Ürperen Harfler

Bu şiir sana ulaştığında
Küskün baktığında ruhuna
Bil ki nice kırık zamanlar dokundu ona
Issız gecelerde mahzun yıldızlar

Sözcüklerin her birinde gizli ürpertiler
uzaklardaki soğuğundan geldi
Odalara sığmayan yası terk edişin
harf olup inlerdi

Sen şimdi okurken onu
Bilemezsin benimle yaşadığın yerleri
Gözlerimde geçtiğin yollar
İçimde dolandığın bahçeleri

Bu şiir şu an senin yanında
Benim olamadığım uzaklığında
Gözlerine baksın bir an
konuşan gözlerim gibi

Neşe Yaşın

%C3%9Crperen+Harfler Ürperen Harfler

Üzgün Kızların Gizli Tarihi

Hiç bir şeyi tam anlatamam
bir yanılsamadır anlatı
zamanın ağlaştığı ömür
zalim, vahşi gerçek ormanı

Söz öyle derin acıtıyor ki
yüzyıllardır kırdığı yerlerden
çürümüş günlükleri kokluyorum
bilinmez utançlar devşiriyorum
kendimi var ettiğim küllerden

Ben ki biraz o başkalarıyım
O başkaları biraz da ben
ayazda çıplak bir dal
yabanıl bir ses
uzun geceden

Eziyet çekerdi yüzü annemin
babam gücünü umarsızlığından alan çocuk
peki ben neydim ya da kardeşlerim
görmezler miydi ufacıktı bedenim
çıtır çıtır ezildim

Ateşten bir deftere kazıdım
arzumun fısıldadığı sözleri
bir garip zulümden azat olsun ruhum
sesim ulaşsın diye bir sevgiliye

Neden bilmez ki sözyapıcılar
ev içlerinde ne hayatlar kurşunlanır
yarattıkları kavramlar dilsiz
ezik kızların inleyişine

Kargacık burgacık yazılarda
bir hayal gizlenirdi kaçıp gitmek üstüne
sanki bir başka ülke varmış da
insandan öte

Ev içlerinde solan gülkızcık
yalnızlıktan korkardı yine de
sonra düşleri çağırırdı sabah
ışıklar konardı iç çekişine

O itiraf defterleri lanetlendi hep
sözleri altüst etmesin diye sokağı
Herkese bir yer verdi
sürünüp geçti hayat
yalnızlıkları tırmalayarak

Bana öğretilen içsiz kelimeler
titretmedi hiç ses tellerimi
Olmayan sözlerle yazıldı hep
üzgün kızların gizli tarihi.

Neşe Yaşın

%C3%9Czg%C3%BCn+K%C4%B1zlar%C4%B1n+Gizli+Tarihi Üzgün Kızların Gizli Tarihi

Düştanbul

Düştanbul

“Siz kâinatın etrafınızda dönmesini istiyorsunuz. 
Düşünmüyorsunuz ki hayat sizi mahrekinin dışına 
atmış. Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür.” 


I


“Serin kuşu sabahın, acılı ve tekdüze, 
açılan sessiz bir yaprak gibi gündüze.” 

Her kentten içeri, sarı gündüzler
çıldırtıyor insanları. Bir gece
gelir her gündüzle, bitimsiz düşler;
bir kentten içeriye hep girince.
O yaralı ece, çıldırmış gündüz,
İstanbullu o orospu; kirpiğin
her kapanması o, ıslanmış bir düş—
acısıdır haça gerilmiş kentin.

Soluksuz bir gecededir arası
yağmurla düşün; ağacaktır o da
ağmışsa dünyaya ruhu arınmış
İ(n)sa(n); çarmıhlı kentimin acısı,
düşümde gördüm, sarı bir gündüzde
bitmiş.
Uyandım, baktım, güneş doğmuş.


II

Ne san. Bir kentte bir gündüzde
bir düşte. Sarı Japon fincanlarını
diz içine üstüste.
Fincan içre bir iç bu. Fincan içre
bir can. Alttakini çekince,
şan— gırr!
İnsan!
Ne san.


III

İstanbul’a bir düş(üş)—
Çığlık çığırır o türkü değil.
Çığlık çığlığa bir düş, 
çığlık çığlığa bir gündüz. 


IV

Bir şehrâyinde havaya saçıvermiş eş’arını, melankolik abdal bir şair; havaî fişek olmamışlar. Açılıp saçılmamış—


V

Nazlı için.

Düş—
tü! Yaralı ece, bir yaprak
inceliğinde ve göğsünde
kırmızı çiçekleri, kurak
bir iklimden kopuk, öylece,
Kadıköy’de çingenelerin
çiçek sattıkları meydan-
da öpüşür, sonra ellerin-
den öpüşür ve gider ordan.
Yağmurlu bir gündüzde Mühür-
dar’dan yukarıya öpüşür.
Naz/lı, sessiz, yağmurlu gündüzde.
Deli dışavurum. Oysa düş— 
tü!


VI

Ümit için.
Sokaklarında bu şehrin, ölüm
Denizi bu şehrin, ölüm
Göğü ölüm. Sevgisi bu şehrin,
bu şehre sevgi, bir insanına 
sevgi bu şehrin,
ölüm. Kostantiniyye, İslâmbol
olup bir vakitte, donanıp 
ışıklarını artık bu şehir
Her şeyi ölüm, bu şehrin. Kirpikleri
ölüm. Orası ölüm.
Belalısıyım ben bu şehrin,
ölüyüm


VII

Akşamdüştü. Yağmurun
sokaklarında çılgın
iki gölge. Yaşamayı
habersiz ölüveren.
Kötü bir sinemanın
kapısı. Akşamüstü.

Akşamdüştü. Yağmurla 
gelen bungun uzaklık.
İki sigara ve gong!
Karanlıkta ıslanıp
ışıldaması uzak
gözlerin. Akşamüstü.
Akşamdüşü.


VIII

Kırık camlarını topla
Karanlıkta ıslak gözlerimizin

Bir sevginin öyle

Cihannümada otur ve hüzün
Uzun bir takvim—
in


IX

Gecenin içine ürküp düş/müştü,
bir sevgiyi taşırarak fincanda,
bir eli cebinde, ağzında ıslıkla;
düştüğü bir şiire

gece.bir fincan çay.eller.gözler .
sevgi.istanbul.pera.düş.gece

Hepsi, hüzün ve hece.


X

Ampul ve İstanbul
dalınca bir—düşe
ve ansızın gece
solu(yu)nca İstanbul
içinde. Bul

Bu ampul şehrine
dalınca, bir düşe;
geceyi ve şehri
içinden, yerde bul.
Yerinde bul


XI

Düşe—kalka yürüyen gün
elinde bitmiş bir şişe
yüreğine bir çiçek sap—
lı uzanıvermiş yere.


XII

ol düşenler—düşüverenler
kim acısını kışın

ol düşenler—acıverenler
kim gülünü baharın

ol düşenler—gülüverenler
kim sızısını yazın

ol düşenler—sızıverenler
kim düşünü güzün

ol düş/ince
kim gizini sözün


XIII

ıssız bir Nedim olup
eyağına doldurmuş
gizi ve sözü teyelli

oysa kim Çukurbostan’da
yaşıyor şeker şiirlerini
bir kız tıkır da mıkır

ol düş/ince
kim şekerini ve şiirini


XIV

ya da yoksa taş bir plak mı döner sapsarı
ipince bir sesle süzülerek iniyorken yaşlar
masmavi hafız burhan mı ha o mu hafız
burhan mı iki kadeh rakının puslu sularında
kayıklarımızla şıpır şıpır gezerken herkesten
gizli ud damlaları mı düştüler ha ud
damlaları mı düştüler Mı? Raprakı 
gözlerden


XV

“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu . . . 
Birinciliği beyaza verdiler.” 
Beyaz beyaz be— (Düşer düşmez 
Yazılanların hepsi beyazı ölür: 
beyaz beyaz beyaz! İstanbul! Birazı 
Kendine âşık biri düş, birazı 
biraz. beyaz
beyaz
beyaz!)


XVI

Düştanbul! Cahide Sonku’yu kim öl— 


XVII


Ender için.
Zo! Düş—tü ellerim, ölüyorum.
Kar çiziyor göğe eliflerin
kıpkırmızı! Kanamış güllerin,
Hamlet’e soyunuk ağlıyor Nur
sarılıp aynaya. Zo! Kumpanyam
düş—tü, ölüyorum.


XVIII

Bir seyyar satıcı satsın şarkı sözlerini tezgâhında bağıra çağıra; bu şehrin altı otel üstü minare.


XIX

“ Till human voices wake us, we drown.” 
Üsküdar’da sucuların.
Gündüzün en orta yerinde

Sevgini naftalinle,
şehre dökül

Susayana su!
İç ve boğul. “Çınçın! Buz iç . . . ” 


XX

Dirime yürüyen gün
önü kesilir ikindi
üçündü gider ölümün
içine düşer Geceaydın
vapurlar! Günaydın 
Üsküdar—dirilince


XXI

                                    “So we beat on, boats against 
                                      the current, borne back ceaselessly into 
                                      the past.”

Hey Tanburî Efendi!
Taksim’e çıkmasın bütün yolları bu şehrin;
şahnişinde otur sen de
kırık bir taksim—
in,

Düş İstanbul’u, başlarına ör!

Seyhan Erözçelik

d%C3%BCstanbul Düştanbul

Kuşları Siktir Et

gel geri dönelim dünyaya aşkla; kuşlar
gagalıyor üzüm salkımlarını; kuşlar
kanatlarına, incecik parmaklarına
kuşlar hepimize yabancı
sevmek bir başkasının yarasına dokunmaksa
kuşları siktir et! anne ol bana bu gece
karanlığa sürtünmeden usulca geç eşiğimden
kapıyı çalmana gerek yok, yumruklamana
omuz atmana gerek yok, sabret
nasılsa bir serseri kurşun gelir bulur beni
bir bıçağa hasret karnım, yumuşak karnım
ve kanım dondurucu soğuğa gebe
sen sadece anne ol bana bu gece

tuhaf bir türkü söyle erzincan yöresinden
içinde kuş olmayan, kan ve karanlık
kapı eşiği olmayan eğlenceli bir türkü
bakarsın eşlik ederim, bakarsın küserim
ne söylesem yalan olur, ne söylesem asılırım
eski ahit yazıcısı kadar asık bir yüzle
önemseme…sen sadece anne ol bana bu gece

bir tren makas değiştiriyor kalbimde
bir vapur yan yatarak eğleniyor denizle
sanki iki sevgili Beşiktaş motor iskelesinde
karşılaşmış gibi tuhaf bir his var, kırgınlık var
sevinç de var aksi gibi içimde
yürürken çalılara sürtünüyorum sanki
elini tutarken üstünkörü bir diken
gülün ömrünü kısaltıyor, gülün azmini, gülün
zerre kadar yeri yok hayatımda
sevmek sahiden bir başkasının
yarasını yalamaksa kuşları siktir et
gülü siktir et, sen sadece
anne ol bana bu gece.

Altay Öktem

bir+tren+makas+de%C4%9Fi%C5%9Ftiriyor+kalbimde+altay+%C3%B6kten Kuşları Siktir Et

Tek

her kadınla yalnız bir kez yatılır
diğerleri tekrarıdır o sihirli acının
dağlarda kar biter, çanlar duyulmaz olur
o yüzden severim tek kenarlı tanrıyı
hımbıl bir oğlan gibi koşarım ardınızdan

paslı maymuncukla açarım en kilitli yanınızı
elimde bir demet öldürülmüş pembe gülle
herkesin çaldığı kapılara dayanırım
istisnasız acırım kendime

sisli bir geceniz elbette olmuştur sizin de
en azından korkmuşsunuzdur bir aşkın gölgesinden
ya da yanlış anlamışsınızdır ateşin anlamını
yanardağlar patlamadan az önce

ben nasıl öldürürüm şimdi babamı
tek bıçak darbesiyle?

Altay Öktem

her+kad%C4%B1nla+yaln%C4%B1z+bir+kez+yat%C4%B1l%C4%B1r Tek

Herşey: Oda Kırbaç Ayna’dan

EK III: DÜŞLER

ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan
bıktım kendimi yaralı
bir geyik gibi sırtımda taşımaktan
anı defterlerinin arasında kurutulmaktan
aslında hiç yaşanmamış olduğunu sandığım
o eşsiz yazdan

ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan
o düşü gördüğümü sana söylememiş miydim? o kadar mı
aldattım kendimi sana bunca yakınken.bunca yalanken ya-
şadığımız tek kişilik oda.
odalar. onlar. en yalın gerçeğimiz. ken.
bunca,
hayatı aynı anda nasıl yaşadık hâlâ
bir anlam veremiyorum kendi yalanlarıma
o düşü gördüğümü sana söylemiştim, emin değilim. simsi-
yah bir odadaydık ikimiz diğeri yoktu. diğeri yoktu bizi
kendimizle avutacak.

yetmedi çırılçıplak soyunduğumuz. daha da
çıplak olmalıydın çünkü dahası vardı çıplaklığının
derini soydum incecik. gittikçe daha şeffaf oluyordun kork-
muyordum bundan. kıpkırmızı titreşiyordu elimin altında
etin. göğüslerinin içi sapsarı yağ tanecikleriydi. incecik, be-
yaz, parlak sinirlerle doluydu her yanı
onları öylesine içten emdim
simsiyah bir odadaydık, artık eminim. o düşü gördüğümü
sana söyledim
sana başka şeyler de söyledim, artık önemi yok onların.
bunca yıl kendi yalanlarımla
ben ne mutlu yaşadım.

ölüler çekip gitmeli hayatımızdan
çünkü bir tek sen kaldın inandığım.

hatırlar mısın seni görmüştüm düşümde. bir kır kahvesinde
oturuyordun sarı tüyler vardı bacaklarında. göğüslerin çıp-
laktı
garson mağrur bir söğüt dalı gibi uzanmıştı yanına. elinde
pembe kapaklı bir kitap vardı. seni okuyorum, demiştin.
nasıl bir kitaptı, ne zaman yazmıştım, bilmiyorum. pembe
kapaklı bir kitaptı yalnızca
46.sayfayı açtın. daha dünmüş gibi hatırlıyorum
daha ölmemişsin gibi,sımsıcakmış gibi
avuçlarının içi,annem annem üstümdeki
hırkayı daha örmemiş gibi hatırlıyorum
46.sayfayı açtın.

kırmızı bir rujla altını çizmişsin bir dizenin,düş işte.
kırmızı bir rujun varmış gibiydi zaten
dudakların
bu dizeyi ancak bir kadın yazdırabilir insana
diyen sesin hâlâ kulaklarımda
oysa bir tek kadın bile tanımadım ben hayatımda
o dizeyi yazdıran zambak kokulu
küçük bir kızdır olsa olsa
hâlâ pişmanım bu gerçeği
hiçbir zaman söyleyemedim sana

Altay Öktem

%C3%B6l%C3%BCler+%C3%A7ekip+gitmeli Herşey: Oda Kırbaç Ayna'dan

Kuşlarım Üşüyor

cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
ben de üşüyorum desem kim inanır
bunca yıkıntının altında
bunca kırık cam batmışken ayaklarıma

belki yine seviyordur diye bir papatya kopartıyorum
yapraklarını yoluyorum, çiğniyorum, zıplıyorum üstünde
nasıldı bu fal, yani nasıl açılırdı bir kapının kilidi
anahtarı deliğe sokmadan önce

tüfek omuza deme komutanım, komik oluyorsun
omuzum olsa başka şeyler yüklerdim üstüne
bir palyaçonun burnunu örneğin
dövüşçü horozların kopan tüylerini
kullanılmış bir mendili koyardım
sonra sıyırırdım kendimi yeryüzünden
yok, yeryüzünü sıyırırdım kendimden

cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
geriye sayacağım söz veriyorum, vurmayın
vurmayın kuşlarım ağlıyor, geriye sayacağım

anne, hangi sayıdan başlayacağım?

Altay Öktem

cebime+t%C4%B1kt%C4%B1%C4%9F%C4%B1m+ku%C5%9Flar Kuşlarım Üşüyor

Maveraünnehir Dökülmez!

belki seni severim umurumdasın
yalnızsın, yaralısın, sarışınsın
bir kedi yavrusunun damdan düşüşü
kadarsın, ılıksın, suçlusun

çocuklar kızmazlar bana gidersem
susarlar derslerde -bu iyi- denklem çözmezler
fatih istanbul’u alır mı bilmem
ama maveraünnehir dökülmez!

önce ben öperim gizli yerlerinden
sıcak yerlerinden, buruk yerlerinden, korkak yerlerinden
sonra bütün mahalle öper umurumdasın
çocuklar kızmazlar bana dönersem
nasılsa maveraünnehir dökülmez!

bileyciler, çingeneler, teneke tamircileri…
her sözcük bir mermi gibidir bana
bir kadını bir kadın gibi izinsiz sevemem

belki umurumdasın evet umurumdasın
bir yaprak düşer yere; çıt. işte sonbahar
gibisin, ıslaksın, çok uzaktasın

Altay Öktem

altay+%C3%B6ktem+(2) Maveraünnehir Dökülmez!

Yalnızlık Cinayettir

kendime kuytu bir ölüm arıyorum yalnızca kendime
düşlerime sokak kedilerinin gözleri giriyor, korkuyorum
boynunu kendi bileğine dolayıp asılan bir adam
kanını sulandırılmamış alkole banan
sokak satıcıları epey bilir bunu yalnızlık cinayettir

yalnızlık cinayettir bütün notalarda, bütün dillerde
bütün hecelerde, “a” sesinde, re minörde, mors alfabesinde
yalnızlık cinayettir kendi tükürüğüyle
ıslanan bedenlerde eski bir kokudur, yalnızca budur

ıslak paspas kokusudur, gece morudur
bileği tahriş olmuş bir kadının dinmeyen korkusudur
ansızın yakalanmasıdır bir kuşun kapana
trenin gecikmesidir istasyona yalnızlık cinayettir

sevişirken kramp girmesidir, ölürken birdenbire
sıçramaktır başka bir zamana, kadeh tutarken
elinin titremesidir, sesinin duyulmasıdır susarken
karnına saplanan bıçağı sevmektir yalnızlık cinayettir

cinnettir

kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok iyi biliyorsun bunu
düşlerime kalabalık bir cadde giriyor. korkuyorum
saçlarını sırtından sallandıran kadınlar kadar
uzayıp gitmesi kadar bir aşkın telaşla
yanlışlıkla, su katılmamış bir sevişmenin ardından
ters yakılması kadar sigaranın, benim kadar
yani ellerim kadar, bedenim kadar, düşüncelerim
sırlarım, kaçışlarım kadar saçmadır yalnızlık cinayettir

cennettir

kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok görüyorsun bunu
bütün delillerimi yaktım, beni ötelere götürecek
yollardan zaten uzaktım
her kadına yeni, bir zevk, her kadına
yeni kurulmuş tuzaktım bütün delillerimi yaktım
sonrası yok. sonrası çok gizli bir fotoğrafın arabı
yüzümüz siyah ve anlamsız, dışımız beyaz ve derin
sanki bir diktatör anıtı, kan akıtan bir nehir
işlenmemiş suçlarımız sanki yalnızlık cinayettir

cennettir
cinnettir
cinayettir.

zaman doldu
artık gidiyorum arkama bile bakmadan
arkaya bakmak çok eski huyudur
bazı çirkin adamların
zaman doldu
artık gizlemiyorum kendimi çok kadınla seviştim çoğu buluttu
basbayağı buluttu bildiğimiz buluttu dağılıp gidiyordu ben ço-
ğalttıkça
bir akşam usulca girdim kanıma
kendim karar verdim hep kendim karar verdim
yanlış da olsa sevdim pişman değilim, neden olayım?
bir akşam; üç gün üç gece poker oynamıştım
ne güzel. üç gün üç gece yeterince
içmiştik demek ki onar şişe, belki on beş
yirmi belki de.
abdullah, ah dostum, sevdiğim, çalı yüzlüm abdullah
kaç kurşun sıktı üstüme
yeterince içmiştik. vuramadı
vurdu, ben anlamadım belki de
belki de yavaş yavaş devam ediyorum ölmeye.

Altay Öktem

Yaln%C4%B1zl%C4%B1k+Cinayettir Yalnızlık Cinayettir

Geri Çekiliyoruz

askerleri topla manuel, geri çekiliyoruz
bir baharda bu kadar zafer yeter
aldığımız topraklara kim yerleşecek şimdi
kim ekecek kim biçecek askerleri topla manuel
fazladan kaç bayrak daha dikeceğiz kim bilir
ölüleri gömmek için kaç mezar daha
kaç gök gürültüsü, kaç fırtına, kaç yağmur yağacak
topraklarımıza. geri çekiliyoruz manuel askerleri topla
sırtımızı dönelim belki bir vuran çıkar hayrına
hep yenerek geçmiyor zaman, bak aynı mevsimdeyiz
ne ileri gidiyoruz ne geri kalıyoruz bu pörsümüş hayatta
biten bir savaş başlayan bir savaş biten…
geri çekiliyoruz manuel hayattan ve aşktan
zamandan manuel, zamandar
askerleri topla

Altay Öktem

Altay+%C3%96ktem Geri Çekiliyoruz