Beni Anlamayışına

Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın
Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını
Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını
Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık
Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın

Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına
Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar
Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına
Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar
Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar
Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu
Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu
Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi
Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi
Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde
Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde
Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın
O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere
Her gece ışığını ruhumdan alacaksın
Aldanma gururunu okşayan çiçeklere
En güzel güllerini ruhumla alacaksın

Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden
Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi
İnecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden
Bu sevda tükenecek sönen bir alev gibi

Sen hala anlamadın sevginin en hasını
Sen hala çözemedin ırmağın dünyasını
O, coşkun bir denizin sularına yürürken
Sen hasta bir çeşmeden doldurmuşsun tasını
Gittiği her iklime sevdanı götürürken
Gözyaşı çukuruna gömmüşsün deltasını

Henüz bir tokat gibi inmedi yüzüne aşk
Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık
Görmedin bir arslanın can çekişen resmini
Yalnızlık kitabında okumadın ismini
Bir takvim yaprağında yanmadı bakışların
Dökülen tüylerine tutunmadın kuşların
Karanlık köşelerde acı acı gülmedin
Sen henüz kovulduğun kapılarda ölmedin
O Celali uykudan uyanmadın, uyanma
Düşlerimin rengine boyanmadın, boyanma

Bir kuş gibi çırpınan kalbimin kafesine
Bir avuç yem bıraksan ölür müsün, a gülüm
Feryadı kayaları parçalayan sesine
Ömür boyu yabancı kalır mısın, a gülüm
Sen henüz bir zindanın küflü duvarlarına
Çarpmadın gözyaşıyla boğulan gözlerini
Sen henüz diken diken saplamadın göğsüne
Dudağında kuruyup dağılan sözlerini
Sen henüz dokunmadın yalnızlığa kan gibi
Acıyı kaynatmadın içinde volkan gibi
Karalar bağlamadın beni anlayamazsın
O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

Nurullah Genç

2012_09_black-and-white-134860658-623779-475-604 Beni Anlamayışına

Beraberlik

blogger-image-231876009 Beraberlik

Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız. Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi dağıttığında da beraber olacaksınız.

Siz Tanrı’nın sessiz belleğinde bile beraber olacaksınız. Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın. Ve izin verin, cennetlerin rüzgarları aranızda dans edebilsin…

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın. Daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun.

Birbirlerinizin bardaklarını doldurun; ancak aynı bardaktan içmeyin… Ekmeklerinizi paylaşın; ama birbirinizinkini yemeyin…

Beraberce şarkı söyleyin, dans edin, coşun; fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin. Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup, yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi…

Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil; Çünkü yalnızca Hayat’ın eli, sizin kalplerinizi kavrıyabilir…

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil, Çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır; Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı, birbirinin gölgesi altında büyüyemez.
Halil Cibran

ile

Bir tür hesap çıkarmaya çalışacağım. Ama bir bilanço olmayacak bu, sonuna çizgi çekemeyeceğim biliyorum. Bu hesap sonucu bir fatura çıkarmaya da niyetim yok. aslında istesem bütün maliyeti kendi haneme yazabilirdim ama zaten bedeli ödediğime (ve ödeyeceğime) göre buna da gerek yok.

Önemli olan kişinin duygularını tam olarak bilmesi (ki bu en son sınırda olanaksızdır) değil, onları denetim altında tutabilmesidir. Ama bunun için de onları tam olarak bilmesi gereklidir. İki yanlı olanaksızlık!

Belki temel hata, sevgiyi bir duygu işi olarak görmekte. Duygu yanı yok değil; ama bu, bilinçle dengelenmezse yalnızca duygusal kalırsa, kişinin özgürlüğü pahasına yürüyor.

Biliyor musun: güvercinler isterlerse (ve istediklerinde) kanatlarını dimdik tutup, havada hiç kıpırdamadan durabilirler. En azından bir süre için…

İki kişi ilişkilerini, onu olduracak kadar kuramazlar ama öldürecek kadar bozabilirler, yaptıklarıyla. Bir de kendi haline bırakırlarsa kurur gider ilişki, kendi kendine ölür.
Sevgi, iki insanın birbirlerinin yüzlerine bakmaları değil, birlikte aynı yöne bakmalarıdır.
”Aşk” önemsiz, giderek değersiz bir şeydir; kişinin başına nedensizce hatta nesnesizce gelir. Neden şu kişiye aşık olmuşsundur, kimdir aşık olduğun; belirsizdir. Çünkü yalnızca bir etkilenim, bir tutkudur işte, bir tutulmuşluktur.
Sevgi ise dünyanın en önemli, giderek de (enderliğinden mi acaba , herhalde…) en değerli şeyidir. Çünkü kişinin bilinçle ve tam da belirli bir kişiye yönelik, bulunabileceği en yoğun ve en yalın, anlamlı, amaçlı eylemidir.
Düşün : sevgi, eylemdir.
İnsanca özlemler dünyaya uymuyorsa, bozuk olan dünyadır; insanca özlemler değil…

Kişi, başka bir kişi ile birlikte yapacağı her bir şeyi iyi yapabileceği tek bir kişi bulamaz. Farklı farklı kişiler ile iyi yapabilir tek tek yapacaklarını.
Şu şeyini şu kişi ile birlikte iyi yaptığın için, onun ile yapacaksın; bu şeyini bu kişi ile, o şeyini o…
Yani bölük pörçük, eksik güdük, yamalı bohça gibi bir dizi ilişkiler sıralaması olacak yaşamın. Ama her bir parçası iyi yapılan!
Her an, hep yeniden kurmamız gereken bir bilinç temeli üzerinde yürüyebilir ilişkimiz ancak. Bu aynı zamanda özgür bir temel: çünkü kararımız, isteğimiz, inancımız hep bilinçli olarak ayakta tuttuğumuz şeyler olacağından; doğal duygulara ve tutkulara dayanmadıklarından, onları her an kırıp atmak elimizde olacak.
Her an, ”artık istememeye karar veriyorum”, ”artık inanmayacağım” deyip, çekip gidebiliriz ikimiz de .

Bana kararsızlıkla gelmemelisin. Geleceksen, özgürce ve bilinçli bir isteklilikle gelmelisin.
Bunların eksikliğinden dolayı yitirmedik mi yitirdiklerimizi?

Dünyanın en zor işini yapıyoruz. O da şu; şu boktan yeryüzündeki bütün düzenlemelerin engellemeye çalıştığı, yasakladığı, cezalandıracağı bir ilişkiyi kurmak ve sürdürmek…
Bunu bilinçle ve özgürce isteme kararlılığına, hiçbir kuşkuya yer tanımadan sahip olmazsak, nasıl kalkarız ki bu işin altından?…

En büyük erdemsizlik sığlıktır.
Ne ki bilinçlendirir, gerçekleştirir
Doğrudur, haklıdır.

Güzeldi ve değerliydi yaşadıklarımız; kendilerine layık birer yer bulacaklar ikimizin de yaşamlarında: hüzünleri eksik olmayacak ama olsun: olacaklar ya!…

Oruç Aruoba

tumblr_m3q487687E1qzr6ooo1_500 ile

olanaksızlıktan yola çıkan ilişki…

sen, çınlattığın yaşam dolu kahkahalarından sonra da uzayıp giden ölümcül suskunluklarınla, bana, hep, birşey haykırıyordun -susmanla bağırıyordun- sessizliğinle feryat ediyordun, birşeyi bana; ama ben anlayamıyordum bunu -hala da, doğru dürüst anladığımı söyleyemiyorum
-zaten söylenecek birşey
de kalmadı
artık:
bağışla
beni-

__seni hep yaraladım.
o en başta farkına vardığım yaralılığın da, birşeyler öğrenmeme yaramadı, işte…
şimdi sayamayacağım kadar çok durumda sana söylediklerim, yaptıklarım (bazısını burada, bu kitap içinde dile getirmeye çalıştım -biliyorsun onları) derinden acı verdi sana, biliyorum –
(hani bir akşam vardı, sen inleye inleye, bitap düşüp-)
bunları affettirmem -senden özür dilemem- de, artık, anlamlı değil.
bunların ne kadarı benim özel -öznel- budalalığımdan kaynaklanıyor, ne kadarı da ilişki denen şu garip şeyin kendi genel -nesnel- niteliklerinden çıkıyor, bilmiyorum.
tek bildiğim başarısız olduğum-
(-zaten ustam da en başta alıntıladığım itirafında aynı şeyi söylemiyor muydu?!…-)
kuramadım onu, gereğince; sana da, yeterince ulaşamadım -bu beceriksizlik yalnızca benden mi kaynaklanıyordu onu da bilemiyorum.
muhtemelen, öyledir.
ne sen, ne de ilişkinin kendisi –
yalnızca ben sorumluyum bu başarısızlıktan..

__”en değerli hayalimdin sen,: kendini yıktın!…
elden çıkarmak istemediğin gerçekler vardı,herhalde: bir yarım-yamalak felsefecinin hayali olmak ise, istemedin. oysa, onun, yaşamında bir kez olsun gerçekleştirdiği, gerçek hale getirebildiği tek hayali olabilirdin – hatta sanıyorum , bunu istiyordun da… hayalden gerçekliğe giden yoldaki adımı atmadın – “kaçtım” dedin…
işte: kaçtığın kendindi – belki de, benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin…
kim bilir, artık – geçti…”

__o uzun ayrılıştan önceki son buluşmamızda, bana, şöyle bir şey dedin:-
“senin ile hiç ilişkimiz olmadı ki…”
“senin ile ilişkimiz hiç olmadı ki…”
“senin ile ilişkimiz olmadı ki hiç…”
“hiç ilişkimiz olmadı ki senin ile..”
tam nasıl söylemiştin, anımsayamıyordum -belki, yıllar içinde, kafamda o kadar evirip çevirmiştim ki bu tümceyi, tam biçimini artık yeniden kuramıyordum (yıllar sonra, o gün bu tümceyi üzerine not ettiğim sigara paketini buldum: şöyleydi:
“bizim senin ile hiç ilişkimiz olmadı ki…”)
önce hiçbir şey anlamadım; hep de düşünüp durdum; ancak da yıllar sonra, anladım:-
haklıydın
haklısın

__kararsız mısın;
korkuyor musun;
istemiyor musun?
,
diye sordum; sen de, hepsine birden, evet, dedin.
bunlar çok farklı şeyler oysa ki: –
‘kararsızlık’ kişinin ötekine yönelik;
‘korkmak’ kendine yönelik;
‘isteksizlik’ de ilişkiye yönelik;
yetersiz kalmasıdır.

__olanaksızlıktan yola çıkan ilişki, ne çok gerçeklik katetse de, yeniden olanaksızlığa varır, sonunda; son olanaksızlığı da, belki, ulaştığı en son gerçekliktir.
ilişki ancak yaşamakla varolur; ama, yaşandıkça da, tükenir.
b i z, artık, ayrı olabiliyor idiysek, sen ile ben arasındaki şu ‘i l e’, artık, yok, demekti.

Oruç Aruoba

tumblr_m3gtau6SYv1qgjkyfo1_500 olanaksızlıktan yola çıkan ilişki...

Yalnız

küçük odada üç kişi vardık;
ben, geceyarısı bir de sessizlik
üçümüz de candan arkadaştık
kurt yemiş, aşınmış, köhne odamda
üst katta, bir tavan arasındaydık,
ben, geceyarısı bir de sessizlik.

çabucak ayrıldı geceyarısı,
yavaşça, geldiği gibi çekildi,
biz ikimiz kaldık, iki yakın dost.
sevinçle kederle, ben ve sessizlik.

sessizlik, hafif bir kadın örneği,
dizime oturdu ve beni sardı
öpüşü kanımı dondurdu sanki
vücudumu baştanbaşa ürpertti.
bağırarak ağlamaya başladım.

arkamda çatlayıp gıcırdadılar
köhnemiş eşya.
ve tembel sessizlik kahkahalarla
çekildi gitti…
tavan arasında kaldım yapayalnız.

Sandor Forbath

tumblr_m7j4kd3iDu1qi77rbo1_500 Yalnız

Cemal’in İç Konuşmaları 1

Bir şeyler çiziyorum buğulu cama -ben-
Cemal’in ıslak sesi
Kayıp gidiyor buğulu camda
-Bir sabah yağmurunun en küçük tanımıysa
Şu benim sesim-
Çizip çizip siliyorum sesimi
Birden odayla dışarısı birleşiyor
Ve birleşir birleşmez
Çıkarıp cebinden büyük aynasını gök
Bir istasyonda yolcularını bekleyen
İnsanlar gibi hafifçe gülümsüyor
Bana
Elimi sallıyorum içimden
Buruk içimden
Belli belirsiz.
Yaşlı bir çocuğum ben, çocukların en yaşlısı
Ağzımda sakız tatlısının hiç eksilmeyen tadı
Sevilince kendimi tadıyorum bir de
Kendime dönüşüyorum
-Ah içimin derin rengi
Yoğun kokusu-
Biraz önceydi
Yalova’da bir oteldeyiz
Çok büyük bir oteldeyiz -hepimiz-
Çiçekler var -çok büyük- ağaçlar gibi
Kırmızılar uzun, uçsuz bucaksız
Sonra bir vapurun bayrağı
Görmüştüm
Annemin yakut yüzüğü
Görmüştüm
Ben herkesin oğluydum o zamanlar
Kalabalıktık.
Elimi buğulu camdan çektim
Saçlarım doldu yüzüme
Saçlarım neden böyle uzun -kimbilir-
Sevmiyorum hiç
Yalnız yapıyor beni
Hem niye
Herkesin özlemi benim özlemim değil ki
Az konuşuyorum bu yüzden
Tenhalarda duruyorum
Sanki yaşamım benim
Önce bir susuzluk vakti
-Suyu musluktan içiyorum sık sık
Kimseye göstermeden
Böylece
Hiç mi hiç bitmiyor içmem-
Nisanın ıslak sesi
-Kocaman bir gül haziran-
Gelip gelip vuruyor
Uzaktan bakıyorum
Kış aylarına bakar gibi
Kirli
Çift kollu bir lambaya benziyorlar
Seniha teyzemle annem
Bezik oynuyorlar gene
Masada rakı sürahisi -dilim dilim ve renkli-
Tabakta solgun meyvalar
-Sanki kimse birbirine bir şey demedi-
Ve
Suyu çekilmiş portakallar portakallar
-Ne? ne zaman? şimdi unuttum
Büyükannemin ölüm saati-
Ester vazoya çiçekler yerleştiriyor
Pembe sesiyle
-Baharı yerleştiren bir tanrının elleri-
Kokusunu duyuyorum uzaktan
Hayır, kokusunu düşünüyorum
Benim olmayan kokular..
İnsan kendi kokusunu bilir mi
Bilmem
Bilemez
Ama annem Ester’in
Ester’se annemin kokusunu biliyordur
Sanırım bazı kokular da duyulmaz, görülür
Ben gördüm
İşte şu karşıki bahçenin kokusu
Toprakla güneş karışımı bir koku
Ben gördüm
Büyükannemin ölüm kokusu
Gördüm ben
Sonra annemi bir kokuda gördüm iyice
Seniha teyzemi de
Çok ağır bir kokudan gelmiş oluyor teyzem
Muhassen’den döndüğü zaman
O evden
İşaret parmağına benziyor bazı kokular
Gösteriyor gösteriyor gösteriyor
Demin yanından geçtim
Bugün başka türlü kokuyor Ester
Dudağımı kanatan balık gibi değil
Baharda kar yağar mı, öyle kokuyor
Kapısını ilk kez açıp da
İçeri giriliveren
Yeni bir ev gibi kokuyor
Bin türlü kokuyor bugün Ester.

(Çok geniş bir çayırda yürüyorum yürüyorum
Ezilen otlar gibiyim
Ezilen otlar gibiyim ayaklarımın altında
Kendi ayaklarımın
Nedense
Bu böyle hoşuma gidiyor.)

Edip Cansever

tumblr_m5246pBiLf1qe0bgeo1_500 Cemal'in İç Konuşmaları 1

Cemal’in İç Konuşmaları 2

Odamın penceresi yok -daha iyi-
Kendime bakıyorum ben de
Kendimden sarkmış kollarıma
Kendimden damıtılmış gözlerime
-Bakmıyorum, duyuyorum onları sadece-
Böylesi iyi, çok iyi
Kapıyı kilitledin -kapımı-
Salonda gürültüler, ut sesleri
Muhibbe gelmiş olacak Burgaz’dan
Birkaç kere gördüm
Şişmandı çok, beyazdı
Saçları mavi gibiydi -öyleydi-
Maviler saçları gibiydi
Açık denizlere benzerdi
Ve yüzü
İbrişimlerle dolu
Gizemli bir dikiş kutusuydu sanki
Geçen yaz denize girdiğim günler..
Anımsıyorum
Ne vardı ortalıkta maviden başka
Sadece bir martı -o da maviyle beslenen-
Gördün mü demiştim kendi kendime
Mavilik de çocukluk gibi
Unutulmayacak hiç.
Evet, Muhibbe
Parası bitince gelir bize
Bir iki gün kalır gider
Sabahtan akşama ut sesleri
Rakı sofraları
Yüzünde, göğsünde, ellerinde
Dışa kaymış ibrişimler
Ek: bir fayton sesinin sessizliği de
Ölümü anımsatan bana
Ölmüştü -büyükannemdi-
Ölü yıkayıcılarını görmüştüm ilk defa
Dudakları yemyeşil biri
-Karıştırıyor muyum yoksa
Bir sirk afişindeki adamla-
Seslenmişti, anımsıyorum
Hiç değilse pedikürlerini silin!
Sonbahardı.
Odamın penceresi yok -iyi ki yok-
Konuşuyorum kendimle
Cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın
Yaz aylarının dışına kaymış
Biraz
İçinde sevgilerin soluk aldığı
Anımsar mısın
Ve yazlar yuvarlak mıdır Cemal
Oval mıdır
Çizgi çizgi midir yoksa
Herkes bir yerlere gider
Bir yerlerden gelir de ondan mı
Gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi
Ne dedin
Sen öyle bir yere gittin de ondan
Geçen yaz
Sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün
İri bir ruj lekesine benzetinceye kadar
Sonra da öptün kendini, öptün öptün
Orası neresiydi, unuttun şimdi
Adsızlığa çok yakışan bir yerdi.
Akşamüstlerinin bir çıtırdısı vardı Cemal
Var mıydı
Belli belirsiz -anımsar mısın-
Bir atlıkarınca gibi dönüyordu deniz
Gündoğusundan günbatımına
Aynaya baktındı durup dururken
Oteldeki büyük aynaya
Gözbebeklerin kırmızıydı -bir an-
Dönüyorlardı boyuna
Çıkarıp attındı onları
Denize attındı, anımsa
Bir çift balık olup geri döndüler
Ruhundaki külleri yaktılardı.
Ut sesleri kesildi, iyi
Uzaklarda bir fıstık çamı yarıldı ortasından
Bir kuş ölüsü düştü -sanki-
Bölündü sesler de
Bir faytonun sessizliği de bölündü
Dudaklarını açtın kapadın
Çekilmiş ağlardaki balıklar gibi
Birden gelinciklerle doldu dünyan.

İnsan iki kişi olmalı, değil mi
En azından iki kişi
Sen yalnızsın
Yalnızlığın her zamanki ikindisi.

(Yürüyorum yürüyorum otlarımın üstünde
Ezile ezile ben
Bir şeyi ilk defa duymanın belirsizliğim
Yavaşça ataraktan üstümden.)

Edip Cansever

tumblr_m37ijurwYi1qefrmxo1_500 Cemal'in İç Konuşmaları 2

Cemal’in İç Konuşmaları 3

Ben mi konuşuyorum -Cemal mi-
Tanrının taşları mı konuşan
Birbirine geçmiş sımsıkı
Yollar boyunca uzayan uzayan.

Kurtuluş’tan çok uzaklardayım
Birbirimizden çok uzaklardayız
Çok yakınız birbirimize -tekdüze günler-
Ester parmaklarını geçirmiş kalbine
Yeşim taşlı iğnesini yoklar gibi
-Sıkıştırılmış bir sandviç sesi-
Sürekli anneme bakıyor
Annemse bir elinde rakı kadehi
Ötekinde kağıtlar
Oyun kağıtları
Teyzeme bakıyor sürekli
Teyzemse yaratılmakta olan bir anıya benziyor
Bakışları anlamsız
Gölgeli
Kendine bakıyor olmalı
Ne tuhaf, herkes bir yerlere bakıyor
Hiç kımıldamadan
Bir ışık parçası düşüyor annemin yüzüne
Arada kovmak için elini sallıyor yalnız
-Dalgınlık, başka değil-
Neyi bitiriyoruz, neyi başlatıyoruz
Neyi bekliyoruz, bilmem ki
Kapı mı çalınıyor ne -gidip açıyorum-
Kimse yok
Peki
Nasıl karşılanır yok olan bir şey
Karşılıyorum
Birlikte salona geçiyoruz.
Oturuyoruz karşı karşıya
Yok olan şeyle ikimiz
Sarı koltuğa çöküyor o -her şey sarı zaten-
Ben kahverengi koltuğa oturuyorum -her şey kahverengi-
Kimse görmüyor bizi
Göremezler ki
Uçup uçup konuyoruz yerlerimize
Bir konfeti demetinden kopmuş gibi
Düşlerimizden .saçılmış gibi
İyi eğleniyoruz yok olan şeyle ikimiz
Sigarasını yakıyor o
İyi, yaksın
Bardağına cin koyuyorum
Ağır ağır içiyor
Her şeyin tersini taşıyor yüzü -sanki-
Ve taşırıyor
-Bir şair de olabilir, bir ermiş de-
Yürüyor pencereye doğru
Geri dönüyor
Birden
Çaydanlıktan ayaklarıma dökülen
Kaynar suyun acısını geri getiriyorum
Ve öperken dudağımı kanatan balığı
Ve hemen unutuyorum
Ben unutur unutmaz
Gümüşle altın karışımı bir tramvay geçiyor caddeden
Pırlanta kolyeler açıyor ağaçlarda
Şehrayinler dönüyor katlarında beynimin
Işıklar ışıklar içinde atlıkarıncalar
Anlıyorum
Gezintiye çıkmış mutluluk o
O, yok olan şey
Büyüyünce bulacak
Büyüyünce sevecek beni
Yeniden çalınıyor kapının zili
Açıyorum
Sık sık çalıyor
Açıyorum açıyorum
Bembeyaz bir alan oluyor mutluluk
Bembeyaz bir kalabalık
Gittikçe uzaklaşıyor annemle teyzem
İki tek nokta gibi
Kalıncaya dek.

Bağırıyorum bağırıyorum
Beyaz çimenler, beyaz çimenler!
Yok oluyor düş
Yok oluyor sanrı.

İkaros’um ben
Kimse artık beni görmüyor.

Edip Cansever

tumblr_lyzqf5gU5h1r5anp0o1_500 Cemal'in İç Konuşmaları 3

Seniha’nın Günlüğünden 1

Gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-
Aynanın önünde durdum
-Kenarları saydam yapraklı aynanın-
Omuzları açık giysimi giydim -siyah-
Topaz kolyemi taktım
Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
Acı, apacı bir gül
Dışarı çıktım
Muhassen’e uğradım -çağırdı demin-
Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen’e
Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
Ve eşyalarında bir başkalık: ‘çabuk-güzel’
Her şey ‘acele-sıcak’, ‘acele-yerli yerinde’
Her şey, ama her şey
Bir düğün öncesi gibi
Uzun bir deniz yolculuğu sonrası
Bir yerden bir yere taşınma
Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
Rüyamda da görmüştüm dün gece
Yedi gelin, yedi güveyi
Serpantinler, konfetiler içinde
Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
Şuramda duymadığım bir duyma
Bir elimi kalçama koyuyorum
Kimim ben?
Seniha!
Çağırmadım ki ‘kendimi
Sordum, o kadar
Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
Bu işe çok uygunum, o kadar
Toprağına karışmış bir çiftçi gibi
Bir gün: yüzü olmayan bir erkek
Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
Gözkapaklarımı indiriyorum
Lacivert bir jaluziyi indirir gibi
Kendimi kendime sunuyorum -ben Seniha-
Bunu hep böyle yapıyorum.
Bugün de böyle yaptım
Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
Perdeleri açtım
Pencereyi de açtım -açık bıraktım-
Merdivenleri indim -çok yavaş indim-
Kimseye rastlamadım
Dışarı çıktım: işte ilkbahar!
Yürüdüm yürüdüm
Ben ki herkesin bilmediği
Birtakım şeyler yapan biriydim
Böylece çok göründüm
Nedense öyle sandım
Yüzler silindi, olmayan yüzler
Sis, duman, pus gibi yüzler
İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen
Yitti, yitiverdi hepsi
Fırlattım göğsümdeki gülü havaya
Pembe pembe bakındı boşluk
Selamladı beni
Hayır, mutsuzum.
Evet mutluyum
Bir mutluluk yokmu her çelişkide
-Var! Varsa niçin? –
Yedi lamba bir arada
Bir arada yedi güvercin
Muhassen
Bir anlamda ‘çabuk-güzel’
Bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
Anlıyorum
Ben sadece armesıyım o katedralin
Dünya ise çalmaya hazır
Koskocaman bir org gibidir
Ama çalmadan
Katedralin avlusuna düşüp
Düşüp de parçalanan
Bir org gibi..

-Sevişmek!
Kimse kimsenin olmasın-
Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor
Bitsin
Çok tenha bir kahvedeyim
-Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da
Hayır!
Seniha!
Evet, çağırıyorum seni
Şimdiye ve sonraya
Bir başka yanıt:
Yok o da.

Sadece bir özlemim ben.

Edip Cansever

tumblr_m37lfmHhXd1r2zs3eo1_500 Seniha'nın Günlüğünden 1

Deniz Kızı

Denizden yeni mi çıkmıştı neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.

Yoksuldu, biliyorum
– Ama boyuna da yoksulluk sözü edilmez ya-
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
Aşk türküleri söyledi.

Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir,
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri ellerime değdi.

O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğmuş meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkandım durdum rüyalar içinde.

Orhan Veli

39725_140184279336699_3546522_n Deniz Kızı