yanık kalmış
Uyutmuyor…
Kurtulduğun gün aşk denen yaban yaratıktan
Geceyi alip götürmüş
Yatağında tüyler, tüyler ağzında, boğazında
Su kabı… Sevdiği minder…
Ava çıkmıştır şimdi yeniden… yeniden…
Mumlar ve opücüklerin yandığı sofralarda
Boşuna arama
Son sözünü söyledi veteriner:
“Bu çocukların -ne yazık- ömrü bizden kısa…”

Barış Pirhasan

askla+Kedi+Aras%C4%B1nda+Yedi+Benzerlik Aşkla Kedi Arasında Yedi Benzerlik