Sıfır Kalibrede Ölüm

Sessizliğinden kaçıp
bir kadının sesine sığınıyorum şimdi,
Konuşmak için yalvaran duvarlara kulaklarımı yumdum
ve bilemezsin nasıl korkuyorum

Bana da öğretsene ;
Nasıl becerebiliyorsun bunca susmayı
Nasıl düğüm düğüm doğrayabiliyorsun dilini
Ya da dur!
Sen bana susmayı değil,
ölmemeyi öğretsene

Çünkü yürek
bir sese dolanmışsa,
Bir ses
dolanıp kalmışsa ; boynuna , kulağına , saçlarına
Aklına dolanıp kalmışsa bir ses
Sessizlik ölümdür
Sen bana susmayı değil ,
Ölmemeyi öğretsene..

Sessizliğinden kaçıp
bir kadının sesine sığınıyorum şimdi.
Dudakların, bir namlu ağzı ;
karanlık ve ıslak
Bilmezsin , en ağır silahtır aslında sessizlik

Başıma yıkılıyor bütün sohbetler
Bütün şiirler,
bütün cümleler
havadan sudan , dereden tepeden,
gelişi güzel ve özel ne varsa sesinden ;
hepsi başıma yıkılıyor..
Yıkıntılar altında ben ,
böyle kaç gün kaç gecedir
sessiz
sensiz
nefessizim
Sen bana susmayı değil,
ölmemeyi öğretsene..

Sessizliğinden kaçıp
bir kadının sesine sığınıyorum şimdi
Ağır ağır doğruluyor dudakların
hayatın tam ortasından,
Ve aklımın tam ortasından
vuruyorsun beni..

Ah be sevgili !
Silahları sevmeyen ,
silahları bilmeyen sevgili !
Kalibrenin ne olduğunda değildir mesele ;
Mesele ,
merminin nereye isabet ettiğindedir.
Yürek,
bir sese dolanmışsa,
Bir ses dolanıp kalmışsa
boynuna , kulağına,saçlarına
Aklına dolanıp kalmışsa bir ses ;
Bir susuş
bir küçük sessizlik
vurur öldürür adamı..
Sen bana susmayı değil
ölmemeyi öğretsene..

Dilek Kartal

Şiddetli Geçimsizlik

bütün gün hırsını halılardan çıkaran kadın
kaşığı başka türlü tutar
başka türlü çiğner lokmasını
gasteye sarılı kirli gömleğini
eve götüren adam
bezgin sırtları çarşafa dayanınca
of! , başka türlü yayılır sıvanın yetmediği yere
bozdurulan alyanslardan habersiz
bayramlık hayali kurar çocuklar bitişik odada
kadın, yalnızca kendi parmaklarıyla gergin
dizlerindeki sızıyı okşar
bir kez bile kanepede sabahlamamışken
ve hala dipdiri duruyorken yastık uçları
dünyanın en haksız mahcubiyetidir
bir adamın, karısına dönük sırtı
peki ben, durup dururken, şu yaşımda
daha büyük dertleri varken ülkemin
ne arıyorum Haydarpaşa Garı’nda
çünkü az sonra bir gelin
swarovskili eteğini sürüyüp
fransız gipürlü gülümseyecek
damat, saatini göstererek sarılacak
-ölüm onları ayırana kadar –
belki bir tren daha eksilecek Türk şiirden
bilmiyorum
ben sadece amcamı hatırladım bu fotoğrafı çekerken
soğanın cücüğünü çıkartıp uzatırdı
yengeme göre seni seviyorum demekti bu
ki severdi
çok dağıldık, boş verelim
bir adam da mahcup olsun üç çocuğunun anasına
nasılsa her yıl şu kadar çift evleniyor
ne olur yani biri boşansa
ucunda ölüm mü var
bakın henüz ikinci sayfadayız ve kan yok
kimse kimseyi boğazlamadı
gidelim bakalım, cinnet getirene kadar yolu var

Dilek Kartal

Anneme Okunmasın Lütfen

“Anneler günü ritüelinden:

Hiç değilse,
Kahvaltısız koşmalı, erkenden dört çarpı yüz koşmalı
Bayraksız koşmalı marşız çingene kızına koşmalı
Sar be ya demeli böyle janjanlı şöyle bir şekilli
Bir de fiyonk, ille de roman, ille de kırmızı, ille de afili.”
Dünyanın neresinde iyi bilmem ama burasında,
Berbat bir şeydir maaşla çalışmak
Maaşını ayın on beşinde almak berbat bir şeydir
Mayıs aylarının ikinci pazarları,
İkinci pazarlara sokuşturulan anneleri günleri berbat bir şeydir
Allah anneme uzun ömür versin ama;
Mayısın ikinci pazarında maaşını almamış olmak, berbat bir şeydir
Oysa biz babamla biliriz
“Bi siz bilirsiniz zaten” diyip sinirlenir annem
Kardeşlerim bilmez, oğlum bilmez
Annem bazen unutur, bazen bilir işine gelmez
Ama biz biliriz babamla,
Bu ülkede anneler gününü kutlamak; açık açık sövmektir anamıza
“Ananı da al git”ten farklı; daha zarif, daha kibar
Cicili bicili ama rezilce sövmektir üstelik Amerika’nca
Bu ülkede anneler gününü kutlamak
Bazen babamla gideriz, çok uzağa değil şuralara
Babamın gençliğine gideriz, benim gençliğime
Birer sigara yakar, vay anasını deriz.
Babamın sol yumruğu vardır oralarda,
Benim solaklığım, kalemi sol elimde tutmam
Ellerine bakarım babamın, sol yumruğuna,
Eğilip öperim sağ sol fark etmez,
Babamın elidir sonuçta.
Babam, devrime inanırdı eskiden, ben Allaha daima
Babam eskide polisten korkardı; ben Allahtan daima
Kitapları vardı babamın döşemelerin altına saklanan
Boşaltılmış rezervuarlara saklanan kitapları; devletçe yasaklanan.
Annem unutur bazen hatırlamaz
Gözaltı morlukları, göz üstü morlukları
Morarmış sırtları, tazyikli sokakları
Coplanmış bildirileri, darbeleri, pankartları vardı
Beyazıt Meydanı, Atatürk ve Cemal Gürsel
“Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır.”
Diyen resimleri vardı, komşulardan saklanan.
Benim sadece sol elim var, sol yumruğum değil
Sadece Sol yanım, sol yanımda ‘Allah bir’im var
Bilir babam, bilir ve korkar
Babam polisten de korkardı zaten
Ben bir Allahtan korkarım, bir de Allahtan korkmayanlardan.
Kitaplarım legal yasa içi yayınlar
Zaten bu Korsan kitap muhabbeti de sonradan çıktı
Saklamam kitaplarımı, kitapların arkasına saklanmam
Eğer suçsa kabul,
Yalnızca söverim; kitabının kapağını açmamış olanlara
İçimden dışımdan
Fraksiyon ayrımı değiliz, yollarımız ayrı, babam korkar
Aman yavrum der böyle gözleri titreyerek,
Aman yavrum, uzak dur başına bir iş gelir
Kader var be baba derim, ecel var, Allah var;
Gelecek olan varsa kaçsam da gelir.
Yine de yürürüz yan yana, baba kız,
Birer sigara yakar, vay anasını deriz
Babam daha çok der, ben daha az
Babam hayret eder
Ben esfeli safiline iman ederim.
Ama beraber söveriz işçini terini sırtında kurutana
Boya sandığına sarılan çocuğun babasına beraber söveriz
Televizyondaki kravatlı adamların ahkâmlarına
Spor programlarında servis edilen kadın dekoltesine
Keskin olmayan her şeye, ılımlı, uysal, pörsümüş,
Sulandırılmış her şeye; Vakko eşarba ve Gucci gözlüğe
Bilmem kaç yıldızlı otellerdeki sünnet düğünlerine
İhalelere, hortumlara, balyozlara,
Gazete köşelerindeki bitirim ihtiyarlara,
Bütün kapalı kapıların ardına beraber söveriz
Annem bazen unutuyor işte, bazen biliyor, işine gelmiyor
Kardeşlerim bilmiyor, bilmiyor oğlum
Bas bas yazıyor gazeteler, televizyonlar bas bas
Mayısın ikinci pazarı anneler günü,
Kutlu olsun diyip sövüyorlar anamıza
Eğilip derin bir reveransla teşekkür ediyor annem, annesi, anneler
Biz ,vay anasını diyoruz babamla…
Anlatmaya çalışıyorum anneme
Uzak tarih, yakın tarih, ta dibimizde bir tarih
Cumartesi anneleri mesela, mesela şehit anneleri
Emine Akçay
Mesele anneleri Âdem’le Hamit’in,
“Bi siz bilirsiniz zaten” diyor, sinirleniyor annem
Annem bu, annesi, anneler gitgide birbirine benziyor.
Hep bu diziler ırzına geçiyor anne diğerkamlığının
Bu diziler, bu bizim mahallelerde çekilmeyen diziler,
Bu bizim olmayan evler, bu eşyalar,
Bu bizim olmayan konuşmalar,
Bu kudurmuş şehvet, bu doymayan göz,
Bu dizilerdeki; annelerimize benzemeyen anneler
Hadım ediyor şükürlerini onların, tevekküllerini parçalıyor
Surat asıyorlar artık boş ellere,
Hediyesiz , “en azından bi buket”siz ellere surat asıyorlar
İç çekiyor, perdeyi düzeltiyor, mutfağa geçiyorlar sonra
Dilsiz bir sitem demliyorlar elde yok, yok avuçta avuçlara
Oysa annemin günü değil, anneyim ben benim günüm değil
Değil annenin günü de, Allah’ın günü işte, annelerin günü değil
Şimdi her kafadan tek ses kutlu olsun dedi diye,
Buradan çıkıp bu hızla
Bu Mayısın 13’üde maaşını alamamış ben, bu hırsla
Çıkıp şimdi buradan nereye gideyim?
Hangi avlunun bahçesine gömeyim ellerimi, ellerim boş
Yüzümü hangi kıbleye, hangi secdeye alnımı
Ne yapayım Allah’ım, söyle!
Ben de mi soyunup, düzenin koynuna gireyim…

Dilek Kartal

Alacakaranlığın Sesleri

Sana sessizliği ben buldum diyorum yeniden
o usul ikindide, adın yakılınca
kömürleşince
büyük altın alevinde on dokuz yılının.
Sevgim alacakaranlığın bağlarını çözdü
yalnız senin fısıltına vermek için kendini,
beyaz odun alevinin o cam fısıltısına.

Anıların bir iğne batışıdır dudaklarıma,
hayatının masallarını kurdum bugün
bir elmanın ince kabuğunda.
Bu ara hep tedirginim,
bir pencerenin açılışını bekliyorum şimdi
arkandan gideyim
ya da parçalanayım diye üzgün kaldırımlarda.
Ama öylesine bir ses gelir ki dağlardan
acıdır uyumak, anmak ölümdür seni.

Ürkerek çekilir sessizlik,
yıldızsız gökyüzünden çekilir,
ağızlarımızın acelesinden,
solgun kamelyalardan, karanfillerden.

Gel, rüzgâra anlatalım öpüşlerimizi;
düşün: alacakaranlık bizi anlıyor,
sarı fısıltısından gözlerinin
biliyor nasıl hoşlandığımı,
kollarının beyaz suyundan.

Açmamış çiçeklere söyleyelim şarkımızı,
ayı gözetlemeyen çocuklara.
Birbirimize bakmadan söyleyelim.

Yalancıdır onlar, şu kuşlar, saçaklar.
Birbirimizi sevmiyoruz artık, sevmemiştik de.
Tutkuyla geldik, tutkuyla gidiyoruz.
Alacakaranlığın sesindeyiz artık,
çılgınlığın yüreğinde.

Gel, rüzgâra anlatalım öpüşlerimizi,
şarkımızın acı yüklerine.

Aşk ne ateştir, ne de mermer.

Aşk bana duyduğun acımadır senin,
benim sana.

Efrain HUERTA

Düş Oyunu

Bir gün bir çocuğa sormuştum,
deniz neden tuzludur diye.
Babası uzun bir sefere çıkmıştı. Çocuk hemencecik karşılık verdi:
Deniz tuzludur, çünkü denizciler durmadan ağlarlar!
Neden denizciler böyle çok ağlar ki! Çünkü, dedi, yolculukları bitmez…
Onun için de mendillerini hep direklere asıp kuruturlar! Gene sordum:
Ya niçin insanlar üzgün olunca ağlar? Çünkü, dedi,
daha duru görebilelim diye gözlerin camını ara sıra yıkamak gerek!

August Strindberg

Şimdi bir dilek hakkım olsa

Ve muhtemelen hayasız bir ölüme uyanırdı
Çıplak bedenim
Tüylerimde son bahar ürpertisi
Kursağımda lağım kokulu toprak
Ya evde yoksan çalmıştır
Eski zamanlarda bir ford minübüsünde
Bir çocuğun balonu patlamıştır
Simit parasıyla alıp aç kaldığı
Ve hiç kimse seyirci değildir gidişime
Kapalı gişe körler diyarında
Kapalı gözlerim
Yollar kapalı
Etrafından dolaşan yollar
Şimdi bir dilek hakkım olsa
Evde olmanı
Şimdi bir dilek hakkİm olsa
Bir balon dilerdim
Hemde en uçanından
Şimdi bir dilek hakkım olsa
Muhtemelen özür dilerdim..

?

İki Gövde

İki gövde yüzyüze
bazan iki dalgadır
ve gece bir okyanustur.
İki gövde yüzyüze
bazan iki taştır
ve gece bir çöldür.
İki gövde yüzyüze
bazan iki köktür
geceyle sarmalanmış.
İki gövde yüzyüze
bazan iki bıçaktır
ve gece bir anlık parıltı.
İki gövde yüzyüze
düşen iki yıldızdır
boş ve yalnız bir gökte.

Octavio Paz

John Ashbery’ye

Rüzgârda bir dağın yücesinde oturup
birbirimize yeni şiirler okuyacağımız
başka bir dünyanın bulunmadığına
inanmıyorum.
Tu Fu olabilirsin sen, ben de Po Chu-i
ve marazi kafalarımıza gülümseyen
Maymun Hanım aydadır,
karın ince bir dala konuşunu izlerken bizler.
Yoksa gerçekten gitmeli miyiz? bu
gençken gördüğüm o çimen değil!
ve ay, yükselirken bu gece, boşsa eğer
“gidersin sen de, açan çiçekler gibi”
anlamında kötü bir işarettir bu.

Frank O’Hara

Sevgilim, Sözcükler ve Sonsuzluk

Bir başkasını dünyanın bir ucuna dek izleyeceğimizi
söylemek biraz abartılı değil midir?
Varsayalım ki dünya sonsuzdur ve o bir başkası
bizden önce yoruldu.
Ve varsayalım ki yağmaktadır yağmur ve dolu!

Hem sonsuzluğu yansıtan hem de kökleri onda olan
derin dağ gölleri gibi olduğunu söylemek
bir başkasının gözlerinin, biraz abartılı değil midir?
Düşün ki hem de yarın ağırca asılı durursa bulutlar
yüce dağlar üstünde, ve çamur fışkırırsa derinliklerden!

Ne bir gülün, ne bir atın, ne bir tarlanın, ne de başka
bir insanın güzelliklerinin benim güzelliklerim gibi
asla olmadığını söylerken abarttığını sanmıyor musun?

Dağ göllerinde yüz, dostum, tırman yüce dağlara,
git dünyanın sonuna at sırtında yağmurda ve doluda
ve izin ver saçlarımdan geçen bir meltem gibi
ulaşsın düşüncelerin bana,
kulağımdaki o son uysal ıslığı gibi ardıç kuşunun,
akşam güneşinin yüzümdeki alazı gibi
ve karanlıktan kucağıma düşen
bir yıldız gibi.

Hep abartırız aşk içindeyken.
Sesimin sekiz kentin tapınak çanları gibi
çıktığını söylüyorsun bana.
Yedi deseydin
sanıyorum eğlenirdim söz sanatınla.
Fakat bu konuda bu kadar konuşmak yeter.

Hep beni aradığını söyleyip sürdürüyorsun konuşmayı.
Ya ben? Kimi aradım sanıyorsun dünyanın bir ucunda
yağmurda ve doluda yüce dağlar üstünde
ve sonsuzluğun göllerinde?
İşte buradayız şimdi, dostum, gitme benden,
hemen gitme, hayır hiç gitme …

Erik Stinus

Bir Şey Söyle

Bir şey söylemeyen
kişi
düşünür ki
kendi suskunluğunu çevreleyen
suskunluk
her şeyi söyler.

Fakat o suskunluk
kendi sesiyle konuşur,
ki problem budur.

En önemli şeyler
o suskun bölgede gerçekleşir,
fakat o bölgeyi kimse denetleyemez.
Melekler ve iblisler koro halinde konuşur orada.

Bir şey söylemek istemişsen,
bunu kendin söylemelisin.

Niels Hav