Velet

Mahallenin velediyim
– zillerinizi çalarım
ve siz açıncaya dek kapıyı
pırr.. ben kirişi kırarım –
bakarsınız – kimse yok

Mahallenin velediyim – bilirim
öyle tak eder ki canınıza
öyle fitili almış – basarsınız ki kalayı
bir pirelenmeyegörün benden
hiç dinlemez – bozarsınız façamı

Mahallenin velediyim – yine de
çaldığımda kapınızı
görürüm ki – iyiye yorarsınız hep –
umutlarla coşkularla hummalı
kim bu diye
bir hoş
koşarsınız kapıya

o umut
ve o düş anı
olası mutluluk anı o kısacık
ki bir an olsun renge boğar
ışıtır
tekdüze yaşantınızı
– mahallenin velediyim – bana borçlusunuz
siz o hazzı

Zareh Yaldızcıyan
Çeviri: Ohannes ŞAŞKAL

Beni Sevmek Zorunda Değilsin

Her zaman istediğim
tek kadın olsan da
beni sevmek zorunda değilsin
her gece seni izlemek için doğmuşum ben
ve seni seven birçok adamdan
biriyim sadece

Bir yemekte buluşuyoruz seninle
avuçlarını alıyorum ellerimin arasına
eski bir taksinin içinde
sonra uyanıyorum tek başıma
Discipline Oteli’nde
ellerim yokluğunun üzerinde

Tüm bu şarkıları senin için yazdım ben
iki mum yaktım, biri kırmızı, diğeri siyah
biri kadın, diğeri erkek
iki sandal ağacının dumanıyla evlendirdim onları
senin için dua ettim
beni sevmen için dua ettim
beni sevmemen için dua ettim

Leonard Cohen
Çeviri: Duygu Gündeş

İihami Çiçek

Ey kalp!

gece olsun,
vehmi ve cinneti emziren -Avcundadır
çocuğun ve delinin,
Allahın eli-
layemut gece -Gezginin saatidir ki
titreyen kandilin nurunda
arar kendi yazısız taşını
her mezarlıkta

Derunumda
ağır ağır kurudu kırmızı zakkum,
karardı sebilin mermeri
ve gizlendi bu belleksiz zamandan
sönen bir yangın gibi
kûfi.

Ezelden beri mi göçüyorum ben?
Her hayal
kalbe döner
ve vurur bir eski
saatin sesiyle:
-Bana gel.
Kimdir ki o ben,
mevsim
bir yaprak ırmağı gibi
akıp gider içinden

Ey gözüne tuzla sürme çeken Şıblî !
Başka dudaklar da var
zikrla tara olan.
İblis
ve iğva beni uyutmayan

Ürktüm bu yüzlerden -Bu kadın yüzleri
ki güzellik
saptırır imanı
-örtünmelidir-
Mangalın korunu avcuna koy da
hatırla:
nasıl unutmuştu 20 yıl Kur’an’ı
İbnü’l Cella

Yine de
tene yöneldim. Püsküren
bir yanardağ gibi
lav akıttım her yanımdan
öleyim diye isteğimden önce

Seyret beni Adem,
Seyret beni Doktor!

Her göz başka bir hayatın vampiri

Yaşım 27 -İnsan
kökü çürümüş çınar gibi
apansız ihtiyarlar-
Azaltmıyor, azaltmıyor
müezzinin sesi
göğsümdeki kederi

Veronal ve lüminal. Naylon
ve plastik
kent ve çöl

Dün geceydi yandım
“yaşayan sağlam delile
dayanarak yaşasın”
diyen ayetle

Ey Rab
çürük benim delilim

Nereye ait ki
bu hicranlı suret?
Bu gözler
çoktan kesti dünyayla o karanlık
sohbetini.
Satranç ve dil
yeniktir ezelden

Bakıyorum pencereden
sırtımda patiska bir gömlek
ve avcumda
Allahın eli,
yerin en dibine

“Yalnız hüznü vardır
kalbi olanın”

Ahmet Oktay

Suyu Dinleyen Çöl/ Sözün Yırtıldığı Yer Bölüm II

I Bozgun…

Her acının bir ömrü var…

Ben geldiğimde bozgun
Bütün mevsimlere uğramıştı.
Siyah külleri ve yaşlı çocukları vardı şehirlerin.
Geç kalan şair için çadırımız yok, dedi onlardan biri
Acı, gölgesini bıraktı yüzümüze. Ve gitti…
Dönecek ama
Yeni sözler öğretecek dilimize…

Orada kimsenin giymediği bir elbiseydi umut,
Ölüm yaşamdan çoktu…

II. Bedel…

Aralarında
Onlar kadar kimsesizdim…
Sıcak, günlerimizi eritecek pek yakında
Dedi onlardan biri
Toprağımızı almak için güç geri dönecek
Ve bedelini isteyecek,
Gökyüzünü görerek uyuduğumuz günlerin…

III. Yaprak…

Bizi unuttular, dedi onlardan biri
Bizi bir yaprağın üzerine düşürdüler…
Ve ateşe verdiler ağacımızı
Anımsamamak fazlalığından kurtulmak için,
Kalbimizin yerini…

IV Takvim…

Demek saatiniz var…
Yarın için ne kadar yaşamak gerek?…

Zaman, saçları örgülü bilge bir kadındır burada.
Döl vermekten yorgun bacaklarıyla
Nehirler boyu yürür geceleri.
Yüzümüzde etekleri kıvrım kıvrım elbisesinin
Her gün derinleşir sureti…

Sizin takviminiz de vardır…

V. Resim…

Inandım… Her şeyi gören kimse yok…

Acı tene özgürce çiziyor resmini
Ve bir orman, evinden izliyor
Acının hüzne dönüşünü…

VI. Tanrı…

Tanrı sessizliği seçti, dedi onlardan biri
Insanla birlikte sustu…

VII. Çıt…

Beni bir ırmağın kenarında bıraktılar
Her acının bir ömrü var, dedi yaşlı çocuk…

Şehirlere uğrayan mevsimlerle dolaş
Burada taşlar bile tanıktır yalnızlığımıza
Kuşlar, dönecek bir gün
Ve bir kayanın üzerinden izleyecek,
Birbirine yaslı çocuklarımızı…

Şimdi günlerimiz, gecenin içinde ‘çıt’ sesi…

Hayriye Ersöz

Rüyada Bir Düğün Gördüm

                   Valentina Serova’ya

Rüyada bir düğün gördüm
Ve sanırım gelin sendin.
Sen gelin, ben dilenci
Verandada – o gerçekleşebilir belki!

İzin ver gördüğüm gibi olsun rüyada!
Yalnız söz ver bana, dururken ayakta
Verandada, insaniyet hatırına –
Sadaka koymayacağına benim avcuma!

Konstantin M. Simonov

Çeviren: Vehbi Taşar

Yoksa Ben Ölmek Yerine Durum Şiirleri mi Yazsam

1
Ihanetler silsilesinden geçtim
Ne aşk, ne arabesk sevgilim
Ben gerçekten kederdeyim

2
Mart yine soğuk geçti, uzadı sakallarım
Düşman gibi bilinen tarafların ortasında şaşırıp
kaldım
(Eski yoldaşlarım,
Yargısız infaz timleri,
Ve bir de kirletilen doğanın sayrılık melekleri
Üçlü bir ölüm çaprazına aldılar beni…)

3
Ne zaman düşünsem aynı
Ne zaman üşürsem yağmur yağar
Yoksullar koşar sokakta,
Şimşek üstüne yıldırım,
Yıldırım üstüne şimşek iner başıma

4
Sokaklar umutsuz dolaşılmıyor
Şiir desen işsiz ve aç yazılmıyor
(Bozkırda da öyleydi
Yalnız kaldığımda
Iki dağ arasında aç ve umarsız
Sular beni çekerdi
Orda; kille yıkanırdım başıboş akan kül nehrinde
Dorukları kimin için boyardım şehvetin kızıllığına
Belli değil sevgilim;
Ben neleri sevmişim, kimlere bağlanmışım bilir miyim
Şimdi ama, tek şey varsa bildiğim;
Ormandaki kuşlarına aşıktım,
Tıpkı tutkunlara edilen ihanetler gibi,
Baharlarına doyamadan ayrıldım
Bütün ömrüm
Ufkun o tatlı renkleri altında geçecek sanmıştım…)

5
Uzun yıllar bu şehirde
Işsizlikle iş arasında gidip geldim,
Cebim para görmedi,
Hangi sofraya baktıysam,
Gözüme emeğin teri kaçtı, yememe gerek kalmadı
Hangi özneye bağlandıysam
Sonunda öteki eliyle beni tokatladı,
Açtığım musluklar
Yüzüme çarpacak bir yudum su akıtmadı…
(Geçtiği yollardan sadece toz çıkarırdı araçlar
Şimdi yağmurda bile koku var;
Mıncıdı çöp, mıncıdı toprak, mıncıdı beton yığınlar)
Evler sokaklar küçüldükçe insanlar iyice domuzlaştı
Okullar paralandıkça medreseler mantar gibi çoğaldı
Işportaya düşmüş bir mal gibi
Caddelere serer oldum kıldığım bütün namazları

6
Dedim ya şiir
Umutsuzken yazılmıyor sevgilim
(Kitaplara bakarken Beyoğlu sahaflarında
Müslüman bir matbaacı
Abi gel hele, gel otur dedi
Sanki benden yüz yıl önce doğmuş gibi;
Biz seni tanırız, yetmedi mi kitaba verdiğin para
Sen işçi değil efendi olacak adamdın ama…
Madem ehli Islamız
Madem birbirimize yardım için varız, dedi,
Ve benzeri bir sürü kocakarı öğüdünden sonra;
Sigortasız bir şapka geçirdi başıma.
Aslında şapka mıydı geçirdiği, kazık mı belli değil,
Belli olan tek şey varsa sevgilim, geceyi gündüze kararacağım
Ve örtüldüğüm bu çöplüğün altında
Sonuna kadar senin için çırpınacağım…)

Sevgilim,
Ah benim yanlışlarım yüzünden, asyada
Ölümünü bile örgütleyip öyle örten sevgilim
Keşke ölmeseydin, keşke ölmeseydin
Sevgilim bu yaştan sonra gulyabani
Bukalemun ve hayalet gibi
Nasıl gezersin bu şehri, nasıl gezerim…

7
Çekin üstümden, bütün ışıkları çekin
Yönümü saptayamıyorum öğle vaktinde bile
Güneş değil batışa sürüklenen benim
Karanlık bir hücreye hapsedin beni
Orda
Işıkla gölgeyi karıştırıp
Resimle yapmalıyım bir zaman
Karda izi okunmayan giz’li bir ceren
Ve sokak fırtınalarında uçmayacak kadar
(Belki bir yer altı kayası gibi) ağır olmalı resimdeki kadınım
Olmazsa simler çekmeliyim üstüme
Bütün aşıklar öldü, bütün aşklar kirlendi madem
Aşksız ve kadınsız
Gebermeliyim bu şehirde

Sabah şebnemi kadar kısa olmalı hikayem
Kürdistan’da kirletilen masum aşiret kızı
Ve dağda düşmüş bir gerillanın kesilmiş hızı gibi
Benliğinizi sarıp, iliklerinize kadar titretmeli sizi

Su istedi, toprak istedi deyin, kurumuş çiçeklerine
Bir kuyu açabilseydi,
Bir kova, çıkrık olabilseydi
Sorabilseydi kuyunun başına gelen herkese
Sorabilseydi
Mutluluk taşırdı onu bizlere…

8
Ne kadar düşünsem aynı
Ne zaman üşürsem yağmur yağar
Yolum değilse bile sevgilim
Benim sonum belli
Sevginin ince tülüyle sarmadıkça ben seni (sen beni)
Yine kana düşerim hiç yoktan
Yine davalar açılır aleyhimde…

Soysal Ekinci

Mutluluğun Resmi

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varnanın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler…
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiyeyi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi;
ne boya…

Abidin Dino

İnsanı kalbinden tutamadınız mı…

İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır.
Tüm organlarımıza buyuran bir güç var onda.
Anlatmaya, yorumlamaya gücümüzün yetmediği bir giz birikimi bu.
İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün nasıl kayıp gidecek elinizden!
Kaygan, yabancı madde dolu bir şey olup çıkacak sonunda.
Kalbin gereksinimlerine dikkat edilmedi mi emek de, ekmek de yitiriverir anlamını.
Ne emek, ne ekmek; önce kalbimiz bozuluyor çünkü.

Nuri Pakdil



İnfaz

mahcup bir cellat gizli bende
her gün yağlar durur ipini
vakti yok infazların
kendi infazda vakitlerin
hızarlara gelemem gayrı
hizalara da
çürütülmüş bir köküm şurda burda

seni düşlemeye gün yetmiyor artık
günler bende bakırçalığı
serin rüzgarlarda saçların
yapraklarda sesin
bin yıldızlı gök yaptım gözlerinden
sevgilim demek için geceme

zor yollardayım
önüm ardım cinnet mahyaları
cam kırıkları dökülüyor ıslıklardan
gül değil yalnızlık bu elden ele
kıyamet habercisi çarşılarda

Arif Ay

Gelişin Erguvan Baharıydı

1.
sağanak bir yağmurdu zaman
bardaktan boşanırcasına
yağıyorduk ki biz
diz dize göz göze
sığıntı bir beraberlikte
kendimizden gitmişiz
eylül yağmurlarında
sızıp kaldı gün
şırıl şırıl ıhlamur ağaçları
biz sırılsıklam

yerin dibine girdik
yerin dibine batsın ayrılık

2.
ayrılığın bağbozumu
ellerimde titreyen dokunuşun
avuçlarım tutuştu
gözlerime konuşlanan bakışın
bir baktı pir aktı
ki
alkımına kapıldık
gelip çattı zamansızlık
bırakıp kaçtı bizi
gün akşama iniyordu
gök ekin biçiyordu gözlerin
saçların sırılsıklam bir eylül
o gün içime çöktüğün gündü
mevsim hüzündü

yerin dibine girdik
yerin dibine batsın ayrılık

gelişin erguvan baharıydı
kuşandım
gidişin zemheriydi
uzadıkça kışladım

Ali Ekber Ataş