Ayrılış

Hoşça kal havuz, bütün güvercinlerim,
İnce bakışlarınız, yuvarlak uçuşunuz,
Onları unutmadım, yumuşak tüyleri de,
Hoşça kal havuz.

Hoşça kal evim, mavi çatılar siz de
Eşin dostun kurduğu hep görüşelim
Hiç ayrılmayalım diye mevsimler boyu,
Hoşça kal evim.

Hoşça kal çamaşırım, çite serili,
Çanın ordaki çite (kaç kere boyamıştım).
Sen artık kendi malın bilirdin onu,
Hoşça kal çamaşırım.

Hoşça kal badana, bir sürü camlı kapı
Ayna gibi muşambalar, duvarlar arasında;
Ak, demir parmaklıklar, alacalı renkler,
Hoşça kal badana,

Hoşça kal bahçe, mahzenler, döşemeler,
Havuzda giden yelkenlimiz yel üfürdükçe,
Sen de o ak saçlarına özenen hizmetçimiz,
Hoşça kal bahçe.

Hoşça kal dağ, cici ağaçlarım,
Hoşça kal duru ırmağım sen de,
Benim başkentim sizlersiniz,
Kim demiş Paris diye.

Max Jacop
Çeviri: Ülkü Tamer

Çengelköy’de Yaz Düşüncesi

Gündüzle ölçüyoruz eski limandaki düşünceyi
Bir şeyi anlatmak ister gibi rüzgar
Masamızdaki peçeteleri karıştırıyor
Ölmüş bir yakınımıza benziyor bulut kümesi
Ezan sesi geliyor yalıların arasından
Büyük bir şilep sessizce uzaklaşıyor
Denizin uykusunu kaçırmak istemeyen misafir gibi.

Senin yapraklarınla dolmuş bir havuzum
Akşam kurbağalarının gürültüsüyle avunan.

Gece yıkıntısıyla karşılaşıyoruz orda
Bir ağaç yalvarışlarıyla hüzünlendiriyor bahçeyi
Biz biliyoruz kışın gümüş sokaklarını
Hangi kar örter düş kırıklığını
Alır ellerimizden bizden olanı
Dağ tarafından gelen haberlerle susuyoruz
Kurban bayramındaki kanla kirlenmiş bıçak gibi.

Senin dallarında kapanmış bir patikayım
Sabah oğlaklarının çanlarıyla uyanan.

Salih BOLAT

Seni Tanıdığımda

Seni tanıdığımda
Med zamanıydı, kanat alıştırıyordu ay
Bakışlarının kardeşi, zümrüt toprak
Çaresizliğin sesini tanımlıyordu saatin
Sana yakışan da buydu
Ve bana, umutsuzca biliyorduk

Uzun yağmurlardan sonraydı
Seni tanıdığımda
Öğle vakti çıkabilirdik kırlara
Yeşerebilirdi bileklerimiz, gözlerimizde
Çiçekler açabilirdi, kalsak biraz daha
Çekirgeler fışkırabilirdi saçlarımızdan kelebekler
Sonunda karışıp gidebilirdik otlara ve kuşlara.

Apansız bulutlar, ışıklı hüzün çiçekleri
Yoldan geçen bir avcının çantasından
Dökülür gibiydi sesin
Seni tanıdığımda
Uzaktaydı kent yasalar, plastik dünya
Bilinçli unutkanlıklar uzaktaydı.

Yağmurun tanığıydın, şu ellerinle
Şimşeği yuvasına zorluyordun
Seni tanıdığımda
Gülümsüyordun

Salih Bolat

Yaprak Kasırgası

artık kalbim yürüyen bir yokuştur
her şeyin bir sessiz karşılığı vardır
annemi kaybetmenin sessiz karşılığı nedir

– gül denizinde diken fırtınası
– gök ağırlığında bir bulut
hayır hayır. kokusu uçmamış yastığının, soluğu uçmamış
elleri yumak olmuş, dağılmış saçları
herşey koca bir evin yorgunluğundan kalmış. eşyanın
yalnızlığında şimdi.
sanki gözleri bir açılıp bir kapanıyor
sanki temiz bir gömlek giymişim
yakalarımı düzeltiyor

annem annem
sıkıca sarılıyorum yastığına

annem annem
yastık mı sarılıyor bana

annem annem
alıp yastığı
koşturuyorum sulara

annem annem
çığlığım götürsün seni uzaklara
yeşilcik bir çocuktum, tıngırtılı mıngırtılı
güney kasabalarında. sınavlara ve sevdalara
her an hazırdım. orta halli memur çocuklarının
tarihlerinde yazılıdır bu.
babam, şarkılarla karışık
savaşlarını anlatırdı
karıncalarla hamamböceklerinin.
annem köşesine çekilmiş
pirinçlere yasin okurdu
sırtımı sıvazlamak için.
omuzlarıma nal düşecek
hayatı yoracaktım, yorulan
kır çiçeklerinin karşılığında

annem annem
karanlık adamlar karanlık yüklerini karanlık
ceplerime boşaltıyor
annem annem
ada vapurları, mastika’larla karşılanıp
enbüyükfener’lerle uğurlanıyor

annem annem
o aptal arabesk var ya o
aptal olduğu kadar egzos
egzos olduğu kadar klakson
kulaklarıma pamuk
pamuk dayanmıyor

annem annem
suadiye gençliği esrara yatıyor

bir sen misin oğul, bir sen misin
bu cehennemin iplerinde oynayan
kızgın harem gecesinin
suskun çanlarını çalan
bir sen misin oğul, bir sen misin
mürdüm eriklerini ağacından dağıtan
alnımızı nar yapıp çatlatan
ki o an, elektrikli tren
uçurum yanında yay gibi gerilmişti
yıldız kayıyor, dolar kuşatıyordu
on bin grostonluk tanker ise
petrol boşaltıyordu. yumruk oldum
indim aranıza, yani masanıza
yanalım dedim
pisipisine yanalım
aşağısı uçurum
uçurum aşağısı
annemde ilk yer sarsıntısı
yaprak kasırgası
annem annem, n’olur kızma
arkadaşların çoğu gitti azı kaldı
annem annem, n’olur kızma
kalanlar işsiz. kupon biriktiriyorlar
yüzbinde bir de olsa, asgari ücretle
iş bulacak çamaşır tozu
annem annem, n’olur kızma
kahvelerde oyun falan oynuyorlar
ellerindeki son kozu
sokaklarda alanlarda uygun adım
uygun adım
uygun

annem annem
tüm kapıları çivilemek geliyor içimden

Mehmet Müfit

Vazgeçmeler Ustası

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki aşktan bir leke,
Kazındıkça kendini temize çeken
Gizlice. Sürtündükçe kıvılcımlar saçan
Çakaralmaz renk cümbüşü işte.
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Reddedemem önerinizi,
Paylaşalım elbette:
Lekeniz sizde kalsın,
Ben aşk’ı alırım sadece.

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki iki soluk arasında
Gelip geçen zaman.
Hangisi ölüm hangisi yaşam?
Ya sizinki?

Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Yaşadığınız bir ömür değil mi?
Seçimi siz yapsanız, istediğiniz sahneyi seçseniz:
İster ilkincisi olsun ister sonuncusu fark etmez ki,
– Başarımızı arttıracaktır provalardaki performansınız –
Artanıyla yetinirim zaten ben, ilk gösteri için
siz önden buyrunuz lütfen!

Dünya kirletilmişse,
Üstünüze sıçramış
Bir şey vardır mutlaka.
Benimki korkusuz ve kuşkusuz bir aşk,
Başdöndürücü ve anısız,
Fısıldaşmaları dalgınlıklara takılı.
Ya sizinki?

Hala anlamadınız mı?
Demiştim:
Ben vazgeçmeler ustasıyım.
Aşk’ı bana terk etmiştiniz zaten,
Üstü…kalabilir sizde…

Tuğrul Asi Balkar

İşte Sessizlik Sesimizle Buluşuyor

İşte sessizlik sesimizle buluşuyor
Farkında olmasak da
O şarkılar üzünç iklimi
Harfler harfler harfler
Harflerin yarattığı bir mutluluk bu…

İşte sessizlik sesimizle çarpışıyor
Tam karşında tutkunluk
Tam karşımda bir gül
Tam karşında özlem
Tam karşımda vurgunluğum
Tam karşında süvarin
Tam karşımda sevinç
Karşı karşıya aşk

Sözcüklerin taşıdığı duygular,
Değiştiriyor insanı ne yapsan
Gözlerin görmeye başlıyor
Kulaklarım işitmeye
Yüreklerimiz çarpmaya, coşkulu
Yorgunluk, unutkanlığa yazdırıyor kendini

Ben kılıncımı bıraktım
Sen kalkanını
Pusatsız kaldık işte…

Aşk aşk aşk

Yengisi gövdesine saklı

Yenilgisi de…

Tuğrul Asi Balkar

O Duru Çocuk Bir Masal Belki

o duru çocuksu alnın ölüme yüz sürmez
sır vermez bir gülüşle kıvrılır dudağın
inanma, karanlık geceleri süslemez güzel düşler
bir kent karartılmış mevsimleri yaşarken.

karartılmış mevsimleri yaşarken
bir yıldız kaysa biri ölürmüş hani
kaç yıldız kaydı bir bilsen
morartılmış gecelerde düşler kurarken

morartılmış düşler kurarken, otursana
yüzüne dallarının nakışı düşsün.
hep akasyalarla vardı o çocuk, sensiz
şarkılarda unutulmuş bir masal.
bir masal belki, sevdası terkisinde
atını değiştirmiş bir süvariyle giderken.

o süvariyle giderken hiç acı duyar mısın
bir yıldız kaysa ya da düşmese, ölümler
beklemiyor artık, bir bıçak saplanmış
gibi yüreğinde, her gün her gece.

her gün her gece acılıyım, söylemiştim
o duru çocuk alnına sürmez ölümü
ne karartılmış mevsimlerde
ne morartılmış gecelerde.

sürerse sözüm sürer, masal mı o çocuk şimdi.

Tuğrul Asi Balkar

Gölgesi

hep bir gölgeyle saklandı yüzüm fark edilmedim
kimi mutluluktan derdi kimi umutsuzluktan
bense bilirdim senin gibi, yıllar öncesi
alnımda seken bir kurşunun parlamasından
alnımda seken o kurşunun
beni hayata bağışlamasından

(durur izi sol üst köşesinde alnımın
yaşama atılmış bir çentik gibi)

hep bir gölgeyle saklandı yüzüm fark edilmedim
güneş doğudan doğardı sırtımı ona verirdim
güneş batıdan batardı sırtımı ona verirdim
tepede yükselirdi güneş her öğle vakti
bir saçak altı bulur beklerdim
uzasın diye gölgem – uzardı gölgem
uzasın diye gölgem – uzardı gölgem

(gölgem uzundur günahlarım gibi
gölgem uzundur günahlarım gibi)

öyle de denir – ki doğrudur:
gölgesi uzun olur hayata kısa gelenlerin gövdesi.

istemekle,
insanın başına gelmesi arasındaki fark! işte bu:
hayata kısa kalan bir adamın uzun gölgesi.

Tuğrul Asi Balkar

Tutu

Neresinden tuttuysam orası elimde kaldı hayatın

Seyircisi olmayı tercih ederek ömür boyu
[hapse mahkum ettiğimiz hayat
Kurtar seyircilerini bu bedelli yükümlülükten
Kurtar çakal pençesinden korkaklık payından
Kurtar yenilgilerini yengi gibi gösteren ustalıktan
Dilimden dökülen sözcükler bir çığlığa dönüşmeden
[söylüyorum bunları işte
İşit! Dostlarımdan sakladım düşmanımın bildiği sırları
İşit! Sözcük infilâk etti söz örselendi
İşit! Anlam sırtlan payı oldu kabuk bağladı onulmaz
[yaram
Kimdedir karşılığı şimdi bütün bunların?

Neresinden tuttuysam orası elimde kaldı hayatın

Gün doğsa ben gitsem sen düşümde saklı kalsan
Gün doğsa deniz beni beklese dağ beni yurdum beni
Beni dediğim umursamazlığına yenik düştüğüm taşra
Beni dediğim ağıtların yanık sesini taşıran ova
Beni dediğim hüzünlü ve büyüleyici ırmak
Beni dediğim derinlerde gizlenmenin perisi
Beni dediğim kirli sularında yüzen haylaz hayta,
[ve kendini usta zanneden tayfa
Beni dediğim dedik kıldıkça mutluluğund
[duyulan tiksinti
Var mıdır karşılığı şimdi bütün bunların?

Neresinden tuttuysam orası elimde kaldı hayatın

Hey! Şaşırmayı unutturan sinsi alışkanlık
Seni farkında olduğumuzda terk eden tanık
Kararlı adımlarıyla üstümüze yürüyen yıkıntı
Tepkisizliği sinirlerimize pranga kılan mülk
Gövdemden çekilmeyi dene istersen bir kez
Gel ve gör o zaman törpülenmiş inançlarımızı
Sağırlaştırılmış kulaklarımızı karaşın dengemizi
Görmeyi bir özür gibi taşıyan gözlerimizi
Çevikliğini dağlarda unutmuş ayaklarımızı
Kendisine bile pusu kurmaktan çekinmeyen hayat

Yok mudur karşılığı şimdi bütün bunların?

Neresinden tuttuysam
elimde, orası
kalmadı hayatımın.

Tuğrul Asi Balkar

Kuşatmalar Coğrafyası

(sormasam o kardeş söylemezdi belki de
cam kırıklarıyla parçalandığımız geceyi)

BAŞTAN SONA

bir

yankılandım.
yankılanan dalgalar koşuyor kıyıya
iz bırakmadan
yankılanan unutulmuş ve uzak
bir şarkının son dizeleriydi anımsa
anımsa camlara vuran
yağan kardı bütün bir gece
gider mi gider gitme desen de

göçebe bir güvercin
o, kanatsız belki sevdalı
kim hayır diyecek
kim yadsıyacak
tek ışık gözlerimizdi
tek sıcaklık soluğumuz
sözlerimiz yorgun
düştü, kim kaldıracak
kim tanık bir an mı
kim tanık bir yaşam mı
bütün zamanları birden
bütün aşkları birden
bütün acıları birden
yaşamanın zorunluluğu
gider mi gider gitme desen de

iki

hangi güz fırtınası
hangi gün hangi gece
çalınan her kapıyı
korku açarken
o yanımda olsa.
o yanımda olsa
çocuk elleriyle
incecik elleriyle
eğilip alnından öptüğüm
yeryüzü depremini kucaklayarak
gider mi gider gitme desen de

ne desek korkunç
ne desek gerçek
olur, şiir yalanı
kar örter duvarları
işte her yer kan ve cam kırıkları
sırtında geçmişin dengi
ışıyarak geleceğe doğru
gider mi gider gitme desen de

üç

nereye göçmen gözlüm
nereye böyle yaralı
nereye böyle kararlı
her yer kan ve cam kırıkları
geceden çalınmış
ne bir ses
ne bir kimse
gider mi gider gitme desen de

kal diyen ellerin
kalır gecede
kal diyen gözlerin
kalır gecede
bir de boğazına dayalı
bir bıçak gibi yalnızlığın
gider mi gider gitme desen de

dört

nereye göçmen çiçek eylül mü
hicretin kaçıncı yenilgisi
öldüler doğru.
ölümü dalgaların itişiyle
kıyıya vurarak karşılayan
bir yengeç gibi değil
yüreğimizi ışıtan sesleriyle
bir insan gibi karşıladılar
bak işte, bu en doğrusu

nereye göçmen çiçek eylül mü
hicretin kaçıncı yenilgisi
bakardık üzünçle uzaktan
değdikçe tenlerine ilk ışıkları sabahın
bakardık uzaklaşırdı karanlık
gördün mü kanatlanmış
hırçın bir sesle
hırçın ve kararlı
gider mi gider gitme desen de

birkaç söz
birkaç resim
birkaç anı
bir mektup
hepsi bu
yalnızlığımızı aydınlatan bir tutam ışık
dostça bir gülüş
ışıldayan yıldız denizi
olur, şiir yalanı
acılarımızın ağırlığıyla boynumuzu geren ip
gider mi gider gitme desen de

beş

avlunun ortasına dikilir yorgun
gelmesiyle geçmesi bir
olan beklenmedik bir bulut
yüreğini dolduran bir bulut
küçük, coşku neferi, üzünçle karışık
çalar mı yüreğini ipek dokunuşuyla
okşar gibi, dudağının kıyısında
takılı bir sızıyla
‘bana dünyayı yaşanır kılan
bir adres söyle ve git’
gider mi gider gitme desen de

altı

o bendim, beni unutma
diyen sesinin çınlamasıyla şaşkın
ellerimi tuttuğunda uslu bir çocuk
gözlerini kapayınca karanlıkta kalan
o bendim
bir düşten uyanmışçasına sersem
bir güle baktıkça solan
bir serçe salıverince köle
aklı hep o şarkıya takılı
gider mi gider gitme desen de

SONDAN BAŞA

yedi

o bendim, gökyüzüne bakarak
yıldız kaymalarından kendine umut biçen
her yıldızın bir ömrün
bedeli olduğunu bilmeyen
yanılan yıkılmış ve sürgün
o bendim
boşlukta dağılan
ellerimle dalgın
kirlenmiş düşlerimden
soyunup
bekleyen,
seni bekleyen
çoktandır yaşamayan birine
arada gelen mektuplar için
şiirler yazan, uçurumun kıyısında
uyuyan ve uyanan
gider mi gider gitme desen de

sekiz

-ya sonra
-sonrası yok
-sonrası var

hergün dün, hergün bugün
hergün yarın, değildi bir başına

hergün hepsi birden
iki yakamızı bırakmadan
gider mi gider gitme desen de

dün olunca haylaz bir uçurtma
dün olunca kolkola
dün olunca tek tek ve topluca
dün olunca sustuğumuz her çiçekte
bir eylül izi ve gözyaşı
dün olunca sevgi hani o içli sızı
dün olunca bütün kapılar kapalı
çırpınan korkuları örtmeye
dün olunca umudun içinden
dün olunca bizimdir güzel günler
diyen kardeşin yarasına basılan yaşam
gider mi gider gitme desen de

bugün olunca ipini koparmış bir uçurtma
rüzgarda savrulan, tek tek ve topluca
bugün olunca bütün kapılar açık
çırpınan korkularla yalnız kalmamak için
bugün olunca adımlarımız uzar
sözlerimiz söner, her sokak kör bir duvar
her oda bir zından
bugün olunca yüreği, yitenleri örten toprak
gözleri, yitenlerin gözleri
yalnız ölüler dönmezmiş yanlışı
bugün olunca umudun içinden
bugün olunca bizimdir güzel günler
diyen kardeşin yarasına basılan yaşam
gider mi gider gitme desen de

yarın olunca kuyruğu papatyalardan bir uçurtma
yarın olunca gömleğine dokunan kan pıhtıları silinir
yarın olunca ne kıyım ne gözyaşı
yarın olunca bir başka dünya
yarın olunca bir başka yaşam
yarın olunca umudun içinden
yarın olunca bizimdir güzel günler
diyen kardeşin gözbebeklerinde
renklerine kavuşur gökkuşağı
gider mi gider gitme desen de

YENİ BAŞTAN

dokuz

gidiyorum. yitirdim gündüzümü
gidiyorum. bir cumhuriyetçi daha
düşüyor bağımsızlık tüfengi elinde
gidiyorum. ölü bir kent
ayaklanıyor içimde,
bir pazar sabahı bombalar düşüyor
junkerlerden
-nereye
-guernica’ya
bir pazar sabahı bombalar gürlüyor
heinkellerden
-nereye
-guernica’ya

kutsal meşe ağacı paramparça
çocuklar paramparça
gençler paramparça
kadınlar paramparça
erkekler paramparça
yaşlılar paramparça
gökkuşağı paramparça
her şey paramparça: viva la muerta! adına.

açık kalmış lorca’nın penceresi üşüyor gitarı ve karanfili,
gerda taro bir tankın altında ezilmiş yatıyor aşk ve barış adına,
yaşamın bütün trajikliği ile konuşuyor unamuno:
-evet beyler, sizler kazanacaksınız savaşı kaba güçle ama
demokrasiye yenileceksiniz sonunda.
çizmeye başlıyor picasso’nun fırçası guernica’yı
inançla umutlu bilinçle ve aşkla
yeniden kuruyor guernica’yı picasso’nun fırçası
aşkla bilinçle umutla ve inançla
ve yaşasın barış!
diyen kardeşin omzuna konan güvercin
gider mi gider gitme desende
gidiyorum. yitirdim gündüzümü
gidiyorum. bir serçe daha
düşüyor intiharı anımsatan bir ötüşle
gidiyorum. ölü bir kent
ayaklanıyor içimde,
gün doğmadan gün doğuyor birdenbire
-nerede
-nagazaki’de
gün doğmadan gün çöküyor birdenbire
-nerede
-hiroşima’da
e eşittir m çarpı c kare
zenginleştirilmiş iki uranyum parçacığıyla
dönüşüyor ölüm sağanağına

bir yangın sağırlığı kalıyor değdiği yerde
ısı yakıp kavuruyor ışık kırbaç sallıyor
hedefini buluyor salgın
yılların içine giriyor
insanların tenine
insanların ruhuna
yıllar sonra bile ölüm kusuyor
dokunduğu her yerde
deri isyan ediyor kemik isyan ediyor
sinir isyan ediyor kan hücreleri isyan ediyor
doğmuşlar doğanlar ve doğacaklar isyan ediyor
ve umut ve dünya ve insanlık isyan ediyor el ele
ve yaşasın barış!
diyen kardeşin omzuna konan güvercin
gider mi gider gitme desen de.

Tuğrul Asi Balkar