üşümüştüm…

üşümüştüm…
düşlerimin üzeri açıktı, bendim,
arzularımsa çıplak, onlardım,
ufacıktı dileğim mavi suya;
örtük bakışının dolaysız ısısı
o kadarcıktı!

üşümüştüm…
ölülerimi taşıyordum, öyle sağır,
kaç kez dokundum soğuk dudaklara.
bilemedim nasıl dönmez o göz
ayrıldığı kaynağına,
direnir o kadar!

üşümüştüm
bu yaklaşan kışla değil,
deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil,
ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta.
kaçışının gizini gönlünde tuttuğun
bilisiz aşkı
……………..(nı) ver bana!

üşümeyeyim…

Nilgün Marmara

acı bir şarkı

bir yaprağım eski, bu parkta,
senin elden ele dolaştırdığın.
ölü kuşlar mevsimi: güz! diyordum
………………………………… dallarda kırık aşkları gönlümün.

bir bankın içine birikmiş duruyor
………………………………… kokusu bir karanfilin,
kokluyorum,
………………………………… sen kokuyorsun.

iğne ucu ayrılıklar dışında
eskiden olduğu gibi pek konuşmuyoruz
………………………………….. karşılaştığımızda,
iki ayrı yöne giden iki ayrı kuğu gibi.

bir gölgesi var ama ağırlığı yok anıların yüreğimde,

biliyorsun…

dün bu parkın rüzgar almayan bir yerinde durdum,
kuğular kaskatı ağır ve bomboştular.
bir alev gibi yaladılar sanki yüzümü, kasıklarımı,
ucu kanlı hançerleriyle sırıtan kuğular.
içimde yalnızca acı bir şarkı bıraktılar,

senin için yazılmış bir şarkı.

Koray Feyiz

Eylül

Kadın gider ve bunun şiir olduğu söylenir
kadın gider ve bir şair doğar bundan
(Ben hangi kadından şair olduğumu bilirim)
“Yazın bittiği her yerde söylenir”se
kadının gittiği de her yerde söylenir
kadın gittiği her yerde şiir diye söylenir:
Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu…
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
eylülün semtine kadar böyle gidilir
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylül yazdan terkedilmişti, şiirse haziranda
kadın tarafından terkedildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terkeder!
O kadın beni terkederse şair olurum
oğul olduğum kadın sakın beni terketme,
şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider

Bütün kadınlar şiiri bir kadına terkeder!

Haydar Ergülen

Sevgilim Bir Kır Şiiri

sevgilim bir kır şiiri
bağbozumunda buldum onu
erkekler şarap içiyordu
kadınlarsa eski sarhoş

sevgilim bir kır şiiri
bir elmada buldum onu
erkeklerin gözünde uyku
kadınlarsa ezilmiş üzüm

sevgilim bir kır şiiri
kulübede buldum onu
erkekler horluyordu
kadınlarsa düş çobanı

sevgilim bir kır şiiri
yatağında buldum onu
gözlerimi kapayınca
açıldı içteki duygu

sevgilim bir kır şiiri
bağlar çoktan bozuldu
sevgilim bir kır şiiri
beni unuttuğunu da unuttu

Lina Salamander

Unutulmayan

durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.

bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi

ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.

bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
– avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı –
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.

bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.

Behçet Aysan

Kurma Bebek

çok daha fazla, ah evet
çok daha fazla, susabilir insan

saatlerce
ölülerin bakışları misali kıpırtısız bakışlarla
bir sigara dumanına dalabilir insan
bir fincanın biçimine ya da
renksiz bir çiçeğe, bir halıya
düşsel bir çizgiye, duvara

kuru pençelerle
perdeyi bir kenera çekip insan görebilir
sokak ortasında delice bir yağmurun yağdığını
bir çocuğun renkli uçurtmasıyla
bir balkonun altında durdurğunu
eski bir at arabasının boş alanı
gürültü aceleyle terk ettiğini

olduğu gibi insan yerinde durabilir
perde kenarında, ancak kör, ancak sağır,
haykırabilir insan
korkunç yalancı, korkunç yabancı bir sesle
“seviyorum” diye
bir adamın güçlü kolları arasında
güzel ve sağlıklı bir dişi olabilir

deriden sofra bir gövdeyle
iri sert iki memeyle
bir sarhoşun, bir delinin, bir serserinin yatağında
kirletebilir insan bir aşkın masumiyetini.
kurnazca aşağılayabilir insan
şaşılası her bulmacayı
sadece bir tek bilmecenin çözümüyle uğraşabilir
sadece boş bir yanıtın bulunuşuyla avunabilir
boş bir yanıt, evet beş yada altı harflik.

bir ömür diz çökebilir insan
öne eğik başla, soğuk bir türbenin eşiğinde
bilinmez bir mezarda tanrıyı görebilir
değersiz bir kaç bozuklukla inanabilir
bir caminin odacıklarında çürüyebilir
mezar duaları okuyan bir ihtiyar gibi
bir sıfır gibi, eksilmede, arttırmada, çarpımda yahut
hep aynı sonuca varabilir

kahrının kozasında senin gözlerini
eski bir ayakkabının uçuk düğmesi sanabilir
su gibi kendi çukurunda kuruyabilir insan.
bir anın güzelliğini utangaçlıkla
gülünç şipşak bir resim gibi
sandığın dibinde saklayabilir
boş kalmış çerçevesinde bir günün, insan
bir hükümlü, bir yenik, yahut
çarmıha gerilmiş birinin resmini koyabilir
bir duvarın yarıklarını suratçıklarla kapatabilir
daha anlamsız resimlere karışabilir.

kurma bebekler gibi olabilir insan.
camdan boncuk iki gözle kendi dünyasını gören
kadife bir kutu iöçinde
saman dolu bir gövdeyle
yıllarca tül ve boncuk ortasında uyuyabilir
tüm hercai ellerin her baskısıyla
nedensiz haykırabilir:
“ah, ben pek mutluyum”

Furuğ Ferruhzad

Üstüme Sinmişliğin Var

kent sabahıdır, bilmemek olmaz,çıkardı
kendisiyle bir uğultuyu çıkarırdı sokaklara
yıkanmış o ağız kokularından,çoğalmalardan
sen bir susun, bağırmak benim işim
ağırım, isyanlara doğruyum, yataklardanım

üstüme sinmişliğin var

işe yaramaz şeylerin güzelleştirdiği dünyada
sen bakma ey, mutlaka seslenmeliyim
aşka hiç benzemeyen o yalnızlıktan

üstüme sinmişliğin var

bir eve girmek, orada yatmak, büyütmek bir bakışmayı
dağınık dağınık dağınık eviçlerinde
toplandıkça dağılan eviçlerinde
ben bir içkiydim herkesi geçerdim
toplandıkça dağılan eviçlerinde
direne direne gelen en diri ortaçağdan

üstüme sinmişliğin var

her sabah bir intihardır çıkışlarım, dünyada

üstüme sinmişliğin var

sürekli denizler, sürekli olmalar, sanki öyle birşey
en güzel kalan yastıkta bozulmuş saçlardan
bir şeyi bırakmak, bir şeyi almaya gelmek sonra
sonra yasak balkonları göz ucuyla ölçmek
çini kaseler akşamı ve bardaklar akşamı
dünya kapıyor gözlerini bir gece çağır, ben burdayım
ben burdayım
gece gece gece gece gece gece gece en sonsuz gece
ben burdayım

-üstüme sinmişliğin var-

ben uzun zamanlardayım aslında
vazolar, ufak masalar, taşlar zamanında
bir nehir çoğalır giderdi sıkıntımızdan
bir kent bu yüzden büyürdü, dünyada
bir ihtilal ölüverirdi birden bizde
o sokaklardan

-üstüme sinmişliğin var-

sanki bin yıllık sinmişliğin var
sonuna vardıkça artan o konuşmalardan
güncelerin kestiği, ekmeklerin aşındırdığı
dünyada
sen bir şeydin, bakılır sevilirdin
tozların alınırdı, ürpertilirdin
konuşmak bizi çıkılmaz bir sokağa götürürdü
bir yalnızlığa böyle
kim varsa bir yalnızlığa giderdi,dünyada
bütün çiçekler,bütün kelimeler bir isyandı
ey bakın, ey bakın bakın bakın
dünyada
ne zaman

ben seni uyuttum, seni karıştırdım,seni şaşırdım
birşeyler akıp akıp giderdi, dünyada
başvurduğum bir şeydin, yalnızlığım gibi
yanında sonsuz durduğum
ağlamaktı en uzun neşesi kızların bir zaman
olsun olsun, güneş olsun güneş olsun,olsun
büyüsün o şeyler,büyüsün bu sarılan şey
birisinin birşeylerin olduğunu bilmek var,dünyada
sakın kapanma,dur,ey şuramdaki beni boşaltan delik
ey büyüyen birşey sakın durma, dünyada

üstüme sinmişliğin var

Turgut Uyar

Dua

biri yaprak, diğeri yılan olan
iki yüzüğümü
ışığın gölgesinde bıraktım
beni uyutmaları için.

bu gece ay doğarsa
içi dolacak yüzüklerimin.

içimin yatağına
çekilirse gözlerim,
toz meleğim gelir
uyku meleğim.
kanadını silkeler
döner
ve dua eder
uykuyla doluncaya kadar
yüzüklerim.

dokunup kendime
tenim yumuşamış
dedirten gece
gövdemde yokluğun
rengi beyaz
bilmiyor kimse.

bu gece uyursam
uykum
gecenin acı göğünden süzülür
gövdeme yerleşirse

bir ses
çiçeğine konarsa
çocukluk defterimin
toz meleğim gelir
uyku meleğim
kanadını silkeler
döner
ve dua eder
uykuyla doluncaya kadar
yüzüklerim.

melek sorar
anne tanrı nedir
sonsuzluktur yavrum
fakat sonu yok onun da.

bu gece meleğimin
kalbi daralmış
bilmiyor tozundan uyku yapmayı
unutmayı.
kanadını kırmadan sevincimin
bilmiyor uçmayı

melek uyumaz
aslında erkek de olmaz melek
inatçı ve kuru bir evcilik ağacı
ay çocuğu olsaydım keşke

bu gece meleğimin
kalbi daralmış
bilmiyor tozundan uyku yapmayı
unutmayı
meleğim kanadını süzse
dökse üstüne yüzüklerin
geceye verse içini
uyku getirse…

Bejan Matur

Bazı Şeyler

bazı şeyler… bir gün kendiliğinden silinir gider
yok olur gibi değil, babamın elinden sımsıkı tuttuğum günler,
-oğlum, hayatı karanlık sularda sanma;
taşların soğuk yüzünü oyna!
orda mısın baba?

bazı şeyler… bir gün kapıdan çıkar gider
unutulur gibi değil, boğazımda düğümlenip kalan aşklar,
-oğlum, nasılsa ateşi söner evlerin;
kırmızı gülleri hep hatırla!
orda mısın baba?

bazı şeyler… bir gün ansızın kaybolur gider
bulunmaz gibi değil, çocukluğumun gömüldüğü arka odalar,
-oğlum, seni aynalardan derledim;
görünmez adam masallarıyla avunma!
nerdesin baba?

Mustafa Erdem Özler

Güz Mevsimidir Bu

Güz mevsimidir bu,
kalbinin kırıldığı mevsim!
Git bu yerlerden,
durma git!
Güneş yamaçta sürünüyor,
tırmanıyor, tırmanıyor,
ve her adımda durup dinleniyor.

Ne varsa dünyada öyle solgun,
yorgun ve gevşek tellerde
çalıyor rüzgar şarkısını:
Umutlar uçup gitti-
O ardından yakınmakta…

Güz mevsimidir bu,
kalbinin kırıldığı mevsim!
Git bu yerlerden,
durma git!
Ey dalındaki meyve
titriyorsun, düşüyorsun yere,
nasıl bir sır verdi ki
gece sana,
yanağın, o gül yanağın
buz gibi ürperişler içinde.

Susuyorsun, karşılık vermiyorsun,
kim konuşacak öyleyse?-

Güz mevsimidir bu,
kalbinin kırıldığı mevsim!
Git bu yerlerden,
durma git!
‘Ben güzel değilim,’
-der yıldız çiçeği-
‘ama insanları severim,
onları avutmak isterim,
-çiçek görsünler hele yerde,
eğilsinler,
ve ah! tutup koparsınlar beni-
işte o zaman gözlerinde onların
bir anı canlanır,
benden daha güzellerinin anısı
-görürüm onu ben, görürüm-
ve işte öyle ölürüm.’

Güz mevsimidir bu,
kalbinin kırıldığı mevsim!
Git bu yerlerden,
durma git!

Nietzsche