Korkuyor

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.

William Shakespeare

insanlar+sevilmekten+korkuyor Korkuyor

Söylesem Söyleyebilsem Ah Derdimi

söylesem ah söyleyebilsem derdimi
mehtap bir gecede açabilsem sana kalbimi
göreceksin seninle dolu
desem, diyebilsem ki seviyorum seni
çılgınca aşığım sana
ama demem, diyemem
çünkü aramızda dağlar, denizler
ve benim o kahrolası gururum var
bu böyle sürüp gidecek
sen, seni sevdiğimi bilmeyecek, öğrenmeyeceksin
ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim
sana asla…
çünkü aramızda dağlar denizler
ve benim o kahrolası gururum var

Victor Hugo

soyleyebilsem+derdimi Söylesem Söyleyebilsem Ah Derdimi

“Allah gözlerin ihanetini de bilir, gönüllerin sakladığını da.”

“Allah gözlerin ihanetini de bilir, gönüllerin sakladığını da.”

Mü´min 19

mumin-19 "Allah gözlerin ihanetini de bilir, gönüllerin sakladığını da."

Sesinin tonunda beni tedirgin eden bir şey var

Sesinin tonunda beni tedirgin eden bir şey var. Kuşku değil ama, tehlikeli bir kadercilik. Yoksa kaybedeceğine baştan karar mı verdin?»

Hel bir süre sessiz kaldı. «Çok derin bir gözlemcisin, Maurice.»

«İşim bu.»

«Biliyorum. Bu işte gerçekten bir terslik, bir düzensizlik var. Emekliliğimden geri dönmekle antişans oranını zorladığımın farkındayım. Sonunda bu olayın beni saf dışı bırakacağını sanıyorum. Yapacağım işin değil. Her halde o Kara Eylülcüleri rahatlıkla öldürebilirim. O tip tehlikeler daha önce de başımdan geçti. Alışkınım. Ama o bittikten sonra işler biraz karışacak. Beni cezalandırmaya kalkacaklar. Bu cezayı kabullenirim, ya da kabullenmem. Kabullenirsem tekrar arenaya çıkmanı gerekecek. Hissettiğim şey bir tür…» Hel omuzlarını kaldırdı. «Bir tür duygusal bezginlik. Kadercilik falan değil, tehlikeli bir kayıtsızlık. Küçük düşürücü olaylar birbirine eklenirse belki de hayata o kadar sıkı sarılmak için neden görmeyebilirim.»

Şibumi

sibumi Sesinin tonunda beni tedirgin eden bir şey var


Cehennem Benim

Her insanın yaşayabileceği, sıradan bir ayrılık yaşamıyordu.
Onun gözünde bu ayrılık, toprağın sudan ayrılması gibi bir
şeydi. Nasıl ki toprak sudan ayrılınca çoraklaşıyorsa, ırmaklardan,
derelerden ayrı kalan sular sararıp, kokar, bulanır ve
kapkara oluyorsa, ateş, ocağından ayrıldığında sönüp kül haline
geliyorsa, ruhunun da dostundan ayrı kalması heyecanını
yitirmiş, aklı, yayı kırılmış okçu gibi şaşkınlık içinde kıvranıp
durmuştu. Ayrılık acısını öylesine çok iyi biliyordu ki, henüz
böyle bir durumu yaşamadan önce, hayranlık duyduğu insana;
“Dünyada ayrılıktan daha acı bir şey yoktur. Bana ne yaparsan
yap, razıyım, şikâyet etmem, fakat beni ayrılığa düşürme,”
diye korku içinde seslenmişti. Aradan geçen sürede korktuğu
başına gelmiş, ayrılığın acı veren yüzü ile karşı karşıya kalmıştı.

Ayrılığın yaşattığı hüzünle yöneldiği varlığın gücü karşısında
dökülen gözyaşlarını teninde hissederken, kulluğunu ve
yaratanın yüceliği önündeki kulun çaresizliğini tüm benliğiyle
hissediyordu. Sıkıntılı günlerinde önünde diz çökenlere, ruhlarını
okşayan bir ses tonu ile verdiği vaazları hatırladı: “Allah
buyurdu ki, Ey insan! Ben kâfiyim, yeterim, bir başkasının
yardımını vasıta kılmasızın sana bütün haberleri, hem de sebepsiz
olarak veririm. Ben kâfiyim, yeterim; ben sana ekmeksiz
tokluk, baharsız nergis ve nesrin veririm. Kitapsız, üstatsız
sana bilgi veririm, sanat öğretirim. Sana ilaçsız sağlık veririm.
Mezarı, kuyuyu, meydan haline getiririm.

Yaşanan onca kederin ardından verdiği vaazlara kendisinin
ihtiyacı olduğunu itiraf etmeliydi. Yine de ayrılık acısının öyle
kolay kolay bitebileceğine pek ihtimal vermedi. Yükselmeye
başlayan güneşin kapı aralığından içeri süzülen ışığına doğru
yürüdü. Kapıyı açar açmaz aydınlık dünyanın içinde seçilebilen
bir varlık haline geldi.

Cehennem Benim- Sayfa 35
A. Vahap Kaya

cehennem+benim Cehennem Benim

Çile bitmemişti…

Çile bitmemişti. Ortada olan sadece bir sınamaydı. Çile halinin bittiğine dair bütün işaretler dahi bu sınamanın bir parçasıydı. Son anda kalbin taşıdığı güvensizlik, bu sınavın sona ermesini engellemişti ve bunu, en son kararı veren şeyhin ağzından duymak onun kerametinin bir kanıtından başka bir şey olamazdı. Dergâh üyelerinin vardığı sonuç bundan başka bir şekilde izah edilemezdi. Son sınama olan on sekiz günlük hücre çilesine gerek kalmamıştı ve Yusuf’un kendisiyle olan savaşı yeni baştan olmasa da, eksikliklerin tamamlanacağı ana kadar devam edecekti.

Taş yığınıyla doldurulmuş kuyuların arasındaki büyükçe bir taşın üstünde hırkasına sarılarak oturan Yusuf, gerilerde bırakılan eski dostluk günlerine dalmıştı. Güneş bir kez daha yeryüzünü aydınlatıp, cisimleri görme özgürlüğünü verdiği sırada o, hafızasında peşi sıra akan olayları durduramamanın sıkıntısını yaşıyordu. En iyi seçebildiği bir tek yüz vardı, ancak onu da bir türlü beynindeki akışın içinde donduramıyordu. Aşkın, dostluğun kokusu eski bir konu gibi geliyordu kendisine. Haz veren ne varsa, eski dokunuşlar olmaktan öteye geçemiyordu. Mutluluğun hayatında tek bir yansıması vardı, o da hüzünle biten bir aşktı. Günlerce süren sancıların tek sebebi olan bir aşk. Hapsolunan ruhun içinde bir türlü öldürülemeyen bir aşk. Tutkuyla, yaşamın anlamına kavuşma çabasına girmeden yöneldiği kadının yarattığı sızının ruhunda yayılma anları sürüyordu ve dervişliğine engel olduğuna inandığı yegâne şey bundan başka bir şey olamazdı.

Güneşin karşısına, çılgınca, acemice, öfkeyle, korkuyla geçen aşkla dolu günlerinden, sırlarla dolu bir aşkın ilk basamağındayken çıkıyordu. Kıbleye doğru döndü. İki kuyunun arasındaki toprak alana geçip diz üstü çömeldi. Avuçlarını birleştirerek göğüs hizasına kaldırdı. Başını öne eğdi hafifçe;

“Allah’ım, tüm günahlarımla, yaşamdan kopuşlarımla, ezilmişliğim ve kayboluş günlerimle, tutunamadığım hayatın solmuş yaprakları içinde sana geldiğim gün gibi, aşk ateşinin yüreğime indiği bir anda yine sana yöneldim.”

“Ey evrenin, yeryüzünün, doğunun ve batının, havanın, suyun, ateşin, toprağın tek sahibi; bu ateşin, rüzgârın etkisine girmemesi için bana yardım et,” diye yalvardı.

Hüznün ve özlemin iç içe geçtiği anın pişmanlığına kapılmaksızın yüzüne sürüp, ayağa kalktı. Şehrin bulunduğu yöne doğru döndü. Yiyecek bir şeyler bulduktan sonra, şeyhin misafirine eşlik edecekti. Bu görev dervişliği için yeni bir sınamanın da başlangıcı olabilirdi. Yeni bir sınama ile karşı karşıya olabileceğini hesaba katarak yürümeye devam etti.

Cehennem Benim-s.92-93
A. Vahap Kaya

vahap+kaya Çile bitmemişti...

Çuvaldaki Taşlar

“Pek ağır bir çuvalı yüklenip götürürken içinde ne olduğunu anlamak, ona bakmakla, çuvalın ağırlığı eksilmez. Acı tatlı neleriniz var? Bakın ve yüklenip götürmeğe değerse yüklenip götürün. İçinde değerli bir şey yoksa çuvaldaki taşları boşaltın. Kendinizi de bu saçma işten, utanılacak yükten kurtarın. Aklınızı başınıza alın da, çuvalınıza taşları değil, insanlara sunulması gereken değerli şeyleri doldurun.”

Cehennem Benim/A. Vahap Kaya
avahapkaya Çuvaldaki Taşlar

Hayal Bana Yakın Yar Bana Uzak

Hayal bana yakın yar bana uzak
Sevdası başıma dolanır gitmez
Aşkına düşeli yar bana uzak
Yüz bin öğüt versen biri kar etmez
Senin aşkın beni kıldı urusvay
Düşmüşüm peşinde koşarım hay hay
Kabul et kapında beni de kul say
Dost yoluna ölür aşık ar etmez
Ey beni bu derde giriftar eden
Eski muhabbeti kaldırdın neden
Gönül ister kavuşmayı ölmeden
Gül olmasa bülbül ah u zar etmez
Beni yakan yansın aşkın narına
Gönül düştü bir zalimin toruna
Bakmaz mısın bu VEYSEL’in zarına
Ah çeker ağlarım yar elim yetmez

Aşık Veysel
Hayal+Bana+Yakin+Yar+Bana+Uzak Hayal Bana Yakın Yar Bana Uzak

sana küstüğümde sen yoktun daha

sana küstüğümde sen yoktun daha
yokluğuna küsmüştüm sonra sen geldin
kendime isteyemezdim seni öyle güzeldin
şimdi varmışsın gibi küsüyorum yokluğuna

alınganlık, ah, bilmezsin, küsmem de küsülecek
zamanda, n’eyleyim varlığın yokluğundan tenha
senden başka küsülecek kimse mi bıraktın bana
bir ben kaldım bir de bıraktığın küskünlük tenha

sen kimseye küsmezsin bilirim, gözlerin de
yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz
dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir
gözleri yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir

küsecek kadar sevmeli insan birini
o gelince küsmeli: nerdeydin bunca zaman
niye sevmedin beni, küsecek kimsem yoktu
demeli o varken de kimseye küsmemeli.

Haydar Ergülen
sen+yoktun+daha sana küstüğümde sen yoktun daha

Mazrufun Sesi

uzaklığın mektup beklemiyor
epeydir göremiyorum yüzünde yüzümü.

şimdi o ilk hevese eğilen ağaçları suluyor yokluğun,
çölün sessizliğiyle büyütüyor, kuzeyin sisiyle
içimin dibinde kımıldayan keder çiçeğini.

durmuştum sana
inancın yedi kat gövdesiyle
kayıp bir dille, ağzımda bilmediğim bir dua
göğüne gelmiştim senin, değişmek için aksimi,
eflatun sessizliğiyle ağarışının.

ateşin ve sözün bilgisinde
her şey mümkün derlerdi
çok sonra öğrendim.
sandım ki bulunacak içine döküldüğüm manaya
bir ad
görülecek güpegündüz tende ruhun fazlası.

söylemeye gerek var mı sevgilim
her aşk kalpte ilkin yanını yoklar,
kör atlar kadar tedirgin üstelik:

sorsam şimdi alınır mısın
neydim gecende, gündüzünde kim?

Filiz Zibek
uzakligin+mektup+beklemiyor Mazrufun Sesi