Ölünün Kıyıları

M.Akif İnan’a

Gök boşanarak üstümüze
Bizi ıslak saçlarından geçirir karanlığın
Gece siyah bir at olur da uçar
Uykumuzun soluyan denizine.

Babalar ölümü dengede tutar
Seçerek en sağlam vakti arabasına.
Şimdi o araba uçuyorsa
Bir Asya çölünü kanat yaparak
Ey üstümüze gelen
Ey çocukların gözlerinden dökülen
Ölümü konuşan damla damla
Ey beklediğimiz her an
Ey bize son sözü muştulayan
Bizi bulan şahdamarımızda
Ey sürücüleri babalarımız olan.

Bir an dudaklarıyla
Değen alnımıza masmavi
Bir güvercin kanadı gibi
Ey annelerin sesi
İçimizde savrula savrula
Yağan bir bahar yağmuru gibi
Çağırırdı oğullarını yola

Ben işte o zaman
Saygı ile ve güvenerek
Selamlayacağım önden gideni
Yılanlar tüylerini dökerken
Eğerken dağlar başlarını önlerine
Birinin yeşil yaprağı kutsaması gerek
Birinin akan suyu tutması
Altında durarak gökten boşananın
Sonra yükselterek sesimi konuşacağım.

Sen dur burda ey insan
Duy içinde tutuşan ormanı
Ve yakıştırmasını bil üstüne ey ademoğlu
Usta bir makasla biçilen toprağı.

Ankara, Türkocağı,1968
Erdem Beyazit

Birazdan Gün Doğacak

“Nuri Pakdil’e”

Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında
Direnen insanlığın
Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.
Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer
Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız gögsünüzde
Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz
Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.

Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır
Rahmet şarkısı söyler yağmurlar
Alnınız en soylu isyandır demir külçelere
Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar
Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.

Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı
Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin
Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin
Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların
tüy renkli sıcaklığı.
Ey damarlarımızda donan buz yüklü heykeller
beldesinden
Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası
Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden
rüzgar
Ey alemi donatan ışık toprağa can veren el.

Gün olur toprak uyanır ağaç uyanır uyanır böcekler
Sarı bozkır titrer çıplak ağaçlar yeşerir gök yıkanır kirli
dumanlardan

Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler
Yemyeşil bir rüzgar eser yıldızlar arasından.

Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü
Çatlayacak yalanın çelik kabuğu
Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.

Güzlek, 1966
Erdem Beyazit

Boşluklu Yaşamak

Şimdi bütün şehir bir adama yöneldi
Adam dedimse senin benim gibi bir adam
Ama kadın değil bura önemli.

çünkü ben hiç görmedim bir kadının insanlar
tarafından asıldığını / kafasını ucu ilmekli ipe
uzattığını hiç duymadım / aslında görmekten öte
bu duymaktan öte.

Dedim ya şimdi bütün kent bir adama yöneldi
durmuşlar bir meydanda bekleşiyorlardı /
birşeyler anlatıyorlardı / biri vardı iyi ettim de
şemsiyemi aldım diyordu / besbelli yağmurdan
korkmuştu / öteki öğünüyordu yiyeceklerini
unutmadığından ötürü / hele biri vardı bayağı
kızıyordu karanlık adamların sarı idamlığı hâlâ
getirmediklerine.

Sonra beklenen çağ geldi
Kalabalık uğuldadı büyüdü
Daha çok yöneldiler bir noktaya
Karanlık adamların yanında sarı idamlığa
iyi bakıyorlardı.

İdamlık bir noktayı geçiyordu belliydi
Bakıyordu ama görmüyordu. Belliydi
Ezikti inceydi gölge gibiydi
Kalabalığa bakıp bağırmıyordu
Adımlarını dar atıyordu

bana kalsa buna gitmek demezdim / gitmek
istememek de demezdim / biz buna kabulleniş
diyemezdik/ biz bunda direniş de aramamalıydık
/ bu belki bir bağdı / koparılamayan / müşterek /
oluşumuzun içinde.

Adamın kafasında koskoca bir güneş var diyorum ben
Adamın kafasında sultanahmedin güvercinleri
Gülhanenin ağaçları
Oturacak yerleri parkların
Sonra yedi yıl hücrede beklemek göksüz

Dostoyevskinin göğe açılan penceresi. Yaşama tutkusu
Adamın dar adımları bunu anlamalıyız diyorum ben
Adamın göğe bakmayı unutması bu beni boğacak
Kalabalık bağırıyor / anlamıyorum
Canavar diyorlar / anlamıyorum
Niye ağlamıyor bu adam / bağıramıyor

ayaklar boşlukta / üç ayaklı terazi sallanıyor /
kalabalık simit yiyor sigara içiyor / siz hiç
gördünüz mü mosmor uzun ıslak paçaları korkak
idamlığı insanlar gördü / ayaklarına kara kan
oturmuş ben çorap sandım diyor biri.

Meydan boşalıyor caddelerde kapkara kalabalık
Yüzlerinde sezginin bozgunluğu
Demirleri kemiren parmaklar yorgun başıboş
Gözlere mermer gibi oturmuş korku
Ayaklarda boğuk bir telaş
Kör umursamaz bir sağırlık taşlarda

Üç ayaklı terazi sallanıyor boşlukta.
.
İstanbul, 1960

Erdem Beyazit

Adsız Gazel

Yanışlar ağıtlar elimde değil
İçimin sesi hiç üzmesin seni
Kaçmak mı mümkün mü alınyazımdan
Kaderdir yüklendim yıkılmışlığı
Sen attın bilmeden kuyuya taşı
Dinemez yankısı mahşerde bile
Bir kutsal emanet gibi sır gibi
Ve bir ayıp gibi saklarım seni
Başımda kavganın kıyameti var
Okşadım ismini kitap içinde
Her akşam bir düşle kundaklanırım
Sözümün bittiği yerde başlarsın
Yılların alnıma çektiği çizgi
Kocalttı başımı bir ehram gibi
Yaslasam gövdemi karlı dağlara
Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün

Mehmet Akif İnan

Hüzün Uçurumları

Yavrum
Yalnızlığı şu son kıyısını da atla
Ve anla ki hayat
En özgür biçimini sende denemiştir
Onun içindir ki ölüm
Denizin doğurduğu eşsiz dalga
Sende dokumaktadır güzelliğini.
Varsın açıklamasın kendini hiçbirşey
Değil mi ki gökyüzü toprağı kucaklamaktadır
Değil mi ki mavilikler yolmaktayım göğsünden
Değil mi ki bileklerimize kaynayan çelik
Bir nehir gibi akan şu bulvar
Gövdemizi dolaşan güneş
Her gece üstümüze devrilen yıldızlar
Senin doğurganlığından birer parçadır
Ve elbet senin için söylenmiş türküler vardır
Uzak dağlarında ülkemin

Yürüyorum
Bilirsin ben yürüyünce
Irmaklar yürür ardımdan
Kabir sularında avlanır çocuklar
Ağaçlar ve kuşlar alabildiğine
Yalnızlığı sağlar
Ben yürüyünce değişir insanlar

Artık hücuma kalkabilirsin ey rüzgâr
Çünkü tarihinin yaprakları arasından sızan kan
Boyuyor
İçimde yuvalanan şiiri
Ve sen nereme baksan
Oramda bir kalp çarpıyor.

Alaeddin Özdenören

Bir Ayrılış Hikayesi

Erkek kadına dedi ki:
– Seni seviyorum,
ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya…
Erkek kadına dedi ki:
– Seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz…
Kadın erkeğe dedi ki:
– Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana…
Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini…

Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak…

Sen
yürümelisin,
beni bırakarak…

Kadın sustu.

Sarıldılar…

Bir kitap düştü yere…
Kapandı bir pencere…

Ayrıldılar…

Nazım Hikmet Ran

Mutluluk

Mutluluğu aradığın sürece,
Mutlu olacak kadar olgun değilsindir,
Ve ulaşacak kadar her istediğine.
Kayıplara yakındığın sürece
Ve hedeflerin varsa durmadan yöneldiğin,
Bilemezsin huzur nedir diye.
Vazgeçersen şayet her arzudan,
Ne hedef, nede istek tanıyıp
Mutluluğu artık adıyla anmıyorsan,
O zaman olup bitenlerin akışına
Dayanamaz yüreğin ve ruhun erişir huzura..

Hermann Hesse

Rica

Bana verdiğin o küçük eli,
O söylenmemiş çok şeyi söyleyeni,
Sordum mu sana bir kere bile,
Beni seviyor musun diye?

İstemiyorum beni sevmeni,
İstediğim seni yakınımda bilmem
Ve bazen, sakin ve sessizce
O eli bana vermen

Hermann Hesse

Bilir Misin Bunu Da?

Bazen gürültülü bir coşku anında
Bir şölende, geniş bir salonda
Aniden susup, gitmek zorunda olduğunu
Bilir misin?

Sonra yatarsın uykusuzca yatağına,
Kalbine ağrı saplanan biri gibi;
Coşku ve kahkaha, duman gibi,
Ağlarsın durmadan
-Bilir misin bunu da?

Hermann Hesse

Aşk Yorgunu

dalların kucağında sallanıyor
yorgun rüzgar uykusunda.
kankırmızı bir çiçek bırakıyor elim..
güneşte kavrulup dağılmaya.

çok çiçek gördüm
açan ve sonra kuruyan;
mutluluk ve acı geçip gider..
koruyamaz onları insan.

saçtım ben de
yüreğimin kanını hayata;
pişman olur muyum bilmem
yorgunum, bildiğim bu yalnızca.

Hermann Hesse