Kışın Vakti Dar Olur

Kalbim!

Bazen evlerinin önünde oturan kadınlara gelin önerdin sen. Övdüğün yosmalar seni şaşırtmadı da mahcup etti her seferinde. “Son” dedin, “bu son tavsiyem olacak!” Yoksul çocuklara ait o tek fotoğrafın ateşe düşmesi gibi Bağdat düşünce sen gittin. Yokuş olsa da yolun doğusu sen gittin. “Nasılsa” dedin söylenerek, everdiğim bir gelin yolda toplar beni.

İnsan yola düşünce ne çok dökülene rastlıyor.

Kalbim!

Ne zaman bir kapıya varsan fark ettin mi, zili bozuk bir kapıya denk düştün sen. Seslendiğinde seni duyan olmadı da, içeriden gelen sesler bir misafirin kapıdan nasıl da veda ettiğini gösterdi; balkondan sarkan yarası şık adamlara. Bilirsin, kışları vakit dar olur. Sen ne zaman bir soğuk görsen, bir ayaz, kozalağını özleyen bir ağaç, tenekede yaktıkları ateşle ellerini ısıtan pazarcılar hep kapısının zili bozuk o evlere sökün ettin. Kötü bu söz dinlememe huyun. Dostların, kapısını çaldığın evlerle kendi evinin arasındaki fırtınadan ne zaman seni kurtarmak istese toprağı işgale uğramış köylüler gibi davrandın.

Senin yalnızlığına maya çalan da bu soğuklar oldu.

Kalbim!

Ceplerine taş doldurmuş çocuklar gibi uyurdun sen. Hatırlamaktan bitkin düştüğün çocukluğunu, kedilerin kuyruğuna taş bağladığın çocukluğunu, karıncalara sakalık yaptığın çocukluğunu, savsaklanmış çocukluğunu ağzından kaçırınca bir kör dövüşüne dönüşüyorsun. Çocukken mahallende çamur ahalisi vardı. Onların arasında sen, cenazeye rastlamışlar gibi dururdun kenarda. Örneğin; çipçirkin, başıboş köpekleri severdin sen, onlar taş atarlardı gülerek. Kızamık çıkardı diye bir arkadaşın sen yas ilan ederdin, onlar başka mahalleden sevmedikleri bir oğlanı çağırırlardı. “Kaleye adam gerekiyor” derlerdi. Hiç olmadık vakitlerde henüz kimse tarafından işlenmemiş bir insanlık suçu arardın. Yersiz ve yurtsuz suçların olurdu senin.

Kimilerine işledikleri suçlarla avunmak kalıyor.

Kalbim!

Bir gün yaşadığın yerden, doğduğun yerden, annenin dizinin dibinden ayrılma vakti gelmişti. Çok oldu, hatırlamazsın. İçip içip sevdiği kızı ağlayarak anlatan sarhoş adamlar gibiydin terminalde. Sana soru sormaya korkan anneni ardında bıraktığın gün senin kıyametin oldu. Annesini bir aşk gibi seven çocuklar ölene kadar iflah olmaz. O soru sormaya çekinirdi, sen onu oğulsuz bırakırken. Yüzü kum torbalarını andıran kadının ağrılı yalnızlığında sen başka, sen uzak, sen büyük bir şehirdeydin. Hiçbir teselli annenin azarının yerini bile tutmadı. Caddelerde dolaşıp durdun sonra, sanki bir efkarın bekçisi gibi dolaşıp durdun. İçine sürekli odun atılan şömine gibiydin caddelerde. İşte o günlerde dişlerini unla fırçaladın sen, taziyelere gidip telefonuna yüklediğin oynak havaları çalmaya başladın, ülkene verdiğin nota yüzünden elçisi geri çekilmiş kızgınlara döndün, yaşlı kadınların kucağında oturan kedileri günaha soktun, maç önlerinde su satan kimi görsen yanında taşıdığın zabıta kıyafetlerini geçirdin üstüne.

Gidecek yeri olmayanların kaldıkları yerde mutlu olduğu görülmemiştir.

Kalbim!

Kuyuya düşen çocukların sesini insanın kendisinden başkası duymaz. Belki de bir tesadüf…

Bülent Parlak

Bozulan Bahçe ve Beyaz Karga 2

En derinlerimizde yatanların mezar taşları yoktur
bunu yaz ve unutma

Ayağa kalk!
ve akla kendini beyaz karga
hangi celladın unuttuğu sustalısısın?
o cellat ki sorgusuz deşti hançerimi
döktü tanrının göğsüme açtığı göz evini

ben seni asmadım siyah kanatlarından
karanı ayrı bilmedim kendi kanımdan
kuzgun diyenler halt etsin!
sürüp kendi leşimi akbabalara
seni kaldırıp basmadım mı bağrıma?

bir derin gecede
köpek sürüleri ürürken cümle yanımda
ah ! kalemimi saklayacağım
konsolu da taşıdılar karşı kıyıya

ben bu içimin kargaşasını şimdi nereye koysam
adımla seslendi bana masif konsol
porselen fincan…
ve yekpareydi ayna
sırlı ve görkemliydi
kusurumdan dile gelince kurşun leyim
dedi ki; Sızlanma!
kibrindir çeviren som camı aynaya

gururumu kırasım geldi o an ikiye
yarısını gömüp en derine, en içe
yarısını sürsem ve çözülse leyim
ayna dönse şeffaf bir pencereye

ama öyle ya
filden bir hafızadır zedelenmiş ruh için beyin
aşk ise rasyoneldir
bense gerçeğini kaybeden
ustalaşmış ilizyonist

parlıyor gururla ayna
büyürken kontrolsüz
patlıyor ve ayrılıyor binlerce yek parçaya

ah! Revan
istasyon çocuğum benim
ruhun ruhama emanetti
ama “ anlamıyoruz” diyorlarmış şiirlerimi
çok kuzguni buluyorlarmış cümlelerimi
kara da sizsiniz kuzgunda siz diyorum onlara
ve çıkarıp koyuyorum
aynayla kestiğim ciğerimi ortaya
tam ortaya !

Şimdi ayağa kalk!
ve akla kendini beyaz karga
parlayan her şey mücevher değildir
sen sanıp çarptığın aynalarda
kanı gül sanman acizliğindir

bir elime kaderi alıp
bir elime koysam yüreğimi
ne yazık ortada kalır,
ağmaz bir yana terazi

ben bu içimin kargaşasını nereye koysam
nasıl etsem de gül dalını ayrık otlarından ayırsam

dün gece açığa almışlar yine eski limandan bir gemiyi
götürüp batırmışlar sinesinden parçalayarak sinesini
hangi öksüz kayık için ağlayacağım şimdi?
unutmuşlar lakin
batan gemi bir anneydi

bir gece istedim sadece insanlardan uzak
bir gece bir narin kelebeğe korkusuzca dokunmak

varsın patlasın fırtına
yansın gün de gece de
ıssızlık tünesin damımda
olsun,
ben yine sarılır ve yatarım öksüz bir kayıkla

( Bir bulgur tanesi miydi kabartıp köpürten denizleri
denizler böyle kara
denizler dehliz
denizler olmamalıydı böyle deli)

sonrasında ne kalır bizden
eski bir fotoğraf
ucu açık bir kalem
semaya nakşolmuş sözler belki…
porselen fincanıma resmettim zarif kelebeği
hasret ne uzak ne de yakın …

Ey hayat! Yargılama bizi
üvey evlatların değiliz senin
acımızı elbet gömdük içimize
yaşadık görmezden gelerek adalet sandığımızı
kusuyorsak eğer günbegün yüzüne
bil ki artık taşıyamadığımızdandır
yaşananların ağırlığını

dost bildiğim
sesi sesime değmeyen
kadife ellerinle ört toprağı
söyle kuzguna bahçedeki gülü getirsin
koysun başucuma
unuturken beni zaman denen yaş toprakta
gelip af dileyeceksiniz eğilmiş vicdanlarınızla

Ey! Beyaz karga
Ayağa kalk !
Ve de ki onlara;

Siyah gözlerinizden gömdüm sizi
Siyah gözlerimden gömün sizde beni.

Akide Ufuk Türkelli

Aşk Bize Küstü

Biz bu kentlere sığdık da,
bu kentler bize sığmadı Asiya;
ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında;
arttıkça yalnız, sustukça silik…

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,
son kuşlar da vuruldular dağlarda.
Yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin;
çağın vebalı gövdesinde
bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık.

Kaldık…
Kırık bardaklar gibi,
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi…

Düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa,
sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda
ve daha eskimemiş tüfeklerle
ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp,
bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda,
bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın;
ömrünü yetim bir bebek gibi bırakmanın
bulvarlara,
bozgunlara
ve yanlış yalan aşklara…

Bir bedeli vardır
bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların…

Biz bu kentlere sığdık aslında,
bu kentler bize sığmadı Asiya,
ah, son kuşlar da vuruldular dağlarda!

Ay ışığı gölgeleri büyüttü.
Mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim.
Geldim…
Kırık bardaklar gibi,
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi…

Ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun
sefalet seferlerinin ayazı;
belki yalnız geçireceğiz artık kim bilir,
batan gemiler gibi yiten aşklardan geride
kalan her kışı, güzü ve yazı…

Ay ışığı gölgeleri büyüttü.
Ayrılıklar eskidi, biz eskidik,
aşk bize küstü Asiya…

Belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında,
sen şarkılarını sesine yasla
ve bırak beni de usulca
apansız bir yalnızlığa…

Ay ışığı gölgeleri büyüttü,
b ü y ü d ü ö l ü m
v e b i z k ü ç ü l d ü k A s i y a…

Yılmaz Odabaşı

Mısraların İzdiham’ı

İstanbul ve yeryüzü hüznü avutacak gibi değil

Zarifoğlu

Şems çeker çıkarır kitabı havuzdan; kuru
Ah Muhsin Ünlü

Dünyanın dışında herhangi bir yer
Baudelaire

Kurbanım kadar acı çekiyordum
Lautremont

Her melek korkunçtur
Rilke

Tarihi olmayan halk
kurtarılamaz zamandan, çünkü tarih bir düzenidir
zamansız anların
Eliot

En iyi fıçılarda bile şarap tortusu bulunur.
Victor Hugo

Yaz bitmiş yazıt bırakmaksızın…
Arseny A. Tarkovsky

Tanrım bari sen konuş, en çok dili bilen sensin

Bülent Parlak

Bir şiir asla bitmez, sadece terkedilir
Paul Valery

Siz ne zaman öldünüz Allah aşkına yani ne zaman
T. Uyar

Tanrım
şu ırmağın aynısından bende var
İ. Tenekeci

Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da
E. Cansever

Hiçbir
jaguarın ardından yetişme
Tek pozla yazık olur
K. Özbayrak

çünkü şairler hayırsız oğullarıdır hayatın…

Furkan Çalışkan

Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem;
Yalnızlığın başkenti orası.
Cemal Süreya

Hedef unutuştur,
ben erken vardım.
Borges

Miskin ademoğulları
Ekinlere benzer gider
Kimi biter kimi yiter
Yere tohum saçmış gibi.
Yunus Emre

Canı kim cananı içün sever cananın sever
Canı içün kim ki cananın sever canın sever
Fuzuli

Her rüzgârla otlar gibi sallanırsan,
Dağlar kadar da olsan bir şeye değmezsin
Mevlana

Gör zahidi kim sahib-i irşad olayım der
Dün mektebe vardı bugün üstad olayım der
B. Ruhi

Harbe giden sarı saçlı çocuk
Yine böyle güzel dön.
Orhan Veli

Bir şehrin uzak semtleri gibi gözlerin
üzgün, kara, ayaklanmaya hazır
İsmet Özel

İçimde kırılır kalır ağlayan sesin
A. Can Akyol

Tahsil-i kemalat, kem alat ile olmaz!
Nabi

İnkalar öldü, ne dersek diyelim.
Che

Sana uçak alamıyorsam Türkiye ekonomisi kötüye gidiyor demektir

Mustafa Akar

Ağırdan benimle açsaydı, tükeniş faslını mızrap.
İ. Özel

Bana kara diyen dilber, gözlerin kara değil mi
Karac’oğlan

Kim söyliyebilir belki nice zamanlardır ölmediğimizi?
I. Bachmann

Gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir.
E. Cansever

Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi.
Can Yücel

yaşamak görevdir yangın yerinde,
yaşamak, insan kalarak
Ataol Behramoğlu

Seni seviyorsam, bundan sana ne…
Goethe

Ve hiçbir atın şaha kalkmış
Bir sayfa şiire ulaşamaz hızı.
E. Dickinson

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.
Hasan Hüseyin

Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
C. Süreya

Tanrılar gördüm, bir gecede yıkıldılar.
Georg Trakl

Çocukların uyanışı
ağırlığı
yağmurun.
F. Banwarth

Sevsem öldürürler, sevmesem öldüm.
Karacaoğlan

Bir güzel susmak geliyor içimden
Can Yücel

Beni aşka terkettiğin için seviyorum seni
Haydar Ergülen

Git, anlayacağın şeylerle uyut kendini, yumuşak seslere gömül
Whitman

Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana
Erdem Bayazıt

Benim dengemi bozmayınız
T. Uyar

Mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin
Güze el değdirmeyen ellerin nerde?
İ. Özel

ben ki parlattım pabuçlarınızı
yerinden oynattım dağlarınızı
ve işaretledim oyun kağıtlarınızı.
ama cennet yanıyor.
ya hazırlayın kendinizi elenmeye
ya da kalplerinizde cesaret olmalı
nöbet değişimi için.
Bob Dylan

Demek ayırt edebileceğini sanıyorsun Cehennem’i Cennet’ten,
mavi gökleri acıdan.
Pink Floyd

…cesaretini istiyorum bir çiçeğin
S. Plath

Hemingway umutsuzdu, ulaşmıştı sona,
Bizleri tüfeklerden, babaların intiharından korusun Tanrı,
kötü örnektir insanın kendi katili olması…
J. Berryman

Cesaretin var mı tedirgin etmeye evreni?
T.S. Eliot

İnsan ayrılırken,
fırlatmalı şapkasını denize
içinde yaz boyu topladığı
deniz kabukları.
Ingeborg Bachmann

Susku Tanrı’dır
Lao-tzu

Kıvır kuyruk kalemini kalbine sok
bir akrep gibi intihar et…
N. Hikmet

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
E. Cansever

Zaten ölenler hep başkalarıdır.
(Marcel Duchamp’ın mezar taşından)

Başının etrafında dolaşan…
Ve sen güldükçe berraklaşan…
O hafif şey havaymış.
A. Tarkovsky

Tükenin var olun varlığıyla varlığın
Sezai Karakoç

Ete Kemiğe büründüm
İnsan diye göründüm…
Yunus Emre

öyle parçlandım ki ömrümde ,
sevgiyle öfke arasında,
sevgimi öfke vurdu,
öfkemi sevgi kaçırdı,
içim parçalandı arada.
C. Yücel

Yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
İ. Özel

Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi
Bir şeycik olmadı – Deneyin lütfen –
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın
Gülten Akın

Bir mezar kazıyoruz gökyüzüne rahatça yatmak için
A. Frederique

Aralıksız burnunu sokması vardır Tanrı’nın
A. Artaud

En leylim gecede ölesim tutmuş,
Ahmed Arif

Kim ki güneşe sürekli bakıp durur
Siyah bir lekenin uçtuğunu görür
Gözlerinde, çevresinde ve havada
Nerval

Erguvandın, kayboldun dile gelişlerde.
H. Yavuz

Kilidinki geberikse dilinin çözüldüğü akrebin aşikâr
Körün uçkur saplantısı görümcenin zülfü olduğu kadar
İsmet Özel

Sevinç bir taşa beş erik atan ağaçtır
Nilay Özer

terkedilmek,
alınyazım
anlıyorum.
anlamayan
gözyaşlarım.
(12. yy Japon kadın bir şairden)

Koşayım filmlerin ismi bu olsun
Şehre laciverd bir ceket gibi yakışsın yağmur
Rabbim gör Rabbim duy Rabbim bağışla
Rabbim kızın annesi bankada memur.
Ah Muhsin Ünlü

Bırakmak zor varsıllığı
Hasan Hüseyin

söyleyin kapı önleri tıkış tıkış aptallıklar
kaldırımlar canavar düdüğüyse bir ülkede
ne önemi var sendikaların
huzurevlerinin
içerde düzgün nehirler akıtmanın ne önemi var…
Süha Tuğtepe

Sen tane tanesin sevgilim
Denizim ben batık aşklarla dolu
Melih Cevdet Anday

Yerde ve göğde bana aynı yakınlıkta olan Tanrı’m
Benim sana yakınlığım için göğde tut beni, beni şiirine yakın eyle!
M. Eroğlu

Eylesen tûtîye tâlim-i edâ-yı kelîmât
Sözü insan olur ammâ özü insan olmaz
Fuzuli

Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Nazım Hikmet

büyütebilir miyiz bir aşkı ayrılırız korkusuyla
sürdürebilir miyim bir aşkı ayrılamam korkusuyla
Akif Kurtuluş

neden bu kadar çok duruyoruz burada, bir türlü anlamıyorum
inecekler insin, öyle değil mi
Cansever

Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim’
Ece Aayhan

Allah’a inanır Arapça
yoksulluk çeker Türkçe
ve denizi sever çocukça
Hasan Hüseyin

Geçip giden bir şeye gönül bağlama.
Dicle Nehri, Halifeden sonra da Bağdat’tan çok geçecek.
Şirazlı Şeyh Sadi

O yıllar bir ressam tanırdım
gök çizemezdi.
İ. Çiçek

Bazen,
ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
William Shakespeare

Ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler ürüyor şimdi.
Gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi.
İsmet Özel

Bu olağanmış gibi yaşamaya alışmak zorundayım.
Pavase

Seni aklıma düşüren,
yerçekimi değil.
Ahmet Telli

Sessizce bir cigara yakardın,
parmaklarımın ucunu yakardın.
Attila İlhan

sevgilim sabahın erkenini seviyor

Birhan Keskin

…ve özgür olsun bu bahtsızlık…
Rimbaud

Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin
C. Yücel

İşte bugün, böyle titrek ellerle,
belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.
Che

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Behçet Necatigil

Hafız! Sence çocuklar
Çiçeklerin koynunda uyumalıydı değil mi?

Ece Ayhan

İzdiham

İhanetin Uğultusu

“Söz, tene dönüşmüştür”(İncil)

öylesine bir Mayıs. bu
ikinci, sen yoksun. ruhum
çinko bir tepside. yalnız;
arayan değil dönen biridir

her yer bulaştı üstüme. kirliyim,
bir zenci kadar telaşlı, bağırın,
diye sustum, söz ve ses
yabancıdır, ten yanılmaz. ansızın
bir teleferik, termometre ya da aysar…
deliyim, bir gece bekçisi kadar dalgın. kefen
diye örtünmeden üstüme

işte herkes çekip gitti. geç oldu, ama
anladım insandan korkmam gerektiğini. söyler-
im,zaman ve veznadar cüreti:
“esrik bir kadını öpüyorum. bakmayın
adımı bilmiyor. nasılsa unutur
güneşin kuzeyden battığını. kasıklarımda
cinlenen hin’e sarılıyor. bildiğim
tek özgür ülke, nüfus:1,rakım:1.72!”

içime döndüm yine. seni severek
kullandım çarşı iznimi

Selim Temo

Mes’ut Bir Tesadüf’e Altıncı Ve Son Mektup

-ve nihayet ikimiz
kaçtığımız aşkların toplamıyız-

sokakta yaralı bir it koşturuyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. benimle çıkmıyorsun
bu yolculuğa. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.

bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım
ölümsüz yanımdır. bulutsuz da yağan nedir? şimdi
öğreniyorum ki, gözyaşi! bu resimden çıkıp
gidiyorum. seni isteyen yanım aşk yanımdır.

babam romantik bir fişek savaşçısıydı. çapraz fişeklik
duyardım yüzümde ona sarıldığım zaman. sonrası
jandarmalardı. ağıt kadınlardı. mezarlardı. o gün
bugündür sayrıyım. çünkü insan öldüğü yaşta kalır.

babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik
olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede
doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta..

sokaktan askeri konvoylar geçiyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.

yaşadığım yitirdiklerim oluyor hep. oysa tuttuğum
elleri bırakmıyorum. sonra korkuyorlar hasletimden. ne
denli sevgiye değer olduğumu söylüyorlar. gidiyorlar
sonra. ve biçimlendiremediklerimiz biçim oluyor bize.

ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. bir çizgi
diyorsun. bir çizgideyim. sağım nere solum nere bilmiyorum..
seni şiir duraklarına bırakıyorum o zaman. güleç kalıyorsun.
dudakların kırışıyor kenarlarından. ellerin minnacık
ellerin morarıyor. küçük küçük adımlarla gidiyorsun -sanki- içimden. bir şiir durağından biniyorsun. zaten yorgunsun.

ben sancıyla kıvranıyorum geceleri sayrı bir yatakta. terli
terli seni içiyorum. çünkü yüzüme bakınca seni görüyorum.
çünkü yorgunsun.

parçalı bulutlu şiirler okuyorum sana. şiir gibi bir çiselti
başlıyor sonra. kanayan bir yara; yalnızlık. çıkıp kanıyorum.
çıkıp sokakta..

sokaktaki bütün kedileri eziyorlar
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. ve ben sırf
bu yüzden ezilebilirim.

biz emeklerken sevmeyi öğrenmede, kolumuzdakiler
düşüyor. ki ölenler zafere en çok yakışanlardır! ki
ölenler zafere en çok yaklaşanlardır! ..
oturup tekdüze ağıtlar yakıyoruz onlara. ve söz veriyoruz yarını kurtaracağımıza. ama yarına ertelemekle bugünü
yitiriyoruz zaten. ve zaten yenik sayılırız yaşamakla!

en gizli yerimize çağıriyoruz acıyı. ve hep yenik
düşüyoruz, çağırmakla!

sulara benziyorsun bu yüzden. sular ki dinginliğe
gelir ancak. ısınırsa uçar. soğursa kaskatı kesilir
teninden. sulara benziyorsun kapılmaya gelmez.
sulara.. bildik sulara..

sokaktan telsiz sesleri geliyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden kaybedilebilirim.

ihmal edilmeyen telefonlar bekliyorsun, dakik ve
ilgi dolu. anne oluyorsun bütün aşıklarına. ve
çocukların oluyorlar bilmeden. ve bu resimde
kalmayı bu denli çok isterken, çekip.. çıkıp
gitmeli diyorum.

insanlar çoğalıyor etrafımda. sen yoksun.
ıssızlığımdan anlıyorum. çook uzakta oluyorum
onlar konuşurken. derken gece başlıyor. çayları
ödüyorlar ve bir parçamı alıyorlar karşılığında.

ve sen haftanın deniz ertesi günleri
geliyorsun. her aşk; yaşayamadıklarımızın
özetidir, diyorum. gülüyorsun.

seni daha önce öpmüş olmalıyım. yoksa nasıl
bulurum yüzünde gülen ağzının yerini.

sokakta ölümsüz bir yanından yaralıyorlar birini.
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi…

Selim Temo

Üçüncü Temrin: Ardiye

kimse beni oynamasın kaybettim
mesire mahalli aç öpüşler tok öpüşler içinde
ayıldı gururlu bir bardak gibi ay
çözüldü giz kim sadık bir ağzı öpmüş ki
ulan Şakir kötü finnaler buluyorsun her aşka
peripetie mi dedin ben orada değilim
yırttım epey beklemiş dürüst eğilim
ve hürmetli yalınlık eliyle kisvemi
ağlasam mı birileri gibi vakara
skorer gözüyle kaç cima hesabına kârlı
kaybetmek işimdir toplama bilmem
vefaysa iftiradır berabere bitmemiş
bir aşkın uzatma dakikalarında

Selim Temo

Ah Tamara

mızgin ve frok için
ah! Tamara

(bitmemiş bir şiirin ipuçları)

yaşam ve ölüm
iki hasım şimdi
iki şüpheli şahıs
her an birisindir
her an ikisi

ý
Samanyolu uzanmış sere serpe
hasat bitmiş
erzak, kuruyarı istif
geriye bir şairin hüznü kalmış biçilmedik
boy vermiş, Başak uçları göbekte!
incecik bileklerime batıyor ah, Tamara!
büyüdükçe mi yitiriyoruz saflığımızı?

Samanyolu çırılçıplak, gece yıldızlı
dut yaprakları hışırdıyor, orda mısın?

ý ý
meyva dalları ağır, yorgun
er sabah doğuracaklar yarın
şimdi geceye karışıyorlar simsiyah yapraklarıyla
kapımın yüzyıllık mavisi
bir sağımlık çiyi çiçeklerimin
-en çok şafakta tazedirler
hep tükenmez bir umudun habersiz sebepleridir

ağzımda dağılan Toran üzümü
sapsarı tınazlarla sağılmayı bekleyen harman
saçları tutuşan dağlar
havaya akan kuru buhar!
hep bu umudun dirilişidir Tamara!
bundan tenim bu kadar esmer
ve savrulup gidişim
adı geri verilen diyarlara..

ııı
tandırdan ahker eksilmez olmuş
yapışmış hamuru yakıyor, bu koku oradan
Batman Çayı, Malabadê’nin ayaklarını öpüyor
ve tutsaklığının farkında
bunca yıllık kalıbında böyle aktığı görülmemiştir
bezgin, biteviye..
ve sesler eksiliyor geceden
hasretlik bir Fa vurulmuş en son
dört Mi yaralı Requiem’den
Re teslim olmuş, pişmanmış
diğerleri karanlıktan..

ama alev aydınlatır dumanı da
saçılmış bir beyinden içeri
kara burunlu kara postal
işte her şey bu kadar açık, Tamara..

ıv
adım, soyadım da söyleniyormuş gibi uzundu
çok dövdüler beni, çok ağaçtan düştüm
kafamda on dört kırık izi var, sıyrıkları saymadım
katlayıp katlayıp boyuma uydururdu annem
yine de çıplak ayaklarımı gizleyemezdi pantolon
derken kırmızı bir kundura aldılar bir yaz Çermik’ten dönerken
eskimesin diye hiç giymedim
sonra ayağıma dar geldi..

yüzlerce bilye bulurdum düşlerimde
uyanınca hiçbiri olmazdı
hep ütüldüğüm günlerde görürdüm
karığım büyüdü, düşler seyreldi..

bir sabah ayrı bir dünya, intizam!
öğretmenin yazısı kadar yabancı..
paydosta kendi harfleriyle ağlayan annem
hangisi bendim.. ben hangisiyim..
biraz Kafka okumak gibi bir şey galiba
kapkara olmak belki
belki ismin ne? hâli

v
– a ha! bu atlı Mıhlıso’dur
ilerde itirafçı olacak!
Nuro bir kolcu daha vurur
bu kırkıncı!
sıtma çaputuna birebir ellerinin şifası..

Edip vurulmuş.
Edip vurulmuş..
Edip vurulmuş… hawaaar!

jandarma.
sıkıyönetim..
harekât…

içtima.
işkence..
terörist…

sıtma.
verem..
kolera…

ölüm.
yas..
taziye…


dört parçalı göğsümü
paletler çiğner her gün
yürür giderler kirpiklerim boyunca
önüme atılan kardeş başları
taşırır yoksul gözlerimi de
inadına ağlamam işte
acım, yaşadığımca ağlasam bitecek değil!

birilerinin kahır doluyor içi Tamara!
birileri yakıyor kendini yunmak için acılardan
yeter
yeteeer
y e e e t e e e e e e e e e r r r…

vıı
kaç çiçek kurusu
kaç kelebek ölüsü
kaç yüz buruşuğu
yaşanamayan kaç aşk
olası kaç heyecan
kaç eksik ürperti
hiç saramayacak kaç beden
bir
taş
oynuyor
yerinden
bir adam güç bela öpebiliyor sevgilisini
bir saz kırılıyor
bir civan uçuruma salıyor ağırlığını
bir köprü uçuyor bakmaktan
ellerim yanıyor kâğıtta
ellerime ağustos yağıyor durmadan
en çok Baharları ağlıyorum
bir yanardağın batısında

vııı
beklemek zamanı çoğaltır Tamara!
belki bir deprem, hadi bir deprem
taşırır yoksul denizleri

ilk kurşun.
ilk sağım..
ilk ağızsütü…

dışarda fırtına var:
bütün pencereleri açın!

ve kederli bir yüze kapanır kapı
tanrı kadar mağrur kadınlar bekler
köylerde, şehirlerde acır yalnızlık
başkasının ölümü: tek gerçek felaket!
sapsarı bir endişeyle sokaklara çıkılır:

Ağıt vurulmuş.
Ağıt vurulmuş..
Ağıt vurulmuş… ah, heval!

hiçbir romana sığmayacak
hiçbir yüzyıla hasretimiz
alnımdan kırgın sloganlarla bir şehir geçer her gün
bültenler kelle başı söz eder öldüğümüz ülkeden

ıx
soğuk olur anneciğim.. soğuktur beklemek
soğuktur kör umut biriktirmek sağır beyinlerde
yeni yükünü yıkmaya benzemez
ama en az senden eksilen kanlar kadar kutsal
ve yardan, yarenden yoksun, öylece,
birbaşına, sebepli bir intihar
sebepli bir koyverip kendini, arkadan geleceklere..
yani anneciğim soğuk olur dizinden uzak her yer
ölüler.. ölümler artar ömründe
kaygıyla bültenleri izlersin.. soğuktur bahar gelmez
soğuktur, ihanet artar.. soğuktur, iftira..
ve ben cüzamlı bir yolcuyumdur kimsenin konuk etmediği
düşümde bir sevda bulurum, adı: Tamara!
uzar, uzar sesim sessizlikte, bıkkınlığında sessizliğin
derken yarına inanmaya başlar birileri
düşlerinde umut bulur
saçlarında bölünmüş bir şefkatin sımsıcak izi
dudaklarında kaçak tütün tebessümü
ve tokalaşmaları sertçedir, samimidir
kendi renginde akar Kızılırmak
Dicle kendi dilinde çalkanır
ansızın hatırlanmış bir şey gibi

x
a a h, Tamara!
niye mi tutuyorum ellerini
niye mi dönüyorum köklerime
sen ki birden çok, çoktan fazla
ve kelimenin birkaç anlamıyla dişi
ve ben tutuşmalıyım Tamara
bir aşk da mutlu bitsin!


Ayışığı Sonatı’nı çaldığımız akşam..
tabanlarım ağırıyor
bıyıklarım gürültüyle uzuyor
hışmımdan korkuyorum Tamara!
bir namlu ucundaki darağacında
tepinir, tepinir kesilmiş bir kuş gibi içim
bıraksalar sulardım, dallarına çıkardım yeşilken
şimdi savaşçılık oynar içimdeki çocuk
artık hep ebe değil
ve oyunlarına almıyor Beko’yu..

korkarak
üşenerek büyüyen Feyzo’yu vurmuşlar!
ensesine ölüm sıkılmış, iki el!

Feyzo vuruldu.
Feyzo vuruldu..
Feyzo vuruldu… a a h, heval!

yaşam ve ölüm
iki hasım şimdi
iki şüpheli şahıs
her an biriyim, Tamara
her an ikisi,

94-95
Selim Temo

Ağıt

Bir orman düşünürdüm saçlarını koklarken.
Bir ses bırakırdım bulman için kulağının dibine
uyanırken daldığım düşlerden.
“Beni ışık olan bir yere götürün!” diye
fısıldayan bir ses
zeytinliklerin içinden.

Şimdi yerle bir edilmiş o kutsal kentin
ayakta kalmış bir burcundan bakarken
uzaktan ürperen denize
ve rüzgarla titreyişine sararan otların,
“Bütün bu yatakları kurumuş ırmakların kaynakları
şu arkamızdaki dağlardaydı,” diyor
yaşlı çoban bize ören yerini gösterirken.

Yazlardan bir yazdı elbet, unutulmaz.
Otların türküsüne katılan ağustosböcekleri ve rüzgar,
sonra gene o fısıltı,
“Beni ışık olan bir yere götürün!”
sesin sahibi nerede?
Işıklar içinde! ışıklar içinde!
bütün sevdiklerimizle.

Cevat Çapan

 

Dilek-Şart

Bir gün sana gene yollarda rastlasam,
birlikte kır kahvelerine gitsek,
konuşmasak.

Cevat Çapan