gözyaşından bir döşek

Geceleyin tek başına,
gözyaşından bir döşekte;
sanki ıssız bir deryada,
terk edilmiş bir tekne.

?

Baba, yüreğim yangın yeri

Ona bir oda ver baba…

– İyi akşamlar baba
– Ne akşamı senin saatten haberin yok herhalde. Sabah 6.
– Afedersin ters bir zaman oldu.
– Sadık senin her işlerin, her zamanların ters
– Baba ne olur kavga etmeyelim, bunu çok yaptık zamanında hiçbir şey olmuyor, hiçbir şey değişmiyor, bunu sen de gördün, konuşmamız gereken şeyler var
– Sigara?
– İçmem degiştirince öksürtüyor
– Baba buraya niye geldiğimi bilmiyorsunuz, aslında bir nedeni de olmamalıydı çıkıp gelmeliydim ama olmadı… ben… adım sadık, abiminki salim…
– E ne olmuş benimki de hüseyin Allah Allah
– Neden bu isimleri koydun bize baba? Bu kadar mı korktun taa en başından beri bizden? bu kadar mı yön vermek istedin hayatımıza bize, ben kendi yolumu bulmak isteyince he!
– Senin yol dediğin… … Biz seni ziraat okuyasın diye gönderdik İstanbul’a anarşik olasın diye değil!
– He tam da ben bunu diyodum işte baba. Beni okumaya gönderdin dimi ziraat fakültesine başka tercih yok okuyup mühendis olacan, çiftliğin başına geçecen burda kalıp Birgül’le evlenecen! Hayatımı, okulumu, her şeyimi sen seçtin. Ben bundan nefret ettim biliyo musun baba!
– Bencilsin diyon bana öyle mi? Birgül dedin ya, sen gittikten sonra o kızın hali nice oldu bunu hiç düşündün mü? Kaç yıl durmadı kızın gözyaşı senden ötürü… Bana bencil diyene bak get işine..
– Bana gittin diyosun baba ama ben gitmedim, gidemedim, kalamadım evim nerde bilemedim; çünkü aklımın bir tarafında bir köşesinde hep sen vardın, seninle bu… bu olmamışlık, bu küslük… insanın dönebileceği bir evinin olmaması ne demek biliyo musun baba? Elimi neye attıysam kurudu. Karım öldü. Bir zamanlar aynı yola baş koyduğum arkadaşlarım reklam şirketlerinde, iktidar borozanı çalan gazetelerde acıyıp bana iş verdiler. köpeğe kemik atar gibi… kendilerini temizlemek, ruhlarını temize çıkarmak için… dur! konu bu değildi. ben başka bişey diyodum. hah tamam. ev diyodum. baba buraya niye geldim biliyo musun! Deniz’e bir oda ver, onu yanına al, burada büyüsün, bi evi olsun, gidecek başka hiçbir yeri yok.
– Yaa, gördünmü evlat ne demek, zor geldi demi, bakamıyon demi çocuğa, gördün mü evlat ne demek
– Gördüm baba, görmem mi hiç, peki sen hiç bir çocuğun büyüyeceğini görememek ne demek bunu bildin mi? Hiç bilir misin bu duyguyu? Hayat devam edecek, birileri yeni kitaplar yazacak okuyamayacaksın, yeni filmler çekilecek izleyemeyeceksin, sevdiğin bir şarkıyı bir daha dinlemek isterken dinleyemeyeceksin… Bunlar kolay alışır insan; ama onu büyürken izleyememek, yanında olamamak, ilk kız arkadaşını göremeyecek olmak,
– Baba! yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun? gözü arkada kalmak böyle birşey galiba…kaç gündür onu itmek istiyorum bana sarılınca, beni sevmesin diye kaç gündür uğraşıyorum ama yapamıyorum… onun hayatında yutkunamadığı bir yumru olacağım için de kendimden nefret ediyorum! ona bir oda ver baba, bir evi olsun, ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir ev… ona söylemek istediğim o kadar çok şey var ki… sen söyle ona baba… ona de ki… … …. …
– Sadık… Sadık!.. Sadık evladım sadık kendine gel…sakine! sakineee!!! nerdesiniz ya. düştü düştü birden yere düştü. dayan. ben geliyorum. oğlum sadık!…

zaman nedir? günler ne?

zaman nedir? günler ne?
yaralardan bir yara…

kalbimdir mâsivâyı tüketti,

kendini savura savura…
kalbimdir, arzulara tercüman;
yara yok, görünmüyor,
ama kan akıyor, hâlâ akıyor,
tenimi kavura kavura

kalbimdir, şiire dönüştü
gül yarası olup her yerde;
aşklar kalkıp şimdi burdan gider de
yaraya tuz vura vura…

zaman nedir? günler ne?
yaralardan bir yara…

Hilmi Yavuz

Yalnızlığımda

avaz
avaz
bağır
söz

kuyuya düştümü çıkmaz
oradan
oraya
savrulan yaprak
rüzgârı götürür
çağrıldığı yere

kulak ilk duyduğu sesi arar
gövde ilk dokunuşu
avuçlarımda bir göz resmi var
bana bakar
yalnızlığımda

Tuğrul Tanyol

Coole’un Yaban Kuğuları

Ağaçlar güz güzellliğinde,
Korunun yolları kuru,
Ekim’in alacakaranlığında
Duru bir göğü yansıtıyor sular;
Taşların üzerinden akan sularda
Elli dokuz kuğu.

Bu geçirdiğim on dokuzuncu güz
Hesabını tuttuğumdan bu yana;
Daha saymayı bitirmeden, baktım,
Birden havalanıyorlar
Ve döne döne dağılıyorlar
Gürültülü kanatlarıyla.

Öyle baktım da o parlak yaratıklara
Şimdi yüreğim yaralı.
Her şey değişmiş alacakaranlıkta
Duyduğumdan beri, ilk kez bu kıyıda,
Kösnüyle çırparken kanatlarını başımın üstünde,
Daha yumuşaktı uçuşları.

Hâlâ bıkmadan sevgililer birer birer
Ya soğuk dost derelerde yüzüyor,
Ya da havalanıyorlar;
Gönülleri yaşlanmamış;
Tutku ya da elde etme isteği,
Nereye giderlerse gitsinler, hâlâ yüreklerinde.

Hâlâ yüzüyorlar işte durgun sularda,
Gizem içinde, güzel;
Kim bilir hangi sazlıkta
Yapacaklar yuvalarını, hangi gölün
Kıyısında ya da havuzda, güzelliklerini sunacaklar
Uyanıp onların gittiğini anladığımda?

W.B.Yeats

Çeviri : Cevat Çapan

Yaşasın O

(Bu ülke ancak usun bir dileği,
bir karşı-gömüttür)

Benim ülkemde, ilkbaharın tatlı belirtileri ve üstü başı dökük kuşlar yeğ tutulur uzak amaçlara.
Bir mumun yanıbaşında tansökümünü bekler gerçek.
Pencere camı savsaklanır. Ne önemi var dikkatli biri için.
Benim ülkemde, sorguya çekilmez yürek çarpıntısı içinde olan kişi.
Devrilen kayık üstünde kötücül gölge dolaşmaz.
Yarım ağızla verilen selam bilinmez benim ülkemde.
Fazlasıyla ödenecek bir şey ödünç alınır ancak.
Ağaçlarda yapraklar, çok yapraklar olur benim ülkemde.
Meyve vermemekte özgürdür dallar.
Yengin kişinin iyi niyetine inanılmaz.
Teşekkür edilir, benim ülkemde.

Rene Char
Fransızca’dan Çeviren : Tahsin Saraç

Sabahları Ve Akşamları Okumak Için

Sevdiğim
Dedi ki bana,
Sen bana lazımsın

Onun için
Kolluyorum kendimi
Yoluma dikkat ediyorum ve
Korkuyorum her yağmur damlasından
Beni ezecek diye

1937

Bertolt Brecht

Veda

Kucaklaşıyoruz
Benim ellerim pahalı kumaşa değiyor
Seninkisi ucuza
Acele bir kucaklaşma
Sen bir ziyafete yetişeceksin
Benimse cellatlar var ardımda
Havadan sudan konuşuyoruz ve
Sürüp giden arkadaşlığımızdan.
Başka ne konuşsak
Çok acı olurdu zaten.

1937

Bertolt Brecht

Sen

Suskunluğun kapıları
Veya öfkenin yankısı
Senin içindir bu
Sevincin çığlığında
Kandilin suskunluğu
Ne caddelerin sessizliğindendir
Ne de açık yolların
Yıkıntılarından
Yaşamımız suskunluğunu çizer
Kalbimin üstüne
Süzülen bir martı gibi
Suskunluğun fısıltısı
Bedenimi yakar
Burada toplanır
Uzaklaşan ayrımlarda
Suskunluğun dehşeti vurur
Gerçek suskunluğu
Kalırım
Suskunlukla yanarak
Gerçekle yanmış gibi
Suskunluk anlamdan
Çıkar
Suskunluk soruyla
Girer
Suskunluğu dilsiz bırakırım
Rüzgârın beni bıraktığı gibi

Vedad Benmusa
Çeviren: Metin Fındıkçı

Bir Saat beklemek Çok Uzun İş

Bir saat beklemek çok uzun is,
Aşk biraz ötede duruyorsa;
Kısadır sonsuzluğu bekleyiş,
Sonunda aşk armağanı varsa..

Emily Dickinson
Çeviren: Talat Sait Halman