Sürgünün Yakınmaları

Ve sen, sürgün:

Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
han misali bir dünya
ve bizim olmayan gökleri seyretmek,
bizim olmayan insanların arasında
yaşamak,
bizim olmayan
şarkıları mırıldanmak,
bizim olmayan bir
gülüşle
gülmek,
bizim olmayan elleri sıkmak,
bizim olmayan gözyaşlarıyla ağlamak,
bizim olmayan sevdalara salmak kendini,
bizim olmayan
yemekleri tatmak,
bizim olmayan tanrılara yakarmak,
bizim değilmiş gibi adımızı işitmek,
bizim olmayanı, şunu bunu düşünmek,
bizim olmayan bir parayı kullanmak,
ve bizim olmayan yollarda gitmek.

Ve sen, sürgün:

Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
ne varsa
dünyada her şey ödünç,
bizim olmayan
çocukları kucaklamak,
bizim olmayan bir ateşe yaklaşmak,
bizim olmayan çıngırak
seslerini işitmek,
bizim olmayan ölümlere ağlamak,
bizim olmayan bu hayatı yaşamak,
bizim olmayan oyunlarla oyalanmak,
bizim olmayan bir yatakta yatmak,
bizim olmayan kulelere tırmanmak,
bizimkilerin dışında, haberler okumak,
bütün dünya için ve bizimki için acı çekmek,
yağmur başka yağmur olduğu zaman yağmuru dinlemek,
ve bizim olmayan suyu içmek…

Ve sen, sürgün:

Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
gölgesi olmayan ama eşyaları olan,
bizim olmasa da bayramı kutlamak,
bizim olmayan bir yatak ve “ekmeğimizi”,
bizim olmayan hikayeler anlatmak,
bizim olmayan işlerle uğraşmak,
bizim olmayan evleri tutmak, bırakmak,
bizimkinden başka şehirlerde dolaşmak,
ve bizim olmayan hastanelerde
şifası hiç yoksa tesellesi olan
hastalıklara baktırmak. Ama sizinkisi değil,
sizinki iyileşirse geri dönmekle iyileşir…

Ve sen, sürgün:

Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
ille yarın, yarın ya da hiç…
saatlerin zamanı yapay bir zamandır
zaman yerine yokluğu ölçer.
Bizim olmayan takvim yaprağında
hesaptan düşülen yılların
bizim olmayan yaş günleriyle ihtiyarlamak,
bizim olmayan bir toprakta ölmek,
bizim olmayanların ağladıklarını işitmek,
ve bizimkinden başka bir bayrağı görmek,
bizim olmayan bir tahtayı kaplamak,
bizim olmayan bir tabutla örtmek,
ve bizim olmayan çiçeklerle ve haçlarla,
bizim olmayan bir mezarda uyumak,
bizim olmayan kemiklere karışmak,
sonunda vatansız bir adam olmak,
isimsiz bir adam, insansız bir adam…

Ve sen, sürgün:

Konup göçücü olmak, hep konup göçücü,
han misali bir dünya,
ne varsa dünyada her şey ödünç,
gölgesi olmayan ama eşyaları olan,
ille yarın, yarın ya da hiç…

Miguel Angel Asturias

Diyarbekir Kalesinden Notlar

1.

Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal…
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem

Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy…
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi…

2.

Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan…
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı…

3.

Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba – kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
“Yel” der, “Baharın geçer”.
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed ARİF’in yeğeni…

4.

Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü…

Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…

Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü…

Ahmed ARİF

eskil bir aşk öyküsü

boynumda yağmurdan bir kolye…
ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde…
bir siyam kedisi ve ben… pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz…
eski rus bir sevgilim vardı…
başka birisini göze alamam bugünlerde…
öykü safir aynalı bir salonda geçiyordu…
herşey önce çok güzel başlıyordu…
sen, gözünde siyah bir bant, beni dansa kaldırıyordun…
ben seni portekizli bir korsan sanıyordum…
sonra ortaya çıkıyordu eski bir rus soylusu olduğun…
yelkenbezi fularını çıkarıp… bir reverans yapıyordun…
odadan yavaş yavaş herkes, soylu soysuz herkes çıkıyordu…
ikimiz bir de kediler kalıyordu… hava alamıyorduk…
kapıları mühürlüyorlardı… eskil bir aşk öyküsünün içinde
kalıyorduk… biz seni portekizli bir korsan sanıyorduk…
bir siyam kedisi ve ben…

Lale Müldür

Küpe Çiçeği

oraya acıdığım yere
dokunduğun zaman
bana iyi geliyorsun
ama her zaman değil
seni beklemektense
oraya taze bir yaprak
koyarım daha iyi

Lale Müldür

Cam Seslerinden Bir Anı

kısacık bir andı, bana cam sesleri gibi
bir anı kaldı
kısacık bir andı, o çok duyarlı dengeler
yansıdı

ipe dizilen inci
dünya ile kişi

ilk yazdı, sonradan saydam birşeyler
yağdı
uyum karıştı ince havaya

kısacık bir andı, belki farkında bile
değildin sen
ben sonsuz kişiydim, o kapıdan
çıkarken

anıların cam kırıkları gibi
toplandığı o an
başka anıların anıları
geçiyor aklımdan…

Lale Müldür

Ayna

kırılınca bir büyük ayna
şarkılar da yarım kaldı
büyü bozuldu, durdu saatler
suda suretimiz asılı kaldı.

yoktu, şehirler gezdim ülkeler
düşlerim sahipsiz kaldı
ve şimdi kim bilir nerdeler
gül güle değdi solmuş kaldı.

anıları öğütür değirmenler
bir aşk söyleyin ki bana
daha başlarken öl demeler.

kırılınca bir büyük ayna
aşk bitti şarkılar yarım.

Behçet Aysan

Parmak İle Boyanmış Bir Naat

Dilinin ucundan denize atlayan o adamı getirdim efendim
Kayalara çakıldı mı bilmem efendim ben sadece getirdim efendim

Siz istediniz diye değil siz istersiniz diyedir her eylediğim efendim
Efendim baş aşağı sallandım mağaralar içre yarasalarla efendim

Ayak ucuma düşse de getirirdim zor olsa da yaşarken sevmek efendim
Karşılamaya çıkardım deseydiniz kucaklarınıza düşerdi belki bu ölü efendim

Can havliyle koşturdum atım çatladı ben belki o olup da geldim efendim
Bir ölü nasıldır bu halli nasıl bilebilirim affınıza sığınırım efendim

Efendim dalından kozalakları düşünce çamların böyle düşüyor dibine
Ben belki dibiyim denizin belki yüzeyi efendim bu yağmur mu efendim

Ben diyeyim ki düştü başkası diyecek nasılsa atladı aşağı duruşu eğreti
Ne varsa şu yeryüzünde insandan gayrı eğreti değil mi efendim

Üzerine sakız yapışmamış saçları etinden ayrık kalbi çatal efendim
Düştü kayboldu bir dişi serçe dokunmuştu belli ki ballı bir duta efendim

Üzerim ıslak koşan daha bir üşüyor yaşamın yalımından efendim
Dökülen dilimdendir uzun susmuşum çok mu konuşuyorum efendim

Biraz dinlensem dilim açılır konuşan ben kulun olmam korkarım
Düşerken sevdim bu adamı bir ümit işte yetiştireyim dedim efendim

Dili mi düştü ağzının mahzeninden mahzeni mi damladı dilinden
Ben seçemedim efendim boynu öpülesi uzundu serçelere efendim

Nasıl oldu da huzurdayım sevineyim mi bu kırık boynun omuzlarına
Efendim nasıl da severim efendim deyip durmayı efendim de efendim

Celâl Fedai

Yarısından Bir Fazla

Kedi Zifir ile Turgut Uyar Divan’ı Peşinden…

ey hışımım er geldin çekiştiriyordum seni bir güzel yazla
öncelerim kaldıysa ipte tümünü serdim nasılsa beyazla

burun deliklerinden şaraplar akan gemiler kaysın kızaklardan
ne kadarcık çeksem üç beş yudum kalacak yarısından fazla

şafak atarken kokuyor nefesler yine bildik sökecek demek
bütün gece yanıma kattılar titrememi zorla türlü infazla

o titretti ben diretmedim tek gözlü kediler vuruşuyordu
ne sâlâydı öyle tüm hocalar elenmiş kan içtiler niyazla

yarın ucundaysa birdir bir tutam perçemle bir tutam şiir
ustam çalsın yeter oynarım dedim keçiyle tilkiyle kurnazla

uykusundan önce uygun biriyle uyarıp everdim dilimi
edebimle yattım o kalkmış benden önce bir küfürbazla

ustan ölmüş dediler kalk sen sat handiyse ışımada gün
kaş gözle yekindim kireçlenmiş baldırımla bin bir nazla

celâlî adın andırsa da cemâli mahsusdan kanatırsın şiiri
sevsin dilini hışmın kan kaybı var diye kesme emmeyi

Celâl Fedai

Suyun Boğma Arzusu Kolların Sarmasını Geçti

Üzüntüm artıyor
Ağaçlara vurarak Tanrıyla konuşmak umuluyor
Çöküp sallanarak düşünüyorum
Kar üstünde yeşil giymeliyiz desem
Bir çığ arzular mı beni?

Güneşin altında tok karnına
Siyah, kanatsız birikintiler kıpır kıpır
Daha kaç kişi yerine yaşamam gerekecek?
Yerine ölmek için birini arayan
Kaybolacak mı aradığında?

Soluk almak boğulmaya nasıl da yetiyor
Soluk almak oldu yaşayabilmek için
Yerine ölecek birini bulmak
Soluk almak benzimdeki solgunluğu
Durmadan tazeliyor.

Üzüntüm artıyor
Meğer tekrar eden tekrar etimden de diri imiş
Yaşarken işini tez bitirenler yaşayanlar içinden
İşi tez bitenler değilmiş.

Celâl Fedai

Sevi

sabah olur, uyanırsın yanımda
kuşlar kanatlarına sesini çizer
durur geceki yağmur
sokaklar güne iner

sen gülersin, gözlerine pazar yeri kurulur
bir çocuk annesini kaybeder
senin yüzünde bulur

konuşuruz, yolcular eve varır
yanar gemilerde bütün ışıklar
ay iner denizlere
çilingir sofraları kurar balıklar

yüzüne dokunurum, gözlerim dolar
dünyanın her yerinde
yeni bir şarkıya başlar kadınlar

Ayten Mutlu