İlkbahar

Yüzümü bulutlara kaldırıp
Dua eder gibi mırıldanıyorum
Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum
Rüzgarla, ilkbaharla

Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor
O güvenilmez ilkbahar güneşi
Rüyada mıyım, gerçek mi bu
Hem var gibiyim, hem yok gibi

Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde
Başakların sonsuz salınışı
Burada, kendimle başbaşa
Ömrümü böylece tamamlayabilirim

Bir kuşu dilinden hiç öpmedim
Belki bir gün öpebilirim
Belki bir gün rüzgar olurum ben de
Eserim başakların üzerinden
Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim
Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden

Ataol Behramoğlu
-Yeni Aşka Gazel-

papatyanin+ruzgarla+dansi İlkbahar

Hayat

         “eleni karaindrou için…”

portakal bahçeleri, palmiyeler, mavi deniz,
uçsuz bucaksız deniz, üç beş tekne…
bu yolda yürüdüm, dalgaların izlerinden
uzak şehirler gördüm, sabahları güneş
uzak yerlerden dönenler gibi hevesle kente inerken.

akşamüstleri gelinlik kızlar taze fasulye
ayıklarken sedirlerde, köylere girdim apansız
yırtık resimler taşıdım ceplerimde nereye gitsem:
atalarım, gördüğüm yerler ölmüş şairler…
küçücük ahşap bir kutuda ilk dişim,
kendime ağladım yağmurda ıslanırken ibrişim.

ölümü sevdim, uzun zamandır beklenen
bir dost gibi, gelse vaktinde, kollarında
eski dostlarım, ninelerim, dedelerim…
usulca fısıldasalar kulağıma: zamanı değil daha!

ne yollar gördüm, ne kadar dolansa da
hep denize ulaşan, deniz, kıyısında dolaşan
âşıkları delirtirken kokusuyla, burada, akşam,
içinde deniz geçen şiirler okusam.

bu yolda yürüdüm,izlerinden balıkçı teknelerinin
köprülerde dolaştım, rast gele dedim
yüzlerce kez, bir öğle kendimi buldum o duvarın
dibinde, ilk başladığım yerde.

bir rüyadan uyandınız mı yabancı
bir şehirde, daha önce hiç yatmadığınız
bir yatakta? ben uyandım, bulut oldum.
ya da önceden tatmadığınız bir acı
gelip sizi buldu mu ansızın?
beni buldu, sarardım soldum.

Selahattin Yolgiden
-lacivert bir oyundu
ikimiz arasında –

selahattin+yolgiden Hayat

Işığı Kesen Duvarlar

Birden inen bir bulutla karardı yüzün
Böyledir
Biraz gülecek olsan vay sen misin gülen
Hemen yetişir hüzün.

Bu bizdeki akıl mı ışık vurmuş hazır
Hazır biraz aydınlanacak oda
Perdeleri kapatır
Kalırız karanlıkta.

Çünkü hüzün eski dost baş tacı
Onunla yuğrulmuş mayamız
Gelsin
Biz onsuz olamayız.

Çünkü sevinç geçici
Düşün günün tasa dert, düşün sonun ölüm
Eskiler gülmüşler mi
Bunca kitap okudun.

Dağıtamazsın ne yapsan
Sevincine çöken bulutu
Gizli kaynaklardan sızan
Hüzünle bulanık içtiğin az su.

Ölüler önleyiniz
Elleri yok
Mezarlar söyleyiniz
Dilleri yok.

Behçet Necatigil
-Yenilik 11. Kasım 1954-

behcet+necatigil Işığı Kesen Duvarlar

Nasıl Doğuyorsa Çölde Palmiyeler

Nasıl doğuyorsa çölde palmiyeler
Nasıl bitiyorsa tuzlu denizlerin kıyısında gül,
İşte öyle acılarımdan çıkıyor şiirlerim,
Gürültülü, tutkulu, kokulu.
Nasıl, denizlerin, yeşil dalgaların üstünde,
Yelkeni yırtılmış, direği kırılmış, yamacı
Yırtıcı suya açılmış.
Rüzgârlarla öfkeli savaşının ardından,
Gururlu gemi sürdürüyorsa yolculuğunu.

Dehşet! Dehşet! Dünyada ve denizde
Yalnızca gıcırtılar, taşkın öfkeler, sisler ve gözyaşları var
Ve koparılmış tepeler boşlukta dönüyorlar;
Ovalar ve göller taşkın ırmaklar olmuş
Denizlere dökülüyorlar.
Kalabalık bir denizci halk
Rahatça doldurur her uçurumu.

Gökyüzünde yıldızlar sönüyor;
Dönen, gölgede sarsılan rüzgârlar
Kaçıyor, açılıyor ve birbirlerine çarparak,
Çatırtıyla yuvarlanarak,
Dağların çukurlarına düşüyorlar; bulutlarda
Yıldızlar çıldırmışlar, alev saçıyorlar birbirlerine.

Ve sonra, gülüyor güneş; toprakta ve denizde
Rahat bir düğün aydınlığı parıldıyor.
Ah! Bu zorlu fırtına bolluk getirsin, arıtsın!
Mavi gökyüzünden, dev tüllere sarınmış iniyorlar
Dizginsiz rüzgârların parçalanmış paltoları
Yüce fırtınada yıpranmış
Ve iyileştikten çok sonra da
Hâlâ kırmızı kalır her yaranın dudakları.
Ve şimdi onu bir beşik yumuşaklığıyla sallayan
dalgalarla
Bir çocuk gibi eğlenmeye, oynaşmaya koyulur gemi.

José Marti
-Göklerde Eriyip Gitmek İsterdim-

Çeviri : Okay Gönensin

jose+marti Nasıl Doğuyorsa Çölde Palmiyeler

Yedi Dağın Ardındaki

1.
Bir yıldızla biçilmiş incecik yine, yine sazlarla
örtülü, yine en uzak yerinde kandili;
Sarılınca titriyor, resimlere benziyor yine, yine
yosuna değmeden basmıyor ayakları;
Yazıları tutuşuyor avucunda açtıkça ellerini, yine
yarım yüzüyle koşuyor düşe ve ağlıyor,
Bir ışınla deliniyor en çabuk yerinden, göksel sofalarda
gezinerek topluyor günlük çiçeklerini;
Büyük aynalarda dolaşıyor yine, bulutlara bakıyor
ağaçlı yolda, baktıkça kendi oluyor yine;
Yine zamansız türküsüyle başlıyor akşam, başlıyor
dalgalı bayraklarla deniz çizgisinde camlar
İstanbul yine.

2.
Sensiz yaşanmıyor, geçilmiyor köprüden. Köprüsüz ve ırmaksız durulmuyor, durulmuyor silahsız.
Sensiz durulmuyor. Aşılmıyor yürüsek, boşalmıyor konuştukça, içmekle tükenmiyor.
Ağrıyor ne varsa senden uzakta, sensiz durulmuyor. Yaşanmıyor gecesiz, gece de gündüz gibi.
Geçilmiyor başlayınca büyük deprem, kanlı meydandan, o solugan atla, topal ve kör.
Gezilmiyor, sensiz yatılmıyor. Sen ki yatay ve dik, uzat bize durmadan, kolayca yat bize!
Uzat bana, yat bana! Barışsın yüzünle yalnızlığım, yedi dağın ardına, büyüsün doyurmadan, vakitsiz.
Vakitsiz doyulmuyor. Sensiz gibi her zaman. Bir yerleri
bağırmak en sivri karanlıkta!
Sensiz taşınmıyor, uzarken saçlarının alacakaranlığı, bükülmüyor, bükmeden sevmek istediğim.
Öpülmüyor, sensiz kopuk ne varsa. Sarılmıyor, sensiz kırık ne varsa,
Kocanmıyor, ölünmüyor!

Oktay Rıfat

oktay+rifat Yedi Dağın Ardındaki

Kül ve Veda

Derinine indiğim kuyu gülümü em
Çerçevenin tam ortasında yorgun bir atlı
onlar hep bir söküğü dikerdiler
Söküp yine dikerdiler
Islaktılar, yaşlarına gömüp başlarını
Derin koridorları yürümekle yorgun
Ağlardılar, kederle birdiler
Eski bir yolu yorardılar
Bekçisiydiler evlerinin beklerdiler
Sabahları ışıksız, geceyle esmer
Havalandırır yine havalandırırdılar

Bana öyle dokun öyle birik ki
Nemlensin bastığım toprak
Bir mabet gibi dikilsin karşıma aşk
Aldığım nefes ol
Aldığım nefes tenime ak
Sayfama bahar gelsin
Sayfama bahar gelmiş
Dutluğa, sulara, çocukluğa
Ben sayfamı hep sevdim

Betül Tarıman
-Kış Odaları 5-

kul+ve+veda+betul+tariman Kül ve Veda

Parmaklarında Kırık Harf İzleri

Sarılır uyur incecik bir yağmura gecenin üstünü örttüğü sokak,
gelir, usul kanatlarıyla küçük beyaz bir peri,
fısıldar ilk dizeyi.

Parmaklarında kırık harf izleri,
kırk çölü aştın, kırk dağı bıraktın da geride, sınandın
seni görmezden gelen bakışlardan geçip vardın
olmayan şehre.

Ah! sana sevmeyi öğreten hayat,
esirgese de senden sevgiyi
saçları okşanmamış çocukluğunla oynuyor
içindeki çocuk. Bak!

Çıkıp yürüsen yanında yalnızlığın şimdi
-yüzünde içini örten bir gülümsemeyle, öyle,-
hikâyesi olmayan kadınlar çekiştirir durur eteklerini.

Ruhundaki köleyi özgür kıldın,
yettin kendine
parmaklarında kırık harf izleri.

Sarılır uyur incecik bir yağmura gecenin üstünü örttüğü sokak,
gelir, usul kanatlarıyla küçük beyaz bir peri,
fısıldar ilk dizeyi.

Oya Uysal
-uzak olan sendin-

Parmaklarinda+Kirik+Harf+%C4%B0zleri Parmaklarında Kırık Harf İzleri

“Vaktimiz bitti. Ben artık gitmeliyim”

Belki de biraz daha uzakta bir yeri hedefledikleri için uçmaya devam eden ördeklerin cılız sesleri geliyordu yukarıdan sadece. Az ilerideki gölete konmuş olanlar, serin sularda dinlendirdikleri yorgun bedenlerini hareketsiz bırakmış, ufak göletin kıpırtısız sularının üzerinde topluca duruyorlardı hiç ses çıkarmadan. Yer yer göletin ortasında bile görülebilen sazlıklar, kendi garip çiçeklerinin ağırlığı altında bulabildikleri en ufak rüzgarı bile fırsata çeviriyor ve yavaşlatılmış gibi görünen salınımlarla, yarattığı renklerin uyumu ve ihtişamını sonlandırmakta nazlanan gün batımına eşlik ediyorlardı.

Oturdukları yerden, sırtlarını dayadıkları ağacın çok uzun zaman önce köklerini saldığı, belli belirsiz yükselen, önlerindeki tüm manzarayı görmelerine imkan veren tepeden, sazlıkların gölgelerinin vurduğu yerlerde lacivert karaltıların gezinmesine izin veren göletin pembe sularını görüyorlardı. Göz alabildiğine uzanan sazlıkların o çok hafif rüzgarda salınışlarının, sakince silkelenen devasa bir kilime benzettiği uçsuz bucaksız ovada, sessizlik artık en kuvvetli zamanını yaşayan ve canlı-cansız her türlü varlığa kendi gücünü tartışmasız kabul ettirmiş uzun bir mevsimmişçesine hüküm sürüyordu.

Saçlarının arasındaki elini hareket ettirmeye çekinerek, yalnızca parmaklarını saçın buklelerinin arasında kaydırarak ve parmaklarla buklelerin yerlerini değiştirerek okşuyordu çocuk kızın saçlarını.

Kız da orada, , önlerinde uzanan manzaranın tamamını o an yaratıyormuş, oluşturuyormuş ve gözlerinden aktarıyormuşçasına hareketsizce duruyor, iki elinin arasına aldığı oğlanın diğer elini, aralarındaki ve etraflarındaki sessizliği besleyebilecek sakinlikte okşuyordu.

“Vaktimiz bitti. Ben artık gitmeliyim” dedi kız birden bire.

Oğlanın kulaklarının dışındaki incecik tüyleri yalayarak geçti ve kulağın içine doğru hareketlerine devam etti ses dalgaları. Bir zar titreşti, birkaç küçük kemik hareket etti içeride. Pembeden koyu laciverte dönüştü çocuğun orta kulağındaki sıvı. Bir silah patladı sanki oğlanın aklında. Hiç ördek kalmadı suda, hepsi havalandı…


Sahir Üzümcü

vaktimiz+bitti+gitmeliyim "Vaktimiz bitti. Ben artık gitmeliyim"


Terastaki Havlu

   Aynı terasa açılıyordu yan yanaydı kapılarımız kaldığımız pansiyonda.Akşam üzerleri kaşılaşıyorduk, ortak duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma.Aynı terasta yan yana kuruyordu çamaşırlarımız, bu ürpertiyordu beni; acemi, tutuk bir kaç sözlük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını, bu da ürpertiyordu beni.Işığın azalan şiddetinde yan yanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve karışıyordu birbirine.
   Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında, sahildeydik ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaşmamızda.
   Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu.
   Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda.İkimizde yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında.
   Oysa güneşin batışını izlemek gibi kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler.
   Birbirinden kamaşmaya başlamıştı tenlerimiz dokunmasan da yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dönüşmüştü aramızdaki çekim.
   Tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara.
   O akşam terastaydık gene.Gün çoktan batmıştı. Çamaşırlar asılıydı uzaktan şarkılar geliyordu ve kekik kokuları.Nedense her zamankinden başka bakıyordun bana.
Sonra uzulca dedin ki:
   ‘İlk kez bir erkeğin tenine dokunma isteği duyuyorum içimde.’
   Benim için yaz başlamıştı.
   ‘Dokun öyleyse,’ dedim.
   Sustun.Uzun uzun baktık birbirimize.Kendine nasıl karşı koyduğun okunuyordu yüzünün derinliklerinde.Sonra hiçbirşey söylemeden usulca kalktın, odana gittin, yavaşça örttün kapını.Saatlerce orada, gecede ve o terasta kaldım.
   Sabah uyandığımda odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp gitmiştin baktım.Yalnızca terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu rüzgârda.
   Bir daha hiç rastlamadım sana, hirbir yerde hiçbir yazda.Düşünüyorum aradan tam on üç yıl geçmiş.On üç yıl önce içinde uyanan isteğin anısı saklı duruyor mu sende?
   Birden adını hatırlamadığımı farkettim bu şiiri yazarken, ama terasta çırpınan havlunun rengi hâlâ gözlerimin
önünde.
   On üç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu kavurucu günlerde neden ansızın aklıma düştüğünü sordum kendi kendime.Sonra anladım:
   Bir aşk birçok aşktan yapılıyor ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde.

8 Mayıs 1992

Murathan Mungan

terastaki+havlu Terastaki Havlu

Ayrılıkta hastalık gibi yaşanır.

Ayrılıkta hastalık gibi yaşanır. Hani kimi ateşli hastalıklar vardır; sabahları daha iyi kalkar, gündüzleri iyileştiğini sanırsın, hallettiğini. Akşam indiğinde yeniden ateşin yükselir, gözlerin kararır, özlersin, çok özlersin; sandığın kadar halledememiş olduğunu anlarsın, ateşin sürüyorsa hiç halledemediğini düşünmeye başlarsın. Sonra ertesi gün gene aynı şey olur, sabah bir armağan gibi hafif gelir, sonra yine akşam iner. Ateş. Kor. Bir süre böyle sürer bu. Kimi zaman iyileşirsin, kimi zaman çaresizliği unutmak sanırsın, kimi zaman artık hiçbir şey sanmayacak kadar kapılırsın gündelik hayatın akışına.

    Aşk bazen acısız, ağrısız yıllarca durur aynı yerinde.
    Acısı geçeni geçti sanırsın.

Murathan Mungan

Ayrilikta+hastalik+gibi+yasanir Ayrılıkta hastalık gibi yaşanır.