Taşa Sarılmış Şiir

Defterleri yakılmış adamlardır
Sonuçları yazılmamış kadınlardır

Şiir sana dur artık diyor
Ölsen durmayacaksın

Anımsamak isterken unutursun
Daha derin daha derin unutursun

Ruh sömürgesinde yaşayan insanlardır

Sömürge! diye bağırırsın

Bir bellek boyunca uyur
Bir bellek boyunca ölür
Bir bellek boyunca yazarsın

Kalsın için
Taşa sarılmış

Şiir

Hulki Aktunç

Her Şiirin Uyaksızı

İki yalnız bir adaya yakışır
Burgaz’ın mavisinde unut beni
Martların düşlerine teyelle
Tenhaydık, tarumardık hayat valsinde
Çocuk gülüşlerine ilikli iki haylazdık
Viran günleri susuyorduk denize baka
İnatla elma şekeri bir sabaha birikiyorduk
Bütün kediler bencileyin uzak atlas
Tüm dalgalar sencileyin bahar hecesi

Eksik bir yağmurdu kalbimize yağan
Sokaklar koşar adım kedere açılıyordu
Biz bir susuyorduk üç gülüyordu halimize kargalar
Kimselerin bayramında adımız anılmıyordu
Alargaydık alengirli sürüye, künt seslere yankısızdık
Kavruk harflerle yazılı bir ömrü sürüklemekten bıkkın
Her şiirin uyaksızı olmaktan kırgındık

İki yalnız bir adaya yakışır cancağızım
Gel Burgaz’ın mavisine göm beni

Serkan Engin

Adam

O şehre davrandığın gibi davran bana da
O şehre gittiğin gibi bana da git uçarak
bana da in, bana da kon ve el salla geride
bıraktığına: Elveda benim küçük adamım!
ufacıktan bir şehri nasıl adam ettinse,
Sevdinse adam gibi, beni de o şehir gibi
sev! Korkma sakın, adam etmez aşk beni,
geç benden, benim de köprülerim var,
aşkı seyret oradan, dalgın günüm geçiyor,
benim de gecelerim var, danset, eteklerin
fırdönsün, sen bana dön, bana eşlik et,
benim de sabahlarım var, uyanmaya ne saat,
ne telefon, ne kapı: bisikletin zilini
dizlerini kanatan bir deli kız çalsın yeter ki!
Benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak
üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var
güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar,
benim de şiirlerim var, aşk konulu, senin
o şehri sevmene benziyor, seni sevmeye
benziyor adamakıllı serserin olana kadar

Bir şehri kıskanıyorum, benim böyle neyim var?

Haydar Ergülen

Kadın

Kadın :

senin için ölüyorum. sana olan sevgimden
bir yanım eksik uyandığımı görmüyor musun?
senin için ölüyorum,
kararsızlığın içine düşüyorum.
benliğimi duyumsamadan, bedenimi duyumsamadan,
nerede yaşadığımı bilmeden bu güzel
bedenimin ardında.
her şeyi.. neden, oysa, neden açığa vurmuyorum :
oysa hayatın eşsiz olmasını istiyorum
neden, oysa, neden insan gibi doğal yaşayamıyorum, ölümüm
söylediğim her yerde : sen vatanım olmasan
zamanın düşmanı olan şey dostum olur mu?

(sessizlik..)

böylece ey aşkın bedeni sesimi sana bırakıyorum
bana, yolumdaki zerreciklerin yarasını ellerinle sunman için
kuldum- belki de tanrı diye kocamın aşkını bildim.
kocam- şimdi tapınağım diye bildiğimdi.
isteklerimizden başka hiçbir şey gidip gelmez aramızda.

(sessizlik..)

ey gurbet seni yeryüzünün her köşesinde seviyorum,
çocuğuma ne söyleyebilirim
kendi beşiğinde gurbetteyken?
babasının yatağını unuttum, bana şehvet olan şeyi de,
yıllardır kullanıldığımı bilerek arıyorum şimdi,
söylesem mi? günahkarlığı onaylar gibi. iştahla,
güzelliğiyle yağarken gökyüzü ve yeryüzü bardağımıza.
gökyüzü inlediğinde peygamberler bilir ne olduğunu
görüyor musun, filinta
damatların mutluluğunu? ancak
aydınlatana bedenini ver bana, ey sen, koynuna al beni, esiri
olayım beni büyüleyen organlarının.

(sessizlik..)

bağrından ve boğazından gelen bir kokun var senin, son
buluşmamızdan damla damla damlayan, içine
boşaldığın ve boşaldığım. açılırken
içime akan bir şelale olan. gecemin ışığında şeffaf.
yarılan – yerde
depremi kendine kardeş yapan
göbeğimde gizli,
saldırganlığını ve savunmasını yalnızlaştıran.
iyileşeceksin, içindekini yeter ki uyandır. benliğimle ve
ölümümle yüzleşmeme
sen neden olacaksın, özgürlüğüm gibi.
günahlarımla selamlaşacağız
bu sürecin sonunda.
ölümüm. ecelimle
kısmetim benliğinle. resim ve şiiri gibi bir iklimdir sende
ve içimde yitenle,
içindeki zerreciklerle daha da çoğalırım, orman gibi.
içinde görmediğim mevsimlerim bile olacak, içinde – ne ateşim
ne toz. ot
su birikintileri gibi fışkırır topraktan,
içinde yitişini görüyorum, yitişimi, al beni.
bedenim aşkın çamurudur, işte benliğimi sana
teslim ediyorum.

(sessizlik..)

Adonis

 

Yangın Yer Yer Devam Ediyordu…

bırak sevgilim yol senden geçsin
önce davranan, sevgilim, bu kez bağışla
kalanları, biz gidenleri kutlamak için
alkış arıyoruz kimin elinde kaldıysa

bırak sevgilim bu yangını sen bağışlama
bunca iz, işaret bağışladın dünyaya
Dikkat Çocuklar! bıraktın, biz geçtik
biz geçip gitmek için bırakılanlar
kimsem çok, gidenim yok! demek içindik
sevinmek içindik; göç gidiyordu işte,
sır kalıyordu, kurtulan kurtulana gibiydik
birbirimize katılıyorduk ama: -yangın bizden
kurtuldu! diyenimiz de yoktu, ateşin tersine
dönmesinden korkan en duyarlımız bile:
-yangından ben kurtuldum, ruhum kül oldu!
çaprazında tutuşmuştu: -hangi yangını seçsem
iki ateşin arasındayım, ruh ve ten!
yangın yer yer devam ediyordu…

bırak sevgilim şimdi yangın şehirdir
sana bıraktığım sessizlikten birkaç kelime
kalmıştır hâlâ yangından konuşmak için,
şimdi erdem herkesle sır olmakta değil,
hangi kışa rastlasan konuk olmakta!
kuşlar gördüm ne kuşu ne kış konuğu
kuşlar gördüm bir dalı bir dal için kırıyorlardı
öyle üşüdüm ki kafesimde onlardan çok…

şimdi kuş ateşe düşmemiş olmaz
ateş beslemeli ağzında, kanat düşürmeli
yangına, altın tüy dökülmeli, kuş oluşmalı,
bu kuş olabilir misin, sır böyle taşınır
sevgilim, sır arayan sende ateşiyle tanışır!

bırak sevgilim yol senden geçsin
kayıkta göl var, kuşta gökyüzü
ama kimse beklemiyor kimseyi
hem gidince ne olacak bir şeyi

vardın, oldun, kayboldun
şimdi ortasındasın
ne kayık göle dahildir artık
ne kuş gökyüzünde seferi
yangının içi şehir
yol senin içindedir

ya yol senden geçmeli, ya yol senden geçmeli!
sen dönmelisin geri, sen dönmelisin geri!

Haydar Ergülen

Öyle Böyle Değil

Diyor ki Allah paraların ve masaların belasını versin…

(şimdi seni yayımlatmazsam yayabilirim sadece, öyle mi?
şu kadar sözcük eksilt yok burayı komple at, bağla, kısalt
geriye mi düştüm, çok mu ironik, tekrarlar mı var
kaç bir kaç çok kaç yani, falan…
öyle değil. Öyle böyle değil.)

bütün bunlar uyuyamamış
toprağı, aşkı, savaşı ve mesai saatlerini aynı anda yazmak isteyen
denize dili dönmeyen saçları uzun ve dalgalı
üzgünümü düz olmayacak birinin yarıklarıdır
kapılara ilgisi artmış, her şeyin yasını tutabilecek kadar sünger
duvarlar ve sıvalarının, bıçaklar ve saplarının
darbuka çalıcılarının…
esmerliğin acıyla direk ilgisi var

gördüm o adamlar kocaman kocamanlardı
göbekleri, yüzleri, masaları ve rakıları
karıları ve çocukları bilmiyoruz nasıl nasıllardı

İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özelliklerden biri konuşabilmesidir.

inkar etmem ağızlarında bomba patlatmak isteğimi
ve sallandırmak nerelerinden nerelerinden
darbukacı kızı kucaklarlarken…

şimdi yazık diyen dili kemirmekten başka
şarkısını söyleyen o kızı yazan ellerimi
kaç şiirle kaç durum bilgisiyle anlatabilirim
çağrıldıkça gelmeyen sevgili
ödendikçe bitmeyen borç
söylemekle olmayacak barış
sözcük olarak ne kadar sevimli
ve ne kadar sevimli yapıyor söyleyenini

kontrolsüz bir öfke bu insana ve tarihine
yazmak nasıl bir vicdan muhasebesi
nasıl bir ayaklanma, savaş ama kendine
kan gelmiyorsa ellerden birden
kör olmuyorsa gözler, dil parçalanıp düşmüyorsa kağıda
ah ve ey diye seslenilen nedir
ve neden küfretmeyeyim ki şimdi, burada
o fos kocamanlığa

güceniyorum çaresizliğe ve acizliğe
iç kafiye bile yaptım çok içten
daha neler neler yaparım istersem
seferler düzenlerim, dayılanırım, dayılık yaparım
tutar kaldırır daha şiddetli çarparım. Şimdi, şu anda
akrabayla iş yapmamalı diyen akla yanayım

inansam bir işe yaradığına
8-9 paket sigara içtim -şiir başına, ortalama
işe geç kaldım, oğluma ve eşe dosta
baktım adamlar ve darbuka, orada, masada
baktım, ben burada, masada

inansam bir işe yaradığına, sabah akşam
Allah paranın ve masaların belasını versin yazardım

ben senin bildiğin kızlardanım kerem
alıcı gözle seyrederim kendimi vitrinlerde
ışığı kapatman yeter bozulmam kotla sevişebilirim
beni hep sev onlar da sevsin -göz çıkarmaz-
acıtırsa fermuarım yarın sevmeyebilirim

işte söyledim, nihayet söyledim, oh be söyledim
ben senin bildiğin kızlardanım sevgilim

karşıma çıkacağını mesela üç vakte kadar
ela olduğunu gözlerinin şöyle omuz genişçe
-nasıl da biliyor ölmeyesice-
doktor olsun mühendiz… öğretmenler aç
kızım gözlerini aç benim gibi olma kaç
mesela sensiz yaşayamam sevgilim

güzel ve nassı farklı olduğumu;diğerlerinden-
hayvan isimleri koy bana
benden önce yoktun di mi sevgilim?

işte söyledim, nihayet söyledim, oh be söyledim
ben senin bildiğin kızlardanım sevgilim
bütün kızlar gibi aşka şiir
verebilirim…

Aslı Serin

Aşk

Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki,
Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk.

Yanmış iki cesedin kına gibi külleri arasından
Fışkın sürerce dirilip yeniden yanmaktır aşk.

Cümle ağaç kapıları, cümle demir kapıları aşıp,
Bir gönül kapısına dayanmaktır aşk.

Sevgilinin otağını gökkuşağına boyayıp gece-gündüz,
Hüznün safran sarısıyla boyanmaktır aşk.

Yaratmaktır ya da sevgilinin toprağından yaratılmak,
Her nefes alıp verişte yanmaktır aşk.

İsmaili bir gönülle teslim olmaktır bıçağa,
Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk.

Diline arılar konar, koynunda karıncalar gezer,
Sevgilinin ölçeğiyle her zaman sınanmaktır aşk.

İsrafil’in Sur’unu ruhunda duymaktır aşk,
Suyu suyla yumak gibi aşka inanmaktır aşk.

Bahaettin Karakoç

Kiraz Devşirmeye Gitmiştin Hani

Nerden gelirsen gel, yolu uzatma;
Kavli erteleme, gönlüm kan ağlar.
Her gamzeni sapan yapıp taş atma
Camlar şangır-şungur, canda can ağlar.
Hortuma dönüşür her toz bulutu,
Gölgemin sırtında aşkın tabutu
Vadiyi kucaklar görkemli dağlar,
İntizarım yoktur, inkisarım var.

Nasıl girersen gir, yüreğim senin;
Deri geçir davul, tel takarsan tar.
Çiy düşse üstüne ürperir tenin,
Ay doğarken göle iner kuğular.
Islığıma uladığım ezgiler,
Yüreğime belediğim ezgiler,
Hicranla tanıştım ah u zarım var
İntizarım yoktur, inkisarım var.

Ne dersen de, dinlemeye hazırım
Yüreğim mekiktir, sesini sarar
Bakışında parlar beyaz huzurum
Bir karınca yuvasına yol arar
Bekletme, nazlanma, konuş ne olur,
Sensizlik bir çöldür ölümü solur,
Geç kalan gelişler ne işe yarar
İntizarım yoktur, inkisarım var.

Adınla yaklaşsa bana birisi
Havalar değişir, yer-gök gül kokar.
Bir aşk mağduruyum umut dirisi,
Dilekçem cebimde elimi yakar.
Kiraz devşirmeye gitmiştin hani
Çilek kokuyorsun vakte yabani
Unutma sana bergüzarım var
İntizarım yoktur, inkisarım var.

Bahaettin Karakoç

Son Kitabı Gelmiştir

Hoca ahmed’e Teke Zortlatması olarak

Aynı ruhuz tarîkın yol olduğunu söyleyeli beri
hep bir türküde sarılır kanadımız kolumuz
Antalya’ya bizden evvel varışına şahit olduğumuz
yapraklarda yeşili özlerim Karac’oğlan’ın kardeşini

Öyle bir içki sunar bana düze inerken yakar içimi
Doğu Türkistan’dan bir medrese kubbeleri çini çini
halk hikayelerinde Şah İsmail’in bıyıksız tek resmi
sesinde saydım alabalıklar gülüşü gönülden üzengi

Sevdiğimi söylemezsem sevgim beni boğar
diyen Türkçe’nin süt dişleri hem de dertli dolap
keçeciler loncasında yazgıları dövülmüş iki kardeş
açmışlar da ellerini akar fütüvvetnâmeler yalap yalap

Sevdikleri bir arslan da vardı sevdikleri ekber çiçek
dururdu bir başka kubbenin içinde temsili bezek
yürü denildi ona uçup kondu Tahtakuşlar diyârına
dünya diyar-ı gurbet deyi yasta kaldı bir zaman gönül evi

Dağlar derd ile bezendi hasretlik arttı hoca
alçak gönül- bilinirse dağlardan da yüce
bir bozlak mesafedeyken Muharrem’e, veysel’e, Çekiç’e
Konya’da bir başağa gömdük Alman bir Çekiç’i de

Arap harfleriyle çocuk tahtana yazarsın bunu da ince ince
ben okumuştum on beşinde donmuş bir mezar taşında
“Dünya bir gölgelik her gelen baktı geçti”
cânım efendim düşümde yüzün yüzüme aktı geçti

Mehmet Can Doğan

Üçkağıtçı Şaman

Ben içimden bakıp sesleniyorken ona hatta seslenirken onunla
yazdığım her sözcük efsun ve tütsü bıraktı bana
bir armağan diye inleyişten – her inleyiş bir armağandır ya-
dağılsın diye dağa vurulan kalp gibi bir yurttan
ayrı düştüm ben sözün büyüsüyle efsunlanmışken
yaklaştığım da oldu inkâr edemem mağarasında yatıp kalktığım
ateş yaktığım kemik attığım geleceği açtığım o dağın
evet o dağın uçurumuna kuş saldığım kurduna ağladığım
kartal uçtu kurt öldü kartaldır uçar gerçi ama kurt
neden ölsün hem de neden ölsün yalnızlıktı tek bildiği
yerinde kaldı hepsi yazıklanmalı mıyım hayıflanmalı mıyım

Kim kimde ne bıraktığını nerden bilebilir
ve kişi kendisinden ne kaldığını ve dahi ne kalacağını
yoklar belki hatırlamasa da kimden aldığını
ağrılarını iç sızılarını yıkılışın şerhettiği mânâyı
elbette ah elbette çiçek toplamayı
ömür bahçesinden uçmaya kararlı
bir güvercinin boynunu koparmayı düşünürken
Güvercin Gerdanlığı’nı ah evet belki bunun için sevdim ben

İp attım kemend oldu şeytanım boynuma
dolanmıştı nasılsa çocukluğumda ayağıma
sen sallayacaksın ipi diyen kimdi mutlaka vardı biri
kimdi beni bir ipin dişlerine ve kuyruğuna bırakan
kandır akan izle ve çık yarana yosun sarmayan ormandan
Öyleyse ormanlar kahrolsun kahrolsun çocukluğum
tarlalar da biçilmiş ekinler de bir yere götüren yollar da

Ah nasıl bir yerler çekti de beni ah nasıl yollarda yoruldum ben
dağlara da baktım içime eğilirken ama çöllere düştüm erken
hep erken ama ne diyorum hep erken düştüm çöllere ben
akrebi gördüm dişisini de gördüm erkeği oldum öldüm
erkek oldukça hep öldüm hep öldüm
ne kılıç kullanmak korudu beni ne kalkan tutmak
yani dünyanın zulmüne ortak olmak baba olmak

Ağıtlar dinledim kimin kimde gömüldüğünü anlamak için
inanmak için herkesin birbirini aldattığı oyunlar izledim
ah ne acı herkesin herkes için herkese soyunduğunda
derinine daldığı denizinde adamın kadının kızıyla boğulduğunda
boğulduğunda her kuyunun bir uğultuya yurt olduğunda
ama inanmak için
dümdüz inanmak için yaşandığını öğrendim sonunda

Salladım ipi şeytanım içinde atlasın atlayabilirse
coğrafya dersinde kimse ama kimse kalmayınca yanımda
anladım şeytanın vâkidir ayna olduğu da – çoğalma yakın olma-
yakın olma diyorum sana ama yine de yine de inandım ona
inandığım gibi cürüme ve cezaya ve adama ve kadına

Hayır atları değil adamları da vururlar belki başında belki sonunda
kaba bir şehvetle ya kurşunla olur yahut küfürle
geçerler üstünden daima evet daima haklı bir mazeretle
sevişmenin mazereti vardır olduğu gibi ayrılmanın
acımanın kan dökmenin lâkin dalgalanmanın ve durulmanın
denize iyi geldiğini kim söyleyebilir dahası kim kime ne söyleyebilir
hangi söz kimin elinden tutar ve kimi sözün söz olduğuna ikna edebilir

Biri bana kalbi sökülmüşleri hatırlatmasın dağlardan ot toplamaya gidenleri
gidip de şarkılarıyla geri dönmeyenleri dönemeyenleri
hayaları burulan atları cübbelere inat merhem yapmayı
hatırlatmasın inat etmeyi iman etmeyi
aklımın boğulduğum düğümünü çözüp kırbaç oluyor yoksa yılan
aktıkça kırbaç aktıkça kan cennet ile cehennemi birleştiriyor arada kalan
yazık cennetini silahında taşıyana yazık cehennemin eksik olan silahına
hem de nasıl yazık kendini cennet ile cehennemin birliğinde tanımlayana
varlığında cenneti ve cehennemi taşıdığı için vurulmayı o hak eder ilkin
Yasını mı tutayım hayır yarasından mı alnından mı öpeyim hayır
kokmasın çürümesin iğrenilmesin diye mezarını mı kazayım hayır
ama kışkırtılmış her hayırın bir evet olduğunu nasıl anlatayım
hayır hayır hayır hayır

Mehmet Can Doğan