Aşk Resmi Geçidi

Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yinede de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.

……………………….çıkar
……………………….dururduk mahallede
……………………………………halde
…………..adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara
…………………………………yangın yerlerinde.

Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense, bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.

Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.

Beşinciyi geçip altıncıya geldim
Onun adı da Nurünnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurünnisa.

Yedincisi Aliye, kibar bir kadın
Ama ben pek varamadım tadına,
Bütün kibar kadınlar gibi,
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.

Sekizincisi de o cılkun soyu:
Sen elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı, küplere bin.
Üstelik kendinde de
Yalanın düzenin bini bir para.

Ayten’di dokuzuncunun adı,
Barlarda göbek atar
İş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.

Onuncusu akıllı çıktı
Bıraktı gitti beni.
Ama haksız da değildi hani,
Sevişmek zenginlerin harcıymış
İşsizlerin harcıymış.

İki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
İki çıplak da – olsa olsa –
Bir hamama yakışırmış.

İşine bağlı bir kadındı on birinci.
Hoş, olmasın da ne yapsın?
Bir zalimin yanında gündelikçi;
Adi Luksandra
Geceleri odama gelir,
Sabaha kadar kalır.
Konyak içer, sarhoş olur,
Sabahı da, işbaşı yapardı şafakla….

Gelelim sonuncuya.
Ona bağlandığım kadar
Hiçbirine bağlanmadım.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda, mülkte gözü var.
Eşit olsak der,
Hür olsak der.
İnsanları sevmesini de bilir,
Yaşamayı sevdigi kadar.

Orhan Veli

10 Kasım 1950 akşamıydı. Ankara’daydı… İncecik yapılı, uzun boylu genç bir adam, aklında ve dilinin ucunda sözcükleri, yanından hiç eksik etmediği hüznünü yüklenmiş, karanlık yolda yürüyordu… Karanlığın içinde Ankara belediyesinin kazdırmış olduğu çukuru görmedi ve düştü. Başından yaralanmıştı. Aldırmadı… Bir iki gün sonra İstanbul’a geldi. Zaten o sıralar, aklı fikri hep İstanbul’a gitmekteydi. Bağlandığı kadın İstanbul’daydı… İstanbul’a geldi ve 14 kasım akşamı, yemek yerken olduğu yerde yığıldı kaldı… Genç adama alkol tedavisi yapıldı. Oysa o sırada genç adam, beyin kanaması geçiriyordu. O gece hayata gözlerini yumdu. 36 yaşındaydı. Yüreğinde sevdiği bir kadın, cebinde 28 kuruş vardı.
Bu şiir de şairin ölümünden sonra, diş fırçasına sarılı bir kağıtta bulunmuştur. Fakat bazı bölümleri okunamamıştır. Şairin şiirlerini yayımlayan YKY’nin “Orhan Veli – Bütün Şiirleri” kitabında bu şekilde yer almaktadır.
a%C5%9Fk+resmi+ge%C3%A7idi Aşk Resmi Geçidi

Son Deyiş: Şair Kuşlara Veda Ediyor

Taşralı bir şair
bir kuşbaz
gidip geliyorum dünyada
silahsız,
ıslık çalarak yolda,
boyun eğip
güneşe, kesinliğine,
yağmura, keman diline onun
rüzgarın soğuk hecesine.

Geçmiş yaşamların
ve geçmiş zaman keşiflerinin
akışında
kötü havaların bir yaratığıydım
bir ceset olarak kaldım şehirde:
alışamam duvardaki nişe,
fundalığı isterim ben, şaşkın

güvercinleri, balçığı, sayıklayışını
muhabbet kuşlarından bir dalın,
amansız yüksekliklerin tutsağı
akbabanın hapishanesini,
çantaçiçekleriyle süslü
sarp geçitlerin en eski çamurunu.

Evet evet evet evet evet,
iflah olmaz bir kuşbazım ben,
dizgin vuramam buna
çağırmasalar da beni
ağaçların tepesine,
gökyüzüne,
okyanusa
muhabbetlerine, ziyafetlerine onların
kendimi çağırıyorum ben,
bakıyorum onlara
hiçbir şey kaçırmadan:
sarı sakaları,
siyah sığırcıkları,
balıkçı karabatakları
madeni karatavukları,
bülbülleri,
titreşen sinekkuşlarını,
bıldırcınları,
Şili’nin dağlarını yurt tutan
kartalları,
saf, göğsü kınalı çayır kuşlarını,
gazaba gelmiş akbabaları,
ardıçkuşlarını
kıpırtısız doğanları,gökte asılı duran,
bana şarkılarını belleten ispinozları,
mavi kadifeyi, beyaz kuşları,
köpüğün taç giydirdiği kuşları,
ya da sade giyinenleri kumla,
toprağı sorgulayıp gizine tüneyen
ya da devin kabuğuna saldıran
dalgın kuşları,
ve açarak ağacın yüreğini
samanla, çamurla, yağmurla kuran
ıtırlı aşk yuvalarını
katılıp kendileri gibi binlercesine
gövde gövde, kanat kanat
birliğin ve devinimin ırmağını kurarak
yalnız,
haşin kuşları kayalıklarda,
ateşli kuşları, kaçakları,
tozluları, erotik kuşları,
karın ve sisin
yalnızlığında yanına yaklaşılmayan,
tüylü düşmalığında
kuru yaylaların,
kibar bahçıvanların
haydutların
müziğin mavi yaratıcılarının
şafağın dilsiz tanıklarının.

Ben, halkın
şairi, bir taşralı, kuşbaz,
koşturdum dünyada yaşamı arayarak:
kuş kuş tanıdım toprağı:
keşfettim ateşin uçtuğu yeri:
enerji kaybını
ve ödüllendirildi benim yansızlığım,
kimse bir şey ödemediyse de bunun için,
çünkü ruhuma bastım o kanatları
ve kıpırtısızlık hiç tutunamadı bende.

Kuşlar Sanatı / Pablo Neruda

%C5%9Eair+Ku%C5%9Flara+Veda+Ediyor Son Deyiş: Şair Kuşlara Veda Ediyor

Tenha Şiirler

Dal kırık
bahçe talan
sularda yüzün
hangi âh, hangi melâl
yok şimdi
hayal
sabahları boyayan kuşlar mıydı
sonsuz suskunluktan gayrı yıllar
yıllar savrulmuş sanki sonbahar
düştü yok şimdi hüzün ve aşk
ben bu duvarı ördüm yıktım ördüm
dur gece dur akşam dur sabah
tak tak tak bu poyraz bu telâş
yağmurla örtüşür gibiyiz akşam
yüzün gök
yüzün yıldızlar
yüzün leylim
birlikteyiz işte hiç bitmiyor akşam

II

sürülmüş toprak kokuyorsun
biçilmiş çayır
söğütlüğü geçince
her yer çiğdem, gelincik ellerin
baktıkça açıyor yüzün
baktıkça bulutlar ve güneş
serçeler karışıyor gülüşüne

Saat yok gölgemizde zaman
ve suyun uzayıp giden öyküsü
sevmek kadar seni

III

Rüzgâr esiyor usuldan
bir kiremit düşüyor sundurmadan bahçeye
elimin üstünde güneş
birkaç damla yağmur karışıyor içtiğim çaya
sonra bir bulut gemi gibi yanaşıyor masaya
elele çıkıyoruz seninle güvertesine akşamın

İşte yıldızlar diyoruz
tüm çiçeklerin adını sayıyoruz
bahçedeyiz yine masa aynı masa
bu kez saçların karışıyor söze
sonra hiçbir şey olmamış gibi
tavukları yemliyorsun sabah sabah

IV

Taş atılmış su gibi
dalga dalga yüreğim
bir abdalım, bir yabanım
kıyında

Gemilere götür beni
misafir kuşlar gibiyim
mavilikte
öyle
ucunda kirpiklerinin

Bir park korkuluğuna
takılıp kalan güneş de yok artık
yağmur ince bir sızı
bir gelir,bir gider
sarı solgun resimlerde mi
yüzün

Hiç kuş uçmamış
gök gibiyim karşında

V

Bir güz ağacıydın
erguvan yapraklar düşürdün
hüzünden
geceler boyu akan çeşmeler
ki uzayıp gider ıslıkları
bıçkın ve karanfil kokulu
tuttun en dar vaktinde durdun yolumun

Acının gurbeti yine acıdır
sılası hani
orda düşlere vakit yoktur
kavrulmuş dudaklarda
kalınca sarılmış tütün gibi
yaşamın ve ekmeğin kahrı
ağır ağır çekilir

işte tarihi ellerimin

Yağmurdun

rüzgârdın

borandın
geldin ıssızlık yarım kaldı
kuşlar alıştı pencereme
saksıda çiçekler değişti
yüzü güldü duvarların
kurulu bir saatti zaman
boşandı birden akşam
aynalar
lambalar ve üveyikler
işte dünyalığı kalbimin
çitin önünde yaman bir güneş
geldin gelişin en güzeldi

VI

yağmurlardan gelmek

a.

yağmurlardan geliyorsun
upuzun gecelerden
ay ışığına batmış üstün başın
bir hasreti bölüşüyoruz şimdi
tüm acıları bölüştüğümüz gibi
can erikleri boşaltıyorsun eteğinden
zambaklar
çocukluğumun giyilmemiş çamaşırları gibi
annelerin arada bir açtığı hülya sandıkları
anıların kokusu var onlarda

boyuna susuyoruz
dünyaya benzer bir şey büyüyor içimizde
çözemiyoruz neden
uzuyor uzuyor ellerin
saçların zaten sonsuzluk
can geliyor ağlamak gülmek geliyor
ağır ağır uyanıyor gövdem
baharda bir toprak gibi
yağmurlardan geliyorsun
canıma giriyorsun
uçsuz bucaksız kokuyorsun
yağmurlardan geliyorsun

b.

gül dökülüyor yüzünden
gülüşün gülleri bunlar
tutup koyamıyorum masaya
masa işte
aramızdaki sonsuz deniz
bir dalga hafiften kabarıyor
bir el usulca uzanıyor
bir bardak ansızın tuz buz
dokunuşun gülleri
bir bulut yavaş yavaş açılıyor
birlikte aralıyoruz perdesini yağmurun
ipek bir mendili gezdirmek gibi yüzünde
aramızdan akıp gidiyor gün

sonra akşam geliyor ansızın
akşam işte şu dehşetli karanfil
“yarin dudağından getirilmiş”
kokusu sarıyor önce
sonra saçların
saçlarının rüzgârı
bir serinlik ki sorma gitsin
yüzüne dokunuyorum
yıldızlar dökülüyor birden
yıldızlar hüzün ve karanfil
akşam doluyor birden

c.

kapı çalınıyor
kuru ekmeğiniz var mı diyor bir kadın
geçip gidiyor çünkü İskender de
geçip gitmiş gibi sokaklarından akşamın
biraz gazyağı biraz is kokusu ve korkunç
duvarlar ki tarihin durmadan yapıp yıktığı
ateşler akan iki aşk çeşmesi
aç ve ilaç gibi yedikleri zehiri
köpük ve akşam
akşam ve köpük
köpüklerden çöker gibi çatısı göğün
parçalandı düş ve gerçek
ne tükenip bitmesi yıldızların
ne dağılan bilyası çocukların
yalnız sundurmada yağmuru seyreden
tüyü dökülmüş bir serçeden kalma
kumral bir bakış mı
gözlerin en derin kederinde suların

su akmayınca eskir
tarihe yalanın girmesi gibi öyle
bak yalnızlıklara dalıyorum işte
en kalabalığına yalnızlıkların
dört nala uçar gibi bir at düşlerimden
dökük saçık bir zaman kalıyor geriye
oysa
mor bir şafaktasın
canım sevgilim
güvercinim

VII

şiirde; düşlerde kalan aşk gibi
gül de ölüdür şimdi;akşam yine en çok
sensin;kandil ıssızlığında kalbin:
gece bahçelerinde,bir kuşlar kaldı
güllere yanmaktan yorgun

seninle aramızda akan şiirde
kan; tuttum günlerce: bir çölü
yürüdüm: bir parça mavi
sonra seni göğü ve denizi buldum
işte elimde çirkin bir balık
hep balık kalmış bir balık
kayan yıldıza takılmış: deniz
çekile çekile kendini doldurmuş

gül de ölüdür şimdi
bir aşiret heybesinde
kentte bir eskici dükkânında
nerden düşmüşse düşmüş
akşam gök ve deniz

VIII

cıvıltının en mavisini soluyan
çınarların ucunda
hışırtısını duyuyorum yükselen ayın
duasını dağların
işte çoğalan bir gök var şuracıkta
sesimi salıyorum yağmura
güvertesinde gecenin
denizse en hoyrat atı bu saatlerin
öptükçe gözlerinden
sevgilim güzel bir ateş yak bana

Arif Ay

tenha+%C5%9Fiirler Tenha Şiirler

Gel

Heyben acıyla dolar da, nefes alamazsan,
Gel! Huzur bulacağın kıyılarım senindir.

Umutların solar kurur da, su bulamazsan,
Beraber sulayalım, gözyaşlarım senindir.

Yalnızlık hep koynunda, bir türlü atamazsan
Anahtar her zamanki yerde, evim senindir.

Derin bir düşe düşersen, bir el bulamazsan,
Yanındayım ben! Tut elimi, elim senindir.

Siyah beyaz olur da hayat, renk katamazsan,
Gök kuşağın olurum. Tüm Renklerim senindir.

Aylar hep Eylül olur, nisanı bulamazsan,
Tarlam dolu dolu! Kır çiçeklerim senindir.

Rahatlamak isteyip kimseye kızamazsan,
Kopar yırt! sararmış şiir notlarım senindir.

Fırtınaya tutulur, bir liman bulamazsan,
Demir at sineme dostum! koylarım senindir.

Kanadın kırılır da, maviye uçamazsan,
Ne güne duruyor al! kanatlarım senindir.

Çaresiz çilelere, bir umut bulamazsan,
Kendime etmediğim, dualarım senindir.

Ey dost,
Yanım senindir
Yarım senindir,
Canım senindir…!

Mehmet Orhan Durdu

dualar%C4%B1m+senindir Gel

O’nun ilk aşkı olmayabilirsin

O’nun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da;
Hatta her hangi bir tanesi de.
Unutma tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil..
Ama şayet o, seni olup olmadık yerlerde güldürebiliyorsa,
Seni iki kez düşündürebiliyorsa,
Onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver.

Seni günün her anında düşünmüyor olabilir;
ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir: “Kalbini”.
Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma,
Ve verebileceğinden fazlasını bekleme..

Seni mutlu ettiğinde gülümse,
Kızdırdığında fark etmesini sağla ve birlikte değilken özlendiğini bil..

Bob Marley

9521804-lg O'nun ilk aşkı olmayabilirsin

Bir Şehre Gidememek

 Biz bir şeyleri aşabilmeyi, başka insanlar için hiç bir işe yaramayacak bir artı olmaları tutkulardan ve sahiplenmelerden değil, ayrılıklardan ve reddedilmelerden öğrendik.

Bir yazının sürekli olarak kendini yazdırdığı bir süreç. Seneler geçer, geride kalan onca sözcüğe karşın nerede olduğunuzu bir türlü kestiremezsiniz. Ama sonuç ne olursa olsun, yaşadıklarımızın tümü bir özleme tutsaklıktır, bunu çok iyi bilirsiniz. “Parantez kapanır”, bir nokta konur. Yaşam oncasına insan için, olanca hızı ve umarsızlığıyla devam etmektedir…

Sürekli ertelenen umutlara ayrılan zaman giderek daralıyor. Bir küçük hikaye ile bir çok anı ve ilişki anlam kazanabilir.

***

Yıllar geçmiştir aradan. Her mevsim bir başka özlemle yaşanmış, her ilişki yeni bir ilişkiye bir başka olasılıkla taşınmıştır. Bir gün gelir ayrıntılardan alınabilecek hazzın hiç bir zaman tüketilemeyeceği düşünülür. O zorlu oyunda sanki enikonu usta olunmuştur. Kimi duygular gizlenebilir, hafif bir gülümsemeyle bir çok şey anlatılabilir; sözcüklereyse yeterince güvenilmeyebilir artık. İnsanlar kahramanı oldukları öyküye şöyle ya da böyle devam edebilecek gibidirler.

***

 Hayatında bir şeyler bırakabilmeliydim. Ardımdan kapının yavaş yavaş kapanacağını duyacaktım sonra. Özlemsiz yaşamak kolay olmalıydı, çılgın aşkları gereksinmeyenlerle insan ilişkilerinde fırtınalardan kaçmayı bilenler için. Günün birinde yaşanabilecek tüm olası ilişkilerden yıllar sonra bana dönebileceğini söylemiştin. Ama yıpranan bedenlerde sevginin adı da anlamı da değişebilirdi. Sevgi de yolcuydu çünkü; her ilişki de, her geçen gün biraz daha çok tükenebilecek bir yolcu. Ve biz birbirimize hiç bir zaman hazır olmayabilirdik.

***

Kimi kararların istense de istenmese de alınabileceği günler de geliyor ya, bu yeter. Ben buna herşeyden önce bir küçük çağrı diyebilmekten yanayım. Bir sınamalar ve sorgulamalar dizisi. Her şeye rağmen bir kez daha başlıyoruz diyebilmek için. Bir erteleme ya da bir küçük çağrı. Sizi bu çağrının neresindesiniz dersiniz?

***

Sözcüklerin zaman zaman ne denli az güvenilir olabileceklerini bilebiliyor insan, bu gerçeği kendisine yer yer de umarsızlıkla söyletiyor. Karşınızdaki insanın kimi şeyleri hiçbir zaman tam anlamıyla dinlemeye ve anlamaya istekli olmayacağını da öngörebiliyorsunuz. Bu da niteliği ne olursa olsun bir ilişkinin eninde sonunda gelip dayanacağı en mühim çıkmaz, ama aynı zamanda da en üst düzeydeki gerçektir diyorsunuz. Ve kısır döngünüze yeni kandırmacalarla ilerlemeyi gene de göze alıyorsunuz. Sözcükler her şeye rağmen yepyeni bir sığınak olarak bir kez daha çıkıveriyor o zaman da karşınıza ve bu durumda bir başka gerçeğin ya da yalnızca bir izdüşümün ardına saklanabilmeyi umut ediyorsunuz. Bütün bunlar elbette biraz ödleklik, biraz çıkarcılık, biraz da kendi kendini savunma olabilir.

***

Ama bir sevda sözkonusu olunca insan hiçbir yere yalnız gidemiyor, hüsranları ve ayrılıkları hep beraberinde götürüyor.

Mario Levi (Bir Şehre Gidememek)
bir+%C5%9Fehre+gidememek Bir Şehre Gidememek

Aşk ve Benlik

Ben seni seviyorum bende saklı olan seni.
İster ıraklarda ol, ister yakınlarımda,
Ben seni seviyorum bendeki seni.

Aşkı yaşadığımızda kendimize aşığımızın gözleri ile bakarız. Kendimizi onun tanımları ile tanımlarız, duruşumuzu biçimimizi artık o belirler. Kendi egemenliğimiz bitmiştir ve kendimize olan saygımızı da yavaş yavaş yitirmeye başlarız. Kendi benliğimizde samimiyetsizlikle başlayan ve ihanetle son bulan amansız bir duygunun esaretini yaşarız. Yine de çoğumuz gibi bende aşkın kutsallığına inanırım. Bize verdiği o coşkuyu özlerim. Bizi hem kendi benliğimizden uzaklaştırıp hem de bu kadar coşkulu hissettiren bu duyguyu hayatımıza sokma arzumuz beni çoğu zaman düşündürmüştür. Belki fedakâr olmanın başka yolunu bulamayışımızdan bu kıskaca düşüyoruz. Bize ilham verdiği gibi bizi derin acıların içine atan uçlarda dolaştıran bir duygu. Bize sınırlarımızı gösteren bir duygu. Bu duyguyu tanıdıkça ilk göründüğünden daha farklı olduğunun bilincine varırsınız. Aslında aşk sizin benliğinizi yıkmaz, sizi yok etmez. Onun sizden istediği kendi benliğinizi bulmanızdır. Bunu da o kadar ustalıkla gerçekleştiriyor ki. Sizi alıştığınız kişiliğinizden bir anda koparıyor. Geçicide olsa farklı bir insan olmanın değişik duygusunu yaşıyorsunuz. Geri döndüğünüzde ise iş işten geçmiş oluyor siz eski siz olamıyorsunuz artık. Böylece size kendinizle oynama ve yaratma deneyimi tattırmış oluyor.

Gerçek sevgi beklemektir. Gelmeyeceğini bildiğin halde gelecekmiş gibi beklemektir. Gelen aslında senin iradendir bulutların ötesinde duran iradendir. Akıl sadece yalan söyler, kalbimiz ise hakikati tüm çıplaklığıyla görür. Bedende her hücren karar verir hatta zerrelerin bile ama kalbin hükmüne hepsi rıza gösterir. Kalbe göre doğru ve yanlış yoktur. Onun gözünü çekemediği tek bir gerçeği vardır. Aşk…

Gerçek sevgi sadece yalındır ve beklenilmeye değerdir.

KZ

edep+ya+hu Aşk ve Benlik

J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı

S’io credesse che mia risposta fosse
A persona che mai tornasse al mondo,
Questa fiamma staria senza piu scosse.
Ma perciocche giammai di questo fondo
Non torno vivo alcun, s’i’odo il vero,
Senza tema d’infamia ti rispondo. (*)

Gidelim öyleyse, sen ve ben,
Eterlenmiş hasta gibi bir masada
Serilmişken akşam göğe karşı;
Bildik yarı ıssız sokaklar arasından geçerek gidelim
Tek gecelik ucuz otellerdeki huzursuz gecelerin
Mırıldanan inziva köşelerine
Ve bıçkı tozlu ve istiridye kabuklu lokantalara:
Sinsi bir niyetin usandırıcı bir savı gibi
Ezici bir soruya seni sürükleyen sokaklara…
Ah, “bu nedir? ” diye sorma.
Gidelim ve yapalım görüşmemizi.

Gelir ve gider kadınlar odada
Konuşurlar Michalengelo hakkında.

Pencere camlarına sırtını sürten sarı sis
Pencere camlarına burnunu sürten sarı duman
Akşamın köşelerinde dilini yaladı,
Lağım sularının gölcüklerinde oyalandı,
Bacalardan yağan kurumun sırtına düşmesine aldırmadı,
Akıp gitti taraçada, ansızın sıçradı,
Ve görerek bunun yumuşak bir Ekim gecesi olduğunu,
Kıvrıldı bir kere evin etrafında, ve uykuya daldı.

Ve zaman olacaktır mutlak
Sokak boyunca kayan o sarı duman için,
Sürterek sırtını pencere camlarına;
Zaman olacaktır, zaman olacaktır
Karşılaştığın yüzleri karşılayacak bir yüzü hazırlamak için;
Öldüreceğin ve yaratacağın bir zaman,
Ve bütün çalışmalar için ve yükselten
Ve tabağına bir soru bırakan ellerin günleri için;
Senin için zaman ve benim için zaman,
Ve daha da zaman yüz tane kararsızlığa,
Ve yüz tane görüntü ve düzelti için,
Kızarmış ekmekten ve çaydan önce.

Gelir ve gider kadınlar odada
Konuşurlar Michalengelo hakkında.

Ve zaman olacaktır mutlak
“Cüret edebilir miyim? ” diye sormaya ve “cüret edebilir miyim? ”
Geri dönmeye zaman ve merdivenlerden inmeye,
Saçımın ortasında kel bir lekeyle –
[Diyecekler: “Nasıl da seyrelmiş saçı! ”]
Yakası sıkıca yanağımı bastıran sabah ceketim,
Soylu ve gösterişsizdir kravatım, fakat basit bir iğneyle fark edilir –
[Diyecekler: “Nasıl da ince kolları ve bacakları! ”]
Cüret edebilir miyim
Kâinatı rahatsız etmeye?
Bir dakikada yeterli zaman vardır
Bir dakikayı ters yüz edecek kararlara ve düzeltmelere.

Zaten biliyordum onların hepsini, biliyordum hepsini:
Biliyordum akşamları, sabahları, ikindileri,
Ömrümün ölçüsünü aldım kahve kaşıklarıyla;
Biliyorum uzak bir odadaki müziğin altında
Ölen bir düşüşle ölmekte olan sesleri.
Öyleyse nasıl yeltenebilirim?

Ve zaten biliyordum gözleri, hepsini biliyordum –
İfade edilmiş bir ibarede seni mıhlayan gözleri,
Ve ben ifade edildiğimde, yığılmışım iğne ucunda,
Mıhlanmışken ve kıvranırken duvarda,
Nasıl başlamalıyım öyleyse
Günlerimin ve yollarımın bütün bu kırıntılarını tükürmeye?
Ve nasıl yeltenebilirim ki?

Ve zaten biliyordum kolları, hepsini biliyordum –
Bilezikli ve beyaz ve çıplak kolları
[Ama kumral saçlarla örtünmüş lambanın ışığında! ]
Beni bu denli konudan uzaklaştıran
Bir entarinin kokusu mu?
Bir masa boyunca yatan ya da bir şalla sarmalanmış kollar.
Ve nasıl yeltenmeliyim öyleyse?
Ve nasıl başlamalıyım?

…..

Söyleyeyim mi, alacakaranlıkta dar sokaklardan gittiğimi
Ve pencerelerine yaslanmış, gömlek kolları kıvrık
Yalnız erkeklerin pipolarından yükselen dumanları seyrettiğimi? …

Suskun denizlerin tabanında seğirten
Bir çift hırpani pençe olsaydım keşke.

…..

Ve ikindiler, akşamlar, uyur huzurla!
Pürüzsüz uzun parmaklarla,
Uyumuş… yorgun… ya da hasta numarası yapar,
Yayılmış yerde, burada seninle benim aramda.
Acaba, çaydan ve pastalardan ve dondurmalardan sonra,
Bu anı kendi bunalımına zorlayacak gücüm olur mu?
Ama ağlayışıma ve orucuma rağmen, ağlayışıma ve duama rağmen,
[Dazlaklaşmaya başlayan] kafamın bir tabakta getirildiğini görmeme rağmen,
Bir kâhin değilim ben – ve büyük bir mesele değildir bu;
En yüce olduğum anımın titreştiğini gördüm,
Ve gördüm o ebedi Kavas’ın paltomu tuttuğunu, ve kıs kıs güldüğünü,
Ve kısacası, korkmuştum.

Ve değer miydi tüm bunlara,
Fincanlardan, reçelden, çaydan sonra,
Porselenler arasında, seninle benim konuşmamız arasında,
Ve değer miydi tüm bunlara
Isırıp atarken meseleyi bir gülüşle,
Kâinatı bir top gibi sıkıştırmak,
Ezen bazı sorulara doğru yuvarlamak,
Söylemek: “Lazar’ım ben, ölümden gelirim
Her şeyi size anlatmaya geldim, her şeyi anlatacağım size” –
Eğer biri, kadının başına bir yastık yerleştirirken
Deseydi ki: “Bu değil kesinlikle benim meramım.
Bu değil, kesinlikle”.

Ve değer miydi tüm bunlara,
Değer miydi
Gün batımlarından ve avlu kapılarından ve çisentili sokaklardan sonra,
Romanlardan, çay fincanlarından, yerde sürünen eteklerden sonra —
Ve bundan, ve çok daha fazlasından? —
Meramımı tam olarak anlatmak imkansız!
Ama bir büyülü fener gibi bir ekran üstüne fırlatır sinir örüntüsünü:
Değer miydi
Eğer biri, yerleştirirken bir yastığı ya da fırlatırken bir şalı,
Ve dönerek pencereye doğru, deseydi:
“Bu değil kesinlikle,
Meramım bu değil kesinlikle”.

Hayır! Ne Prens Hamlet’im ben, ne de olmak istedim;
Bir saray mabeyincisiyim, öyleyim ki
Geliştiririm süreci, bir ya da iki sahneyi başlatırım,
Prens’e tavsiyede bulunurum; şüphesiz, önemsizim,
Hürmetkârım, yararlı olmaktan hoşnudum,
Becerikli, tedbirli, ve çok titizim;
Övgü doluyum, fakat biraz kalın kafalıyım
Bazen, aslında, neredeyse saçma –
Handiyse, bazen, Soytarı’yım.

Yaşlanıyorum… yaşlanıyorum…
Pantolon paçalarımı kıvırarak giyineceğim.

Saçlarımı arkadan mı ayırsam? Bir şeftali yemeye cüret edebilir miyim?
Beyaz flanel pantolon giyineceğim, ve yürüyeceğim kumsalda.
Duydum denizkızlarının birbirlerine şarkı söylediklerini.

Sanmam ki benim için şakısınlar.

Dalgalarda denize doğru açıldıklarını gördüm
Tarayarak dalgaların geriye uçmuş beyaz saçlarını
Ağartıp karartırken suları esen rüzgâr.

Oyalandık denizin odalarında
Kırmızı ve kahverengi deniz yosunlarıyla taçlanmış denizkızları yanında
İnsan sesleri bizi uyandırana ve boğulana dek.

T.S.Eliot (1888-1965)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

(*) “Eğer düşünseydim dünyaya yeniden dönebilecek birine yanıt verdiğimi, bu alev titremeyi bırakırdı. Fakat eğer duyduğum doğruysa, yani bu derinliklerden kimse asla yaşayarak dönmeyeceği için, yanıtlarım seni rezilce korkuya kapılmadan”. Dante’nin “Cehennem”inden (Canto 27, 61-67) .

2012_09_thinking-of-you-592079-475-475 J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı

Bağlı mısın, Bağımlı mı?

“Beni sakın bırakma, ben sensiz yaşayamam, sen olmazsan ölürüm, sensiz nefes bile alamam, sen olmazsan ben bir hiçim…” Bu sözler ilk bakışta insan kendisinin çok sevildiğini kendisinin çok önemli olduğunu hissettirse de sağlıklı bir birlikteliğin içinde olmaması gereken dışavurumlardır.Bu türden sözler bağlılığın değil bağımlılığın göstergeleridir. Bağlılık, bir kimseye ya da bir düşünceye sevgi ve saygı ile yakınlık duymak ve göstermek demektir. Bağımlılık ise, başka bir şeyin istemine, gücüne ya da yardımına bağlı olmak, özgür olmamaktır.Bağlılık ve bağımlılığı birbirinden ayıran en belirgin çizgi, bireysel özgürlüğün varoluşu veya olmayışıdır. Neyin bağımlısıysanız onun kölesisinizdir aslında… Bağımlı olduğunun kölesisin! Bu bir eşya, bir yaşam tarzı, bir nesne, bir madde ya da bir insan olabilir. Ama sonuç değişmez. Sen kölesindir; o da efendin!.. Önce bağlanırsın. Sonra sonsuza kadar onun yanında kalacağını zannedersin. O yanındayken, elinin altındayken kendini daha iyi hissedersin. Yanından ayrıldığında eksik kalırsın. Anlamını yitirdiğini düşünürsün. O yanındayken kendini daha fazla seversin. Yanında değilken, kendin kendine çekilmez gelir. Kendinle kalmayı unutturur sana bağımlı olduğun şey.Eğer bağlı olduğun şey yanında veya elinin altında olmadığında kendini değersiz, çaresiz ve mutsuz yaşamı anlamsız hissediyorsan geçmiş olsun, artık sen bir bağımlısın! Bağımlılığın yaşı yoktur. Kaç yaşında olursan ol, bağlandığın şeye bağımlı olma ihtimalin her zaman vardır.Bağımlı ilişkilerde taraflar kendilerini -sürekli- birbirlerinin duygularını tatmin etmek zorunda hissederler. Bu çok yorucu bir duygudur. Sevdikleri insan bir başka şeye ilgi gösterdiğinde, bir başka şeyle meşgul olduğunda endişeye kapılırlar. Kendi başına kalamaz, kendilerini idare edemezler.Bu nedenle bağımlılık geliştirdikleri kişi geldiğinde de kendisine bu duyguları yaşattığı insan için bu defa kızgınlık ve öfke duygularıyla dolarlar. Sürekli gelgitlerin olduğu bu duygularla bağımlı insanlar sürekli uğraşmak zorundadırlar.Bu çok yorucudur… Olgun ve sağlıklı bir ilişki, ancak her iki tarafın gerçek bağımsız kişilikleri, birbirinden ayrı benlikleri olduğunu kabul etme temeli üzerine bina edilir. Gerçek sevgi, böyle ilişkilerde gelişir.İki taraf içinde tatminkar olur… Bazen eşlerden birisi dışarıya çıkmak ister, diğeri evde kalıp kitap okumak… Şimdi ne yapılacaktır? Eşlerden birisi bağımlılık geliştirmişse, önce kendi istediğini yapmak zorunda bırakacaktır karşı tarafı. Bu mümkün olmadığında (istemeye istemeye) diğerini bırakamadığı, onsuz kendini “hiç” olarak hissettiği için onun istediğini yapacak ama mutlu olamayacaktır. İkisi de tatsız bir durumun içine düşeceklerdir sonrasında. Oysa zaman zaman ayrı ayrı faaliyetler yapmanın kimseye bir zararı yoktur. Bireyselliğin ve birlikteliğin belli oranlarda ilişkiye yön vermesi en sağlıklı olandır. İnsan bazen ayrı olarak bazen de beraber olarak mutlu olabilir.Yapışık ikizler gibi davranmak ilişkinin ömrünü kısaltır. Yaşamın getirdiğine paralel olarak, zaman zaman bireyselleşmek sevginin gücünü artırır.Bunun için de “bağlılıklarımız” ve “bağımlılıklarımız” üzerinde düşünerek, zaman kaybetmeden bağımlılıklarımızdan birer birer kurtulmayı denemeliyiz.Ne kadar bağımlılığımız varsa o kadar köleleştiğimizi unutmak lazım… Annemizden bağımlılığı korumaya yönelik kalıplar öğrenmiş olabiliriz ama böyle gelmiş olmamız, böyle gideceğimiz anlamına gelmemeli.Hala doğduğumuz haliyle biyolojik göbek bağıyla bağlı olarak yaşamıyorsak görünmez olan psikolojik göbek bağlarından kurtulmanın da zamanı gelmiş olmalı.Zira çektiğimiz acıların büyük bir çoğunluğu bağımlılıklarımızdan kaynaklanıyor. Fark etmek değişmektir. Niyet etmek yola düşmektir!

Nazlı Özburun

ba%C4%9Fl%C4%B1m%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1z+ba%C4%9F%C4%B1ml%C4%B1m%C4%B1s%C4%B1n%C4%B1z Bağlı mısın, Bağımlı mı?

İdam

bir kravat boynumda…
ne zaman ayaklarımın altındaki sandalye
çekilecek diye bekliyorum
ellerim arkadan bağlandığı için
giderken alkışlayamıyorum bu hayatı
boynumu kırabilir bu ip
ama bil ki
gülümseyişime engel değil hiç bir kırılma
ki ben…
sen gittiğinde daha cok kırılmıştım
üstelik ayaklarımın altından kaymıştı zaten hayatım.

ceyhun yılmaz
idam İdam