Alışılmadı!

Avuçlarımda dağılan kar gibiydi yüzün
Ve semazenler dönüyordu hüznün çevresinde
Geçtin ansızın öte yakasına ölümün
Yaşamaktan usanmış
Nereye gidersin böyle
Alıp başını giderek

Gözlerin
Mistik bir anlatım aracıdır artık

Nereye gidersin böyle
Alıp başını giderek
Yaşamaktan usanmış

Alışılır ölümlere de demiştin
Siyahlara bile alışılır
Günün birinde demiştin

Alışılmadı!

İsmail Haydar Aksoy

ismail+haydar+aksoy Alışılmadı!

Gılgameş Destanı

Onuncu Tablet

Sâkiye Siduri, denizin ıssız bir köşesine yerleşmiştir.
O tahtında oturuyor.
Sâkiye için ağaçtan ayaklar yapılmıştır.
Bu ayaklar üzerine altından yapılmış şıra fıçıları konmuştur.
Tanrıça sık bir duvak örtünmüştür. Yüzü görünmemektedir.
Gılgamış koşup onun yanına geldi.
Kirle örtülüdür. Bir posta bürünmüştür.
Bedeninde tanrı eti vardır.
Gönlü üzgündü. Yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne benziyordu.

Sâkiye, onu uzaktan görünce içinden düşünerek kendi kendisine şöyle söylendi:
“Her halde bu adam bir yabanıl hayvan öldürücüsüdür;
Ama yolu neden buraya düştü?”
Sâkiye onu görünce, kapıyı dışardan ve içerden sürgüledi.
Ancak Gılgamış onun ne yaptığına iyice dikkat etti.
O, çenesini kaldırıp bağırmaya başladı.
Gılgamış ona, Sâkiye’ye seslendi:
“Sâkiye, ne gördün de kapını sürgüledin?
Kapını sürgüleyip, sürgü üstüne sürgü vurdun.
Senin iç kapını döverim ve sürgüsünü kırarım!”
(Bundan sonraki boşlukta, olasıdır ki, Şamaş’ın günlük dönüşü
sırasında Sâkiye Siduri’ye uğradığı zaman Siduri’nin Gılgamış hakkında
Şamaş’a verdiği bilgi anlatılmıştır).

“O, yabanıl hayvanları avlayıp postlarını giyiyor ve etlerini yiyor.
Gılgamış şimdiye dek hiç kimsenin varamadığı hedefe ne zaman varacaktır?
Ne zaman uygun yeli izleyecektir?
Şamaş düş kırıklığına uğrayarak ona dönüp, Gılgamış’a dedi:
“Gılgamış, nereye koşuyorsun?
Sen aradığın yaşamı bulamayacaksın!”
Gılgamış ona, yiğit Şamaş’a dedi:
“Kırlarda şuraya buraya koştuktan ve dolaştıktan sonra,
Yerin altında başımı dayayıp bütün yıl uyuyacak mıyım?
Hayır! Gözlerim güneşi görmek istiyor.
Kendimi güneşin aydınlığına kandırmak istiyorum.
Benim için karanlık, aydınlık kadar uzaktır.
Fakat ölüm, ne zaman güneşin ışığını görebilmiştir?
(Bundan sonraki boşlukta, Şamaş’ın Gılgamış’a avutucu bir yanıt verip
vermediği pek belli değildir. Bu arada Şamaş gittikten sonra Gılgamış,
Sâkiye Siduri’yle yine başbaşa kalmıştır).

Gılgamış ona, Sâkiye’ye dedi:
“Ben gökyüzünden aşağıya inen boğayı yakalayıp yok ettim.
Ben katran ormanının bekçisini vurdum.
Katran ormanında oturan Humbaba’yı öldürdüm.
Dağların geçidindeki aslanları öldürdüm.”

Sâkiye ona, Gılgamış’a dedi:
“Eğer sen bekçiyi vuran,
Katran ormanında oturan Humbaba’yı öldüren,
Dağların geçidindeki aslanları öldüren,
Gökyüzünden aşağı inen boğayı yakalayıp yok eden Gılgamış’san,
Ne diye yanakların erimiş?
Ne diye yüzün çarpılmış? Ne diye gönlün hoş değil?
Ne diye yüzün arıklamış? Ne diye gönlünde üzünç var?
Ne diye yüzün uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş?
Ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş?
Ne diye krallığı unutup kırlarda dolaşıyorsun?”

Gılgamış ona, Sâkiye’ye dedi:
“Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım,
Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu,
İnsanlığın yazgısına kavuştu.
Onun için gece ve gündüz ağladım.
Onun gömülmesine razı olmadım.
Acaba arkadaşım sesime uyanacak mı diye.
Yedi gün yedi gece böyle yaptım.
Burnundan kurtlar düşünceye kadar.
O, oraya gitti gideli yaşamı bulamadım.
Bir haydut gibi kırların ortasında dolaşıyorum.
Sâkiye, şimdi senin yüzüne bakıyorum.
Sonsuz derdim olan ölümü görmeyim diye!”

Sâkiye ona, Gılgamış’a dedi:
“Gılgamış nereye koşuyorsun?
Sen aradığın yaşamı bulamayacaksın.
Tanrılar insanları yarattığı zaman,
Onlar insanlara ölümü verip yaşamı kendi ellerinde tuttular.
Ey Gılgamış! Karnın dolu olsun, gece gündüz kendini eğlendir!
Her gün bir şenlik yap! Gece gündüz hora tepip oyna!
Üstün temiz olsun. Başın yıkansın. Suyla yıkanmış ol!
Elindeki küçüğe bak. Karın kucağında gününü görsün!”
(Küçük boşluk)

Gılgamış ona, Sâkiye’ye dedi:
“Şimdi, Sâkiye, Utnapiştim’e giden yol hangisidir?
Haydi bana onun simini  ver!
Bana simi versene!
Olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan geçip gideyim!”

Sâkiye ona, Gılgamış’a dedi:
“Gılgamış, şimdiye dek böyle bir geçit yoktu.
Eskiden beri denizi hiç kimse aşmamıştır.
Denizi aşan yalnızca yiğit Şamaş’tır.
Şamaş’tan başka, öte geçeye kim gider?
Geçiş güçtür. Deniz yolu çetindir.
Bundan başka orada ölüm suyu da vardır.
Bu, denizin önünü kapar!
Gılgamış, şimdi denizi aşsan bile,
Ölüm suyuna varsan bile, yine ne yapacaksın?
Gılgamış orada bir Urşanabi var.
O, Utnapiştim’in gemicisidir.
Onunla birlikte Taştankiler  var.
Urşanabi, orman içinde kertenkeleyi toplar.
Onu sen kendin bulmalısın.
Olursa onunla birlikte aş; olmazsa geri dön!”

Gılgamış bunu duyar duymaz, satırını kaldırıp koluna astı
Ve kemerine takılı kılıcını kınından sıyırıp ormanın içine dalarak,
Taştankiler’in yanına indi ve bir ok gibi onların arasına düştü.
(Belki küçük bir boşluk)
O hırsla onları darmadağın etti.

Bu sırada Urşanabi geri dönüp Gılgamış’ın tepesine dikildi.
Ve onun gözlerine baktı.
Urşanabi ona, Gılgamış’a dedi:
“Söyle bakalım senin adın nedir?
Ben uzaktaki Utnapiştim’in kölesiyim!”

Gılgamış ona, Urşanabi’ye dedi:
“Benim adım Gılgamış’tır.
Ben, Anu’nun evi olan Uruk’tan gelenim.
Ben, dağlarda iz güdenim.
Uzun bir yoldan, güneşin çıktığı yoldan gelenim.
Urşanabi, şimdi seninle yüz yüzeyim.
Bana uzaktaki Utnapiştim’i göster!”

Urşanabi ona, Gılgamış’a dedi:
“Ne diye yanakların erimiş? Ne diye yüzün çarpılmış?
Ne diye gönlün hoş değil? Ne diye yüzün arıklamış?
Ne diye gönlün üzgün?
Ne diye yüzün uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş?
Ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş?
Ne diye krallığı unutup kırlara düşüyorsun?”

Gılgamış ona, gemici Urşanabi’ye dedi:
“Urşanabi, yanaklarım erimesin mi, yüzüm çarpılmasın mı?
Gönlüm üzgün olmasın mı?
Yüzüm uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmesin mi?
Yüzüm ayazdan ve güneşin sıcağından çökmesin mi?
Krallığı unutup kırlara düşmeyim mi?
Benim dostum,
Dağlarda tek başına gezen yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
Ey çölün parsı! Dostum Engidu! Yoldaşım!
Dağlarda tek başına dolaşan yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
Biz isteğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık.
Gökyüzünün boğasını yakalamış ve onu öldürmüştük.
Kimsenin girmediği yere girmiş, Humbaba’yı yok etmiştik.
Dağların yolaklarında aslanlar vurmuştuk!
Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım;
Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan aşırı sevdiğim Engidu’yu,
İnsanlığın yazgısı yakaladı.
Onun için altı gün yedi gece ağladım.
Onun gömülmesine razı olmadım, burnundan kurtlar düşünceye kadar.
Arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.
Ölümden korktuğumdan kırlara düştüm.
Arkadaşımı düşünmek beni daha çok sıktığından,
Kırlarda uzun yolculuk yapıyorum.
Engidu’yu düşünmek beni daha çok sıktığından,
Kırlarda uzun yollar yürüyorum!
Ah, nasıl susayım? Ah, nasıl susayım?
Kırlarda şuraya buraya koştuktan sonra,
Yerin altına başımı dayayıp bütün yıl uyuyacak mıyım?
Hayır! Gözlerim güneşi görmek istiyor.
Kendimi güneşin aydınlığına kandırmak istiyorum.
Benim için karanlık, aydınlık kadar uzaktır.
Ama ölü, ne zaman güneşin ışığını görmüştür?”

Gılgamış ona, gemici Urşanabi’ye dedi:
“Şimdi, Urşanabi, Utnapiştim’e giden yol hangisidir?
Haydi bana onun simini ver!
Bana simi versene!
Olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan geçip gideyim!”

Urşanabi ona, Gılgamış’a dedi:
“Ey Gılgamış, kendi ellerin geçişe engel oldular!
Sen Taştankiler’i darmadağın ettin… sen kürekçileri yok ettin.
Taştankiler darmadağın oldukları için geçit yoktur!
Gılgamış, baltayı eline al!
Hemen aşağı ormana geri git, karşına çıkacak olan
Beş kez on iki endaze uzunluğundaki yüz yirmi küreği kes,
Ve sonra onlara meme biçiminde ayna  yapıp bana getir!”

Gılgamış, bunu duyar duymaz baltayı eline aldı
Ve belinden kılıcı sıyırıp aşağı, ormana geri gitti.
Beş kez on iki endaze uzunluğunda gördüğü yüz yirmi küreği kesti.
Ve onlara meme biçiminde ayna yapıp Urşanabi’ye getirdi.
Gılgamış ve Urşanabi gemiye bindiler.
Gemiyi dalgaların üzerine oturtup denize açıldılar.
Bir ay on beş günlük yol üç günde kestirildi.
Urşanabi, böylece ölüm suyuna dek vardı.
Urşanabi ona, Gılgamış’a dedi:
“Sakın Gılgamış! Bir kürek al!
Ölüm suyu eline değmesin.
Gılgamış ikinci küreği, üçüncü ve dördüncü küreği al!
Gılgamış, beşinci küreği al! Altıncı ve yedinci küreği al!
Gılgamış, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu küreği al!
Gılgamış, on birinci küreği, on ikinci küreği al!”

Gılgamış, böylece bu yüz yirmi küreği kullanmıştı.
O, bu sırada kemerini çözdü…
Gılgamış, üstündeki giysiyi çıkarıp,
Geminin anbarını (sintine) pençesiyle boşaltarak gemiyi yukarı kaldırdı.

Utnapiştim, onu uzaktan görünce, içinden kendi kendine şöylece söylendi:
“Geminin Taştankiler’i niçin kırılmış?
Geminin sahibi olmayan biri niçin gemiye bindi?
Buraya gelen benim adamlarımdan biri değildir.”
(Üç satır eksik)
“…gönlün benden ne diliyor?”
(20 satırlık boşluk… Gılgamış Utnapiştim’e vardı:)

Utnapiştim ona, Gılgamış’a dedi:
“Ne diye yanakların erimiş? Ne diye yüzün çarpılmış?
Ne diye gönlün hoş değil? Ne diye yüzün arıklamış?
Ne diye gönlün üzgün?
Ne diye yüzün, uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş?
Ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş?
Ne diye krallığı bırakıp kırlara düşüyorsun?”

Gılgamış ona, Utnapiştim’e dedi:
“Utnapiştim, yanaklarım erimesin mi, yüzüm arıklamasın mı?
Gönlüm üzgün olmasın mı?
Yüzüm uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmesin mi?
Yüzüm ayazdan ve güneşin sıcağından çökmesin mi?
Krallığı unutup kırlara düşmeyim mi?
Benim dostum,
Dağlarda tek başına dolaşan yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
Ey çölün parsı! Dostum Engidu! Yoldaşım!
Dağlarda tek başına dolaşan yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
Biz, isteğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık.
Gökyüzünün boğasını yakalamış ve onu öldürmüştük.
Kimsenin girmediği yere girmiş, Humbaba’yı yok etmiştik!
Dağların yolaklarında aslanları vurmuştuk!
Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu’yu,
İnsanlığın yazgısı yakaladı.
Onun için altı gün yedi gece ağladım.
Onun gömülmesine razı olmadım, burnundan kurtlar düşünceye kadar.
Arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.
Ölümden korktuğumdan kırlara düştüm.
Arkadaşımı düşünmek, beni daha çok sıktığından,
Kırlarda uzun yolculuk yapıyorum!
Engidu’yu düşünmek, beni daha çok sıktığından,
Kırlarda uzun yollar yürüyorum!
Ah, nasıl susayım? Ah, nasıl susayım?
Sevdiğim arkadaşım toprak oldu!
Sevdiğim arkadaşım Engidu toprak oldu!
Ben de onun gibi yatmayacak mıyım
Ve onun gibi sonsuza dek uyumayacak mıyım?”

Gılgamış ona, Utnapiştim’e dedi:
“Hadi gidelim.
Herkesin ağzında dolaşan, uzaktaki Utnapiştim’i görmek istiyorum.
Bütün ülkeleri yürüyerek geçtim. Sarp dağlar aştım.
Bütün denizleri geçe geçe geldim. Gözlerim tatlı uykuya doymadı.
Her zaman gecelemeden özeğim tükendi. Organlarımı sızı kapladı.
Daha Sâkiye’nin evine varmadan üstüm başım paralandı.
Ayı, sırtlan, aslan, pars, kaplan, yağmurça ve dağ keçisi öldürdüm.
Bunların etlerini yiyip derilerini giyiyordum.
Çektiğim bu yıkım, artık önüme kapısını kapasın.
Zift ve katran bu kapıyı tıkalı tutsun.
Artık bana çocuk sevinci verilsin.”
(Bir satır anlaşılmamıştır)

Utnapiştim ona, Gılgamış’a dedi:
“Ey Gılgamış,
Sen bir tanrı çocuğu olduğun halde niçin yoksulluğa düştün?
Niçin tanrıların ve insanların alınyazılarına karşı geliyorsun?
Baban ve anan sana hep iyi şeyler gösterdi.
Ey Gılgamış, niçin aptala döndün?
(30 satırdan çok süren bir boşluktan sonra, Utnapiştim’in sözü
kesilmiyor gibi görünüyor:)
Kızgın ölüm, insanı sinsi sinsi hep arkadan izler.
Herhangi bir zamanda bir ev yaparız,
Herhangi bir zamanda bir belge damgalarız.
Herhangi bir zamanda kardeşler arasında miras pay ederler.
Herhangi bir günde bu kardeşler arasında kavga çıkar.
Herhangi bir günde ırmak taşar ve ülkeyi su basar.
Balıkçıl kuşları ırmak boyunca uçarlar.
Irmağın yüzü güneşin yüzüne bakar;
Ama, eskiden beri hiçbir şeyde kararlılık görülmez.
Çalınan da, ölen de birdir. Ölümün biçimi çizilmez!
Be hey insanoğlu! Be hey adam!
Beni kutsadıktan sonra,  büyük tanrılar olan Anunnaki  toplandı.
Yazgıyı oluşturan And  tanrıçası,
Onlarla birlikte alınyazısını belirledi.
Ölümü ve yaşamı onlarla birlikte saptadı;
Ama onlar ölümü bildirmediler.”

arad%C4%B1%C4%9F%C4%B1n+ya%C5%9Fam%C4%B1+bulamayacaks%C4%B1n Gılgameş Destanı

Beş Vakit Namaz Eşliğinde Yaşam

SABAH NAMAZI

Vakit seher? 

Zamanın rahmine sabahın nutfesi düştü az önce. 
Gün doğuyor yine ve yeniden. 
Şimdi hatırla ki, sen de bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin. 
Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin. 
Hatırla ki, Rabbin seni yokluğun gecesinden varlık ufkuna eriştirdi. 
Unutulmuşluğun gecesinde bırakmadı seni. 
Rabbin seni sahipsiz de bırakmadı.
Şimdi seher vakti. 
Sıyrıl gafletin gecesinden. 
Sehere aç gözlerini. 
Rabbine aç kalbini. 
Uyan. 
Uyan ve an seni hiç unutmayan Rabbini. 
Herkes unutsa bile seni unutmayan Rabbini. 
Herkesin O’nu unuttuğu anda an, kalk! 
Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin. 
Şimdi sabah namazı vakti…

ÖĞLE NAMAZI

Vakit öğle… 

Güneş göğün en yüksek noktasında. 
Tıpkı gençliğin gibi. 
Şimdi gün de bir delikanlı. 
Heyecanlı ve telaşlı… 
Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, hiç akşam olmayacakmış gibi… 
Oysa, güneş şimdi batmaya başladı. 
Zirveye erişen herkes gibi o da alçalmaya başladı. 
Akşama akıyor ışıklar artık. 
Bil ki gün akşamlıdır; bil ki yazın sonu hazândır.
Vakit öğle… 
O kadar gürültü var ki ortalıkta. 
Kalbinin sesini duyamıyorsun bile. 
Ruhunun sonsuza uzanan emellerine kör olmak üzeresin. 
Telaşların arasından sıyrıl, yer ayır ruhuna. 
Kalbini sonsuzluğa bitiştir. 
Alnını secdeye değdir. 
Şimdi öğle namazı vakti.

İKİNDİ NAMAZI

Vakit ikindi. 
Gün ihtiyarladı. 
Güneş solgun rengini bırakıyor güller üstüne. 
Hüzün renkli bulutlar sardı göğü. 
Güneşin saltanatı bitmek üzere. 
Zevale akıyor ışıklar. 
Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun. 
Tenin soluyor. 
Gözlerinin feri çekiliyor. 
Öbür kıyısındasın artık nehrin. 
Güz yaprakları gibi. 
Hem dalındasın hayatın hem de düşmeye hazırsın.
Rüzgârı bekliyor gibisin. 
İnceldiğin yerden kopmaya hazırsın. 
Hoyrat bir rüzgâr artık zaman. 
Şimdi ikindi vakti. 
Secdeye koy alnını. 
Zamanın Sahibini selâmla. 
O’na konuş, O’nunla konuş; dualarını fısılda. 
Sonsuzluğa tutun hece, hece. 
Şimdi ikindi namazı vakti.

AKŞAM NAMAZI

Vakit akşam. 
Gün ölmek üzere. 
Güneş ışıklarını topluyor eşyanın üzerinden. 
Kızılca kıyameti kopuyor dünyanın. 
Kara kefenini giyiniyor gün. 
Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi yitiveriyor. 
Hatırla ki, senin de akşamın olacak bir gün. 
Ömrünün ışıkları solacak. 
Hayatının perdesi çekilecek. 
Dudaklarında donacak gülüşün güneşi. 
Zaman uçurumun olacak; gelen günün güneşi sana doğmayacak.
Şimdi akşam. 
Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki, 
sen de şimdi herkesten ve her şeyden uzaklaşıp Rabbine yanaşasın. 
Seni sen yokken de bilen Rabbin, sen öldükten sonra da bilecek elbet. 
Herkesin unuttuğu yerde seni bir O hatırlayacak. 
Hatırını yalnız O bilecek.
Sen de O’nu an şimdi. 
Şimdi akşam namazı vakti.

YATSI NAMAZI

Vakit Yatsı. 
Gün çoktan öldü. 
Güneş ışıklarını topladı. 
Gece hükmediyor âleme. 
Güneşin saltanatı bitti. 
Işıklar tükendi ufuklarda. 
Renkler ellerini çekti eşyadan. 
Gül soldu, gün soldu. 
Göğe yöneldi gözler. 
Hatırla ki, sen de unutuşun kara gecesine yuvarlanacaksın. 
Bir adın kalacak geriye. 
Bir mezar taşın hatırlayacak belki Seni. 
Belki o da unutacak.
Düşün ki, unutuşun koyu karanlığı çökmüş üzerine. 
Yokluğuna çoktan alışılmış. 
Unutuluşun hepten kanıksanmış. 
Kimsenin özlediği bile değilsin artık.
Hatırla bunları. 
Hatırla ki, çoklarının seni unuttuğu bu gece, herkesi unutup sen de O’nu hatırla. 
Çoklarının ışıklara kanıp sahte renklerin kuyularına daldığı bu gece, 
Rabbini an, Rabbine kan, Rabbine uyan. 
Evet işte. 
Şimdi yatsı namazı vakti.
Mevlânâ Celâleddîn
bes+vakit+namaz+ve+yasam Beş Vakit Namaz Eşliğinde Yaşam

Bir Kız Bana Emmi Dedi

Değirmenden gelirim beygirim yüklü
Şu kızı görenin del olur aklı
On beş yaşında kırk beş belikli
Bir kız bana emmi dedi neyleyim

Bizim ilde üzüm olur alc olur
Sızılaşır bozkurtları aç olur
Bir yiğide emmi demek güç olur
Bir kız bana emmi dedi neyleyim

Birem birem toplayayım odunu
Bilem dedim bilemedim adını
Elbistan yanaklı Kürdler kadını
Bir kız bana emmi dedi neyleyim

Karacoğlan der ki noldum nolayım
Akar sularınan bende geleyim
Sakal seni makkabınan yolayım
Bir kız bana emmi dedi neyleyim

Karacaoğlan

bir+kiz+bana+emmi+dedi Bir Kız Bana Emmi Dedi

Güneş uykuya yatmış bu akşam bulutlarda

Güneş uykuya yatmış bu akşam bulutlarda.
Yarın fırtına var, sonra karanlık ve gece,
Tan ağaracak sisin içinden sızan ışıkla,
Derken günler ve geceler, ardı arkasınca!

Geçip gidecek günler, geçip gidecek zaman
Dağların üzerinden, dağların, denizlerin,
Irmakların gümüş sularından, ormanlardan
Anlaşılmaz ilahileri gibi ölülerimizin.

Ve suların yüzü,ve kırış kırış ama genç
Dağların alınları ve yemyeşil ormanlar
Daha da gençleşecek, köyden geçen küçük çay,
Yine suyu dağdan alıp denize verecek.

Ya ben! her geçen gün başımı daha bir eğerek,
Tatlı ışıkları altında güneşin, titrek,
Şamatanın ortasında çekip gideceğim,
Sonsuz yeryüzünden hiçbir şey eksilmeyecek.

Victor Hugo

samatan%C4%B1n+i%C3%A7inde Güneş uykuya yatmış bu akşam bulutlarda

Koşaradım

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan
Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan
Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı
Küçük çıkarların büyük kurnazları
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek
Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst
Dışa vurmayı duygularınızı
Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
-Ki bu en büyük kötülüktür size-
Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla
Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi
Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar
Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz.
Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde
İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke
Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz.
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim
Koşaradım
Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde..

Şükrü ERBAŞ

blogger-image-1088557517 Koşaradım

Sıfır

“o kadar çok şey geçti ki gözlerimizin önünden
sonunda hiçbir şey göremez olduk.”

Biz de sevgili seferis, biz de
Güdük bir yaşamı benimsedik sonunda
Güdük ve tekdüze.

Güne yeniliksiz başlıyoruz her sabah,
Aynı kör aynasında küflü alışkanlıkların,
Süsleyip saklayarak sıkıntılarımızı –kendimizden bile-
Düşüyoruz ömrümüzün o ölü çizgisine.
Duyarsız,devinimsiz,umutsuz,güne heyecansız başlıyoruz.

Duymadan dinleyip anlamadan konuşuyoruz.
Hepimiz ayrı ayrı kendi kıyılarında
Öyle kolay anlaşıyoruz ki…
Bir ayrılığı kalmadı düşüncelerimizin,
İncelik adına kimi, çoğu korkudan
Ustaca düzenledik duygularımızı;
Anılar acı vermiyor artık, bizi biz eden değerler yıkıntısında onursuz oturuyoruz.

Eskimiş eşyalarız yeri hiç değişmeyen
Yalnızlığı çağrıştırıp yılgınlığı biçimleyen.

Şükrü Erbaş

blogger-image-1634131265 Sıfır

Eksilmesin İmgen

Bana verdiğin mutluluğu
Paylaşacak kimsem yok
Sevincimi içime
Ve yalnız taşıyorum.
(Biliyorsun ya
Susarak yaşamak zorundayım seni)
Bu yüzden gecelere ve sözcüklere
Bölüyorum ağırlığını
Yüzünü gözbebeklerime çiziyorum
Kırık kalemleriyle kirpiklerimin
Baktığım her yerde seni göreyim
Ve eksilmesin diye imgen
Uykularımda bile
Ömrümün evinden
Sır vermez derininden kalbimin.

Şükrü Erbaş

blogger-image--1048251048 Eksilmesin İmgen

Çığlık

Yankısı boşlukta kalmış bir içli çığlık,
Elektrik direğine tebeşirle yazmışlar:
Seni seviyorum

Direnip durdu günlerce
Zamanların bulutundan süzülen
Hüzün yağmurlarına
Tuhaftır silinmedi.

Kimdir, hangi çalkantıda
Salmıştır çığlığını yolların ucuna?
Almış mıdır bir yazıda donup kalmış titreşimi
Yüreğinin ocağına o gönül üzüncü?

Sevmek derinimizde gülü solmuş bir zaman
Geçtik her seferinde aynı soruyla
Düğümlemiş bir duyguyu çözüp bağlayarak:
“Sevdiğine yanıt vermedikten sonra
Başka kime yanıt verir yeryüzünde insan?”

1987

Şükrü Erbaş

blogger-image--380512714 Çığlık

Bir Sonuca Varamadım

Hem sanık hem yargıç rolünü bırak
Aslolan yaşanandır, doğayı düşünsene bir
Ne kimseyi suçlar, ne suçludur bir başına
Herkesin ömrü kendinin hem yanlışı hem doğrusudur
Ve insan ölüme ancak anılarını götürür…
Dokunmak ne zaman sevmenin dili olduysa
Halka halka yankılandı parmaklarımda sesin
Uzak dost, nazlı konuk
Sözlerinin ipoteğinde kaç yıldır yaşadıklarım
Boğuldum çırpına çırpına iki duygu arasında
Yine de bir sonuca, bir sonuca varamadım…

Şükrü Erbaş

blogger-image--468587022 Bir Sonuca Varamadım