Hayatım Sana Olan Aşkımdan Başka Bir Şey Değil

Gözlerin sorguluyor beni
Hüzünlü ve sessiz
Düşüncelerime sızmaya çalışarak,
Tıpkı ayın okyanusun derinliklerini görmek istemesi gibi…

Hiç bir şey saklamadan..hayatımı..apaaçık önüne serdim
Bu yüzden çözemiyorsun beni.

Eğer…hayatım
Sıradan,renkli bir taş olsaydı
Onu yüz parçaya bölebilir ve
Boynunda taşıman için sana bir kolya yapabilirdim ondan
Eğer… o
Yuvarlak,kokulu,sıradan,küçük bir çiçek olsaydı
Onu…hemen
Sapından koparabilir ve
Saçlarına iliştirebilirdim.

Sen…hüküm sürdüğün krallığın sınırlarından habersizsin.

Eğer…hayatım
Yalnızca bir zevk anı olsaydı
Huzurlu bir gülümseyişte belirebilir ve
Sen …onu…anında çözebilirdin.
Eğer…o
Yalnızca bir keder yumağı olsaydı
Berrak gözyaşlarıyla sırrını sessizce açığa vurabilirdi.

Ama…
Benim hayatım…sana olan aşkımdan başka bir şey değil

Ey benim en sevdiğim!

Zevkim ve cezam sınırsız
Yoksulluğum ve zenginliğim sonsuz…

Kalbim…Kendi hayatın gibi
Hemen yanıbaşında duruyor

Ama…Sen…Hiçbir zaman
Bütünüyle anlayamıyacaksın onu.

Rabindranath TAGORE

Olduğun gibi gel!

Olduğun gibi gel! ..Daha da güzelleşmek için uğraşma!
Saçının örgüleri çözülmüşse
Ayrımı düzgün değilse
Korsenin kurdeleleri iyice bağlanmamışsa, aldırma!
Olduğun gibi gel!..Daha da güzelleşmek için uğraşma!

Çimenlerin üzerinden koşar adımlarla gel!
Dudağının boyası çiğ taneleriyle silinmişse
Ayaklarında halhalların gevşemişse
Kolyenin incileri koparak yere düştüyse,aldırma!
Çimenlerin üzerinden koşar adımlarla gel!

Gökyüzünü kara bulutlar kapladı, görmüyor musun?
Irmağın karşı kıyısından turnalar havalandı ve
anında,rüzgar gibi,arka arkaya
Geniş fundalıklar üzerinden geçip gidiyorlar
Ürkmüş koyun sürüleri ağıllarına koşuyor
Gökyüzünü kara bulutlar kaplıyor, görmüyor musun?

Aynanın önündeki feneri yakma boşuna
Alev yine titreyecek ve rüzgar onu yine söndürecek
Gözlerin sürmesiz olsun, ne farkeder?
Gözlerin gökyüzündeki bulutlardan daha siyah, bilmiyor musun?
Aynanın önündeki feneri yakma boşuna.

Olduğun gibi gel! ..Daha da güzelleşmek için uğraşma!
Çiçeklerden tacını örememişsen, ne önemi var?
Bileziğinin kopçası kapanmıyorsa, bırak kalsın.
Gökyüzü bulutlarla kaplandı…Vakit geç oldu
Olduğun gibi gel!.. Daha da güzelleşmek için uğraşma!

Rabindranath Tagore

Kıyıda

Sonsuz dünyaların kıyısında buluşur çocuklar.
Uçsuz gök hiç çırpınmaz başlarının üstünde, tedirgin
su gürültüyle çarpar. Sonsuz dünyaların kıyısında çığlıklarla,
oyunlarla buluşur çocuklar.

Kumdan kurarlar evlerini, boş kabuklarla oynarlar.
Kayıklarını kurumuş yapraklardan örüp geniş mavilikte
yüzdürürler gülümseyerek. Oyunlarını, dünyaların kıyısında
oynar çocuklar.

Yüzmeyi bilmezler, ağ atmayı da. İnci çıkarmaya dalar
inci avcıları, tüccarlar gemilerinde gider -çakılları toplayıp
dağıtırken çocuklar. Aramazlar gizli hazineleri, ağ atmayı bilmezler.

Kahkahalarla kabarır deniz, kıyının gülümseyişi solgunca
parıldar. Ölüme karşı koyan dalgalar, çocuklara anlamsız türküler
söyler, bebeğinin beşiğini sallayan anne nasıl söylerse. Deniz,
çocuklarla oynar, kıyının gülümseyişi solgunca parıldar.

Sonsuz dünyaların kıyısında buluşur çocuklar. Rüzgâr,
yolu olmayan gökyüzünde gezinir, gemiler batar izi bulunmayan
sularda. Sonsuz dünyaların kıyısında, o büyük buluşmaya koşar
çocuklar.

*

Çalışacaksan eğer, testini dolduracaksan gel, gel benim
gölüme.
Su, ayaklarına sarılıp gizini mırıldanacak sana.
Gelen yağmurun gölgesi var kumda; bulutlar, kaşlarının
üstüne düşen uzun saçların gibi inmiş ağaçların mavi çizgilerine.
Biliyorum adımlarının ezgisini, kalbimde atıyorlar.
Gel, gel benim gölüme testini dolduracaksan.
Dinleneceksen eğer, kaygısız oturacaksın, testini bırakacaksan
sulara gel, gel benim gölüme.
Çimenli bayır yemyeşil, sayısız kır çiçeği var.
Düşüncelerin, yuvalarından uçan kuşlar gibi çıkacak koyu
gözlerinden.
Peçen, ayaklarına düşecek.
Gel, gel benim gölüme kaygısız oturacaksan.

Oyununu bırakacaksan eğer, suda yıkanacaksan, gel, gel
benim gölüme.
Bırak, kıyıda kalsın mavi şalın, mavi su örter seni, saklar
seni.
Boynunu öpmek için ayakuçlarında dikilir dalgalar,
kulaklarına fısıldar.
Gel, gel benim gölüme suda yıkanacaksan.

Çıldırtacaksan eğer, ölümüne atılacaksan, gel, gel benim
gölüme.
Serindir gölüm, derindir de.
Düşsüz uykular kadar karanlıktır.
Gecelerle gündüzler birdir derinliklerinde, şarkılar
sessizliktir.
Gel, gel benim gölüme dalacaksan.

Rabindranath Tagore
Çeviren: Ülkü TAMER

Boşuna Tutku

Boşuna, bu gözyaşları.
Boşuna, bu doymak bilmeyen ateşli tutku.

Güneş batmak üzere.
Orman karanlık, gökyüzü aydınlık.
Gündüzün yerini alıyor akşam,
yavaş adımlar ve kederli gözlerle.
Ayrılmakta olan güne ağıt yakıyor
çok hafif bir esinti.

Elleri ellerimde, istekle
gözlerinin içine bakıp
onu arıyorum,
nerede olduğunu merak ediyorum,
nerede bulacağımı,
içinde gizli olan ruhu.

Karanlık gökyüzünde,
yalnız yıldızlarda titreyen
göklerin o sonsuz ve aydınlık gizemi gibi,
ruhunun ışıldayan gizemi,
titriyor,
gözlerinin koyu karanlığında.
Ben de onlara bakıyorum dikkatle,
tüm aklım ve yüreğimle,
tutkunun mantıksız denizine dalıyorum.
Öğrenmeye çalışıyorum,
onu nerede bulabileceğimi:
gözlerinin içinde,
gülümseyişinde,
tatlı tatlı akan sözlerinde,
ya da yüzündeki dinginliğin
gerisinde.

Yazık, gözyaşlarım,
yazık, yükseklerdeki umutlarım,-
o neşeli gizem benim için değil.
Ne kadar atılgan bir tutku,
ona bütünüyle sahip olmak.
elimdekilerle mutlu olmalıyım:
bir gülücük, bir sözcük,
bir bakış,
bir aşk anıştırması.

Böylesine yoksul olan ben,
ne verebilirim ona karşılığında?
Sonsuz bir aşk var mı içimde,
sonsuz gereksinimlerini karşılayacak,
yaşamın?
Başarabilecek miyim,
kendim olmayı?
Alıp hayat arkadaşımı yanıma,
bulabilecek miyim yolumu,
sonu gelmeyen günler ve geceler boyunca,
sayısız dünyaları bir arada tutan,
sonsuz gökyüzünün içinden,
onlarca samanyolunun ve ışık hatlarının
derin aydınlığı ve karanlığından
ve güneşin doğup battığı
aşılmaz dağların üzerinden?
Bu kadar ürkek, yorgun ve güçsüz,
aç, üzgün, susamış, kör ve yitik olan ben,derinden yaralanmış kalbimle,
nasıl arzulayabilirim,
bütünüyle sana sahip olmayı?

Kimse bize ait değil.
İnsan açlığı doymuyor insanlarla.
Dikkatle
ve gizlilik içinde,
dünya ve onun tanrısı için açan,
birer nilüfer onlar.

Günler ve geceler boyunca,
sevinçte ve üzüntüde,
zenginlik ve yoksullukta,
yaşamda ve ölümde
ve mevsimlerin sayısız döngüsünde,
çiçek açıyorlar kokuları duyulsun diye,
güzellikleri ve tatlılıkları görülsün diye.
Kesimemeli hiçbiri,
tutkunun bıçağı ile.

Sevmek için varız,
ve güçlü bir aşk beslemek için.
Sevdiğimizi sahiplenmek için değil:
İnsan tutkusundan üstündür insan ruhu.

Derinlere gömülmüş tüm sesler bu dingin gecede,
Ateşli tutkunu bir kenara at gözyaşları içinde.
Evine dön yavaş adımlarla.

Kasım, 1887

Rabindranath Tagore

Chuang Tzu’nun Peşinden

Meyva vermeyen bir ağaç kadar
faydasız olsun bu yazdıklarım.

Dallarını meyvasına tamâ edip
kimse taşa tutmasın.
Bu yazdıklarım çok budaklı, çok bükümlü
bir ağaç kadar faydasız olsun.
O zaman marangozlar
kesip biçmeye değer bulmaz böyle bir ağacı.
Dokusu gevşek, gözenekleri geniş, reçinesiz
bir ağaç gibi faydasız olsun bu yazdıklarım.
Odun olmaz bu ağaçtan desinler,
yakmasınlar.
Faydasız olsun, yine de
bir ağaç gibi olsun bu yazdıklarım:
Kökü toprakta;
başı gökyüzüne dönük.
Belki kimse bahçesine dikmez,
şehrin bulvarlarına da sokmazlar onu.
Ama
uzak, kıraç bir ıssızlıkta
bunalmış bir yolcu
dibinde oturacağı,
sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye
ferahlarsa
bu yeter.

Chuang Tzu
Çev: İsmet Özel

Şiir En Güzel Ülkedir

İçine girdiğinde, bir daha çıkmak istemeyeceğin tek ülkedir şiir.
Ne kan döker nehirlerce askerleri
ne sevişmekten ayrı durur yaşayanlar geceleri
ölüp ölüp dirilmek adına bir sabah
bulutlardan pembe yağmur yağması hiç değildir istisna
kâğıttan gemilerde tunçtan gözyaşları taşındığı olur bazen
bazen kekeme bir martı tutar da güneşi
bırakır ay değerken parmak uçlarına
mavi limanlarında hüzün de yüklenir insan
şaşırmayın diyemem size
suda yürür canı istediğinde sarhoş bir karga
çırılçıplak, ta yıldızlardan seken sesiniz
saklanıverir bir dikenin ucuna
şiir en güzel ülkedir
geliniz…

İlker Pamukçu

Hüzün

Gücüm, hayatım, nem varsa kaybettim,
Kaybettim, ah, dostlarımı, neşemi.
Kalmadı hatta kibrim, azametim,
Oydu vehmettiren dâhiliğimi.

Hakikat budur dedikleri zaman
Karşımda sahiden bir dost zannettim.
Hakikatı anlayıp duyduğum an;
Çoktandır galip gelmişti nefretim.

Ama işte hakikat ebedidir,
Yaşarsa bir kimse ondan bihaber
Alemde ömrümce gafil kişidir.

Tanrı soruyor, cevap vermek ister.
İyi ağlamışım ara sıra,
Elimde kalan servet bu dünyada.

Alfred de Musset 

 Çeviri: Necip Fazıl Kısakürek

(Ülkü, 16 Ağustos 1954)

Aşıklar Sözlüğü

Çok zamandır düşündüm
Bir sözlük yazsam aşıklar için
Aşık arkadaşlarım için
Mutlu etsem onları
Harika insanlardır onlar
Bir kandil yaksam ufacık
Garip dostlar için
Bir buğday tarlasına çevirsem kalbimi
Aç olan kimseler için
Yapsam kirpiklerimden bir çarşaf
Atsam onu üzerine yorgunların
Bilsem ah
Nerden gelmekte hüzün kuşları
Ve sevgi ağaçları ne zaman çiçek açacak
Bulup çıkarsam yandığımız ateşi
Milyonlarca, milyonlarca yıldır yakan

Koca bir budalayım ben
Bildim bileli kendimi
Aşıklar adına konuşan
Mümkün mü böyle söylemek
Mümkün mü hapsetmek bir testiye denizi
Ve yasemini alıkoymak
Mümkün mü özlem çiçeklerini
Bir kitap içinde dizmek

Nizar Kabbani
Çeviren: İlyas Altuner

Nereye Gidiyorum Böyle

Artık farkında değilim, nereye gidiyorum böyle
Her gün.. hissediyorum, çok yakınsın
Her gün, oluyor yüzün bir parça
Hayatımdan. Ömür bereketleniyor daha
Şekiller daha bir güzelleşiyor
Daha bir kutsallaşıyor eşya
Akıp durdun gözeneklerinde tenimin
Çiğ taneleri gibi öylece dolaşıyorsun
Zor geliyor yokluğuna alışmak
Yanında olmak daha da zor
Ne çok, ne çok sevmekteyim seni, hatta
Senden de fazla; ruhum bile şaşıyor buna
Mesken edinmiş gözlerinin bahçelerini şiir
Olmasaydı gözlerin, şiir yazılmazdı hiç
Sevdiğimden beridir dönüyor yıldızlar
Daha bir saf oluyor gökler, daha bir geniş

Nizar Kabbani
Çeviren: İlyas Altuner

 

Fincanı Okuyan Kadın

Oturdu.. Umutlanarak ters çevrilmiş fincanımdan
gözlerinde korku belirdi ansızın
Dedi:
Ey oğul…hüzünlenme
Bu aşk sana yazılmış
Ey oğul
Ölene kadar tanıklar…
Aşka tapmaktan kim ölmüş
Fincanında…dünyanın korkusu dolu
Hayatın yolculuk ve savaşlarla…
Çok seveceksin ey oğul…
Çok öleceksin ey oğul…
Unutulan bütün topraklara aşık olacaksın..
Yenilen krallar gibi geri döneceksin..

Hayatınla, ey oğul, kadının..
Gözleri, suphanallah tapılacak cinsten
Ağzı..bir salkım üzüm gibi resmedilmiş
Gülücüğü, gül musikisi
Ancak senin gökyüzün bulutlu..
Ve yolların… bir kapalı… bir kapalı ki sorma

Ey oğul… kalbinin aşkıdır bu
Kasrın kulesinde uyuyan
Büyük bir kasır bu ey oğul
Köpekleri… ve askerleri dilsiz
Kalbin sultanıysa içinde uyuyor..
Kim girecek kaybolan taşlarından..
Kim tutacak ellerini… kucağından…
Surlara gömülen gözbebeklerini
Tırnaklarını kim çözecek belinden
Ey oğul…
Kaybolan… kaybolan… kaybolan…

Birçok yıldız… görüyorum
Ancak… bir okumaya başlasam
Fincanı tıpkı senin fincanına benziyor
Aynısı bilsen ey oğul
Hüznü senin hüznün aynısı
Kaderleriniz bir… yürüdüğü yol aynı
Aşk dolu… hançerin keskin ağzında
Gölgesi bir sedef gibi
Gölgesi dizili hüzün gibi
Kaderiniz aynı uykuya dalmış
Denizde aşkınız kopan dalgalarda
Parçalanarak… milyonlarca defa…
Yenilen krallar gibi geri dönerek…

Nizar KABBANİ
Çeviri: Metin FINDIKÇI