Ara Sıra

Yalnızlığa dayanırım da, birbaşınalığa asla..
Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka..
Bir dost göz arayışıyla.
Saat tıkırtısıyla…..

Korkmam
Geçinip gideriz biz mutluluğumla,
ama
‘Günün aydın, akşamın iyi olsun’ diyen biri olmalı..
Bir telefon sesi çalmalı arasıra kulağımda…
yoksa
Zor değil, hiç zor değil,
demli çayı bardakta
karıştırıp bir başına
yudumlamak doyasıya….
Ama
‘çaya kaç şeker alırsın? ‘
Diye soran bir ses
olmalı ya ara sıra……

Elif Şebnem Akal

M

gül yaprağı düşse
kanıyor bu yara
duruşun bakışların
böyle demiyor ama
bildim mi?

ah sen onu ne çok…
ne zaman ölsen adı karışıyor adına:
gök denize karışıyor
bak şurada gömülüsün
ondan kalan yakamozda
gördün mü?

gün doğuyor
ay doluyor
“Yoksa tek başına bu kuytu yerde”
rüzgâr ne soruyor sana
bildin mi?

batan güneş tecellin senin
seyret içindeki yangını
celallen yarattığın asi sevdaya
kıyam et denize doğru, heeyy
beni duydun mu?

Zeynep UZUNBAY

Aldı Beliğ

başa çıkması çetin, bağlı olanın
gücü de yetmez ki çözülüp ayrılmaya
sen, düşünü kurduğum sıcak buluşma!
bir de düşte kalmayan, yürek inciten
soğukluk verici fikir olmasa!

çekip gitmeyenden bir türlü
ve aldırışsız kalandan
kolay bir yolu yok uzak durmanın
vazgeçip her şeyden bir köşeyi seçmek de güç
kaçmak tanıdıklardan, sebepsiz uzaklaşmak
yalanlarla doluyken etraf, düşmanca
ve rast geldikçe, canı kendine çeken
gözlere özürler sıralayarak
yalın bir öpücüğe yaklaşmak da güç
dolaşmak şöyle kalsın kıyılarda
gözlerden ırak
mümkün müdür uzletin baş köşesi
ortalığa serpilip dökülmüş âşıklara
ve geçmek için teklifsiz, yârin bucağına
arşınlayacak bir yolu bulmak da güç

Ebubekir Eroğlu

Uyanış

– ne acı bu denli geç rastlamak sana
ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda
(Voznosenskı)

avcumdaki ırmağa göğsünü yaslar leda
parmaklarımdan geçer rüzgârın yalnızlığı
taşların ruhuyum yağmurun dalgınlığı
dua edemem artık
geç kaldım tanrıya

kimsenin avlusu olamam şimdi arka bahçelerin
korkusuz karanlığı
terk ettiğim kuyularda dinlenir hayat
yüzümde unutur şaşkınlığını

kendini sulara anlatır leda
gecenin beklediği
bulut sesi
olmak için
kimsesiz acıyı tanır mı toprak
girebilir miyim
göğsündeki ormana
bir nehir bulmalıyım
bakmak için sana

yalnızlığı yalnızca aşk ürkütür
beni hatırlama uyandığında

Zeynep KÖYLÜ

Rengarenk Bir İstanbul Akşamıydı Yüzün

Ben maviyi seçmiştim
Sen beyazlar içindeyken…

Yürür gibi seviyordum seni
Adım adım ve zamanla
Hatırladıkça düşünüyor
Düşündükçe hatırlıyordum
Özündeki sarışın benliğini.
Hasımlar ediniyordum
Kendi avuçlarımda
Kaderi, İzmir’i ya da bir başka
Sahil hikayesini…
Bir adım ötemde dururken
Kızıla çalan küskün kederin,
Kocaman hayaller kuruyordum
Sana dair ve hissettirmeden
Ölüyordum bazı akşam üstüleri
Hem de her seferinde
farklı bir köşe başında
Yangına döküyordum
Düş kırıklarımı.

Ben yağmuru seçmiştim
Sen beyazlar içindeyken…

Kuşlar gelip geçiyordu başımdan
Türlü türküler mırıldanarak ve
Haykırarak gidişini.
Oysa sen hiç gelmemiştin.
Bilmiyordun şarkıların bizi anlattığını
Memnuniyetsiz bir bakışının bile
İçimdeki denizleri
Ne derece oynattığını.
Ben terkedilmiş bir yelkovanken
Sen saatin gamsız ritüellerinden bir kaçıydın.
Öylesine güzel ve öylesine
Ulaşılmazdın ki sevgili
Ben sana bir kez olsun doya
doya “Seni seviyorum” diyemedim.
Aslında sen de en başından beri biliyordun
Benim umarsızlığımı
Senden öte bir gündelik sarhoşluk aradığımı…

Ben aşkı seçmiştim
Sen beyazlar içindeyken…

Soluk bedenli bir hayvan gibi
Kükreyerek içimden çıkıyordu
Korku dolu söz verişlerim.
Halbuki;
Beni, birazcık da olsa tanımıyordun
Ne geldiğin yere aittim
Ne de gideceğin yöne
Yalnızca bir yol üstüydüm senin için
Göreceğin ve unutacağın.
Bile bile dilekler tutuyordum
Yıldızlar kayarken;
Yalvar yakar bir limanda
Sana ağlamak gelse içimden
Bağırarak söylesem imgeleri
Kalkıp gidemesek hiçbir yere
Acılar, sorular ve yüzler.
Mistik bir Fransız akşamı gibi
İmkansız ve gereksiz olsa her şey
Sokaklarda terkedilmiş sandalyeler
Başına buyruk ifadeler ve
Ellerin…
Bembeyaz parmaklarınla
Çay bardağı tutar gibi tutsan
Kırılgan geçmişimi.
Sarılıp ağlasak;
(Bilirsin yüzüne en yakışan renkleri)

Kelimelerle saldırdın çocuk kalmış benliğime
Sinsi bir rüzgar gibi sardın her yanımı
Yırttın attın bütün resimleri…
Halbuki bir tek gerçek vardı sevgili
Ben seni seçmiştim
Sen beyazlar içindeyken…

Yazabilen Yaratık

Mavilikler Ülkesi

İstanbul Boğazı’na yolum düşmedi,
Soru açma bana sen oradan.
Gördüğüm tek deniz gözlerindir,
Mavi alevlerle yanan.

Varmadım kervanlarla Bağdad’a,
Olmadı satmaya kınam ve ipeğim,
Eğil o şirin boyunla,
İzin ver, dizlerinde dinleneyim.

Yoksa, nice nice istesem de,
Senin hiç ilgilenmeyeceğin durum,
Rusya denen uzak ülkede
Benim ünlü, sevilen bir şair olduğum.

Armonikalar çınlıyor ruhumda,
Ayışığında duyduğumsa köpek sesi.
İran kızı, istemez misin göstersem sana,
Uzak bir mavilikler ülkesi.

Buraya avareliğimden gelmedim,
Sen derinlerden çağırdın.
Açıldı boynumda kuğu ellerin,
İki kanat gibi, beni sardın.

Geçirdiğim yaşantıya ilenmem,
Ama çoktan ararım yazgıda rahat,
Senin şu neşeli ülkenden
Eğlenceli bir şeyler anlat.

Söndür ruhumda armonika özlemini,
İçir canlı soluğunu iri gözlerin,
Ki ben o kuzeyli güzeli
Düşünmeyeyim, yanmayayım, ahetmeyeyim.

Ve gerçi Boğaz’a yolum düşmedi,
Sana bir şeyler uydurur anlatırım oradan.
Farketmez deniz gözlerindir senin,
Mavi alevlerle yanan.

Sergey Yesenin

Varlığa Ve Yokluğa

insan ne zaman alışır hayata
baba?

yağmurun değdiği her yerdi yüzün
seni sordum da irkildi toprak
ölümü bildim, büyüdüm
çocukluğum mevsimsiz bir leylak
bir yelkovan gidişi
bir akrep
yürüyüşü
ötesi iyilik, güzellik…alıştığımız
bir yarayı sarıp sarmalamak

gecikmiş sözlerin ağırlığı heybemde
bir karanfil, solgun, öyle
kedere bulanarak
nasıl dökülürse
döküldü toprağına sözlerim de

söküp nallarını atların
koşturmak gibi karanlığın evine
öldün. yokluğunda
varlığı bildim

insan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına
baba?

Çiğdem Sezer

Rilalizar`a mektup bile değil

bir şey anlatma derdinde değilim senin gibi
dert edilecek neyimiz var?
kitapları yakar, insanları öldürür, bahşedilen gözleri de kör edersek, dert edecek neyimiz var?

yaptığım şeylere günah ,sevap deme
ahlaklı , ahlasıksız deme
iyi ,kötü deme
yapmadığım şeyleri bana yama

vadide ki sarı ot nasıl sürtünüyorsa havaya, öyleyim ben
toprağın karnını deşen başımı rahat bırak, göğe uzasın
yağmur yağarsa, kaldırırım eteğimi
ıslandığım kadar içerim bacaklarımdan suyu
güneş doğarsa ,insafı kadar yakar tenimi
eserse rüzgar, boynumu bırakırım, kırılsın heyecanıyla

yüzümden çürümeye başlayacağım bu kalabalık vazoda
giyinmeden kucaklaşamayan insanlar arasında,soyunmadan kucaklaşamıyorum
anla beni
sadece burayı anla

ilk cesaretimle öpüşeceğiz güzel ağızlı jiletler
lacivert dallar var bileklerimden avuç içlerime uzanan
daha diriyim,eskittiğim her aşktan sonra
kana susuyorum, döndüğüm savaşlardan
içimde doğan her çocuk,çimlere basıyor
her kadın, isayla yatmış
her erkek, kabede puta tapıyor
kendimden başka masum göremiyorum Rilalizar
tanrı cenneti sadece benim için yaratmış olamaz
gözlerimi atsa,cehennem yeşili sevmediğinden yakmaz

üst dudağımın sevgilisi alt dudağım
gündüz iki kafir,ayrık
akşama sarmaş dolaş mümin
dilimde hep aynı ayin

denenecek şeyleri denedik
anlaşamadık
sadece burayı anla
bir kez de sevişmeden inleyelim birbirimize

içimde bir terzi olduğunu inkar etmiyeceğim
kalp diken, kalp diken , kalp diken
kalp, diken Rilalizar…b/atınca acıtan
işitmiyor musun sesini ?
makasiğneiplik
örtüyorum hatırladığın yerlerimi artık kumaşlarla

bulamadığım bir şey var
onu asla kaybedemiyorum
nereye atsam duyulmasından korktuğum bu çığlık
yırtıyor dışımı
kulaklarımı tıkayıp, uzun kuleyi örüyorum, göğe şarkı söyleyerek
bir çiçeğin kokusunu tutamadığı gibi
tutamıyacağım kendimi sana
düşüyorum

yine alnımdan başlıyorum hastalanmaya
avuçlarım yanıyor
ellerimin ateşini kollarımda gideriyorum
uyandığımda soruyorum zerdali çekirdekleriyle gömülsem
ne açarım dünyaya
sarılırken mesafe koyuyorum kendimle arama
atılmasın diye içimdeki kedi
masum güvercinlerin üstüne
kahkahayla ağlayan kac kisi var söyle?

sana söz veriyorum Rilalizar

iyileşirsem, insan olacağım
bir din edinip, kutsal kitabına harfiyyen uyacağım
harflere uyacağım
harfharf uyacağım

şükredeceğim
ağlayacağım
günah işlemesem de tövbe edeceğim

yani iyileşirsem
masada ne varsa yiyip kalkacağım.ne verirlerse giyinip kuşanacağım.nereye gidiyorlarsa, oraya gideceğim.nereden geliyorlarsa,oradan geleceğim.saate bakacağım,zaman geçiyor diye telaşlanacağım.takvimlere uyacağım.pazartesinden sonra salıyı bekleyeceğim

ama önce, bana yardım et
içimdeki terziyi öldüreceğim !

TURUNCU

ve bir haber, yoldaki

bir gün
geleceğim ve bir haber getireceğim

damarlara ışık saçacağım
ve sesleneceğim içerden:
ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!
elma getirdim, elma
…kızıl güneş.

geleceğim.
dilenciye bir yasemin vereceğim,
cüzzamlı güzel kadına da
yeni bir küpe…
köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe!

çerçi olup dolaşacağım sokakları
ve sesleneceğim:
çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci!
yoldan geçen diyecek:
sahiden de karanlıktır gece.
ve samanyolunu vereceğim ona.
köprüdeki kötürüm kızın
büyük ayıyı asacağım boynuna.
bütün küfürleri süpüreceğim dudaklardan.
bütün duvarları yıkacağım yere.
haramilere diyeceğim ki:
gülümseyiş yüklü bir kervan geldi!
bulutu parçalayacağım.
gözleri güneşe bağlayacağım
gönülleri aşka
gölgeleri suya
dalları rüzgara
sonra bütün bunları birbirine
ve çocuğun uykusunu da
cırcırböceklerinin mırıltılarına bağlayacağım.
uçurtmaları uçuracağım gökyüzünde,
saksılara su vereceğim.

geleceğim.
atların, sığırların önüne
okşayışın yeşil otunu serpeceğim.
susuz kısrağa çiy kovasını sunacağım.
yoldaki yaşlı eşeğin sineklerini kovacağım.

geleceğim.
ve her duvarın başına bir karanfil dikeceğim.
her pencerenin altında bir şiir okuyacağım.
her kargaya bir çam vereceğim.
yılana diyeceğim ki: kurbağa nasıl da fiyakalı ama!
barıştıracağım.
tanıştıracağım.
yol alacağım.
ışık içeceğim.
seveceğim.

Sohrab Sepehri

Şehrin Ölümü

Giriş

Duvarlar çıkıyor önüme
Şehrin mahpus yüklü duvarları
Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın
Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede
Şehir soyunmuş diyor biri
Şehrin elbisesini çalmışlar
Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın
Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle
Mor bir kabus çöküyor üstümüze
Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle

Veda çizgisi

Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara
———————— Aşka veda
İnsanlar geçiyor yollardan
———————— İnanca veda
Şehir kapanıyor içine
———————— Toprağa veda
Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların
Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
———————— İnsana veda

Bir gezgin adam

Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi
Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar
Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor
Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor
Başlıyor içinde sonsuz susuzluk
Avuçların içi terliyor.

Kaos

Kirli yollar kapansın sular akmasın deniz
sığmasın kabına
Gün batmasın aydınlatsın yüzlerde
umutsuz mahkumluğu
Makineler çalışsın taşlar yarılsın ortalarından
Anneler ağlamasın çocuklar gülmesin
Gök çöksün toprak başkaldırsın su sussun
Ağaçlar durmasın bütün saatler dursun
Durmasın ulu rüzgar şehri göklere savursun.

Durum

Makinalar bir elin baş parmağını çarmıha geriyorlar
Akıl bir akreptir intihara hazır.

Anı

Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede
Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede
Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin
Sığınacak yatakları olurdu bu bizim yatağımız derdik
Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı
yüreklerimiz
Camilere dolardık tüm olmaya ererdik
Biz vardık şimdi o biz nerede.

Bitiş

O en öksüz köşesine sığındığımız yalnızlığın
Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze
Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür
Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.

Erdem Bayazıt

İstanbul – 1968