Sakın Geç Kalma Erken Gel

Usulca gir kapıdan zile basma
Hiç telaşlanma ben daha dönmemişsem
Yoldayımdır nerdeyse yokuşun dibinde
Suların kararmasını bekliyorumdur
Tuğla harmanlarından gelen yanık havanın

Bahçedeki akşamsefalarına sinmesini
Güç bela dizginliyorumdur içimde
Dörtnala sana koşan küheylanları

Bütün gün kağıttan dağlar arasındaydım
Nabzım ileri giden saat gibi işledi durdu
Dilekçeler kararlar tozlu makbuzlar
Hep adını okudum silinmiş satırlarda
Pencerede kuleler minareler kirli gök
Durmadan kuşlar uçtu bir bacadan
Rüzgara karışan saçlarını gördüm
Bulutlu aynalarda

Balkonun kapısını aç su ver saksıdaki çiçeğe
Geyikli örtüyü ser masaya dinlen biraz
Sessizlik şaşırtmasın seni ürkütmesin
Ben içindeyimdir o alaca sessizliğin
Şehrin gürültüsü dolacak az sonra odaya
Karanlık bir yankıya dönüşecek karşı dağlarda

Cevat Çapan

Acı

seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın sözün türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın

şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
gül açan yüzlerimizde
göğeriyor rengin senin de

biz seni
tâ eskiden tanırız hani
göğüslerimize taş olur inerden
avuçlarımızda hira dağıydın

al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
akdeniz rüzgarlarına karışan sendin

biliyorum
hiçbir tarıh yazmayacak ve bir
sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
göbek bağı anasından henüz çözülmemiş
bebelerimize mitralyözlerin okyanus ötesinden
ayarlandığını

seni de yakarlar bir gün ey acı
bir taptuk kul gözlerinden vurursa
parmakların eğri ağaç tutmaz
çığlıkların çağlar aşar duymazsın

ve ben biliyorum
örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı

ve ibrahim’in baltasını
biliyorum

nereden başladı bu kesik dans
ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
insanlar kim?

kim kimin yanında
kim kimin karşısında

meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim

üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
çantasında kimin fotoğrafını taşıyor

kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
neden gülüyorlar ki

seni de vururlar bir gün ey acı
filistin’de sapan taşlı çocuklar
dalın, kolun, fidelerin, budanır
kuru bir kütükle kalakalırsın

öyle bakmayın balkonlarınızdan
fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
damarlarımızı yırtıyor
tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
pompalıyor yüreğimize

pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
çeçenya’da yiğitler
inancın emeğin/ve aşk’ın
kılcal damarlarına ulanıp sustular…
ve ne bağdat’tan
ne şam’dan
ne mekke’den
ne diyarıbekir’den
ne istanbul’dan
ne buhara’dan
bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
duymuyor

seni de vururlar bir gün ey acı
halepçe’de soldurulmuş gül gibi
bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
suskun, sıcak, uzun yaz geceleri

ve siz
ey analar,
hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
söylerdiniz

hani siz, fatihler doğururdunuz…

gelin-kızların giysileri kirletildi
çocuklar hep yetim kaldı

‘elem yecidke yetimen feava’

ve ben biliyorum
ben biliyorum
istanbul’un
bağdat’ın
diyarıbekir’in
mekke’nin
buhara’nın
birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü/sonra
ey insan
ey insanlık
ayağa kalk

kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
çocukları

gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
ve bir gün
bu dünya
gül bahçesine dönecek
bunu böyle bilin/ ve
unutmayın

Ferman Karaçam

Perdeler

Yapraklar dökülüyor
Ömrümün duvarları
Artık çok da sağlam değil

Yaprakların düşüşünü duyuyorum
Geceleyin ayak seslerinin gürültüleri
ya da öpülüşleri gibi çocukların
bir perde gibi düşüyorlar
yaprakların arasında
hatırlamaya çalıştığımız gökyüzünün
kırıntıları

Perdenin diğer tarafında
Uçsuz bucaksız kırlar uzanıyor etrafımızda
Çiftlikler
Ekmek dilimleri gibi oturan tarlaların arasında
Hayvanlar
Kendi soluklarının evinde
Ağıla gerek duymaksızın
Ve kuşlar asla tünemeyen

Gördük biz bunu
Biz bunu ezbere biliyoruz
Mevsimsiz insanlar

Hiçbir şey üzerine kurmayacağım
Hiçbir şey üzerine evimi
Demir çivilerle acımasızca
Bu ölü yılın toprağına çivilenmiş

Çivi öylesine yürekli öylesine soğuk

Utançtan ve öğüten ayaklar.
Hiçbir şey üzerine kurmayacağım evimi
Ve yapraklar düşerken
Ve çekiçle bittiğinde işim
Asılmış olacak evimin perdeleri

O yere yerleşeceğiz
Aradan biraz olsun gördüğümüz

tam boşluk o bellek.

Nathaniel Tarn
Çeviri: Behlül Dündar

Veled-i Rüzgar

Daha uzun söyleyebilirdim bu sevinci kendime
Bekledim biraz serinlesin yeryüzü
Cümle ağrıların beni beslediği toprak
Şimdi seninle sözleşecek bir ömrüm daha var

Ellerimde birdenbire çoğalan parmak
Kessem de azalmıyor nafile bendeki akşam
Bir yarımdan doğan sana sığındım af eyle
Onun adıdır artık

Yeryüzü boydan boya dolaşacak o efsunlu rüzgar
Tenimden akıtılmış sütler içinde
Beşiğinde el kadar oğullar biriktiren toprak
Evvelinden tövbekar dünden lacivert
Sana ülendim çıkmak istedikçe kaldığım
Bir kendim içinde

Fazlası kederin renginde eksiği esrar
Avlularda kırılmış kiraz dalları kadar
Unutulmamak için tuzlanmış göğsüm içinde
Tenhada bir yerde dindirilmiş yaşlar
Beni aşktan kovup sancılara terk eden toprak
Nice yaşlı ırmağın adıyla her şey yeniden başlar
Ve dolanır artık yüzümüzdeki nazarlar bu sevinçle

Eyy oğul ey veled-i rüzgar
Senin için büyüdüm
Düşmek için bir yaprak olarak kaldığım yerde.

Betül Dünder, Varlık 2008

Kış Bitti

“Vedalaşmaların ilmini yaptım ben,”
Sürgünlerin uzmanlığını.
Bir vapur nasıl kalkar bir limandan.
Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.

Yıllarca mektuplarla yaşadım.
Kaçak tütün, yasak yayın
Larla beslendim.
Unutmadım. Unutmadım.

En çok yelkenleri özledim
Bozkırın buzlu yalnızlığında.
Dağlar yoktu, dağlar yoktu,
Rüzgârlara yaslandım.

Çılgın mıydım, tutsak mıydım?
Yüreğinde karanlığın?
Kan kurudu –
Ben gül oldum açıldım.

Cevat Çapan

Bir Süre Sonra

Bir süre sonra,
bir eli tutmakla, bir ruhu zincirlemek arasındaki
ince farkı öğrenirsin,

Ve aşkın yaşlanmak,
birlikte olmanın da güvende olmak
anlamına gelmediğini öğrenirsin.

Ve öpücüklerin sözleşme
ve hediyelerin de vaat olmadığını
öğrenmeye başlarsın.

Ve yenilgileri
başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın,
bir çocuğun üzüntüsü ile değil,
bir yetişkinin zarafeti ile…

Ve herşeyi,
bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin,
çünkü yarın ile ilgili herşey belirsizdir.

Bir süre sonra güneş ışığının
yakıcı olduğunu öğrenirsin,
eğer fazla maruz kalırsan.

Bu yüzden
başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden
kendi bahçeni yarat
ve kendi ruhunu kendin süsle.

Ve göreceksin ki dayanıklısın
ve kuvvetlisin
ve değerlisin.

Veronica Shoffstall

Hangi Ateşten

Hangi aşktan, hangi yüzden
Hangi yorgunluktansın sen?
Hangi şimşek gürültüsünden gözlerin
Hangi yıldızdan geliyorsun sen?

Bin hayatta kalmalardan geliyorum
Bin acıdan
Bin yoldan
Tek bir şafaktan geliyorum
Tek bir sabahtan

Peki ama hangi şehirden, hangi dağdan
Hangi sabırdansın sen?
Hangi ateşten gözlerin
Hangi yıldızdan geliiyorsun sen?

Bin sahilden geliyorum
Bin sahadan
Bin paylaşmadan

Arzudan geliyorum velhasıl!

Gün doğmamışken daha, halatları gevşetiyorum
Halen ümidim var, ondan.

France Bonneau

Tercüme

Kim tercüme edecek yana düşmüş kollarımı,
Tanrım bari sen konuş en çok dili bilen sensin!

Bülent Parlak

Bir Yanlış Dört Hüzün

Susku
beklenmesidir bir babanın akşama
yalnız bir grev

Gece
Söker bütün hüzünleri
Sakınmak sessiz harf

Aşk
Kuşların ardından el sallamaktır
Giden sevgiliye

Yağmurun intiharıdır
Toğrağa düşmesi

Bülent Parlak


Haritası Kayıp

Merhaba
Sözlerime küfürle başlamak istiyorum
Yani ben Hiroşima’yı duyunca Japon olan ben
Tombul ve yüzü kırışmış kadınları görünce üzülen ben
Kapı pervazlarından geçerken besmeleyi unutunca
Yüzü kızaran köylü adamlardan olmak isteyen ben
Elleri üşüyünce nereye koyacağını bilmeyen ben
Geceleri yatarken kutup ayıları üşümesin diye
Dua eden ben
Dişleri sararmış inşaatçılar yüzünden
Estetik cerrahlarına sarı zarf içinde kınama cezası veren ben
Gazze’ye şiir yazılmaz
Gazze’ye şiir yazılmaz
Gazze’ye şiir yazılmaz

Annem başucuma süt koyardı içeyim diye
Merhamet çok unutkan ah merhamet
Ben, kuliste tek başına ağlayan bir şöhret
Yalnız kalmasın diye salonu kulise taşıdım epey zaman evvel
Hepimiz kuliste yalnız kaldık ne çare
Dindar kuşlar öterken vakitli
Ve vakitsiz havlayan müşrik köpeklere
Elimi kulağıma atıp aryalar okudum
Sesim detone
Allah’ım! Haritam nerede, nerede, haritam nerede

Uzay mekiklerinin arkasından kimse su dökmüyor
Peçetelere yazıp Amerika’ya yolladım bu isteğimi
Yanında bir düzine tabak
Cevap: Kennedy’nin katili benmişim
Hakkında hiç şiir yazılmamış bir kız gördüm diye
O zaman suçlamıştım en son Kennedy’i
Bir de sevsem şu ismimin ilk harfini
Her şey güzel olacak, her şey

Yani ben orkestradan kovulunca berbat duygulara kapılan ben
Karşılıksız mektup yazmada üstüme kimseyi tanımayan ben
İstiklal Marşı’nı iki satır önceden okuyan
İlkokul bir çocuklarının başını okşayan ben
Şimdi nereye koyayım bu heyecanlanmış gövdemi
Nereye, soğuktan üşümüş ellerimi nereye
Ah ben,
Ah ben

b nokta p

Bülent Parlak