Esirgemeyen ve Bağışlamayan Şeytanın Adıyla

VI.
Andolsun karanlığa ki
Fuhuşu ve cürmü örten
O kirli, siyah atlasa ki
Bekareti elinden alınmış
Sarışın duluna göğün, aya ki
Gecenin bakir kızlarına, yıldızlara ki
Biz seni yalnızlıkla ödüllendirdik
Yalnız kalasın diye
Orda burada, göğün altındaki her yerde
Sızlayasın diye bir başına karanlığında
Ama sen yüz çevirdin bir vakit
Kalabalıklara baktın bağışımızı unutup
Sunduğumuz acıda boğulup gitme korkusu edindin
Düşünmez misin, niye boğulur boğulanlar
Işıldasınlar diye yalnızlıklarının dibinde
Bunda elbet bir ibret var
Andolsun, yeniden andolsun karanlığa ki
Seni defnedecek şiir bulunur
At yeter ki korkmadan kendini
Kendinden aşağıya
İşte böyle. Nezeyne

VII.

Gözettiklerimizden kıldık seni, kayırdık ve defterine
sürgün yazdık. Sen sürgünsün. İyi kullan yabancılığını
Yalnızlığını iyi yürü. Yokuşunu şehvetle çık, ayak
sürüyenlerden olma. Sonunda varacaksın oraya nasıl olsa.
Orda, vardığın yerde bulacağın şeyler sevindirsin seni.
Kararmış bir taş ve gece ve baykuş. Her yolcunun varacağı
şeyler. Gecenin içinde çıplak ayaklı gezinen rüzgâr da
sevindirsin seni.
Öyleyken gürültü eden rüzgâr da. Ve baykuşunu ürküten rüzgâr da.
Rüzgârını da sev sen, baykuşunu da, kayırıldığını unutma
Sürgün olduğunu unutma. İşte böyle. Nezeyne

İsmail Uyaroğlu

Bıçak

Bir bıçak edin artık kendine
Bırak avutmayı bedenini
Ucuz zehirlerle, alkol vb.
Balkırken ölümün çelik dikeni

Bir bıçak…
Kromaj kaplı bir kan lekesi
Parlasın üstünde ve
Uğuldasın ölümün sesi

Bir bıçak edinin…
Önce ucunu dene
İyi gelirse eğer
Gömersin şehvetle etine

Bir bıçak edinin artık…
Bileğine bir şans tanı
Eğlenirsin hem işte birkaç saniye
De olsa seyrederken fışkıran kanı

Bir bıçak edin artık kendine
Titremeye başlamadan elin
Bulamazsın sonra yaşlanınca damarı
Kaçar tadı şölenin

İsmail Uyaroğlu

Gökyüzü ve Şiir

Bir kelime gelir, sürtünür, yoklar beni
Anlarım, bir şiirin elçisidir
Bırakır hemen elimdeki işi, sokağa çıkarım
Bakarım, günlerdir içimi sancıtan şiir
Orda, esinimi ışığından süzdüğüm
Sonsuz göğün altında
Bana incecik gülümsemektedir

İsmail Uyaroğlu

Uçurum

Şiir uçurumdur
Ve çiçekten bir köprü
Geçer üstünden
Gerçeğin kıyısına uzanan
Düş kıyısından

Kimi ulaşır karşıya uçar gibi
Kimi ulaşamaz, düşer
Kimi de boşlukta asılı kalır
Düşerken tutunabilirse
Bir kelimeye eğer

İsmail Uyaroğlu

Ömrüm Bana bağışla bu şiiri

Büyük bir şiir yazmak istiyorum
Patlayan bir fırtınanın ardından
Kayalardan fışkıran hayat
Gibi büyülü ve vahşi
Ömrüm, bana bağışla bu şiiri

Kumsalı döven denizlerden
Nasıl beyaz ve ince
Köpükler doğarsa, öyle
Beyaz ve vahşi
Vahşi ve ince
Ömrüm, bana bağışla bu şiiri

Bileğimden hışımla doğan
Kelimelerin güneşi
Aydınlatmalı birden yangın hızında
Hayatın gölgeli, kuytu yerlerini
Ömrüm, bana bağışla bu şiiri

Ağlayan bir bebeğin sesi
Buluşmalı vurulan bir gencin haykırışıyla
Ve bir damla kan sıçramalı
Bu buluşmada bebeğin alnına
Sıçramalı ki…
Ömrüm, bana bağışla bu şiiri

Akan bir ırmak sessizce
Girince o şiire
Akan bir ırmak olmalı gene
Ama bir farkla
Kabarıp coşarak ve
Sürükleyerek birlikte kayaları bile
Ömrüm, bana bağışla bu şiiri

Bir kelebek
Küçük bir kelebek
Kanatları koparılmış, ölüm renginde
Uçabilir mi eski inceliğiyle
Uçabilmeli o şiirde
Kırlarda değil, ateşin üstünde hem de
Ömrüm, bana bağışla bu şiiri

Büyük bir şiir yazmak istiyorum
Ağlayan bebek, vurulan genç kadar sahici
Kelebek ve ölüm kadar güzel ve korkunç
Hayat kadar, hayat kadar
Büyülü, ince ve vahşi
Ömrüm, bana bağışla bu şiiri

İsmail Uyaroğlu

Yeni Söylenmiş Gibi

Fısıltıyla sevişiyoruz sokaklarda
Sözlerimiz kimseye değmeden
Dolaşıyor kalabalığın arasında
Ve sonunda gelip gene bizi buluyor
Tanıyoruz kelimelerimizi
Çünkü her biri hâlâ
Yeni söylenmiş gibi
Yanıyor

İsmail Uyaroğlu

Şehit

İstanbul’ da bir şehir
hatları vapuruna
verildi adım
iki kıyı arasında
usanmadan dolaşır
her iskelede
seni ararım

Sunay Akın

Kaza Süsü

Biri çıkıp öldürsün beni
ve kaza süsü versin
cansız bedenime
nasıl da sevinirdim
ilkokul pencerelerine bayrak asarken
doğduğum kazanın
her bayram öncesi süslenmesine

Çay bardağı biçiminde yontulsun
mezar taşlarım
ve yaşamdan bir tek yudum
bile alamayacağım için
üstlerine yatay olarak
bir de kaşık
konsun

Ne başucuma
ne de ayak ucuma dikilsinler
biri sağımda
diğeri solumda olsun
ki görenler
mezarı sansınlar
bir çocuğun

Peşlerinde koşturarak papazı
kiliseden çaldıkları
günah çıkarma kulübesinde
şiir kurtuluş örgütünü kuran
kenan evren lisesinden terk çocuklar
mutlaka gelirler cenazeme
her birinin elinde deniz yıldızı

Üzülmeyin dostlarım
ezbere bilirim latince sözcüklerini
hayvanlar ansiklopedisinin
adını bilmemiş olmaktan
utanmayacağım asla
tabutumun içine girecek
ilk böceğin

Sunay Akın

Yüz Havlusu

Çarmıha gerildiği yaşta İsa’nın
avuçlarımdan tutan
iki çocukla çiviliyim yaşama
aşk bardağını çalkaladığım su olmak
kırılacak eşya taşıyan
bir kamyon gibi gidiyor Ağrıma

Kendi kendime konuştuğum sanılıyor
hep yanımdadır oysa
giderken bıraktığın yüz havlun
bozdun saklambaç oyununu ama
bana gizlendiğim yerden
çık demeyi unuttun

Her gece yatmadan okuduğum
bir kitap olmanı isterdim
kırardım ışıkları söndürmeden
yarım kalan sayfanın ucunu
ki sen buna tenim kırışıyor
yaşlanıyorum derdin

Yokluğundan geri kalan çölde
attığım her adımda
gözlerimden dökülür
hörgücümde taşıdığım sular
sevgilisinin gölgesinden uzak
çölde ağlayan deve ölür

Hava kararırken usulca
bir zenci olup
kalıyorum Salacak kıyısında
ve Kız Kulesi
Ku Klux Klan
gibi duruyor karşımda

Sunay AKIN

Çocuk Ve Hüzün

I
Ne zaman bir çocuk ölse
gözü evlerinde
annesinin kavurduğu
helvada
kalır

II
Yoksul bir çocuk görsem
yağmur altında üşüyen
köprü olmak geçer
hiç değilse
içimden

III
Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından
çocuk ellerinin
izlerini
siler

Sunay Akın