Bir Neden Bulur Kalp Üzer İnsanı

I.

dikkatimi dağıttığında kuşlar ben ona uyarım
yürümek isterim yol bitmesin
çünkü merhametli kokumu biliyor
yıldız çekiyor bana gelip geçen buluttan
bu gidişle göğü okumakla geçecek kış
ben ona bulutlar alacağım
o bana dualar gönderecek
yaşamak bu diyeceğiz çevremizde birkaç insan
bahçe göğü öğrenecek gıpta ettiği

çünkü o beni dinlemeyi seviyor hiç bıkmaz
hastalanmayayım ister kar örttüğünde üşüyen yerlerimi
çünkü o elif’in türkçesi tersinden okusam
bir melek kanatları yok bana masallar yazdıracak
kendimi bulacağım bende
seveceğim sevmediğim yerlerimi

nedensiz belki kalp seğirmesi gibi
güleceğiz keder gibi sözcüklere
büyümek bu kadar ağrılı ve eskiyken
taşacağız ayaklarımızı sarkıtarak kendimizden
yörüngesinde ben durgun göller gibi
sevineceğiz sınıfsız bir çağ düşlerken
içimizde bir titreme var gibi
yıllar düşleyerek bachmann okuyarak
çevremizde onlarca gül
bunlar hangi tarhın gülleridir bilinir
ama hiçbiri biz değiliz gibi
sınırları sileceğiz gözyaşlarımızla
kan kardeşiyiz ya birbirimizin

II.
çünkü bir neden bulur kalp üzer insanı
insan böyle zamanlarda gülmek ister
çalgılar çalsın ister öpülmeyen dudaklarında
ne yapsam olmaz mucize
savaşlar bitmez en karasından
ben ona sümer’i anlatırım o bana hattuşa’yı
yürümeyi severim sonsuza açılan pencere gibi
o geçer gider usulca yanımdan

çünkü o kıyısız kara parçası deniz görmemiş
pipetiyle kolasını karıştırıyor dalgınlaşırsa
harfler arıyor kendine büyüsün olacak
dünyayı gözlüyor algıları açık
üzülmesin ona bildiklerimi anlatırım
kıyamam koklamak isterim ilenemem
kaçırırım gözlerimi bir kelebeğe
o beni anlamaz çırpınır içinde kelebekler
yağmur olup bahçeme yağar tutar kolumdan sürükler
uzak durmak isterim duramam
bu kadar zorken kendimi yazmak meselesi
o varken açılır güller buradan

Betül Tarıman


Zehrab

dilindeki hançerin öfkesi demlendi
bâb-ı esrarımı dağlayan gülbank sustu

bir akıl sarhoşluğu daha yazıldı zamanın hesabına
iki yeni şey daha öğrendik acı sudan
gövdemizde tarçıni baharla
en yakıcı dokusundan vurulduk kavlimizin

belki hüzündü çatlamayan kabuk
yan yana düşen nevruz olmaktı belki
izmihlâl sandığımız kutlu bekleyiş

ahhh! bu kaçamak yaz telaşı
sürgünle gelen cilveli rüzgâr
şimdi ne söyleyim, ne
kalbimde yüce bir güz dağı kanıyor
aşk ezik ve güman

konuşursam hicran sıfırın altında karlı yas
konuşmasam yenilgi
boğazıma gerilmiş yayın kirişinde hayat:
ömürde vazgeçilmez bengünaz

oysa
zaferin yankısı vazgeçmekle gelirmiş esmer sevgilere
“kazanmak için de bazen, çekip gitmek gerekir”

Fatih Yavuz Çiçek


Nilüfer Vakti

İnsan önce kendisiyle kalıyor
Birileri bir şeyler çekti ayaklarımdan*

Ben beyazlardan masumu sevdim hep nilüfer olanını
Sevdikçe sesli bir kederi sustum içimde anneme benzer
Sevdikçe su kalpli aşklarım oldu göğsümün nikahı yerinde
kendime gittim kendimde kestim şiirgünü pastamı sevdikçe
bir o kadar Necatigil’i sevdim herkesin yerine- Şiirrenk!
Nilüfer demek Necatigil demekti çünkü dar vakitlerde
ince gülüş gamze kesilmeler ki silme nilüfer demekti
demeklerin ılıkses şiiriydim günlerin buğu boşluğunda
her buğu eski bir iniltidir der yaslanırdım hüseyni yanıma
hayatımın zarfına dokunmak mektupan öpmekti içellerimi
içellerim ki hatıralardan damlacıklardı sizden bana
sahi solgun bir gül mü hala uzanıp uzanıp alınan her hatıra
nasıl bir duygu, pardon nasıl bir şiir tozunu almak hatıraların
-Anlamadım, orda kimseler yok mu, odalar uğultu mu!
Geniş zamanlar mı umuyordunuz siz de e-mail yaşamalarda
yoksa tüm beyazları gece mi geçtiniz koşaraktan
anladım, dolunayın biraz biraz yettiği ses taşırmış sizi
imgeniz ecnebi, ters öpülme kiri nilüferiniz
siz şimdi gidersiniz, önceki yüzünüz kalp bir hüzün hikayemde
kalsa kalsa kaçınık bir dize kalır ahhyare benden :
ben gelmekten çok gitmek fiiliyim hala sevmelerde
Kalbim can kırığı, yok yerinde!- – Ben oraya koymuştum, almışlar**

(*),(**) Behçet Necatigil

Hüseyin Alemdar

Parça Tesirli

Mührü kazıdım dağıttım sihri
Bir dildim sende aksanımı yitirdim
Tarif ve tanım hükümsüz artık
Bende kaydın silindi
Gören yaksın her kimse o anı defterini
Bu hayata bir intihar borcum var biliyorum
Yarım kalmış bir yürüyüş oldum hep
Açıyorum yeniden kapının çengelini
Gören hayra yorsun beni

Çok örseledim demek hayatı yordum
Eski bir meselden esinlenmiştim oysa
Karın güneşe mağdurluğu gibi oldu hep
Bir düşe telefim yine
O malum heceye hep-yek geleyim şimdi

Önce söz vardı şimdi yok
Aylardan yağmur olsun istedim takvim ikindi
Belki doğru okuyamadım silikti ayak izleri
Bir keder uyak istedi benden
Aşktan sızmış bir makama
Heder ettim kendimi

Sabıka kaydım sorulmasın ne olur
Ben hep telaş oldum cinnet yazıldım sana
Hepsi bu işte belki bir körün gözleri gibi
Biz seninle iki mutlak kaderiz artık
Kuş dili bir zamana bütünlemeli

Kim demiş ömür kısa külliyen yalan
Varsın keyfe keder bir darbe olsun
Yeter ki doruktayken vurulsun parça tesirli
Bir rüzgâra gömülsün her aşk şiiri

Bir karşı-devrim gibi

A. Hicri İzgören

Aşkın Serinliğinde Boğ Beni

bu şimdi yaz akşamın en tatsız saatidir. güneşkurusu
hiç bir yolcu treninin uğramadığı istasyonhüznü
bu şimdi benim sana yolum bağlıdır
aşkın ırmak sanılan serinliğinde kendine çağlayış

annemin gültadında kanadığı akşamdır. bu şimdi duvaksız
beni toprak yerken yakaladığı yüzündeki telaş
birden dallarından bütün yaprakların boşalması
yağmurdur. sancıdır. üstesinden gelinmez bir başağrısı
bu şimdi kurbağa bacaklı bir yazdır. akşamsız

uzak kurmuşsa yuvasını kalbimize kırlangıçlar mekansızdır
sır olmak. eriyen bulut. çözülen damla
aşkın yüzünden yolunan aydınlık
bu şimdi ellerini çözüp ayrılığa beni vurduğunda kanayandil

annem elleri dağyası yüreği kartalçığlığı
aşkı güzelleştiren telliturna
bu şimdi birden uyanma hali
çalan telefondaki kimliğibelirsizliğe
biberin kızaran ucundaki taddir ilkyaz aşkı
acı kekre ve iliğine kadar ‘samış
bu şimdi ayrılıkönü yakılmış bir sigaranın ilk nefesidir
kentli oğlanların saksılardan kopardığı gülden damlayan kan

yarim sevişmelerden artakalan buğunun yabanıl çıplaklığı
adressiz postalanmış bir zarfta çürüyen pul
bu şimdi akşamın alnıma bir izdüşümü yanıtsız sahipsiz
yazın gizindeki nemin kurutulmuş resmi
bu şimdi gitmek bülbül çıldırtan sabahın sisi
solmuş bir insan yüzüdür ufukta silinen

annem bir filozof benim
aşkı koynunda dürülmüş mendil
gelecekten değil daha çok geçmişten korkan
bir türküdür annem benim
cennetkuşu. süzülmüş kekik
bu şimdi akvaryumda dolaşan bir oğulun
boğulan gülümsemesidir
bu şimdi beni de götür denilmesi gereken yerde
dünyaya çarpan bir hoşçakal çığlığı

sevgili beni yağmurun yüzüne as
beni akşamın çürüğüne sar
beni aşkın yelekcebine koy
beni de götür…

bu şimdi telefon kulübelerine sığmaz
bir konuşmanın son anıdır
bulutlar daha alçaktır turna sürüsünden
ellerimizde büyüyen salkımsaçakdal kırlangıç yuvasıdır
bu şimdi nereye gidiyorsun diyen
bir serçenin canından düşen telek
bu şimdi kıyısında durulan bir derenin
içindeki çağlayanın kırdığı umut
bu şimdi beni yolunun üstüne ser
beni kanat…
beni öldür…
aşkın serinliğinde boğ beni

Bayram Balcı

Yoruldum Yokuşu

Gülerek öleceğim günlere ermek için
mutlu ilan etmek için kalbimi yenibaştan
yenibaştan düşlerimi zamana sunuyorum

Ömrümüzü, fazladan bir günmüş gibi yaşamak
çıplak etin cüretiyle yaşamak sevdiceğim
yaşamak, hangi nehrin tekrara gelmez akışı?

Hangi nehrin akışı teselli eyler bizi
şimdi kimin derdidir kim bilir yağan yağmur
kim bilir bu ölümlü kalbimizin kaçıncı sevişmesi

Kaç zamandır tez dönerim cevapları veriyorum dünyaya
bilmiyorum hangi aşkın şiddeti alıkoymuş aklımı
kalbim, kaç bin cevaplı sualin karşısında
kaç onulmaz yaranın dermanı bende kalmış

Görülmemiş rüyaların şahidiyim nicedir
nicedir yıldızlarla meşgul gözlerim
yeşil suyu süzülmüş yapraklarla bir
daldan düşen gül sesleri geliyor düşlerimden
düşlerimden geliyor ebedi yalnızlığım

Göğe ermiş dalların yalnızlığı var bende
bende gönlünü bilmez bir ermişlik var
bir çocukluk itirazı kalmıştır yüreğimde
ölüme bir güzellik katmamış gözyaşlarım
hiç kimse gözyaşlarımı hak etmemiştir

Hiç kimse gözyaşlarını hak etmemiştir
bundandır düşlerimiz göklerle meşgul
bunun için boynumuzun yağmurda kanaması
boş göllerin mavisiyle övünmemiz bundandır

Orda hüzün saflarını aralayan çocuklar
arşa revan dallarda kuş sesleri ararken
her metalin külüne yer verdik içimizde
görmedik köküne kötülük sinmiş karanfilleri
gecelerin adamıydı günlerin kahramanı
görmedik parmak boğumları kesik avcılar
beton balık heykelleri ararmış denizlerde
denizin parlattığı kibar yerliler
ılgınlar,aylaklar,kemik zıpkınlar
zağarlar,sazdamlar,yağlı tohumlar
ayazda parlayan demir çapaklar
görmedik altın damarları parıldarken şiirin
yeraltı odalarına sinmiş karaltıları

Oysaki hikayemiz baştan belli sevdiğim
yolların yetmezliğinden söz etmemiz bahane
beyhude sürgün halkın aşkını yaşatma gayretimiz
kimbilir kaç bin körün şaşkınlığı var bizde
kimbilir kaç bin sağır sürgünün aymazlığı var artık
kim gecenin adamıdır kim günün kahramanı
öyle aşkın saflarından çekilmiş müminleriz
öyle kendi yüzlerine hasret gitmiş sürgünler

Göçüyor ateşten sözlerle ördüğümüz kuleler
göçüyor yeni yeni kar tutmaya başlamış yollarımız
yollarımız yürünmeye değer mi bilmem artık
artık bilmem bu dünyadan kendi payıma
gülerek öleceğim bir ölüm düşecek mi
mutlu ilan edecek mi kalbimi kardeşlerim
sabahın seherinde puslu bir dağ başında
bir dostun mezarı hazırlanırken!

Hıdır Toraman

Yenik Bir Aşk Öyküsü

(Denizlerin en durgun mevsiminde bir körfezim
ve hala dalgalıdır kıyılarım. Karasularımda bir
yelkenlidir aşk, sarsılır ama batmaz. Ve bir güver-
tedir aşklarım.)

I.

Sen körebesin bütün oyunlarda
ve destanlarda küçük bir göçebesin.

Ben bir beraat takviminde günahkarım.
Kaldırıma yasak düşer, mekruh yaşarım

Bir de bilirim
ne sözlerim ne de dizelerim bengidir
bilirim
saçların rüzgarla kafiye
elerin bu aşka teşnedir.

…Artık uzat elini
uzat ki kendimden sürgün geldim
“şairler anlaşılmaz” dedin
sürgünlerden düşsüz geldim.

Gel düş dilenelim, düşkün sevelim.

II.

İşlemez yalan ve talan aşkların hükmü
Çünkü aslolan gitmek değil, kalmaktır
Çünkü aşk
dinmez bir yağmur
ve yasa dinlemez bir halktır.

Bu yüzden sen de
Aşklarını da saçların gibi geriye sal
ve benimle kal
Çünkü
en acımasız yanıdır tarihin
imge soykırımında bir şiir emekçisinin ölümü.
ve senin hüzünle örtüşen yüzün

Kaldırıp düşler sokağına çıkma yasağını
dinle kalbimin gürültüsünü
-Ne dize gelirim
ne dizesiz bir yere-

III.

gidersen!..
aşk ülkesinden martılar havalanır

kalırsan!..
benim poetik politikalarım adımlanır

gidersen!..
avunmalısın bütün sözlerinle

kalırsan!..
saçlarınla kal
bir de o amansız ve imansız gözlerinle

IV.

Artık yine sessizim
yine asyanın çorak bozkırlarını
andırır gözlerim
ve gebedir
Egenin sulak tarlalarına

Ben bütün mektupları okunmuş bir aşkın
öznesi kalıyorum

Sen tarihin destanlar memesinden
yenilgiler emzir bana

Zafer Ekin Karabay

yusuf ile zeliha

I.
Gözümün açıldığı yerde durdun Yusuf
Zambağa uçurum sesi dilediğim andan geldin

O bensem eğer
İki zümrüt kesiğindeki kıpırtı
Ellerine vurgun elmaların harını
Sevdim de Yusuf yanakalan canımı
Seni kimselere göstermek istemedi içim

Hep ırakta kıldın kendini Yusuf
Bana yalnızca güzelliğinin acısını verdin
Bundandır sana öyküler biçtiğim

Düştüğüm yeri kendime de söylemedim
Kopan zambak yapraklarından ellerim

Bağışlanma dilemeyen Zeliha benim

II.
Dedim ki, güneşe dönen bir çiçeğim
Toprak gibi kabarmakta benim de ellerim
Ve karnım ve göğüslerim ve erguvan tenim
Denizkızı olsam senin çölünde dökülecek sanki
Yok sayılmaktan pul pul kalmış bedenim

Oysa istediğim yalnızca bir ovaydı dolaşmak için
Ve sen, senin ıssızlığın, güzelliğin örtbas ettiği
Kendimi sığdırmak için iyiydi

III.
Bir riyayı açığa çıkarmaktan başka nedir
Elmayla bıçağın sınanmamış ellere ikramı?
Acımı güldürmek için kesmek istedim
Bedenlerinde akmayan kadınları

Çıplak elli kölenin okşayıp sardığı
Bacaklarımdaki hercai lekelerden geçiyor

Bir kuşun ölmeye varmak için çırpınan kanatları

IV.
Öyle çok sustum ki, ismim alnımdan utandı
Kumları anca bir fitne fesatta birleştirip
İsmim sandılar Yusuf,
Çığlığım koskoca bir kaya olup
İçinde artık savrulmayan kumları sakladı
Çölde her taneciğin bir diğerine eş olduğu
O sarı, o sonsuz memlekette
Kaya demledim Yusuf
Ahım, bir aşka yorumlandı

Susmaktan geldim ve şimdi
Babil’in dillerinde hep anılmak için
Atsan üzerimden lanetten örtümü
Açığa çıkacak olan, o Zeliha benim

V.
Bunca ıssız kılmasalardı
Yeknesak kum tepelerinde benliğimi
Konuşmak için
Bir kendimi isteyecektim

Herkes kavmini arar Yusuf
Ben de kardeşlerinin attığı kuyuda
Çınlayan sesi şarkı, dilediğim
Bir kölenin çığlığıydı

VI.
Kimine güneş düşer bu dünyada
Kimine yalnızca güneş tozları

Elbet biliyordum kocamın adının nereye yazıldığını
Lâkin seni görünce elimdeki çizgiler değişti
Zeliha diyorlar bana, yedi soyunun laneti
Kocan, sarayın, başında tacın neyine yetmedi?

Denize karışan akarsu, yitirir nehirden gömleğini
Karşılığı yanlış yerlerde aranmış yeteneksiz bir sevgi

VII.
Aziz cariyelerin peşinden giderken
Kayıtsız ve mağrur susardım, ben ki
Her sevişmenin ardından törenler için geriye kalan

Nene yetmedi Zeliha, nene yetmedi?

Öyle sessizdi ki kalbim
Yusuf’tan bir şarkı işledim
Sonra sonra nakkaşı oldum kendimin
Yaradan akan kan sıcaktı, tanıdıktı
Çaresiz adına Yusuf dedim

Nasıl arzuladım bilemezsin
Laneti bile gümüşten peçeyi
Kocam artık gözkapaklarımda
İki demir, iki sinsi külçeydi

VIII.
İsyanımı dindiremeyen zümrüt
Balığını beslemeyen Nil nehri sözlerin
Dilini bir kere düğümleme de öyle söyle
Bedenime koca mülkü diyen sen misin?

Sana biçtiler yüzümdekini
İsyanımdan döl aldım Yusuf, o mor fettan ışık haresini
Güneşte ekin vermek için, bir senin gözlerini…
Yine de bir canı gövdesinde yeşerten benim
Bedenimi bir başka bene mesken kılmak için

Bahanemsin.

IX.
İşte çarşafta solan ilk kana kadardır
Benim bir kocadaki hükmüm:
Yanım sıra yürü
Peşim sıra düşün.

Aziz,
Yaz günü üzerimde sık örgülü, kalın bir hırka
İnadımdan değil çaresizliğimden
Dolaştım bir ağızdan bir başkasına

Yusuf!
En çok sendeki leke yakışıyordu bana

Çünkü güllerin yazgısı bir seyredilmek değil.
Dünyayı ister gün boyu güller,
Ve bu, köklerini derinden incitir.

Avuçlarımdaki bu ter isteği,
Anımsayamadığım kokuna iliştirdiğim karanfil
Saçlarına vurgun kadehim hâlâ sıcak ve eskil

Köklerim bir sana dolandığı yerden incelir.

X.
Erişilmeyenden korunmak için
Söz kayanın cevherinde kaldı
Başkalarından öğrenmediğim tek tutkuyu
Senin bedeninde söyledim
Yusuf, bedenine söyledim

Oysa sende yaşayan bir canım olmadı hiç benim
Gözlerinde ışıyana soysuz bir perde biçtin
Başkasının kadını dedin bana: Benim değilsin!

Sen parmak izim
Usanıp aynanın kırılganlığından
Ve eni sonu bir eşya olmasından
Güzelliğe cemalinden bakmak istedim

XI.
Su ürkmedi, kırlangıç geçmedi aramızdan
Ama nasıl, nasıl atarım bu kayalık sahili içimden
Söyle denizi kumun içinde nasıl özlemem?

Dileğim, şu an bir göz odanın içinde.
Seninle herhangi şeyler
Bir an gözlerinde benim gölgem

Kalbimin güvercinine bakan cefa
Kanımda günbatımısın sen

XII.
Keşfetmeye çalışırken canın sakladığını
Oyuncaklarını kıran, dağıtan
Niyeti kutsal, ettiği lanetli
Gürültücü bir çocuktum belki de

Yastığımın altına bir gül dikeni alıp yatıyorum Yusuf
Lanetlendiğim günü anmak için yine de.

Özlem Sezer

Düş


Dördüncü resim
Soldan sağa sırayla
Belkıs, General, Esrar, Kaymakam, Vali ve…
Ve den sonraki resim kesilip atılmış.
“Bu resim neden eksik” diyen torun
Nenesine pür dikkat kesildi.
Nene:
“Hiç bir resim tamamlanamamıştır”
Dedi usulca
O an bir iç geçirip
Torunu kucağındayken son uykusuna yattı.
Esrar:
“Neneciğim!” diye fırladı düşünden pencereye
“Sirkeciye kar yağarken pencereden
Senin sokaktan geçtiğini düşlemek güzeldi”

Murat Solgun

Özgürlüğe Doğru

Bırakıyor ardından belalara beni
Tedbirim öldü gövdemin binası geçti

Göğsümde ince gergin çelik bağcık
Tenimi bastıran içerilere

Bağırıyor leylaklarım ağlıyor ağlıyor duvarlar
Çatlayacak gibi susuz düzgün ve biçimli sanatlar

Çocuk yığılıyor kalp kalp üstüne konuyor
Bir baba damarı vuruyor sökülen nabzım

Şimdi batar birkaç nesil azdıran bozgun
Simsiyah aklım ve beyaz bir nokta kalbim

Kader akışı alkışlanıyor her kârım
Nazlı buluş git git kabarıyor dalgalar

Çare yok gür gür bağıracağım yoksa bu sefil
İsyan yüklü gemi zor kayalıklarında gönlün

Harp. Ezilen etim söğülen köpekliğin için değil
Güzel ölçülü zulmetmeden yeterince öldürüşüm

Harp geliyor bir güzel bilendin mi kardeşim
Binlerce cilt tutuyor kılıçların hançerin

I believe in you believe in we believe in
In la ilahe illallah la ilahe illallah

Şimdi halk yüceldin guslet suyun götürmesiyle kuşan
Yüzün kolların ateş yakmaz başın ince ayakların

Dünya bir konak bir konuk ölümsüz hayat içre
Geçildikçe hor öpüldükçe soyunur şehvete

Şehvet ahırı değil yeryüzü
Domuz ahırı değil yer toprak

İki bakışımın arasında bulduğun toprak
Dört köşe duvarlar siyah örtü ve göç sesleri

Kapanıyorum kabul et öyle buyur
Bin açılı örtüye daha sar beni

Bin yıl bin daha
Dursam kapında

Sayısız perdeden bir perdecik kalksın için
Başım yüzüm kızarır haddim olmaz aslında

Sakin ve gövdemin mızraklarını döken bir geliş
Vara gele ancak birkaç ağaç alıyor göğsüm

Sakin ve daha sakin mızraklarım dökülsün daha
Aniden çıkıp havlayan köpekte emanet bugün

Binbir helak ve Allah selamıyla girilen ovada
Bir dağ gibi diz çök kendine ırmak ol tut tut bırak yıldırımları

Sakin daha sakin kımıltı yok bakışında
Bırak toprak altında göl olsun gözyaşın

Bir çeşit isyandın gönül ağlaması ilacın
Destur. Nice uzlet makamından geçersin şimdi

Şimdi çağırıyor o güzel aşka beni yalvarıyor beni
Duruyorum ve çeşit çeşit ölüm omuzumun binileri

Bu ova cennet olmalı sayımızca bir cennet safı
Bu çukur ateş olmalı sayımızca bir cehennem safı

Ya bu yol. Ayağın sahibi gövdeden habersiz yürüdüğü
Gövdenin ayağa merbut ayağa dönük ayak kesildiği

Sen gönlünü yukarıya bil

Bir dağ nasıl söylerse öyle söyle
Bir dağ nasıl inlerse başla öyle

Ey zarif sen de ata yoluna meylettin
Korkarım binbir belaya dayanmaz sıkletin

Cahit Zarifoğlu