Yüzük

İçimde hâlâ yıldırım gibi gürleyen,
o sessizce gelişin için yanıma senin,
verdiklerin için geriye istemeden,
senli sensizliklerimdeki özrün için,
o sözlerin için,
boşa sarfetmediğin,
şefkatlerin için,
dağıttığın sevgiyle,
damarlarıma akıttığın sonsuz güç için
kendinin o en güçsüz anlarında bile
benimkine benzediği için
adının yanımda olduğun için
hiç çekinmeden
yüzük yerine senin parmağına,
kadınım,
ateşli dudaklarımı koyuyorum ben.

Veselin Hançev
Türkçesi: Cevat Çapan

k%C4%B1z%C4%B1l%C4%B1n+s%C4%B1cakl%C4%B1%C4%9F%C4%B1 Yüzük

Dizeleriyle beni süsleyen bütün şairlere

Bir çaydanlık gibi gri akşam
Adam olmaktan yorulsam,
düğümlesem bağlarını
bütün ayakabıların
senin evine kadar yoluma çıkan,
O zaman seni aramaya başlasam
elde bir fırçayla
ve bütün kadehlerimi ödemeye zorlasam seni.

Adam olmaktan yorulsam
ellerimi kessem
ve diğerlerini-önlenemez bir biçimde büyüyen her şeyi-
sana baktığımda telaşlanmayasın diye;
insan gövdesinde bir karınca izdihamı
örslere ve çapalara kendimi bırakmamı zorluyor,
bana her baktığında yeniden ortaya çıkıyor.

Adam olmaktan yorulsam
genç olmaktan yorulsam
ve kendimi çok yaşlı hissetsem
benden gözlerini taşımamı istemeden gidersen.
Yorulmaktan yorulsam
gülmekten her kezinde daha azalmış dişlerle.

Adam olmaktan yorulsam,
yorulsam ki yoruluyorum
kendimden, senden, kanayan
ve temiz bir biçimde kesilemeyen her şeyden,
her şeyden sökülüp gidemeyenbir iz bırakmaksızın koyu ve kirli.

Adam olmaktan yorulsam
(yorulsam, yorulsam,yorulsam ve yorulsam ki yoruluyorum),
şairlerin dizelerini çalsam
vakti geçmiş, savunmasız, kartondan
bir deriyle kalmış, kitaplar gibi;
onlara şık giysiler giydirsem,
çok itinalı bir biçimde, çizgileri yerli yerine oturtsam,
ve o zaman, bozguna uğramış,
gururlu bir yerli gibi,
ağır kirli gözyaşlarıyla süslensem.

Antonio Lopez
Çeviren: Olcay Öztunalı

Resim+(3) Dizeleriyle beni süsleyen bütün şairlere

Kalan Çocuklar

Çocuklar kalır bölünmelerden geriye
yetim çocuklar; ana dilleri öfke
*
geri sayım başlamıştı okullara
çocuklar ; yatıcaz kalkıcaz parmak hesabı
birden on ocağa birden ateş
ateş birden yirmi beş ocağa birden
aklımda bir şiir:
“besmeleni çek ve başla !
tumturaklı sözlere ihtiyacın yok buğzetmek için”
*
biyoloji soğukkanlı:
insan doğar, büyür, yaşar ve ölür
sosyoloji : arada bir yerde de okula gider
ben : Türk olduğunu öğrenir, doğru ve çalışkan
varlığını armağan etmeyi bir de
*
tam böyle okullar diyecektim
eğitim şart, okullar mühim tam böyle
4000 isteyen bi dershaneyle
dershane isteyen bi düzen arasında
anneyim diyecektim
kapısı takılmamış sınıflar
sınıflar boyası yapılmamış
yakacak için ödenek var da
ya suyu kesilmiş tuvaletler?
*
babanın biri, uç uca sigaralarını hırsla
yumruğunu dişleriyle aynı anda ve hınçla
çenesi soğuktan, dumandan gözleri
gözlerini kocaman açtı
hepsi damga puluydu diyecektim on liralık
altı üstü bi paket A4 kağıttı
ama en çok da Mehmed’in yüzü
çünkü abisinin geçen seneki önlüğü
bu sene omuzlardan büyük gelen önlüğü
ama olsun, seneye tam olur önlüğü diyecektim
*
aklımın bütünlüğü tehlikede
dün aklımdan bunlar geçmiyordu
daha dün annemizin kollarında
hiçbirimizin aklından bunlar geçmiyordu
büyüdük ve okullu olduk
bazılarımız bütün okulları…
bazılarımız okulları bırakıp…
o dağ bizim dağımız mıdır?
*
insan doğar, büyür ve …
orada dur !
yaşayamadan
mesela maça gidemeden oğluyla
kızının kuşağını bağlayamadan
Kan ter içinde kalamadan
çoğalamadan ulan
bütün gövdesiyle, bi kez bile çoğalamadan
ölür bazen pis pis, pisi pisine
un ufak paramparçalar bırakarak
Sayın bakanım biliyor musunuz
insan dediğiniz geri dönüşümsüzdür
ölür.
*
oğlum, çılgın atıyormuş- ne demekse
ben, varsa bir bağ çılgınla çığlık arasında
tam ortasına atılıyorum
tam ortasında okulla ateşin kan tutuyor beni
aklımdan bir dağ geçiyor
manşetler pusularından çıkmış
bi gecede diyorlar, hepsi uyurken buraları
Ya da kimliklerine bakıp sorgusuz sualsizce
o dağ bizim dağımız değil midir?
*
Ben gördüm
Gülsüm’ü gördüm, gerçekti
Halime teyzeyi gerçek
Gülsüm anlıyordu sövenleri, ağlıyordu gerçekti
Halime Teyze, Gülsüm’e soruyordu
bi oğluma , bi elindeki resme
ağlıyordu, gerçek
acı, hiçbir resmî ağızda böyle gerçek olmamıştı
tuz hiçbir şiirde böyle gerçek değildi
*
karışıyorum
okulla ateşin tam ortasında
tam ortasında çılgın bi çığlığın
Uludere’den geçerken katırcılar
Yüzümde bi mühimmat kamyonu
yüzümde Mehmed’in yüzü
öfkeli bir dağ yüzümde
o dağ bizim dağımız mıdır?
*
keşke yaşasaydınız öğretmenim
sorardım; hangi babanın pazusu
oğlunun tabutunu taşımaya yeter, diye
bir ana, feryâd yazmayı bilmeyen
nece ağıt yakar
nece koklar hala ve hep bebeğinin kundağını
kardeşler, nece yemin ederler kardeşlerinin başında
kınası bile solmamış bi gelin
yatağın boş yanına nece devrilir
nece üşür
nece yanar
ya geceleri
babam ne zaman gelecek diyen çocuk
bavê mın çı waxt weri diyen çocuk ya da
avutulur mu öğretmenim
nece

Dilek Kartal

nece+a%C4%9Flar+bir+ana Kalan Çocuklar

Merhaba Canım

ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı ve kedileri çok severiz

hayat trajik bir homoseksüeldir
bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
çünkü bütün sarhoşluklar biraz
freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır

siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü
çünkü ben okumuştum muydu neydi
bir yerlerde tanrılara kadın satıldığını
ah canım aristophones

barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
ölümü de bir giz gibi içimde
ölümü tanrıya saklıyorum
ve bir gün hiç anlamayacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüverecek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müren’i seveceksiniz
(zeki müren’i seviniz)

Arkadaş Z. Özger

arkadas+z+ozger Merhaba Canım

Yeşil Düş

Bütün gün ağladım aynada
Penceremi ağaçların yeşil düşüneAçmıştı bahar
Gövdem sığmıyordu yalnızlığın kozasına ve
Kokusu kâğıtlardan örülmüş tacımın
Kaplamıştı gökyüzünü baştan başa
O güneşsiz ülkenin

Yapamıyordum artık yapamıyordum
Sokağın sesi bastırıyordu birden ve kuşların sesi
Kayboluşunun sesi paltoluk çocuk kumaşı toplarının
Şamatası çocukların
İplerin ucunda yükselen
Uçurtmaların dansı
Sabun köpükleri gibi
Ve rüzgâr
Sevişmenin en derin ve karanlık anında esmeye başlayan rüzgâr
Zorluyordu
Surlarını güvenimin sessiz kalesinin
Kendi adıyla çağırıyordu yüreğimi çok eski çatlaklardan sızarak

Bütün gün gözlerimi diktim
Gözlerine yaşamın
O korkak ve kaygılı gözlere
Bakışımdan kaçan
Ve yalancılar gibi gizleniveren
Gözkapaklarının tehlikesiz sığınağına

Hangi tepe hangi doruk?
Tümü dolambaçlı yolların
Bir kavuşma noktası ve son
Bulmuyorlar mı o soğuk ve yok edici ağızda?
Ve ne derdiniz bana ey yalın ve aldatıcı sözcükler?
Ne verdiniz tenin ve isteğin kaçışından başka?
Daha da yalancı olmaz mıydı
Başıma koyduğum ve kokular saçan
Kâğıttan yapılmış taçtan daha yalancı
Saçlarıma iliştirdiğim bir çiçek?

Nasıl da tutuldum çölün ruhuna
Ve uzaklaştırdı beni ayın büyüsü sürünün inançlarından
Nasıl büyüdü yüreğimin yarım kalmışlığı
Tamamlayamadı bir türlü hiç olan yarım öbür yarımı
Durdum nasıl ve gördüm kayıyor
Ayaklarımın altındaki toprak
Ve geçmiyor tenimin bomboş bekleyişine
Sıcaklığı tenimin

Hangi tepe hangi doruk?
Koruyun beni ey kaygılı ışıklar
Aydınlık evler
Çamaşırların ıtırlı tütsülerle güneşli çatılarında salındığı
Koruyun beni ey olgun ve saf kadınlar
Parmakları çocuğun zevkten çıldırtıcı kıpırtılarını izleyen tenleri üstünde
Göğüslerinden süt kokusuyla karışık taze esintiler gelen

Hangi tepe hangi doruk?
Beni koruyun ey ateş dolu ocaklar, uğur boncukları
Karanlık mutfaklardaki türküsü bakır kapların
Yüreği biraz sıkkın mırıltısı dikiş makinalarının
Kavgası sürüp giden süpürgelerle halıların
Koruyun beni ey tutkulu aşklar
Yatağımızı üremenin acı isteği
Cadı suları ve kan damlalarıyla donatıyor

Bütün bir gün boyu bütün bir gün
Terk edilmiş terk edilmiş bir ceset gibi su yüzünde
İlerledim ürkütücü kayalıklara
En derin deniz mağaralarına ve
En etobur balıklara
Durmadan gerildi sırtımın incecik omurgası
Bir ölüm duygusuyla

Yapamıyordum artık yapamıyordum
Yadsıyarak yükseliyordu yoldan ayak seslerim
Daha büyüktü umutsuzluğum sabırdan
Ve geçiyordu bahar o yemyeşil düş
Penceremden sesleniyordu yüreğime:
“Bak
Hiçbir zaman ilerlemedin
Battın sen!”

Furuğ Ferruhzad
Çeviri: Onat Kutlar – Celal Hosrovşahi

yesil+d%C3%BC%C5%9F Yeşil Düş

Pencere

pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı

pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü

Pencereyi aç
Soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
Kokusu hayatı yıkasın diye

Pencereyi aç
Sesin sarsın dünyayı
Duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanır

Arkadaş Zekai Özger

Arkada%C5%9F+Zekai+%C3%96zger Pencere

Aşkla Sana

alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
birgün benim elimde
patlamaya sabırsız mavzer olsun
başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun

söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiçkimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladığım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyor

bağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldım

beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni

akıtsam deliren sevdamı
köpürürmü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir
yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın

şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek

Arkadaş Zekai Özger

171791_1600x1200 Aşkla Sana

deliler gibi

birini sevecek olsam,
yürekten sevecek olsam birini,
tutamam dilimi,
pattadan söylerim,
onu deliler, deliler gibi sevdiğimi.

yalnız ona değil, tutamam kendimi
sütçüye de söylerim hemen o sabah
kapımı herkesten önce çalan.
çerçiye, simitçiye, kasaba, manava…
artık kim çıkarsa yolda karşıma.

tutamam kendimi, tutamam kendimi
kurda kuşa da söylerim,
ota, ağaca, taşa,
rüzgâra, buluta, yağmura…
kim çıkarsa, ne çıkarsa şansıma.

ve bir defa sevince de,
yalnızca bir tek kişiyi değil,
yalnızca bazı şeyleri
ve sevginin bir tek türüyle
ve öyle mevsimden mevsime değil,

sevginin bin bir bahrinde
bin bir kanatlı rüzgâr,
bin bir katmanlı bir esin gibi
sarmak, kucaklamak isterim
herkesi, her şeyi, her anı, her hali,

öper, okşar, içime sokarım,
kendime katarım onları, bunları, şunları.
ve kendimden geçerim, kendimi aşarım,
kendimden taşarım, deliler gibi,
çocuklar gibi, şairler gibi.

Cahit Koytak

birini+sevecek+olsam+cahit+koytak deliler gibi

Varlığın Dilleri

ışığın ve gölgenin dilini öğrendim,
rüzgârın dilini,
yağmurun dilini;
kuşları, çiçekleri, ağaçları anlayabiliyorum;
ve tanrının onlarla
ne demek istediğini bana…

(…)
çatlayan, ufalanan,
yamaçlardan aşağı yuvarlanan,
parlayan ve göğeren kayaların,
uluyan bozkırın
ve mırıldanan kum tepelerinin,
sezebiliyorum, yerini tanrının planında.
ve bulabiliyorum karşılığını, bütün bunların
yeryüzü oyununda,
büyük şiirinde, hilkatin.

(…)
bir tek kendi yüreğimin dilini,
bir tek onu…
ve tanrının onunla bana neler söylediğini,
neler söylemek istediğini
bir ömür boyu
gece gündüz uğraşıyorum,
çalışıyorum, didiniyorum
ama bir türlü sökemiyorum,
çözemiyorum,
anlayamıyorum,
konuşamıyorum!

cahit koytak

cahit+koytak+varl%C4%B1%C4%9F%C4%B1n+dilleri Varlığın Dilleri

Pencere

Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya
Bir pencere, yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
Yalnızlığın küçücük ellerini
Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
Dolduran bir pencere
Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
Bir pencere, yeter bana

Oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben
Bir resimli kitap bahçesinde
Kâğıt ağaçların gölgesi altından
Toprak yollarında geçip giden
Kurum mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin
Sıralarında veremli okulların
Alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan
Ve karatahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar
Ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak
Uçup gittikleri
O andan
Etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben
Ve hâlâ başım
Dopdolu
Bir deftere toplu iğnelerle
Çakılan
O kelebeğin yabancı sesiyle

Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle
Ve bütün kentte
Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar
Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında
Aşkımın çocuksu gözlerini
Ve isteğimin acı şakaklarından
Fışkırdığında kan
Yaşamım artık
Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvar saatinin
tiktaklarından başka
Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
Çılgınca sevmekten başka

Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa
İşte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
Ve sor aynadan
Adını kurtarıcının
Ve işte senden daha yalnız değil mi
Ayaklarının altında titreyen yeryüzü?
Yıkıntı elçiliğini, peygamberler
Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
Bu patlamalar art arda
Bu zehirli bulutlar?
Ey dost, ey kardeş, ey herkes!
Yazın tarihini gül soykırımının
Aya vardığınızda!

Düşler
Ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler
Şimdi dört yapraklı bir yoncayı kokluyorum ben
Eski düşüncelerin gömütünde boy atmış yonca
Ve soruyorum saflığın ve bekleyişin kefeninde toprak olan o kadın
gençliğim miydi benim?
Çıkabilecek miyim yeniden o merak merdivenlerinden?
Merhaba diyebilecek miyim o iyi Tanrı’ya çatılarda dolaşan?

Seziyorum zaman geçip gitti artık
Seziyorum an, tarihin yapraklarından benim payıma düşendir
Seziyorum aldatıcı bir aralıktır bu masa saçlarımla o garip ve kederli
adamın elleri arasında

Bir şey söyle bana
Teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan
Ne istiyor diri kalma duygusundan başka?
Bir şey söyle bana
Kıyısındayım pencerenin
Ve güneşle bağlantıda…

Furuğ FERRUHZAD

Onat KUTLAR – Celal HOSROVŞAHİ

Furu%C4%9F+Ferruhzad Pencere