İnfaz

mahcup bir cellat gizli bende
her gün yağlar durur ipini
vakti yok infazların
kendi infazda vakitlerin
hızarlara gelemem gayrı
hizalara da
çürütülmüş bir köküm şurda burda

seni düşlemeye gün yetmiyor artık
günler bende bakırçalığı
serin rüzgarlarda saçların
yapraklarda sesin
bin yıldızlı gök yaptım gözlerinden
sevgilim demek için geceme

zor yollardayım
önüm ardım cinnet mahyaları
cam kırıkları dökülüyor ıslıklardan
gül değil yalnızlık bu elden ele
kıyamet habercisi çarşılarda

Arif Ay

seni+d%C3%BC%C5%9Flemeye+g%C3%BCn+yetmiyor+art%C4%B1k İnfaz

Gelişin Erguvan Baharıydı

1.
sağanak bir yağmurdu zaman
bardaktan boşanırcasına
yağıyorduk ki biz
diz dize göz göze
sığıntı bir beraberlikte
kendimizden gitmişiz
eylül yağmurlarında
sızıp kaldı gün
şırıl şırıl ıhlamur ağaçları
biz sırılsıklam

yerin dibine girdik
yerin dibine batsın ayrılık

2.
ayrılığın bağbozumu
ellerimde titreyen dokunuşun
avuçlarım tutuştu
gözlerime konuşlanan bakışın
bir baktı pir aktı
ki
alkımına kapıldık
gelip çattı zamansızlık
bırakıp kaçtı bizi
gün akşama iniyordu
gök ekin biçiyordu gözlerin
saçların sırılsıklam bir eylül
o gün içime çöktüğün gündü
mevsim hüzündü

yerin dibine girdik
yerin dibine batsın ayrılık

gelişin erguvan baharıydı
kuşandım
gidişin zemheriydi
uzadıkça kışladım

Ali Ekber Ataş

blogger-image--1003993952 Gelişin Erguvan Baharıydı

Ayrılış

Hoşça kal havuz, bütün güvercinlerim,
İnce bakışlarınız, yuvarlak uçuşunuz,
Onları unutmadım, yumuşak tüyleri de,
Hoşça kal havuz.

Hoşça kal evim, mavi çatılar siz de
Eşin dostun kurduğu hep görüşelim
Hiç ayrılmayalım diye mevsimler boyu,
Hoşça kal evim.

Hoşça kal çamaşırım, çite serili,
Çanın ordaki çite (kaç kere boyamıştım).
Sen artık kendi malın bilirdin onu,
Hoşça kal çamaşırım.

Hoşça kal badana, bir sürü camlı kapı
Ayna gibi muşambalar, duvarlar arasında;
Ak, demir parmaklıklar, alacalı renkler,
Hoşça kal badana,

Hoşça kal bahçe, mahzenler, döşemeler,
Havuzda giden yelkenlimiz yel üfürdükçe,
Sen de o ak saçlarına özenen hizmetçimiz,
Hoşça kal bahçe.

Hoşça kal dağ, cici ağaçlarım,
Hoşça kal duru ırmağım sen de,
Benim başkentim sizlersiniz,
Kim demiş Paris diye.

Max Jacop
Çeviri: Ülkü Tamer

blogger-image-1562455420 Ayrılış

Çengelköy’de Yaz Düşüncesi

Gündüzle ölçüyoruz eski limandaki düşünceyi
Bir şeyi anlatmak ister gibi rüzgar
Masamızdaki peçeteleri karıştırıyor
Ölmüş bir yakınımıza benziyor bulut kümesi
Ezan sesi geliyor yalıların arasından
Büyük bir şilep sessizce uzaklaşıyor
Denizin uykusunu kaçırmak istemeyen misafir gibi.

Senin yapraklarınla dolmuş bir havuzum
Akşam kurbağalarının gürültüsüyle avunan.

Gece yıkıntısıyla karşılaşıyoruz orda
Bir ağaç yalvarışlarıyla hüzünlendiriyor bahçeyi
Biz biliyoruz kışın gümüş sokaklarını
Hangi kar örter düş kırıklığını
Alır ellerimizden bizden olanı
Dağ tarafından gelen haberlerle susuyoruz
Kurban bayramındaki kanla kirlenmiş bıçak gibi.

Senin dallarında kapanmış bir patikayım
Sabah oğlaklarının çanlarıyla uyanan.

Salih BOLAT

blogger-image--329929210 Çengelköy'de Yaz Düşüncesi

Seni Tanıdığımda

Seni tanıdığımda
Med zamanıydı, kanat alıştırıyordu ay
Bakışlarının kardeşi, zümrüt toprak
Çaresizliğin sesini tanımlıyordu saatin
Sana yakışan da buydu
Ve bana, umutsuzca biliyorduk

Uzun yağmurlardan sonraydı
Seni tanıdığımda
Öğle vakti çıkabilirdik kırlara
Yeşerebilirdi bileklerimiz, gözlerimizde
Çiçekler açabilirdi, kalsak biraz daha
Çekirgeler fışkırabilirdi saçlarımızdan kelebekler
Sonunda karışıp gidebilirdik otlara ve kuşlara.

Apansız bulutlar, ışıklı hüzün çiçekleri
Yoldan geçen bir avcının çantasından
Dökülür gibiydi sesin
Seni tanıdığımda
Uzaktaydı kent yasalar, plastik dünya
Bilinçli unutkanlıklar uzaktaydı.

Yağmurun tanığıydın, şu ellerinle
Şimşeği yuvasına zorluyordun
Seni tanıdığımda
Gülümsüyordun

Salih Bolat

Uzun+ya%C4%9Fmurlardan+sonra Seni Tanıdığımda

Yaprak Kasırgası

artık kalbim yürüyen bir yokuştur
her şeyin bir sessiz karşılığı vardır
annemi kaybetmenin sessiz karşılığı nedir

– gül denizinde diken fırtınası
– gök ağırlığında bir bulut
hayır hayır. kokusu uçmamış yastığının, soluğu uçmamış
elleri yumak olmuş, dağılmış saçları
herşey koca bir evin yorgunluğundan kalmış. eşyanın
yalnızlığında şimdi.
sanki gözleri bir açılıp bir kapanıyor
sanki temiz bir gömlek giymişim
yakalarımı düzeltiyor

annem annem
sıkıca sarılıyorum yastığına

annem annem
yastık mı sarılıyor bana

annem annem
alıp yastığı
koşturuyorum sulara

annem annem
çığlığım götürsün seni uzaklara
yeşilcik bir çocuktum, tıngırtılı mıngırtılı
güney kasabalarında. sınavlara ve sevdalara
her an hazırdım. orta halli memur çocuklarının
tarihlerinde yazılıdır bu.
babam, şarkılarla karışık
savaşlarını anlatırdı
karıncalarla hamamböceklerinin.
annem köşesine çekilmiş
pirinçlere yasin okurdu
sırtımı sıvazlamak için.
omuzlarıma nal düşecek
hayatı yoracaktım, yorulan
kır çiçeklerinin karşılığında

annem annem
karanlık adamlar karanlık yüklerini karanlık
ceplerime boşaltıyor
annem annem
ada vapurları, mastika’larla karşılanıp
enbüyükfener’lerle uğurlanıyor

annem annem
o aptal arabesk var ya o
aptal olduğu kadar egzos
egzos olduğu kadar klakson
kulaklarıma pamuk
pamuk dayanmıyor

annem annem
suadiye gençliği esrara yatıyor

bir sen misin oğul, bir sen misin
bu cehennemin iplerinde oynayan
kızgın harem gecesinin
suskun çanlarını çalan
bir sen misin oğul, bir sen misin
mürdüm eriklerini ağacından dağıtan
alnımızı nar yapıp çatlatan
ki o an, elektrikli tren
uçurum yanında yay gibi gerilmişti
yıldız kayıyor, dolar kuşatıyordu
on bin grostonluk tanker ise
petrol boşaltıyordu. yumruk oldum
indim aranıza, yani masanıza
yanalım dedim
pisipisine yanalım
aşağısı uçurum
uçurum aşağısı
annemde ilk yer sarsıntısı
yaprak kasırgası
annem annem, n’olur kızma
arkadaşların çoğu gitti azı kaldı
annem annem, n’olur kızma
kalanlar işsiz. kupon biriktiriyorlar
yüzbinde bir de olsa, asgari ücretle
iş bulacak çamaşır tozu
annem annem, n’olur kızma
kahvelerde oyun falan oynuyorlar
ellerindeki son kozu
sokaklarda alanlarda uygun adım
uygun adım
uygun

annem annem
tüm kapıları çivilemek geliyor içimden

Mehmet Müfit

blogger-image-87428202 Yaprak Kasırgası

Vazgeçmeler Ustası

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki aşktan bir leke,
Kazındıkça kendini temize çeken
Gizlice. Sürtündükçe kıvılcımlar saçan
Çakaralmaz renk cümbüşü işte.
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Reddedemem önerinizi,
Paylaşalım elbette:
Lekeniz sizde kalsın,
Ben aşk’ı alırım sadece.

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki iki soluk arasında
Gelip geçen zaman.
Hangisi ölüm hangisi yaşam?
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Yaşadığınız bir ömür değil mi?
Seçimi siz yapsanız, istediğiniz sahneyi seçseniz:
İster ilkincisi olsun ister sonuncusu fark etmez ki,
– Başarımızı arttıracaktır provalardaki performansınız –
Artanıyla yetinirim zaten ben, ilk gösteri için
siz önden buyrunuz lütfen!

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki korkusuz ve kuşkusuz bir aşk,
Başdöndürücü ve anısız,
Fısıldaşmaları dalgınlıklara takılı.
Ya sizinki?

Hala anlamadınız mı?
Demiştim:
Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Aşk’ı bana terk etmiştiniz zaten,
Üstü…kalabilir sizde…

Tuğrul Asi Balkar

blogger-image--1978292068 Vazgeçmeler Ustası

İşte Sessizlik Sesimizle Buluşuyor

İşte sessizlik sesimizle buluşuyor
Farkında olmasak da
O şarkılar üzünç iklimi
Harfler harfler harfler
Harflerin yarattığı bir mutluluk bu…

İşte sessizlik sesimizle çarpışıyor
Tam karşında tutkunluk
Tam karşımda bir gül
Tam karşında özlem
Tam karşımda vurgunluğum
Tam karşında süvarin
Tam karşımda sevinç
Karşı karşıya aşk

Sözcüklerin taşıdığı duygular,
Değiştiriyor insanı ne yapsan
Gözlerin görmeye başlıyor
Kulaklarım işitmeye
Yüreklerimiz çarpmaya, coşkulu
Yorgunluk, unutkanlığa yazdırıyor kendini

Ben kılıncımı bıraktım
Sen kalkanını
Pusatsız kaldık işte…

Aşk aşk aşk

Yengisi gövdesine saklı

Yenilgisi de…

Tuğrul Asi Balkar

blogger-image-575700601 İşte Sessizlik Sesimizle Buluşuyor

O Duru Çocuk Bir Masal Belki

o duru çocuksu alnın ölüme yüz sürmez
sır vermez bir gülüşle kıvrılır dudağın
inanma, karanlık geceleri süslemez güzel düşler
bir kent karartılmış mevsimleri yaşarken.

karartılmış mevsimleri yaşarken
bir yıldız kaysa biri ölürmüş hani
kaç yıldız kaydı bir bilsen
morartılmış gecelerde düşler kurarken

morartılmış düşler kurarken, otursana
yüzüne dallarının nakışı düşsün.
hep akasyalarla vardı o çocuk, sensiz
şarkılarda unutulmuş bir masal.
bir masal belki, sevdası terkisinde
atını değiştirmiş bir süvariyle giderken.

o süvariyle giderken hiç acı duyar mısın
bir yıldız kaysa ya da düşmese, ölümler
beklemiyor artık, bir bıçak saplanmış
gibi yüreğinde, her gün her gece.

her gün her gece acılıyım, söylemiştim
o duru çocuk alnına sürmez ölümü
ne karartılmış mevsimlerde
ne morartılmış gecelerde.

sürerse sözüm sürer, masal mı o çocuk şimdi.

Tuğrul Asi Balkar

blogger-image--638688374 O Duru Çocuk Bir Masal Belki

Gölgesi

hep bir gölgeyle saklandı yüzüm fark edilmedim
kimi mutluluktan derdi kimi umutsuzluktan
bense bilirdim senin gibi, yıllar öncesi
alnımda seken bir kurşunun parlamasından
alnımda seken o kurşunun
beni hayata bağışlamasından

(durur izi sol üst köşesinde alnımın
yaşama atılmış bir çentik gibi)

hep bir gölgeyle saklandı yüzüm fark edilmedim
güneş doğudan doğardı sırtımı ona verirdim
güneş batıdan batardı sırtımı ona verirdim
tepede yükselirdi güneş her öğle vakti
bir saçak altı bulur beklerdim
uzasın diye gölgem – uzardı gölgem
uzasın diye gölgem – uzardı gölgem

(gölgem uzundur günahlarım gibi
gölgem uzundur günahlarım gibi)

öyle de denir – ki doğrudur:
gölgesi uzun olur hayata kısa gelenlerin gövdesi.

istemekle,
insanın başına gelmesi arasındaki fark! işte bu:
hayata kısa kalan bir adamın uzun gölgesi.

Tuğrul Asi Balkar

blogger-image-821277402 Gölgesi