Karşı Bahar

Peki ya bahar gelirse?
Şu Mart öyle çok kış bıraktı ki içimizde
Ve dönenip duran ve geri dönen
Öyle çok göçmen kafatası.

İçimizde sadece kışa yer var
Donup dururuz o son ayazda.
Birbiri üstüne gelen mahcupluklar misali
İnce buz üstünde yolumuzu bulmaya çalışarak.

Ve sıcak ülkelerden gelir
Geçmiş sonbaharın kazları.
Ve çatıların altındaki yuvaları kurudur
Ve sen yoksun yanımda.

Ölümden daha ciddi değişiklikler
Olmuştu, ve varlar hâlâ, ve olacaklar da.
İçimde bir fırtına var
Ve çılgın insanlar kayak kaymaya gelirler.

Kar yağıyor ve bıçak kesikleri misali
Ruhuma yağıyor kar.
Kar dansı… Artık kucaklamayacak
Bir kardan adamın dansı.

İçimizde sonsuz kış:
Eski ve mutsuz aşkların kışı.
Bütün çiçeklerini al ve git Bahar
Ve göç edip duran kafataslarını!

Adrian Păunescu

Yüreğindeki Kırışıklıklar

hadi dindirdin diyelim
yüreğindeki fırtınaları
sildin bütün izlerini
yüzündeki gözyaşlarının
alnındaki öpücüklerin

ya saçlarındaki erimeyen karlar

hadi gittin diyelim
bitmez tükenmez yollara
gördün bütün arka odalarını
uzak kentlerdeki otellerin
limanlardaki genelevlerin

ya yüreğindeki silinmeyen kırışıklıklar

hadi esridin diyelim
dertten kederden zilzurna
dolaştın bütün içki evlerini
ara sokaklarına kustun
soyundun anılarından çırılçıplak

ya gözlerindeki ölü kuşlar

Doğan Hayat

Aşığa Bağdat Sorulur

sen yenisin galiba; sözcüklerin akşamdan kalma
dünyada kendini yaşayacağın içten bir köşe yok
omzunda eskimiş kuşlar, dilinde radikal bir rüzgâr
gülcü çocuk, hayallerinde cimrisin, diyor sana
sen yenisin galiba, ürkekliğin yabansı ve yabancı
cümle kurmakta gecikiyorsun, harflerin serçe
sen yenisin galiba; âşığa bağdat soruyorsun
sen yenisin galiba; aşkının işaret parmağı kayıp
için haram su’lar talanı, dışın dağınık dizeler iklimi
kalbinden başka, geçmişin ve geleceğin yok
gittiği yere kendini götüremeyen göçmez kuş
sen yenisin galiba; her aşkta azınlığa düşüyor yüreğin
bir aşkın içinde arabölgede milis gibi yaşıyorsun
sen yenisin galiba, hiç haram öpücük biriktirmemişsin

sen yenisin galiba; diyalektiği ve aşkı şaka sanıyorsun
kış serçesi gibi pencere önlerinde telaş yapıyorsun
aşk ile alışkanlığı birbirine karıştıran sayısal tarih
kuşların doğu’ya ölüme gitmesi içini üşütmüyor
sen yenisin galiba; aşkta havalar her dem kötü
iki yenilgi arasında sözcüklerini araf’ta soğutuyorsun
sen yenisin galiba; soruların yetim, cevapların öksüz

sen yenisin galiba; kalbinin dış politikası yok
savaş’ta sivil âşık, barış’ta birinci tekil şahıs
en yaşlı mevsim kış gibisin, beyazların tarih
doğu’n haramaşk divanı, batı’n helâlsu gazeli
sen yenisin galiba; aşk bu şehirde iki kere acemi
her yangından sonra suçu su’yun üstüne atan âşık
sen yenisin galiba; dağları sürç-i lisan sanıyorsun

sen yenisin galiba; ezberinde hiç ayrılık yok
sözü devlet dışarı âşıkların selâmını almıyorsun
her aşktan çırak çıkmak en büyük marifetin
şiirlerini eksiğine bozduruyorsun loncalarda
sen yenisin galiba; insanı devlet terimi sanıyorsun
aşka yenilip âşığı yenen hariçten okunan bir gazel
sen yenisin galiba; âşık oldukça küsme hakkı kazanıyorsun

sen yenisin galiba; teoride ve pratikte yedeğe düşmüşsün
aşkta imlâ hatası yapmakta dönem birincisi
ikinci sevişmede kendine ve sevgiline devlet
her aşk, her âşık ikinci baskıda düzelir sanıyorsun
sen yenisin galiba; nedenlerin sonuçlarını kıskanıyor
yanıldığın, yenildiğin cümlelerden hatırlıyorsun çıtkırıldım hayatı
sen yenisin galiba; kimi kucaklasan arabölge’de ölüyorsun

sen yenisin galiba; galiba sen yenisin
her aklından geçeni aşk ve devrim sanıyorsun…

Sezai Sarıoğlu

Bende Öyle

Filo bile sonunda limana döner,
tren soluk soluğa koşar gara doğru,
Bense ondan daha hızlı koşmaktayım sana
-çünkü seviyorum-
budur beni çeken, sürükleyip götüren.
Cimri şövalyesi Puşkin’in, iner
bodrumunu karıştırıp seyretmeye.
Ben de, sevgilim
döner dolaşır gelirim sana.
Taparım,
benim için çarpan o yüreğe.
Sevinçlisinizdir evinize dönerken.
Atarsınız tıraş olurken, yıkanırken,
kirini pasını vücudunuzun.
Ben de aynı
sevinçle dönerim sana-
evime dönmüyor muyum
sana doğru
koşarken?
Yeryüzü insanları toprak ananın koynuna dönerler sonunda.
Hepimiz döneriz en son yuvaya.
Ben de öyle,
bir şey var
beni sana çeken
daha ayrılır ayrılmaz,
birbirimizden uzaklaşır uzaklaşmaz.

Vladimir Mayakovski

Buda’nın Yanan Ev Kıssası

Gotama Buda,
bağlandığımız hırs çarkını verdi
ve şunu öğütledi:
Bırakın bir yana tüm hırslarınızı
ve girin Nirvana dediğim hiçliğe
tüm isteklerden arınarak.

Sonra bir gün öğrenciler ona sordu:
Neye benzer bu hiçlik üstat?
Öğütlediğin gibi, bütün hırslarımızı
hepimiz bir bir atabiliriz bir yana,
ama söyle bize,
bu içine girdiğimiz hiçlik
tüm yaradılışla bütünleşmek gibi bir şey mi acaba?
Yatarken suyun içinde, bedeniniz ağırlıksız, öğle vakti,
tembel tembel yatarsınız suda, hiçbir şey düşünmeden hani,

olamadan battaniyeyi,
kendinizden geçerken hızla-
hiçlik bu tür mutlu bir şey mi acaba,
tatlı bir hiçlik mi yani,
yoksa duygusuz, soğuk, boş bir hiçlik mi bu hiçliğin senin?

Uzun süre sessiz kaldı Buda,
sonra, umursuz, dedi ki:
Yanıtı yok sorunuzun.
Ama onlar gittikten sonra, akşamüstü,
meyvaları ekmek olan ağacın altında oturuyordu Buda hala,
ve öbürlerine, soru sormayanlara, anlatıyordu şu öyküyü:
Geçenlerde bir ev gördüm. Yanıyordu.
Alevler çatısını yalıyordu evin.

Yanına vardım, baktım içinde hala insanlar var.
Açtım kapıyı, seslendim onlara,
dedim, yanıyor çatı, ve buyurdum,
haydi, çıkın dışarı çabuk.
Ama insanlar hiç oralı değil gibiydiler.

İçlerinden biri, sıcaklık kaşlarını kavurdu kavuracak,
dışarısının nasıl olduğunu sordu bana,
dışarda yağmur yağıyor muydu, yağmıyor muydu,
rüzgar esiyor muydu, esmiyor muydu,
dışarda bir başka ev var mıydı başlarını sokacak,
ve buna benzer
daha bir sürü soru.
Bir şey demeden ayrıldım ordan.
Bu evdeki insanlar, dedim, kendi kendime,
soru sormaktan vazgeçmeden önce yanıp ölmeyi
hak etmişler.
Doğrusu, dostlarım, bir insan,
bastığı yerin ne denli kızdığının farkında değilse
ve orada durmaktansa, neresi olursa olsun
başka bir yere gitmek zorunluluğunu duymuyorsa
söyleyecek hiçbir sözüm yok o insana.
İşte, Gotama Buda buraya kadar.

Ama bizler de, artık bundan böyle,
boyun eğme zaatıyla değil de
boyun eğmeme zaatıyla ilgilenen bizler de,
somut öneriler öne sürerek
etten kemikten işkencecileri alaşağı etsinler diye
insanlara ders veren bizler de,
inanıyoruz ki
yaklaşan bombardıman filoları karşısında parababalarının,
yok şu sorunu nasıl çözeceğimizi,
yok şu konuda ne önerdiğimizi,
ve devrimden sonra,
biriktirdikleri paraların ve bayramlıklarının ne olacağını
durup durup soranlara
fazla bir sözümüz yok söyleyecek.

Bertolt Brecht

Zulümler yağmur gibi yağmaya başladığında

Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi:
Gişe çoktan kapalıdır.
Yaklaşan bir sel felaketi karşısında kenti uyarmak
isteyen biri gibi:
Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır onu.
Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı
beşinci kez çalan bir dilenci gibi:
Beşinci kez aç kalır.
Yarasından kan boşanan ve doktoru bekleyen biri gibi:
Kan durmaz, hep boşanır.

Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber
veriyoruz.

İlk kez arkadaşlarımızın yavaş yavaş katledildiğini
bildirdiğimizde
çığlıklar göklere ağdı.
Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde
ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik
kapladı ortalığı

Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca
“dur!” diyen olmaz artık,

Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez
oluverirler.
Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık
hiçbir çığlık.
Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar.

Bertolt Brecht

Nereye Kadar Gençsiniz

Gençlik ömrün bir parçası değildir o bir akıl ve anlayabilme durumu bir irade derecesi, bir hayal yeteneği heyecanların kuvveti ve dinçliği cesaretin korkaklığa galebesidir… … hiç kimse yalnız birkaç onyıl fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan ideallerin gömülmesidir. Seneler cildi kırıştırabilir, oysa ruhu ancak heyecanların feda edilmesi buruşturur üzüntü, şüphe, kendine güvensizlik, korku ve endişe … Bütün bunlar başları eğen ve ilerleyen ruhu, gerisin geriye mezara götüren, uzun, çok uzun yıllardır… … hepiniz inancınız kadar genç, şüpheniz kadar ihtiyar kendine güveniniz kadar genç,korkunuz kadar ihtiyar ümidiniz kadar genç, endişeniz kadar ihtiyarsınız. kalbiniz dünyadan, insanlardan ve sonsuzluktan güzellik,sevinç, cesaret, büyüklük ve kuvvet haberleri aldığı müddetçe gençsiniz.. … Bütün bunlar yıkılmış ve kalbiniz kötümserlik kararları ve tutuculuk buzları ile örülmüşse, işte o zaman artık ihtiyarlamışınızdır..

Samuel Ullman

Maske

Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var,
Çıkarmaya korktuğum,
Ve,
Hiçbiri ben değilim…
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
“Kendinden emin biri” dersiniz,
Sanki güllük gülistanlık
Benim için herşey…
Adım güven belirtir,
Ve,
Oyunumun adı
“Ağırbaşlılıktır”.
İçimde ve dışımda denizler sakin,
Her şeyin kumandanı ben…
Kimseye gereksinme duymayan
Ben…
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!…
Herşey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven ne de rahatlık…
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!…
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla…
Kimsenin bilmesini istemem…
Zayıf taraflarımı düşündükçe
Titrer ve sararırım…
Ya başkaları görürse iç dünyamı…
Gerçek ben ve yalnızlığımı!
İşte,
Maskelerimi onun için takarım…
Onun için, arkalarına saklanacak
Maskeler yaratırım…
Onlar,
Gösterişte kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Beni korur, bakan gözlerden…
Beni olduğum gibi kabul edecek,
Sevecek
Bakışları bulamazsam,
Solacak kuruyacak gerçek ben…
Ve,
Ben bunu biliyorum.
Beni kendi maskelerimden kurtaracak,
Kurduğum hapishaneden kaçıracak
Diktiğim engellerden aşıracak,
Beni seven,
Beni anlayan
Bakışlar olacak. Bana,
“Sen değerlisin” diyecek,
“Maskesizken daha bir insansın”
“Daha yakın, daha bir dostsun”
Diyecek bir bakışa
Beni gören bir bakışa
Muhtacım…
Benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!…
Uyarırım seni dost!…
Uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
Sana kendini kolayca açamayacaktır…
Bütün gücümle tutunacağım maskelerime
Ne kadar sokulursan yakınıma,
O denli şiddetli geri iteceğim seni…
Kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme…
Ben çevrendeki
Her erkek ve kadınım…
Maske takan her insanım…

Charles C. Finn

Kuşbakışı

senin bakışın sevgilim
senin bakışın
bulutlarla yanak yanağa gezen kırlangıç
uçurumların anlamını bilen albatros
yağmurlu günlerde güneş devrimi yapan güvercin
senin bakışın
telefon kulübesinde sesimle sevişen kumru
gökgürültüsünün üstünden geçen turna
emeğin kavgasına kanat veren kartal
senin bakışın sevgilim
senin bakışın
“çok uzaklara gitmeliyim kendimi bulmak için” diyen leylek
“uzaklara gidersen yitirirsin yakınındakileri” diyen serçe
baştankara, içimdeki yazı bahçesine dadanan

sevgilim
senin bakışın
kısa otlara uzun dalların öykülerini anlatan çalıkuşu
çocukluğumun şeytan uçurtmalarıyla yarışan saka
aynanın önünden yavaşça  geçen tavuskuşu
sevgilim
ışığın yırtıldığı yerde gökyüzünü bekleyen ispinoz senin bakışın
gökdelenin bodrumunda yuvasını arayan tarlakuşu
odun kafalıları hırpalayan ağaçkakan
sevgilim
savaş gemilerinin üzerine yağan martı senin bakışın
senin bakışın
geceyi, seviştikçe kanadı kanayan geceyi
———boşluğun ıslığıyla aralayan yabankazı
gerçeküstü pelikan,
———gökyüzünde su kanalları açan pelikan
“yakaladığım en büyük balık sensin” diyen yalıçapkını senin bakışın

sevgilim
senin bakışın
konduğu ağaçlara bir bir sarıldığım ardıçkuşu
sürüden erken ayrılan bıldırcın
cerenin sırtında uyuyan keklik
sevgilim
senin bakışın yağmurkuşlarının nem bolluğu
yıldızların felsefesini bilen kukumav
cennet papağanı, yatağımda gökkuşağını uyutan
kuşların müzik öğretmeni bülbül
senin bakışın
ezilenler başkaldırdıkça sevinçle öten kızılgerdan
sinema karanlığında dudak çırpan İstanbul kuşu,
öyle bir kuş varsa eğer
geceyle gündüzü tüylerinde eşitleyen saksağan

sevgilim
senin bakışın
mutsuzluğa gagasıyla gülümseme biçen kayaşakrağı
yapraktan çimene haber götüren ötleğen
Van Gölü’ne gölgesi vuran atmaca
Aladağlar’da iç geçiren şahin
senin bakışın
denizcilerin unuttuğu bahri
gemicilerin unuttuğu suyelvesi
sevgilim
hiç unutmadığım yelkovankuşu senin bakışın

yüzümdeki gökyüzü
bakışlarındaki kuşlarla tanıdı kendini
sevgilim senin yüzün
senin yüzün
eski kuşların yeni seyir defteri

Akgün Akova

Şikayetler Gazeli

Yaşadığımız hayattan alacağı varsa yaşanmayanın
ne anlamı kalır yalnızca yaşadığını hatırlamanın

Kimse taşınacak kadar uzak değilse birbirine
dur, yine senden yakınını bulamazsın kendine

Şiirden daha siyah bir şey olmalı kelimelerde
yoksa küfür kafiyeli söylenecek şehirde

Sesini gölgeden çek, kül gibi yoksul kalsın da
güneşin altında mırıldanacak şeyler bulunur hala

Bakmanın sonu yok gözlerin nereye yetişebilir
dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir

Yeni doğanın kulağına fısıldayacak neyimiz var
vakitsiz gidenin ardından dökecek neyimiz var

Hepimizin yerine balkondan düşeni hatırla
şiir bazen öyle de çarpabilir hayata

Ne gam gazel olmuş olmamış, şikayet sayılsın da!

Haydar Ergülen