İki Eski Şarkı

I. Dokunur Dokunmaz Bir Sevinç Depremi

içimde seni yitirme korkusu olmasa
yüzüm yüzüne değer mi bilmem
ellerim ellerine.
alnını ufka dayamaktan yorulursan
kırık bir omzum var
güneşe sorsan: bugün değil
belki yarın, der
dokunur dokunmaz bir sevinç depremi

beni böyle anımsa
küçük bir gülüş
sıyırıp geçerken dudaklarımı
boynumda sessiz öfkemin damarlanışıyla
yanağında ürkek soluğumun buğusu
karşıdan karşıya taşkın
bir şarkıyı yinelerken içimde

beni böyle anımsa
alnın ufka dayadığın yüzümde
ellerin
ellerime
dokunur dokunmaz bir sevinç depremi

ve unutma
sussak, sözlerimiz kısa kalıyor uzun adımlara
konuşsak, ömrümüz.

II. Susarsan Boşlukla Kalırım

susarsan, öfkem yitik bir vadide yankılanır
denizgülüm çiçeklenmez dinmeyen bir yağmurda
susarsan, yüzüm bir suçluya yakıştırılır
yorulur, sevdiğim, bir çocuğun sevinci öksüz kalır

susarsan, acıları kuruyan o ırmağı geçemem
sırtımda kabaran yenilgi kenti git gide büyür
sararan bir mevsim gençliğimi kanatır
çalarım kapını, açılmaz, boşlukla kalırım.

Tuğrul Asi Balkar

Taşınan Bir Kitabevinin Taşınmış Hüznüyle

I. Bir Kitap

gözleriniz değince
sessizliği bitecek sözcüklerin
özgür olacaklar
sevginin yolu açılınca
yüreğinizin ışığı dokununca

II. Baştan Sona: Bir Adam

hepsi saklanıyordu. masalar dört bacağıyla. el yazmaları. zarflar. imzalı kitaplar. imzasızlar. armağanlar. armağan edilmiş tortular. öfke. sevinç. tütün kokusu. gazı bitmiş çakmaklar. boş kibrit kutuları. dolu kataloglar. bozuk fotoğraflar. şipşakçı portreleri bir yarı-köylünün. kırık pipolar. resimler: düşbozumu. karikatürler. imza günü fotoğrafları zarflanmış. gülümsemeler. göz kırpışması. somurtmalar. şemdinli tütünü. türküler’i unutma! telaşı.
osmanlı imparatorluğunda mülkiyet ilişkileri. kapitalizm ve tarım. bilim ile yazın arasında. tebrik kartları. gidilmemiş nikah davetiyeleri. hepsi saklanıyordu: baştan sona.

III. Bir Başka Adam: Sondan Başa

hepsi saklanıyordu. masası bir geçmişin. geçmişte ve
gelecekte hep anılan bir adamın elyazmaları. sarı zarflarda. beyaz zarflarda. kağıt kenarlarında karalamaları. dava dosyaları. düzeltme kararları. düzeltme kararlarını düzeltme dilekçeleri. yitirildi sanılan fotoğraflar. kendisini tab’ettiği fotoğraflar. pazarlar. pazar günleri suladıkça canlanan mineler. karanfiller. kadife çiçekleri. onur’un kazındığı bir sin
sonsuz enginliğinde yaşanan bir dünyanın: kapital’in, anti-dühring’in, doğanın diyalektiği’nin, insanın türeyişi’nin, madde ve insan’ın, fiziğin evrimi’nin, kemal atatürk ve çağdaş türkiye’nin. hepsi saklanıyordu, yılgınlık ve kin dışında: sondan başa.

IV. Çok Uzaktan Bir Başka Kitabın Sesi

beni üzen, sayfalarımda taşıdığım doğrular ya da yanlışlar değil, içimde ne olduğunu bilmeden tutuşturan insancıkların karanlık dünyaları. o karanlık dünyalara yakılırken bile ışık tutamamak ne acı.

V. Bambaşka İki Adamın Sevinçli Yorgunluğu

saklanan her şey taşındı taşındıkça taşındı
kollarımız taşıdıkça güçlendi
bildikçe bildik gözlerimizde derin gölgeleri
gördükçe gördü görmediklerimizi bilincimiz
donandı yüreğimiz ışıdık ve sönmedik hiç

alnı akıtmalı doru bir at taşımadı çeyizimizi
gittik geldik, gittik geldik ayaklarımız üstünde
gittikçe sevindik gidildikçe

şimdi herkes buruk gibi
gidiyorlar ırmakta sarsılan bir kayık gibi
kucak dolusu: yunus
gidiyorlar incitilmeden soylu bir gün gibi
kucak dolusu: asi
üç basamak çık ileri
beş adım yürü sağa
üç basamak çık sola
yirmiüç adım yürü dümdüz
yirmidokuz basamak çık dönenerek
onyedi adım yürü durma!
yenibaştan

VI. Önemsiz Bir Ayrıntı

her şeye yeniden başlarken
japon elması da solmakta
turgut büyük saat’iyle geçerken
fısıldadı usulca
herkes ne kadar da mutluydu ‘oysa’

ne bıraktıysam o kadar kaldı orda*

*turgut uyar, kayayı delen incir’de ekinoks.

VII. Göç Etmiş Bir Kitap Gibi

geldik işte
dizildik dizildikçe
dizildik ve dizildik ve dizildik
dünyaları ayağınıza getirdik

sana evren benim içimdedir, diyorum, taşıyor durma bak
harflerde sözcüklerde noktalarda virgüllerde
kalabalıkta ve kimselerin ayak basmadığı saatlerde
insan benim içimde
sevgi ve nefret
barış ve savaş
düş ve gerçek
tutku ve iktidar

ah, kapağım kapalı, oysa sözcüklerimin gözleri açık

sana evren benim içimdedir, diyorum, taşıyor durma bak
pi’ler fi’ler pisi’ler beta’lar alfa’lar ve abece
bilincinin sözcükleriyle çarpıştıkça sözcüklerim
gözlerinin kapanmayan yüreğinin çılgınlaşan coşkusuyla
yeni bir insan yeni bir insan olarak bakabilirsin dünyaya

VIII. Sona Sığmayan Son

bitmedi hiçbir şey başladığı gibi
bitemez de
hüzün değil
yıkım dolayısıyla
taşınıyoruz
ilhanilhan kitabevi
bayındır sokak
yirmiüç bölü altı
aynı sokak
iki bina aşağıda
bir kat yukarı
ruhumuz göğe biraz daha yaklaştı
söyle kalbim:
kim düğümledi bu ipi kopacağı yerden

Tuğrul Asi Balkar

Cinayet Sureleri

I. Rahle Suresi

canım dilimin ucunda
dilimin ucuna gelmese de bütün ayrıntılarıyla
söylemeliyim:
rahle, bağdaş kurmuş bir inanç sayfası değilsin

rahle kapanmadan büyük kitaba
damlamadan kan
ve osman
söyle, doğrul
söyle yeniden
öfkeli çocukların
ve kimvurduyagitmeyenlerin türküsünü.

II. Asa Suresi

gözlerini açar gibi olunca bir asayı yakaladı parmakuçlarıyla

evet gördüm bu bir cinayetti
olsaydınız olamazdınız da.

bırakırken, her doğan gün bir öncesini, geride
bir adam bir adamı kemiriyordu kendi teninden
ne çığlık akıyordu ne kan

evet gördüm bu bir cinayetti
sorsaydınız soramazdınız da.

zaman hep şimdi miydi hiçbir zaman
bir kız bir oğlana aşkını söylüyordu
bir gül yaprağından damlayan kırağıdan

evet gördüm bu bir cinayetti
yoktunuz yok olamazdınız da.

manna! manna! yetmiyor acılarımızı doyurmaya

III. Tutanak Suresi

“ve biz duvar üzerinde

ayrı ayrı
birbirimizden uzaktayız”
nehemya

duvarların içi görünmez
duvarların içinde tutanaklar
içimin sesi duvarlar, durulmayın:

alıştırdım duvarları bağırmıyorlar artık

IV. Rüzgar Suresi

yanlış rüzgarlara kanat çırpan kuşlara ne oldu?

yağmurun kentlerine giderdin
yolun denizlere açık uçurum kıyılarından
oysa odandan soğuk bir rüzgar
ve saydam bir düşüncenin düğümlü gölgesi geçer

düşünür’
dün.

V. Kuyu Suresi

“ve biz sudan yarattık
her canlı şeyi
onlar inanmayacaklar mı)”
kuran

dökülüyor bardaktan
saf ve duru, susuzluğun biter gibi
dolduruyorum duruluyor dipten doruğa
işte ağzın
nereye gitsen o dinmez sancı
o müthiş hıçkırık
bir bulut, işte, kendi sesinden
birden bir ses kanla köpüren
birden bir susuzluk poyrazla çarpan
kuyu!
dökülüyor bardaktan
su su su
acı su
acı
su

VI. Çiçeksiz Cinayet Suresi

bir güvercin ürkütsek koskocaman gökyüzüydü cami avlularında yaz

cami avluları ve güvercinler
kimsecikleri tanımıyorlar ne gam
sislenmiş bir ikindiyle
yürünüyor ara sokaklar
kırık dökük bir bakış
bile anımsatmıyor, güvercinlere
kimsecikleri ve cami avlularını

kimsecikleri özlemeyenleri bekleyeceksin
balıkların takılmadığı oltalarda
kalmayacak kendine
limanlarda saklayacak bir anı
kırgın sevgilim, getirdiğim sevinç
çiçekleri soldu, anımsama sen de
kimsecikleri ve güvercinleri

yadsıdıklarımızdan bir yaz kalmıştı geriye, susarak
gölgesinde güvercinler vardı, ürkütmediğimiz

güvercinler ne şanlı saatleridir gökyüzünün!

VII. Örümcek Suresi

mağara, kutsal mağara!
örül ağlarla, örtün
örtünsün inanç ve gerçek
görmesinler ve yargılamayı sürdürsünler
kendi işledikleri suçlardan bizi.

VIII. Tüze Suresi

-elmayı dişlemek istediniz*

-ama o elmayı siz yememiş miydiniz?**

-elmayı dişlemek istemekten hüküm giydiniz***

*savcı
**sanık
***yargıç

IX. Tufan Suresi

nuh tufanından önce olsa bağışlardım belki
ateşi çalanları tek başına, yargılayanları
kaburgasından ayrılan havva’yı da
elmayı dişlemeden önce

şimdi, bağışlayamam kovulsam da cehennemimden
yaşamak söyletirken kendini tarihe.

X. Duruşma Suresi

sustuk mu susturulduk mu
öfkeli bir çocuğun çığlığını andıran
elegeçmez hırçınlığı ile oturtulduk yargılı iskemlelere
bulutları boyamıştık tozpembe ketenhelvası
yeri yok günlüğümüzde artık
bıraktık kanayan gülüşlerimizi
büyük gösteri başlamadan önceki yüzümüze döndük

döndüm işte,
bütün savaşları yitirdiğim kahramanlığıma biçilen: müebbet
celali bir aşkın firarisiyim, acıdım, kırağı da çalmaz artık

XI. Hicret Suresi

fotoğraftaki kan pıhtıları silindi
her şey silindi kiriyle birlikte ellerimden
başka bir ses başka bir bakış başka bir soluk
zor olmadı, hazırmışım sanki
bir fotoğraftan bir başkasına göç etmeye.

XII. İlhanİlhan Suresi

körkuyu!
“nefes alamıyorum”

söyle alaz kardeş
-hıncımı kırsan güller
tomurcuklanır

söyle türküler
-hıncımı kırsan güller
boy verir

söyle ‘al bir atın nal vuruşunda’
-ilhanilhan
bir yiğit oğlan
vurmuş yürekten yüreğe
kendini

hıncımı kırsan güller
saçılır

körkuyu! körkuyu!
bir yiğidin kanı mıdır
içtiğin su.

XIII. Kıyamet Suresi

kaçınılmazdım
vesikalık suretimde tedirginliklerle
bir çarpı daha işte pıhtılaşmış gül tortusu
dipsiz kuyulara ünlesem yankısı alaca aydınlık

kaçınılmazdım
büyüdüm bir bozgundan ötekine mekik dokuyarak
yokuşlar karanlığa bitişirken sürek dönüşleri
yüreğimde tutsak olma ürkekliği
telin ucundaki sıla sesiyle:
bana kendimden başka ne getirdin anne?

kaçınılmazdım
dağılıyorum her soruda kan
bürüyor gözlerimi, herkes
kentteki ilk adımlarını arıyor
bense dağda solukizlerimi delişmen bulutumu poyrazlı denizimi

kaçınılmazdım
omurgası su alan teknede
durmadan daha derine
yolcular kaptanı soruyor
söylesem mi nerede

kaçınılmazdım
ey kıyamet şarkısı söyle işte
hangi son hangi başlangıç hangi
hangi hangi hangi

kaçınılmazım
kıyametim benden sorulur

XIV. Rızk Suresi

“niçin etimi dişlerimin arasına alayım
ve canımı avucumun içine koyayım?”
eyub

de ki: ölenler
otuziki dişleriyle birden
nerdeydiler bakırelinde
taslarında su.

de ki: onlar
öldüler dönmediler.

XV. Pusu Suresi

o ilk susuş: oku!
kıstırılan sokak, yırtılan bakış
ey düşen sessizlik, duvarlara sıvanan haykırış
kırlangıçlara yuva kuran çocuk
ölüm ey, girmiyor mu düşüne
bir yaşam kaç alıntıya bedeldir

hiç sorulmadı pusuda
adı: duvar yazısında.

XVI. Ayrılış Söylevi

duruldum ey deniz dalgalandım
kadırganın en yaman levendi bendim fırtınalarında
bendim yelkeni açan, rüzgarınla çarpışan
ve dikbaşlı, yıldızlara göz kırparak yolunu şaşıran
demirleyecek bir liman bulamayan
ve inanan.

kılıncım kınında gömülü
korsan gözüyle süzdüğüm kurban
yağma ve yağma. güpegündüz ve nerede
kılıncım kanlandı ey kıyısız acı.

duruldum ey deniz dalgalandım, kıyıma
uğradım, sürüldüm, oklandı güvercinim
kıyım nerede…

sürüldüm her yanım toprak ve toprak
inançsız, kara, kösnül ve yargıç…

kıyısız acım!
yaşadığımız kadar özgür olduk mu hiç.

XVII. Mina Suresi

kırıkkalem kırıkkalem
kırıkkalem, çekilmiyor mu damarlarından kan
kırıkkalem yağlıurgan
yağlıurgan damlamıyor damarlarından kan

kırıkkalem kırıkkalem
kırılan can
kırıkkalem! dönmeyeceğin yere varma.

XVIII. Yaradılış Suresi

bulutundan ayrılan ilk damla kimdi coğrafyasını aşarak
tüfengini çatarak kurusıkı kurşunlara yenilen
zamansız düşen ve kavuşmak isteyen gövdesine, yaralı
gövdesi acıları düşlere bağlayan bir ilmekse
her ilmek bir kördüğümse
sesi nerede:
her seslenişinde bir kuş çarpar düşerdi
inanmazdınız
susardı, susardı
suskunluğuna uyanmazdınız.
adı yunus değil, inanmıyor gemiciler
yunus gibi terk etmedi teb’asını
kendini denize atsa, üçgünüçgece
karnında taşıyacak balık nerede
balığı görse kara
nerede nerede nerede

buluttan ayrılan ilk damla kimdi kim
damla kurudu yurdu eridi
çılgın ruhu bağışla onu
dönerse ayrılan ilk damla gibi saf ve duru.

XIX. Başlangıç Suresi

esirgeyen yoktu bağışlayan da.

Tuğrul Asi Balkar

Aganta Burina Burinata

bir sessizlik oldu uzun ve oldukça sıkıntılı – –
her sabah yağmur yağacak düşüyle taşıdığım şemsiye usandı
[ıslanmamaktan
sıçrayan her damlayı durgun bir göle fırtınalar biriktirmeye harcadım
yine de yorgun bir günü tökezlenmeden geçirecek kadar
[hırçın yüreğim
-aganta,

şimdi gemiler var limanlara güvenli
gemileri yelkenli açık denizlerin
-burina,

son isteği denize açılmaktı karada boğulan çocuğun türküsüyle
-burinata.

Tuğrul Asi Balkar

Görüntelinişler

IV. Çocukluğun

-ali cengizkan’a-

yeniden dönmelisin kıyılarına
bir kazak giy ödünç sonbahar renginde
okşa dalgaları şairleri sever gibi
ağ karakıştan karla karışık
yolları yürü özlemekle
ilkyaza inanmış ve bekleme
yüreğinde soluğunla büyüyen ateşi
-o çocuk
yarınlara uyanmaya dalmıştı

şimdi, söyle ali
çocukluğun bu yıl kaçına bastı?

XI. Lodos

erkenden lodosa kesti deniz
çardağın serinliğinden barbunları
ayıkladığını anımsadı birden oğlunun
postacıyı bekledi, mektubun kapıyı çalmasını
-kış zorludur oralarda, bir başına, üşümesin
kalın bir hırka gerekli. uykusuz. ördüğü
atkıya yeni bir ilmek geçirerek,
-dersleri iyi gitse bari bu yıl.

çalmadı postacı kapıyı
geçti gün
lodos sürgit-

XIX. Tunçtan Bir Yalnızlık

ilk o geldi rıhtıma demirlediği umutlarıyla
durdu. artık yaşamaktan yoruldum
diye yanıtladı oğlunu
ufku izledikçe sonsuzluğun çizgileri
yerleşirken alnına
uykusuzluk, soluğunu kesen öksürük nöbetleri ve kan
sığ sularında tekneler yüzdürdüğü kasaba:
bodrum, her insan bir bodrum burada
bir yalnızlık kalesi ve poyraz
poyraz olmalıydı uykularımın son limanı
de oğul kimin ağına takıldı ki
mutluluk, kimin
çekilirken deniz ağlardan.

tunçtan bir yalnızlık kalesi babam
gözleri çakır.

Tuğrul Asi Balkar

İz

bize korkmayı öğrettiler ilkin
biz de öğrendik
kahperengi korkmayı
kahperengi
saklanmayı sonra
kıpkırmızı
korunmamız buyrulmuştu çünkü
tehlikeli bütün güzelliklerden
canımız yanmasın diye
canımız yanmasın diye
keşkelerle yaşamayı
göze aldık hep nedense

sonra beni öğrendik
hem tenimizdekini
hem de içimizdekini
ve hep korktuk
acı cekmekten, yanlış yapmaktan, kontrolden çıkmaktan
iyi vatandaşlar kontrolden çıkmaz, iyi insanlar da
onca işin arasına bir de bekçiliği sığdırdık
yarınlara erteledik hayatı hep gururla
bi sıkımlık canımız vardı halbuki
bi sıkımlık can

kendimizi kandırmanın yolu nereden geçer
roma’ya çıkan yollardan kaçı yolda vurulur

bizler hep işin kolayına kaçtık
kaçmak alışmaktı
kaçaktık
hüzünlü şarkıları alkolle biçip
kefenler yaptık
üzerine yitik bir kuşak bağladık

gözyaşlarımızı kilitleyemeksek de
gönlümüzü kilitlemeyi becerdik
burnumuzun ucundan ölüler geçti
bizim bacak aralarımızda kan
gülüşlerimizde fermuar
aldırmadan
yap boz hüzünler yapıştırdık
makyajlı yüzlerimize

kimsesiz bir kentin sığınmacılarıyız
aslımız çürüyor farkında değiliz
başkalarına hep fotokopilerimizi veriyoruz
büyültülmüş fotokopilerimizi

tekrar tekrar başa dönüyoruz.

2000 Berlin
Gürkan Kesici

Aydınlık- Ben- Çiçek- Su

Bulut yok,
Rüzgâr yok.
Havuzun başındayım,
Balıkların sudaki izleri,
Aydınlık, ben, çiçek, su.
Yaşamın temiz buğday başağı.

Annem reyhan topluyor.
Peynir, reyhan, ekmek, bulutsuz gökyüzü,
Islak şebboylar.
Kurtuluş yakında: avludaki çiçeklerin arasında.

Işık, bakır kaseyi okşuyor!
Yüksek duvara dayalı merdiven, sabahı yere indiriyor.
Bir tebessümün arkasında gizlidir her şey.
Zaman duvarının aralığından yüzün gözüküyor.

Bir şeyler var, bilmiyorum.
“Bir ot koparırsam öleceğim.”
Bunu biliyorum.

Zirveye doğru gidiyorum,
Kanat doluyum.
Zifiri karanlıkta yolu görüyorum,
Fener doluyum.
Işık ve kum doluyum,
Ağaç, yol, köprü, nehir dalga doluyum.
Yaprağın sudaki gölgesiyle doluyum.
“Ama ne kadar da yalnız içim.”

Sohrab Sepehri – Suyun Ayak Sesi
Çeviren; Şirin Mehran

Gereksiz Adam

Karanlıkta,
seninle aynı hizada,
adımlıyorlar.
Yüzlerinde gülücükler.
Birbirini arıyor omuzları.
Oysa sen üçüncüsün,
gereksizsin.
O kadar.

Buruk bir kıskançlıkla izliyorsun onları.
Yan yanasın onlarla.
Dudakların titriyor hınçtan.
Ama kaçamıyorsun.
Seyrediyorsun ilgiyle.

Biliyorsun ki onları burda bırakıp kaçtığın an
yalnızlığın hemencik katlanacak ikiye.

Ve yürüyorsun.
Onlar kendi havasında büsbütün.
Ne senden haberleri var,
ne de seninle bir işi.
Onlar- iki kişiler.
Sense teksin,
sen üçüncüsün.

Ve her yerde yalnızdır üçüncü kişi.

Veselin Hançev
Türkçesi: Cevat Çapan

Düşünceler içinde

Ben gerçekten varsam, adım da Rafael`se,
gerçekse burada olduğum,
ve bu bir masaysa,
gerçekse ısırganlar arasında kara bir taştan az ayrıksı bir şey olduğum,
bir kuyunun dibindeki pürtüklü bir taştan az ayrıksı bir şey;

akşamın bu alışılmadık, mor aydınlığı bir gerçekse,
bu külrengi, eflâtun şeyler evlerse, bulutlarsa,
gerçekse şu sokaktan geçen adamın uyurgezer olmadığı,
doğruysa bu sessizliğin inip çıktığı gizemle yaşam arasında,
gerçekse var olduğum, adım da Rafael`se,
bir ten bitkisinden az ayrıksı bir şeysem;

gerçekten varsa nesneler
ve ben varsam
ve düşüncem varsa;

bu manolyalarla kokulu, güzel akşam gerçekse,
gerçekse bu içimde çırpındığını sezdiğim sonsuzluğun titreyişi,
gerçekse var olduğum, adım Rafael`se, gerçekse düşündüğüm,
gerçekten de sonsuz, bilinmedik düşüncelerle ağırlaşmış
bir havada yaşıyorsa bu dünya, gerçekten öyleyse,
ah, şükür, çok şükür her şeye!

Gabriel Celaya

Çeviren: Sait Maden

Anlar

Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
ikincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim,
seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır,
daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya,
Daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu
hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve
verimli kılan insanlardan olurdum.
Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar, siz de “an”ı yaşayın.
Hiçbir yere, yanına; termometre, su, şemsiye ve
paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.
Yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda, papuçlarımı atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayakla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer…
Ama işte, 85’imdeyim ve biliyorum…
Ölüyorum…

Jorge Luis Borges