Tabirsiz Rüyalar Atlası

Kara toprağın kendi kendine dönmesinin adını ölüm koymuşlar
Atların yelesinde savrulan hüznümün kalbinde atan bu aşkı ölüm koymuşlar
Kara büyülerin tezgâhında biçilmiş ve düğümlenmiş nice intihar çığlıkları
Her masal bittiğinde gökten düşen üç elmanın adını ölüm koymuşlar

Bense dilsizlerin konserine gidiyorum aşkın namazsız kıblesinden
Cehennem göğüslü ağıtların şirazesi kaçmış defterinden
Hüzün ayazda kavrulmuş bir bahar çiçeği gibi üşürken içimde
Bir telaşa kapılmışım bir telaşa âlemin şu yalancı gölgesinden

Bahar senin göbek adın demişti dilini bilmediğim bir gökyüzü
Suskun ırmak deltalarından ve rüyaların tuzlu gözyaşlarından
Hayal denizlerinden karaya vurmuş mısralar dermeye giderdim her akşam
En büyük yalan sendin ey dünya ve sendin kırık kalplerin ümidini çalan

Bir af dilekçesiyle senden sana doğru yola çıktığım günün akşamında
Gönlüm ki ateşin suyun ve toprağın ortasına kurulmuş bir idam sehpasında
Kalabalıkların uğultusuna karışmış yalnızlıklar sinek gibi üşüşürken başıma
Aşk kırık bir ok misali saplanmış kalbimin en senden yanına

Merdivensiz göğe çıkmanın adresini sorarsan miraçtır derim
Rahman olan Allah’ım yükselt içimin asansörlerini mağfiret katına
Kılıçlarının parıltısından gözü kamaşmayan kimsenin kalmadığı
Yükselt kalbimi nefsin sahrasına serilen bir yüce cihat sofrasına

Bakır bir yalnızlığın ortasında gümüşten gözyaşlarını seyrediyorum
Sadece suların bilebileceği bir berraklığın mahallesine gidiyorum
Üstümde kendi kendisine âşık bir baharın ayak sesleri çınlıyor
Ve ben bembeyaz bir atın üstünde ölüm meleğini bekliyorum

Mehmet BAŞ

tabirsiz+ruyalar+atlasi Tabirsiz Rüyalar Atlası

Kar

Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın

Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın

Bu adam o adam gelip gider
Senin ellerinde rüyam gelip geçer
Her affın içinde bir intikam gelir gider
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın

Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
Ruhum seni düşününce ışıdı
Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın

Sezai Karakoç

kar+siiri Kar

Güz Yorumcusu

Eylül işte değiştirerek geliyor eziyor hırpalıyor
sonra da coşturuyor beni Yeni bir haz olarak hayatın
sonbaharında gizli Sarışınlık kokuyordu diyerek
Daha iri bir nokta koymadan cümlenin sonuna
Nureddin Durman

Neden susayım usta, kırmızı bir gök yağıyor üstüme
Dörtnala içiyorum rüzgârın soğumuş yapraklarını
Göğsümdeki âteş düşüyor soyunmuş dudaklarıma
Savurup atıyorum taflan yemiş çocukları, alnından
Yürü yürü çoğalıyor eylül denen yol,
Geçiyor eşiklerden yağmur kokulu saçlarıyla iki sevgili
Ve birdenbire uçuruma düşüyor simyası yalnızlığın…
Islak çöl ıslıkları yapışıyor moraran parmaklarıma usta
Eylül denen ölüm çiçeğine veriyorum son nefesimi
Kurşuna dizilmiş düşlerden tanıyorum hayalifener çocukları
Sesime katık yaptığım hüznünden ve içime batan aşk teknesinden
Çıkarıp alıyorum incecik çığlıklarını çocuk yanımın
Bir sonbahar aynasında unutmak istiyorum yoksulluğunu ülkemin
Alışmak toza toprağa bulanmış karanlıklarına serin sokakların.,,
Biliyorum, hüzün akşamlarında dökülüyor bütün sırlarım usta
Kalbe değen yıldırımlar yazıyor aklıma kara sevdalı bulutlar
Işıktan sesleriyle ölüyor kuşatılmış bahçelerdeki çiçekler
Küskün zambaklar sığınıyor gecemin üşüyen dar kapılarına
Kapanmış pazarların titreyen meydanlarında düşüyorum sayımdan
Elimde eli sevgilinin ve içimde uçamayan kuşların sessizliği
Bahçeye koşan kokusundan tanıyorum nefesini eylülün…
Ben ölürsem, kim taşıyacak onca gök gürültüsünü usta
Kim toplayacak uçarı hüzün şimşeklerini çocukların kalbinden
Kıyılarına vura vura ancak ben yürürüm lodoslu dalgaların
Sarhoş sokakların ruhunu ben döndürürüm boynu bükük yaprağa
Lezzetli güz sofralarında kalan sevinçlerini bilirim çocukların
Ateşler içinde yanan güller bana anlatır sırlarını
Herkes adına toplarım hüzün soluyan kuşları o serin sokaklardan
Ölüp ölüp dirildim usta, yağmurla yıkadılar cesedimi
Sağnak yemiş caddelerinde kayboldum güngörmüş kentlerin
Unutup sonbaharı, poyraz bakışında ısındım sevgilinin
Gözlerinin limanına demirledim intihar yüklü bulutları
Ellerimle topladım cüretkâr gözyaşlarını yazıklı şarkılardan
Sessizce ağladım, alnıma koyarak sıcaklığını gülücük çukurunun
Küçüldükçe gözlerim tanıdım eylülün sarışın mahzunluğunu
Bir hüzzam şarkı söyle, dinsin içimin melali usta
Yarı uçuk kentlerde zaten ağlıyorum bütün yoksullukları
Eylülün aynasında bir ben, bir de poyraz bakışı sevgilinin
Ve küçük bir çocuğun destan okuyan gözlerini bırakıyorum
Çamur bakışlı sokaklar kaçıyor adımlarımın uğultusundan
İşte sana usta, söylediğin o hüzzam şarkıyı bırakıyorum
Hüzün mü? Hâlâ mümkün! Ben çekip gidiyorum…

Özcan ÜNLÜ
ben+gidiyorum Güz Yorumcusu

Hüzünce

dallar kırılırken
ince bir sızı güvercin kanadında

uzun bir hayatın yorduğu baba
sessizlikle dinlendiriyor gözlerini

ve şubat ömrünü yarılamışken
kar kokusu eşliğinde işaret bekliyor
kervan

her şey dönerken aslına
fatiha af dilemedir baba adına.

M. Aşır Karabacak
dortgozluoldugunainanansenicokozledim Hüzünce

Yürek Ve Ten Masalı

gitmek; dağlara açılan eskil bir kapı eşiğidir, bilesin
gitmek, “mai ve siyah” * bozkırın kendine yürüyüşü
aslında çiçekleriyle donup kalmasıdır
ulu bir çınarın

böyle buz tuttum
böyle düştüm ben şeddatın kuyusuna
ve yatılı bir keder
çıngıraklı yılan gibi çökünce en zarif köşelerime
kalbimi çektim çıkardım
böyle dönüştü gövdem sarı sabır otuna

şimdi kuruyan dallarım
pul pul dökülen aşkın ölüm habercisi gibi dururken göğsümde
kaçıp sığındığım dağlardan bile saklıyorum gözlerimi
susuyorum
ve yağmur aksanıyla konuşan bir aynadan kopup geldiğimi
kurda kuşa söylemeye dilim varmıyor
anlıyorum
bir düşün,
başka bir düşte hayat bulma şansının bittiğini

iki kırık ayna diyorum sadece
“iki kırık ayna
tamamlamazmış birbirini”**

Temrin/Aralık 2012 Sayı:56

*Halit Ziya Uşaklıgil
**Seyit Pelitli

Fatih Yavuz Çiçek

fatih+yavuz+cicek Yürek Ve Ten Masalı

Aşık Olan

yaşamında
bir kere söylenmiş
bile olsa aşk
içinde bir fısıltıyla
ömrünce yankılanır

aşık olan
zemheride yaşlı bir çobandır
zordadır ama
mutlaka hayatta kalır…

Banu Savaş

banu+savas+ask Aşık Olan

Dirimin Yüklemi

sürüldüğüm çölün rengini kabullendim

susmanın koyu gölgelik
zamanın telörgü sendromuna yakalanmış
içedönük boş bir korkuluk olduğunu
akrebin iğnesinden öğrendim

neden dedim bu yanılsama kimden
birlikte saf tuttuğumuz kum denizinde
rüzgârın bu yakıcı tepkimesi
hangi zehrin içgüdüsü ve acelesi nereden

çok şükür ki
akrebin ölüm dansını da biliyordum
damarlarıma giren acıyı
at kanıyla beslemenin sırrını da

serinlik diyorlar buna, bağışıklık
inanç, güven, sadakat

oysa içimde dolaşan serum
yeni kırılmış bir karanfil ıtırıydı, bildim
hayatın yangısı da gövdemi saran iklimden değil
dirimin canfeza yüklü zarından gelmişti
öğrendim

ister kopar, ister savur: aldırmam
çok şükür
sürüldüğüm çölün zehrine de alıştım

Fatih Yavuz Çiçek

serinlik+diyorlar+buna Dirimin Yüklemi

Mutsuza kim bakacak?

                        Müjde Bilir’e

İki sigaram kaldı bu gece için maviş anne
İki muhabbet kuşum.
İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim, biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak?
Dünyaya bile bir dünya anne lazım.
Biri sen ol maviş anne, biri ben.
Dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da
birlikte gidelim maviş anne
Bana da kendi serüvenimden bir yer ayırt,
Şefkate söyle o da gelsin.
Özledim onu, o da gelsin saçlarıma dokunsun
Bilir misin, büyüler bile ninniyle büyür
Temiz kokan pazen gecelikler, şehriye çorbası…
Hepsi, hepsi ninniyle büyür.
Bilir misin maviş anne?
Ben çekildiğim her fotoğrafta
Defolu bir kelebek gibi çıkarım.

Mavi kareli gömleğiyle hatırladıkça babamı
Kırpıp kırpıp fotoğrafları, döküyorum başımdan aşağı
Sanırım ben assolist oldum maviş anne
Şimdi mutluyum
Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran
Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum
Babama söyle, o gelmesin maviş anne
Birileri mutsuzsa, mutsuzlara nergis yolla,
Bir kırmızı battaniye,
onlara bir mutluluk çadırı yolla
sonra belki, ben de gelirim

Kuşlarımı da bırakayım gitsinler
Dışarıda ölürler mi sence
Postacı mektup bile getirmezse onlardan
Ben bir anne gibi ağlarım sonra
Bırakmayayım, gitmesinler bari maviş anne
Ölürler yazık dışarıda!
Onlar birer yıldız olursa
Biri mavi, biri yeşil
Ben onlara bakarım maviş anne.

Kalbimi de büyüttüm sonunda
Artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
Kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
Öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın.
Kalbim sanırım büyüyünce
Sokaklarda ağlayan biri olacak
Rezillik yani maviş anne!
Kalbim komik kaçacak
Kaçmaması için sen en iyisi kalbime de
Benim serüvenimden bir yer ayırt
Aman, mutsuz bir yer olmasın!

İki sigaram kaldı bu gece için
Yüzyıl yetecek çocukluğum,
İki muhabbet kuşum,
Biraz da ateşim var.
Dua ediyorum ateşe
Vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
Dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
Aman umutsuz bir yer olmasın!
İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
Dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.

Ben ölürsem mutsuza iyi bak!

Didem Madak

mutsuza+kim+bakacak Mutsuza kim bakacak?

Yirmibeş Yıl Önce Yine Beraberdik

Lal Ded okyanusda yüzen bir sandal. Okyanus, aşk. Üryan, yollara düşmüş Lal Ded. Sevgiliye:

“Gök de sensin, yerde sensin!
Hem alansın, hem verensin!
Hem çiçeksin, hem derensin!”

diyor.

Mektubunu okurken o Keşmir’li dilberi hatırladım. Kelimelerinde ezeli Nur’un en muhteşem lem’aları. Birden bir vahada buldum kendimi; bir çöl akşamı ve gök kubbede gülümseyen yıldızlar. Kelimelerin mektupdan gök’e uçtu, gök’e, yani gönlüme. Kelimelerin musiki oldu. Tevrat haklı: önce kelam vardı, kelam, yani sen.

Bütün kitaplar yavan, bütün şiirler soluk, bütün şarkılar ahenksiz. Zirvelerdesin, büyük mustariplerin, büyük ermişlerin, büyük ruhların kanat çırpdığı zirvelerde. Ve kendimden utanıyorum, ben toprağım, sen arş. Ben ten’im, sen gönül. Ben alev’im, sen ışık. “Ben sen’im” diyorsun. Saçlarımı okşamak istediğin zaman, kendi saçlarını okşa. Lal Ded’i hatırladım, gerçekde Lal Ded sensin, her asırda başka bir adla tecelli etmişsin.

Leyla bir tomurcuk, sen bir muhteşem gül. Leyla bir mısra, sen bir destansın. Leyla bir kıvılcım, sen bir şafaksın. Leyla bir tecessüs, Leyla bir masal, Leyla yaşamayan, Leyla bir yarım.

Hangi sevgili seninle boy ölçüşebilir? Lamiam benim. Sen doyulmayan,sen kanılmayan, sen rüya, sen gerçek.

Romeo’yu düşündüm ve güldüm. İmtihandan geçmeyen bir sevgi, bir saman alevi. Artık yirmi beş yıl önceye dönmek istemiyorum. Senin yanında zaman yok. Elest bezminden beri dudak dudağayız, seni kaburgamdan yarattım, hayır, gönlümden yarattım, kafamdan yarattım, belki de ben senin kaburganım. Cennette beraberdik ve ismin Havva’ydı. Yirmi beş yıl önce yine beraberdik. Ad’ın bilinmeyen’di, özlenen’di.

Yirmi beş yıl önce yine beraberdik, geceleri rüyalarımı süslüyordun, gözyaşlarımda sen vardın. Her kadında seni arıyordum.Yirmi beş yıl önce adın hasret’ti, sonra ümit oldu. Seni bulmadığım için, seni bulamadığım için gözlerim kapandı. Seni düşünerek intihar etmedim. Yirmi beş yıldan beri senin için yaşıyorum Lamiam.

Her kitabımda sen varsın. Hind’i ben yazmış olamam. Bende güzel olan ne varsa, senin ilhamın. Bende büyük olan ne varsa senin eserin. Sen günahlarınla bensin, ben faziletlerimle sen. Levislerini takdis ediyorum. Onlar olmasa insandan çok tanrıya benzerdin ve sana yaklaşamazdım. Teninle kadınsın, sesinle Tanrı. Istıraplarımı takdis ediyorum. Senin bende sevgiye layık bulacağın tek büyük taraf ıstıraplarım, ıstıraplarım yani sensizlik.

İki gündür çocuklarınla beraberim. V. çalışıyor, yarın gelecek. Hepsi iyi. Onlarla beraber olmak içime su serpiyor, dinleniyorum, öksüzlüğümü unutuyorum ve hayat geçiyor. Evet Lamiam, benimki nankörlük. Onbir gün, onbir gecede bütün hazları yaşadıktan sonra yanıp yakılmak; ama cennetten kovulan Adem’in şikayeti bu.

Arzularımı susturamıyorum. Şımarığım, yaramazım, alçağım. Sel yatağına çekilmedi henüz. Mektuplarınla yaşıyorum. Garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle kalkıyorum, ama yine de mütehassırım, yine de Lamiam benim, bütünüm, kemalim, zindanımı aydınlatan ışık, gözbebeğim.

Sana yolladığı kitaplardan utanıyorum. Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. Muhammed’e nasıl iman ettiklerini anlıyorum. Tek mucize kelam. Kelam, yani sen.

Sabahleyin uyandığım zaman ezanı dinliyorum, sonra şarkılar söylüyorum sana.

Öperek…

Cemil Meriç

blogger-image--444925262 Yirmibeş Yıl Önce Yine Beraberdik

Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak…

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, “İki el bir baş içindir.”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez…
En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,
Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…
Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!”
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da yapışsam demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.

Mehmet Akif Ersoy

blogger-image-1074799064 Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak...