Şiir gibi yaşamak…

Hani deniz kenarında ellerini cebine sokup başın dik bir şekilde deniz ile gökyüzünün birleştiği çizgiye bakarak “bekle beni geleceğim” de demiştim ya … Evet evet o cümle işte o cümlede eksik kalan bir şeyler var sonradan fark ettim.

Mesela masanın üzerine bir kızıl karanfil koymak gibi, mesela bir tütsünün dumanında dalmak en derin olana ulaşmak gibi, mesela bir dere yatağının kenarına oturup suyun akışını seyretmek gibi, mesela yaşamak gibi. Mesele yaşamak. Yaşamak ise bir mesele.

Dün aradığım misketlerim ile bugün aradığım misketlerim arasında ki fark kadar yaşamak. Yani canımın hem ayva hem kiraz istemesi gibi bir şey. Yani dünü bugün arar gibi. Yani yiten bir öykünün sonunda iç çeker gibi. Yani uzanıp dokunamamak gibi.

Bir ihtilal gibi yaşamak, ansızın kesilmek sütten. Birden bire aşık olmak gibi. Yada sırtlamak gibi darağacını. Yada hissetmek soluğunu ölümün. Ama yaşamak. Tabutta uzanmak ellerin ensende yüzün güneşe dönük. Yani ehli keyif, bir sigaran eksik ağzında. Dostlar her zamankinden daha fazla. Yani ölümün huzuru gibi.

Gerçekten yorgun düşmek ne demektir. Yorulmak değil ama yorgun düşmek. Işte aradaki fark kadardır seninle benim aramda geçen zaman. Saatler durduğu zaman. Yani vakit tamam demek olmadan bir gün daha fazla yaşamak. Gerçi zamanın durduğu andır sevda kapıyı çaldığında. Oysa hiç kapı kapanmadı ki.

Mum ateşinden kısık gözle karşı tarafa bakar gibi. Gözlerinde büyümek. Sonra gölgelerinde büyümek zamanın derken erimek. Mesela bir zincirin gölgesinde duvarların dibinde yere çökmüş yarını düşleyen umut gibi. Mesela saçlarında gelin teli gibi parıldamaya başladığında aklar ve yapacak daha çok şeyin varken “vakit tamam” diyen tok bir ses gibi.

Mesela, bir mesele gibi düşünmek yarını, sanki elinde tutuyormuşsun da sanki başkasına vermek istemiyormuşsun gibi. Sanki bugün yarına artık gün olarak kalacakmış gibi. Sanki ütüldüğün misketleri geri alacakmış gibi. Sanki akan sümüklerini koluna silen çocuğun oyuna devam edip ütüldüklerini geri almak için dizlerini eskite eskite toprakta sürünmesi gibi.

Hani tutsak gecede bin defa gelmesi beklenen ölüm gibi. Yada seviyor olmak ölümüne. Minibüste dikiz aynasından seyredilen güzele çalan kasetten atfedilen şarkı gibi “Uslan artık gönül”. Oysa arabesk sevdalar ve bir o kadar şimdi ki gibi kapılmak günün kaçak sularına. Gecenin üç sularında gibi. Kazayla masanın üstünde duran su dolu bardağı devirmek gibi ve ekmeğin ıslanmasını engellemeye çalışmak gibi ve ardınca peçetelere sarılmak gibi. Ve suyun dökülüşünü seyretmek gibi çaresizce… Ve eski bir şarkıyı dinlemek gibi… Ve kaçırılan bir vapurun arkasından dumanını seyretmek gibi… Ve küfretmek gibi anasına avradına… Oysa yaşamak gibi. Yağmurda ıslanmak gibi…

Yani eksik kalan bir şeyler var sen gibi, yani martıların çoktan uçup gitmesi gibi…

Bekir Necati

Tuhaf Duygu

Dolaşıyorum ne zamandır
kalbimde bir gül kesiği;

ıslak bir tülbent koy göğsüme
emsin büyüyen o siyah lekeyi;

çoktan döndüm gittiğim gurbetlerden
yine de
içimde kanayan bir sılanın sesi.

Ahmet Oktay

Bir Baba İçin

Odamın ışığı yanıyor bütün gece
Ellerimi dizlerime koyup, ikibüklüm
bir olağandışılık arayarak
Gördüğüm, duyduğum her şeyde
Öylece oturuyorum:
Güneş parmaklarını sürünceye dek
Koyu bir karanlığa
Bulanmış pencereme..

Bir gece kelebeği
Dolanıyor lambanın çevresinde
Usuldan bir rüzgar esiyor
Yaşlı incir ağacının dallarına yürüyen
Sütün sesini duyabiliyorum
Deniz az uzakta
İç geciriyor boyuna.

Seninle konuşurduk baba
Böyle gecelerde, iki bilge gibi
Karşılıklı bakışarak
Bazı şeyleri kavrayamasam da, dinlerdim
Belki sen de yeni bir şeyler bulurdun gecmişte
O dupduru yüreğini, yılların
Unutulmuş sularına bırakarak.

İşte bir minder daha koydum yanıma
Henüz sıcak
Sanki yeni kalkmışsın üstünden
Terliklerin şuracıkta, getireyim
Çayı da ocağa koyarım istersen.

Annemse haber bekliyor ruhlardan
Namaz kılarak, tesbih çekerek
Sen olsan
Gülerdin bıyık altından
-Ben gülemiyorum baba!
Ama bir insanı yüreğinde duymak için
Araya bazı kurallar
Koymaya ne gerek var
Anlayamıyorum, eğilip kalkmaya
Dualar okumaya?

II
Ağır aksak adımlarla yürüyen gece
Bana bir şeyleri anımsatıyor
Boynu uykudan arasıra düşerek
Pencerenin kanatlarına yaslanmış bir anne
Kuytu, karanlık bir yolda
Kocasının ayak seslerini arıyor
Bir çocuk, sedirin üstünde
yüzünü ders kitabına gömmüş
Saate bakıp, geceyi dinleyip
Kitabından bir yaprak çeviriyor.

Sessizliğin sığınaklarına gömülmüş evlerde
Yanan tek tük ışıklar var
Bekçi düdükleri
Birbirlerine selam yolluyor
O daracık sokakların ardından:
Bir vukuat yok
Asayiş berkemal!

Sokakta biri bağırsa
Sanki tavan çökecek
Kadınla çocuğun üstüne…

Bu sokak ne zaman çınlar
Belli belirsiz ayak sesleriyle?
Bu kapı ne zaman çalınır?
Anne, görevini yapmış biri gibi
Usul usul kalkar yerinden
Çocuk ne zaman sıçrar?

Açılır kapı, girersin içeri
Yüzünde sarhoşlara özgü
Tuhaf bir gülümseme
Kaldırıverirsin omzuna beni
Sorarım:Baba niye geç kaldın böyle?
Eski bir türküyle
Kesersin sözümü…

III

Pijamalarını giydirdik
Sigaralarını, çamaşırlarını, terliklerini
Doldurduk bir çantaya
Saate baktım:Sabah yedibuçuk
Gözlerini tavana dikmiş öylece duruyordun
Arasıra bakışların
Usulca kayıyordu bana
Ben henüz ögrenmemiştim
Hasta babayı üzmemek icin
Gülümser görünmeyi..
Kardeşlerimin ağlayışlarını duyuyordum
Yandaki odadan
-Sen de duyuyordun
Bir şeyler söylemek istedin, konuşamadın
Bir yudum su içtin
İskemlenin üstündeki bardaktan
Sonra sessizce devirdin başını yastığına
Göstermek istiyordun sanki
Çok önceden öldüğünü..

Az sonra anıiden patladı kapıda
Bir cankurtaran düdüğü…

Akşamdır. Güneş uyuklar evlerin çatılarında
Tasını tarağını toplayıp
Gitmeye hazırlanan
Bir gezgindir sanki
Hoşcakal demek için son bir kez uzanır
Gözlerini uzaklara baglayıp
Pencereden dışarı bakan çocuğa.

Akşamdır. Babalar ellerinde ekmeklerle
Yürürler kaldırımlarda.
Genç bir oğlan
Ağacın altında şiir okur sevgilisine
Camları titreterek
Bir kamyon geçer sokaktan.

Akşamdır. Çocuklar el ele tutuşup
Dönerler artık okullarından…

…Çalar kapı
Görünür annenin sapsarı yüzü
Binlerce kanadı kırık kuş o sıra
Uçmaya calışırlar kentin üstünde
Bağırırlar:
-Baba öldü!

V
Baba bana yürüdüğün
O yolları göster
Baba bana dünyanın
Yüreğine inen geçidi

Baba durursam azarla
Tökezlersem kaldır beni

Toprağa süre süre
Arıttım yüreğimi
Ellerim kanıyor bak
Isırganlar yolmaktan
Sesim nasıl da kısık
Nehirlerin kaynaığında
Durup da bagirmaktan

Baba bana yaşamın
Çekirdeğini göster
Baba bana bu yolun
Sonundaki çiçeği

Güneş giriyor koluma
Ömrüm çağırdı beni
Bu yolda yürürüm ben

Baba şarkılarıma küfret
Bir gün eğer dönersem

VI
Senin düşlerin baba, bende
Bir ad buluyor kendine
Birbiri ardına ekleniyor sözcükler
Nemli duvarlarında kentin
Deniz köpüğü ve tuzdan dilleriyle..

Senin bakışların baba, bende
Sürüyor, filizleri gibi mutsuzluğun
Uzaklara bakan binlerce göz
Ufkun ardını kolluyor boyuna
Güneşin vurulduğu yerde boynunun.

Senin ölümün baba, bende
Bir anafora kapılarak
Yeniden doğuma dönüşüyor
Köklerini toprak altında saklama
Baba, oğlun daha yaşıyor…

VII
Bu şiirleri toprağa gömeceğim
Sözcükleri tohum olacak
Çiçekler fışkıracak topraktan
Sevgilerin dal olacak baba
Uzanacaksın uzaktaki bir ışığı yakalamak için
Işık köklerine dolacak bir gün
Yorgunluğun o çiçekleri sulayan
Koca bir nehir olacak
Baba, acıların sürgün…

Ahmet ERHAN

Sevemedik Müzeleri

Saray illerine yürüdüm her hana asılmş resmim
Kapılarda biliniyorum adım ünleniyor çinilerde
Kadınlar geçiyor omuzlarında gözyaşı bezleriyle
Görünen ne !duvar yüzlerinde kemer taşlarda
Inen çıkan vinçler kayan ışıklar künkler
Toprağı bombalayan bent suları rüzgarlı yeleler
Derviş ayakların altında boy boy padişah bebeler
Güreş tutan vezirler ve bunlar körükeller
Ve incecik perçemler sanki çekme gözler
Meğer bir şehzade kılıç dönemeçlerinden geçiyor

Fenerler ki yakılıyor boşalıyor akşamı şehrin
Odalar dolusu çocuklar okşanmak için bekliyor
Son yağları bitiriyor fitiller
Yaşlı saray eşyaları yalnızlıktan eskiyor
Koşumlu iri atlar sert kaslar o eski soluklar
Nefes nefese kişnemeler yatak odalarına dalıyor
Ağır atlar örtülere
Çarpıyor çarpıyor

Saray içinde. Hayret içinde
Kristaller. Mahzene sızmış fısıltılarda
Eski hayatlar yaşıyor hala ve kapalı
Dudak ısırmış gibi iç odalara bakan kapılar

Soruyoruz kiraz dudaklı kızlar durdurup kır hayvanlarını
Hangisi sahte bu geçen dakikalardan
Hangisi hak

Müzelerden yoruldun ama
Sen nakışlara dokun deli çehreli çocuk
Az bir yolun kalır nakkaşlara
Bir şehzade başı kesilir ve atılır
Dipdiri sürgünler verir saray gövdesi atlılara
Daluçları cönklere tenler Dicleye ve çöllere
Kutsal beyitlere bir menzil yol kılar

Sen sevgileri göğüsle ve ne olur anla.

Cahit Zarifoğlu

Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle

Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere
eğlenceli beşik

ha biz varız
ha biz maskeli balo
Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
ha biz yokuz
ha biz seferde

Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle

Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şoförle
Sayısız rampaya katlanır
ya güneşten daha zengin
sofraya diz çökeriz
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle

Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.

Cahit Zarifoğlu

Söylenmemiş Bir Şeyler Kalsın

Ve bir düşman daha kazandım ben
incesu yeşimi kristaller düşürürken
bir sevda ses kilimine
sızıyordum parmakuçlarımdan, saçlarımdan fışkırıyordum
çöliçlerinden, vaha yarıklarından geçtim
sırtımda araf taşları
kurşun döktüler, tütsü yaktılar giderken
incelen ben miyim, sevdikçe öldüren ben
kıyısız serüvenimi sürüklerken
değirmen intiharlarında
ve sözcük barikatlarında tükenen
yunus ılığı gözlerim
Yehova yeniği çizgili bir mermere dönüşürken
kapattım üstüne yedi deniz kokusunu
bütün yüzleri kapattım
kubbelerde genişleyip giderim şimdi
ten sıcaklığında buharlaşır
kıvrımlarında kaybolurum aklımın.

şiddetim
simoyası mutlu gece düşlerinize
ama siz görmeyin gene de
Celile marka nefretle süngülenen
müsellesin dördüncü köşesini
söylenmemiş birşeyler kalsın.
Lütfen,
artık anlamayın beni…

Orhan Alkaya

Bir Kapı Açıp Gitsem

Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben
Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben
Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar
Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var

Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan
O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan
Bir ses bana: ‘Gel! ‘ dese, ben o sesi işitsem
Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem

Cahit Sıtkı Tarancı

Fikr-i Sabit

Ne bileyim ben
Kimdi Amerika’ yı keşfeden
Ne eder beş kere beş
Güneyden mi kuzeyden mi doğardı güneş
Kaçıncı padişahtı Yavuz
Aylardan Nisan mı yoksa Temmuz
Ne bileyim nereye gider turnalar
Şeftali ne zaman çıkar
Bahçemde gül açmış ya da karanfil
Umurumda değil
Sabahlara dek kadeh elde
Aklım fikrim o güzelde ….

Cahit Sıtkı Tarancı

Bir Bayram Yemeğinde

Korkarım felekte bir gün
Bir bayram yemeğinde.
Anam, babam gibi kardeşlerimde,
En güzel dalgınlığında ömrün.
Beni gurbette sanıp
Keşke gelseydi bu bayram
Diyecekler.
Ve birdenbire yürekler,
Aynı acıyla yanıp
Hepsinin gözleri yaşaracak.
Öldüğümü hatırlayarak.

Cahit Sıtkı Tarancı

Garip Kişi

Bir akşam ilk olarak ağladım,
Bekar odamın penceresinde.
Hani ev bark? Hani çoluk çocuk?
Ne geçti elime bu hayatın
Meyhanesinde, kerhanesinde?
Yatağım her gece böyle soğuk.
Saadet bu ömrün neresinde?

Cahit Sıtkı Tarancı