Anam-Babam

Anam küfürbaz bir kadındı
Bu huyuna dün gece istemeden son verdi.
Babamsa “lan” bile demez
“Sen”i “Siz” gibi söylüyor hâlâ.

Anam kaynatasından başlamış küfre
Çorbasını beğenmeyen Deli Memed’in
Sülalesini ıslatmaya yediden yetmişe
Tepesinden aşağı boşaltmış tencereyi
Böylece devralmış delilik tacını
O akşamdan sonra herkes saygılı geline.

Sonra da erliği aldı kocasından, tanığım
“Vur hadi yiğitsen!” diye dikildiği gün.

Ben çok küçüktüm o zaman
Şimdikinden bile daha küçük
Bir inansam büyüyeceğim
Anam’ın dün gece gittiğine
Götbut, kazıkbüzük hiç daha
Tanışmamışım küfrün binbir haliyle
Anam dilin olsun diye öğretti bunları bana
Dünyayı küfürle paklar gelirdi akşam eve.
Küfürlerinden biri de “burcuva tohumu!”
“Ne çok küfredecek insan varmış ya rabbim!”
Rabbine de sözü varmış ama meğer
Kapatırlar diye saklarmış ev dönüşüne.

Evi dediğim derme çatma baraka
Her gelen Kraldı ama,
Her giden Güzel Abdal
“Abdalım kuzum yolun açık ola!”

Saray gönüllü bir barakaydı Anamın evi
Ağızlarını silmeden giremezdi polisler
O barakasaraya, On İki Eylül’de bile.
Tek yaptırımı şu: “Vurun öyleyse köpekler!”

Göçebelik büyük hüneriydi anamın
Saraylardan Bedevi çadırına
Damak tadı taşıyan köle bir gezgin.
Babamsa bir yerleşik köle
Gece bile çıkarmadı kravatını
Ya çağrılırsam hazır olayım diye
(Artık çıkarıyor, astım yüzünden o da)
Herkese pırıl pırıl hazırdır babam
Sen nehrine Siz nehri demese de
“Canın benim!” diyebilir
Sun Yat Sen’i de hiç sevmezdi.
Beykın’a hayrandı ama
Hiç bilmese de okuma-yazmayı
Oğlundan dinlerken “Denemeler”i
“Beykın dediğin adam, Alevi mi?”
Diye sormuştu bir gün dayanamayıp
Yanıt Anamdan geldi:
”Olur mu hiç İngilizden Alevi, salak!”
Babamsa olanca kibarlığıyla:
“Niye olmasın, İngiliz insan değil mi?”
“Şuna bakın arkadaş, derdi Anam,
Şuna küfür işler mi?
Babamsa Anamın öfkesine
“Get salak!” deyip deyip gülerdi.

Anam, küfür yetiştiremedi dünyanın hallerine
Benden bu kadar deyip dün gece çekip gitti
Belki sorgucularına kazık çakıyordur şimdi de.
Babamsa karıncayla kelebekten
İncelik ilmi dersinde hâlâ.

Mahmut Temizyürek
guvercin+gerdanligi Anam-Babam

Hayatın Üç Mevsimi

Sonunda kış gelir. Ve biz hiçbir mevsim
yaşamamış gibiyizdir. Eskimiş bir herkes
yalnızlığı, kış gelir tazelenir. Kar tanesi havada
başka, yerde başkadır. Biz ona aşığızdır, havada
usul usul süzülüşüne ya da bir çalımla dünyaya
inişine… Kimileri “vruuu, vruuu” diye ses
ç›kardığını söylüyor. Duyuşumla söylüyorum:
“fü” diye düflüyor kar. Do, re, mi, fa, sol, la, si,
fü… Fü… Elini uzat erir; dokunmamalı, kış gelir.
Gölden yalnızca tuzlu su kalmışken kış gelir tuz
erir, gölün yarasına kar tuz basar. Eriyen ve
eritendir. Anılarımızı yanıltan kar. Anılarımız
mı? Döne döne erir kar, gölden kalan tuzdur anılar
Biz ki, birbirimizin yalnızlığına dokunmaya izin
verdik. Yaralarımız irkildikçe ürpererek sevindik.
Sevişmek bu dedik, acıyla buluşmak iyi dedik.
Gövdemiz hanlarıydı birbirimizin; sözlerimiz han
duvarı yazıları. Ne zaman ki vurulur eskiden beri
atların hamutları, şaklar zamanın meşin kırbacı;
kulağımızda üç beş saat uzaklığın nal uğultuları.
Kış gelir herkes yalnızlığı. Çekiliriz kuytulara.
Seni düşündükçe mevsimler dört döner
koynumda ve hep kışda durur.

Dünyanın dört mevsimi var. Gündelik hayatın
tüm çevrimi onlarda.
Hayatın üç mevsimi var. Ömrün üç çevrimi…
Ayrılık birinci mevsim.
Ayrılık diyorum ya, bu seni üzmesin. Ayrılık
yalnızca bir uzaklık duygusudur aşkta. İnsan
eskimiş bir herkes yalnızlığındayken bile iki
kişidir. Biri hep sen olan iki kişi.
Yankıda ben yokum
korkusu bulandırır gölü.
O yüzden kış gelir ve Ayrılık, ilk mevsim.
İnsan keskin bir ses duyar kar yağarken, biz ona
nedense uğultu deriz. Hem tiz hem koyu bir
sestir, bir kopuş sesi. Çünkü az sonra kar, karlara
karışacak ve biz ona kar diyeceğiz yalnızca. O bir
tane değil artık, kardır. Ölmüştür taneliği. Ölüm,
üçüncü mevsim. Arada bir daha var. Yoksullar
ona Yoksulluk Mevsimi der, bense Yoksunluk
demeliyim. Ya erken ya geç ya eksik ya fazla…
Herkes çıktığı suya geri dönen mitolojik attır.
Taa ki kar yağar tane tane, ağarır anılar…

Mahmut Temizyürek
hayat%C4%B1n+uc+mevsimi Hayatın Üç Mevsimi

Uyumaya Gidiyorum

Çiçeklerin dişleri, çiylerin saç filesi,
Elleri şifalı otların,
Sen, mükemmel ıslak hemşire,
Hazırla benim için dünyevi çarşafları
Ve kuştüyü yorganını yolunmuş yosunların.

Uyumaya gidiyorum hemşirem,
Yatağa yatır beni.
Baş ucuma bir lamba koy;
Bir yıldız kümesi; ya da nasıl istersen;
Her şey olur; birazcık kıs ışığını.

Yalnız bırak beni:
Duyuyorsun tomurcukların yarılıp açıldığını….
Göksel bir ayak sesi sarsıyor seni yukarıdan
Ve bir kuş çiziyor bir izleği senin için.

Öyleyse unutacaksın…..
Teşekkürler.
Ah bir isteğim var senden
Eğer o adam telefon ederse yine
Söyle ona gittiğimi,
Bir daha aramasın…

Alfonsina Storni

Uyumaya+Gidiyorum Uyumaya Gidiyorum
Yakın bir arkadaşı olan Quiroga’nın 1937 yılında intihar etmesinden sonra, göğüs kanseri ve yalnızlık ile boğuştuğu bir döneme girdi. Storni son şiiri olan Voy a dormir (“Uyuyacağım”) eserini Ekim 1938’de La Nación gazetesine yolladı. 25 Ekim 1938 tarihinde gece yarısından sonra Arjantin’deki Mar del Plata’da yer alan La Perla kıyısına geldi. Ertesi sabah iki işçi yazarın cesedini sahile vurmuş halde buldu. Ancak biyografi yazarlarına göre sanatçı bir dalgakırandan denize atlayarak deniz derinleşip boğulana kadar denizde yürüyerek intihar etti. Meme kanserinden geçirdiği operasyonun başarılı olmaması nedeniyle depresyona giren alfonsina “voy a dormir “(uyuyacağım) adlı eserini yazdı. Eseri basıldığında alfonsina denize atlayarak intihar etmişti.


Sebepsiz Hüzünler Sultanlığı

burası sebepsiz hüzünler sultanlığı
kül burada her şey;aşk,bilgi ve keşif
zaman şu an ve mekan şu nokta
gelir geçer sultanlık hafif ve gözyaşlarıyla

burası sebepsiz hüzünler sultanlığı
yok burada gözlem,deney ortamları ve varsayım
hipotezler,büyük teoriler,hatta bilimsel yasa
ülkem;laboratuarda sıkıştırılmış kahkaha

burası sebepsiz hüzünler sultanlığı
yolunu yitirenlerin kıyısında armasız,tuğsuz
nedimeleri de olmayacak bu aşkın ancak garipler
aşikar kılınacak kirpiklerinin ucunda incinmişlik

burası sebepsiz hüzünler sultanlığı
bir çingen gülümseyişinin ısıttığı otağ!
attık her şeyi ateşe keskinliğiyle bakışımızın
elbet beylik kılıcı şiir kızının kalbinde ışıyacak!

burası sebepsiz hüzünler sultanlığı
gözyaşlarıyla ağlanmayacak çünkü şehzademiz yok
ancak gözlerimizi biriktirebiliriz içimizde
kırdık kafasını zekanın ölümden öte ölüm-çok!

Hüseyin Atlansoy

Sebepsiz+H%C3%BCz%C3%BCnler+Sultanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1 Sebepsiz Hüzünler Sultanlığı

Zamanla

Zamanla,
Geçer, her şey geçip gider, zamanla
Unuturuz yüzü ve sesi unuturuz
Kalp daha da yenilince, gitmek dert olmaz
Aramak daha uzağı, peşini bırakmak gerekir ve bu çok iyidir
Zamanla

Geçer, her şey geçip gider, zamanla,
Taptığımız öteki, yağmur altında aradığımız
Bir bakışının etrafında köle olduğumuz öteki
Arasında satırların , kelimelerin
Ve altında, bu gece çekip gidecek boyalı bir yeminin
Her şey görünmez olur, zamanla

Zamanla
Geçer, her şey geçip gider zamanla
En güzel anılar gibi, dilinden düşmeyenlerden birisidir
Galeri Farfouille’de ,ölüler kısmında
Cumartesi gecesi şefkat alıp başını yapayalnız gittiğinde
Zamanla

Geçer, her şey geçip gider zamanla
Bir rom için, bir hiç için inandığımız öteki
Rüzgar ve mücevherler verdiğimiz öteki
Birkaç aşağılık şey uğruna ruhunu satan için
Neyin karşısında çabalıyorduk, çabalayan köpekler gibi
Geçer, her şey iyi olur zamanla

Zamanla
Geçer, her şey geçip gider zamanla
Unuturuz tutkuları ve sesleri unuturuz
Size yoksul insanların sözcüklerini en düşük sesle söyleyenleri
Fazla gecikmeyen, her seyden önemlisi fark etmeyen soğuğu
Zamanla

Geçer, her şey geçip gider zamanla
Ve çatlamak üzere olan atlar gibi beyazlamış hissederiz
Ve kaderin yatağında buz tutmuş gibi hissederiz
Ve belki yapayalnız ama kederli hissederiz
Ve kayıp yıllarla yanıldığımızı hissederiz
Demek ki gerçekten
Sevilmeyiz artık, zamanla

Léo Ferré

her+sey+gecip+gider+zamanla Zamanla

İlk Kan

Deniz kıyısında koşuyordum
Birden ormanın içine girdiğimi farkettim
Şimşek çaktı, gök gürledi, yağmur başladı
Ormanda yapayalnızdım
“Ne kadar somut şiirler yazıyorum” diye sevindim
Ormanı, şimşeği ve yağmuru yazmıştım
Kaplansa içerilerde bir yerdeydi
Şimdi onlar gerçektiler
Şimdi benim yazdığım gibiydiler
Bulutların arasından çıkan pembe bir ışık, denizin
gökle birleştiği yerde pembe bir çizgi
çiziyordu
“Ufukta pembe bir çizgi vardı” diye yazabilirim ben
Bu cümlenin bu kadar somut olduğunu kim bilebilir?
Evet, somut şiirler yazıyorum ben, siz bilebilir misiniz?
“Bir zamanlar bir Romy vardı” desem, “Ufukta pembe bir
Çizgi vardı” anlar mısınız?
Ya da “Âşık ya da başka bir şey olmak”desem,
“başka bir şey olmak” nedir bilebilir misiniz?
Bunu benim için yapar mısınız?
Çünkü ben “Bu şiir Romy´yi anlatmıyor” derseniz,
sevinerek “Bu şiir Romy´yi anlatıyor” anlayacağım
Romy de “Unutamıyorum, ama yaşamak istiyorum” demişti,
Bunun apaçık “Unutamamak ölüm demektir” olduğunu
Kim anladı?
Siz anladınız mı?
“Gitme kal” diyemedik sana Romy, ama gitme kal” dediniz
mi?
Bir zamanlar Romy vardı
Evet, somut şiirler yazıyorum ben, siz de bok yiyin!

Ahmet Güntan

somut+siirler+yaz%C4%B1yorum+ben İlk Kan

Yang Guifei

İncili perde yukarıya doğru yuvarlanıp açıldı, güzel kadın

Kaşlarını kaldırdı, katsaçları gibi.
Yüzünde yaşlarının bıraktığı izleri görebildim.
Ama kime kızdığını bilemedim.

Li Po
Yang+Guifei Yang Guifei

yedi işaret

Nehir -aktı
Ay -döküldü
Ay ışımayı unuttu -ben de unuttum kendimi
Orada öyle otururken.
Şarap içerken kuşlar uzak,
Şarkı uzaktı.
Ve hiç kimse yoktu.

Li Po (Li Bai)
li+po+li+bai yedi işaret

Kalbimin yetim kayığı

Kalbimin yetim kayığı
Geçmeye çalışıyor oynak, dalgalı
Zaman deryasını

Ping Hsin

kalbimin+yetim+kay%C4%B1g%C4%B1 Kalbimin yetim kayığı

su birikintisi

Sıradan bir su birikintisi
Yansıtıyor kımıltısız güneşi
Ve altın bir deniz oluyor birden.

Ping Hsin

su+birikintisi su birikintisi