Sonsuz Şiir

– sen sonsuz bir şiirsin aslında

I –

mahzun gözlerinde bir sonsuz şiir
bir baksan yanarım dilim lal olur
gözlerin gözlerin bir sonsuz nehir
bir aksan kalbime ihtilal olur

el edişin aşka bir sonsuz şiir
seninle istanbul olur her şehir
bir yürürsün ki ah! ne desin şair
endamın bir suna bir maral olur

rüyan bile yağmur bir sonsuz şiir
pişir gözyaşıyla gönlünü pişir
böyle ağlarsın ya ruhum depreşir
ne sen kalır ne ben bir melal olur

ve gülümseyişin bir sonsuz şiir
yürekler birleşir yer gök birleşir
yalnızlık kederle son kez sevişir
bu gurbet bu hasret bir hayal olur

ellerin duada bir sonsuz şiir
ölüm hayat olur devran değişir
düğün ki ruhuna ruhum erişir
bu yokluk bu dünya bir masal olur

I I-

şarkılar yaralı kırgın şarkılar
iki şehir iki yürek arası
yüreğimde bugün bir gariplik var
kapanmaz bu aşkın şiir yarası

el et de sevdaya başlasın devrim
yoksa bak bu şiir boynunu büker
ben seni seversem sonsuz severim
açar gök kapısın dağlar diz çöker

ne yıllarca yalnız beklemek kolay
ne yılları birbirine eklemek
seni sevmek bana sonsuz bir halay
Allah için senin için bu emek

elbet biter dünya günleri elbet
sonsuzluk senin de kapını vurur
bir aşk için kopar bütün kıyamet
cennet sevda akar cehennem gurur

rüya baştanbaşa sonsuz bir rüya
saçların saçların aşktan bir perçem
o gözlerin nasıl unutulur ya
ey sonsuz şiirim ey minikserçem

Sıtkı Caney

Safirnâme

bunu nasıl yazmalı
nasıl edip yazmalı bunu?
dil yanarken ateşinde yalım yalım
düştü yakamızdan güzalıcı karanfil
mayestro!
dünyadan erkler korosu

sen de mi demekten yoruldu sezar
uzadıkça uzadı akşamlar sabaha
ellerinde dörtnal izi
aynattı hodan çiçeği:
hiç kahraman yok!
hiç kahraman yok!
ne yeni ne eskisi
çitiledikçe bozaran
puslu göğün altında

yitirdik kabilelerimizi
-totemi o içten gül!-
bir nefesti tek bir nefes
donmadan göl
sondan bir önceki

vakterişti, doldu mühlet
hey cânım, heyecânım!
dile geldi dilsiz taş:
ben varım! dedi telli turna
ben varım! dedi “kayayı delen incir”
ben varım! dedi suyu öpen gölgesi söğüdün

çek şafağı kınından
ışığa kes yeryüzünü

bak ufukta şaha kalkan atlar var
görülmemiş rüyalar!
bütün küsülü küller adına
ve hatırasına o narçiçeği sevincin
yak hadi ateş böceklerini içinin
durma yak!

tut ki
sevdiklerin ölmemiş ve kaymamış daha
en parlak yıldızları göğün

gittikçe ağırlaşırken hayat
gittikçe sağırlaşırken dünya
ey olduran ve solduran yakaza!
ey canımıza minnet mihnet!
sana bu şiiri yazdım, sâfi safir
sana bu şiiri, soluk soluğan!
gagasında kuşlar getirecek

Perihan Baykal

Süveydâ

Ne yana baksam hüznün
telaşı…”bende bulutlanmalar”

Her şiir
boşluğa savrulan bir sicim gibi
gül
karanfil
ve zaman
kadar ürkek aynalar
erguvâni sessizliğe bürünürdü
yalnızlığa sürüklenirdi akşam
melankoli ve korkuyla içiçe

Her şey
ölüm kadar çocuksu
her yer
tarz-ı kadîm üzre
tenha
gül, karanfil ve zaman….

Ne yana baksam hüznün
telaşı… “bende bulutlanmalar”

Umman Şahiner

Veda

Gülay’a

ırmaklar incitirse yağmuru
yüreğinden hüznümü sakla-
dığım fânus kırılır… gözbebeklerim/de
biriktirdiğim keder… dudaklarım da
çürüyen -aşk-
sadece kelimelerdir.

Âh… ne yazık ki
gecikmiş bir ömrün -artakalanıyım-
bütün yağmurlara biraz solgun bakarak
aynalarda….

Umman Şahiner

Sungu

1.

en zor günlerimdi
en kor günlerimdi!

yağıp esip serinlettin içimi, delcileyin
kazıp kazıyıp
derinlettin!

inandım
kazaya ve kedere
gölgesine huma kuşunun
devcileyin

işledin beni iliklerime kadar
gümüşledin, gülledin

açtım, bîlaç
mavi somonunla besledin

dili ısrar, ili esrâr
sözün ağzımdan aldı közümü (alsın!)
eğildim
suça değdi saçlarım

susmanın ilminden geçtim
aşkın kadim toprağından
bir hasreti kuşandım da geldim sana
bir kuşluk vakti

sür’gününüm

al, avuçlarımdaki bütün çizgiler senin!

2.

bırak döksün kavını yalan!
a’yan! be’yan!
at tozunu gülün, kostak yürü
u’yansın cihan!

işte hayâlim işte hânem
ziyâsı gökten yere, siyâbend!
gel buyur, otur başköşeye

banayım ateşimi terine, kanayım
derine, hep daha derine
sureti boşver, aslın olsun perdemde

gel fethet beni
bitsin bu fetret!

3.

bir yarayı büyütüyoruz şimdi seninle
(anarak edip’i)
campo dei fiori meydanında yanan kalbim!
karıncalar, kuşlar ve cânım gökyüzü

ah larçin, larçin, larçin
ardına saklanacağım bir ağacım bile yok
(hiç olmadı)

bindim bilinçaltımın atına gidiyorum hey!
rahvan ve rahim rahvan ve rahim rahvan
ve rahim

kurşun sesi ve cıvıltı arasındaki gülâyan fark
aşk!
korusun bizi

inandım rahmetine şafağın
inandım kazaya ve kedere

su gibiyim
şırılçıplak

al, sağıncım senin!

Perihan Baykal

Dünyayı Taşıyor Omuzların

Bir gün gelir, “Tanrım!” diyemezsin artık.
Toptan bir temizlik zamanıdır.
Artık “Sevgilim!” diyemeyeceğin bir gün.
Çünkü boşunalığı kanıtlanmıştır aşkın.
Ve gözlerden yaş akmaz.
…Ve ancak kaba işlere yarar eller.
Ve kuruyup kalır yürek.

Kadınlar boşuna çalarlar kapını, açmazsın.
Tek başınasındır, ışıklar söndürülmüş
ve karanlıkta parlar kocaman gözlerin.
Belli ki acı çekmeyi bilmiyorsundur artık.
Ve hiçbir şey istemiyorsundur dostlarından.

Kimin umurunda yaşlanmak, yaşlılık nedir ki?
dünyayı taşıyor omuzların
ve bir çocuğun elinden daha hafif dünya.
Savaşlar, kıtlıklar evlerde aile kavgaları
hayatın sürüp gittiğini kanıtlıyor
ve kimsenin özgür olamayacağını.
Bu gösteriyi acımasız bulanlar (o yufka yürekliler)
ölmeyi yeğ tutacaklardır.
Bir gün gelir ölüm de işe yaramaz.
Bir gün gelir bir komut olur yaşamak.
Yalnızca yaşamak, hiç kaçış olmadan.

Carlos Drummond de Andrade

Tehlikeli Belki

bir martı en fazla kanadından kırılır
bilsen bu kadar bakmazdın saate

sesimin üstüne tarçın sevmezdim
dökmek dil alışkanlığındı

ışığa bulanmış parmak arası perdelerin
çöl kenarı avuçlarından öpmüyorum bile

beni hep sormadan cevapla en çok da ellerimi
sağdakini biraz daha diğerinden

çünkü her acı üç harfli değil
bunu taşlardan öğrendim, adını da

şimdi ben ıslaksam
dille kapatılmış bir zarf kadar, hepsi o

Didem Gülçin Erdem

Bin Yıl Daha Ülkesiz

Nereye
O uysal saçlarınla nereye, hem sen nereye
Nereye ey gözleri gurbet
Sınadım kendimi bir başka biçimlerle
Her iklimde dondum, her aynada hiç
Yüzünü dön
Yüzünü dön
Can aynam paramparça…

Nereye
O atlarla nereye, hem sen nereye
Nereye hiç dönmeyecekmiş gibi böyle
Ardından kanım akıtır kendini gittiğin yere
Çeviremem önünü kırılmış ellerimle
Yüzünü dön
Yüzünü dön
Düğüm at damarıma…

Gidersen
Bin yıl daha ülkesiz bir çocuk kalır
Yıldızsız, pusulasız, mülteci, kanamalı
Gidersen fırtınada en ince söğüt dalı
O sabah kırılırım toprağıma düşemem
Yüzünü dön
Yüzünü dön
Gülümse baharıma…

Adnan Satıcı

Bugün Aşk Benim

I.

ahh!
yalıncak bir şiir gibi, imgesiz
siz, yalnızlık nedir
-ama gerçekten-
bilir misiniz?

kaç kolon tutar ki saraylarınızı
sağ ve zâlim
sürveyanlarınızı

kiraz ayı, orak ayı, aylandız
bırak kim kazanacaksa kazansın sürümden
kaldı mı bir tonu grinin… bilmediğimiz!

mataramda bir içimlik zülâl
alnımda zül!

bir kalbim, bir de ben
-bir de çiçeği burnunda şu mavi-
yeteriz!

II.

beni leylaklar getirmiş
kuş konağı, kış ortası, bahar!
bilirim kimseye göstermeden ağlamayı

sen sür atını, merhem niyetine
ben çoktan ondum

koynunda sürmene bıçağı
sürdür sen oyununu, ey fettan felek
ben çoktan bozdum

gözyaşı dediğin ne ki
-aynıyla vâki
aynasıyla kör-
başımın
gözümün
sadakası olsun!

III.

“omnes vulnerant, ultima necat”

kapat defterini gözünde seyiren seyirin
düşür tetiği
menzili çoktan aştı aşk
üşüyen bir kuştur şimdi avuçlarında elîm

el verdi sâki: bugün aşk benim!

Perihan Baykal

fotoğrafımdaki mühür

bir ihtilal yalanıyla alıp götürüyorlar sabahı
ihanetin en karanlık yanıyla götürüyorlar
ne gözyaşları içinde bir general
ne tebdil-i kıyafet gezen bir kral var

ırmaklarımızı rüyalarımızdan çekip çıkaran çapulcular
dönüp çingene bir mevsimi çağırıyorlar durmadan
tenimde gün doğarken ayarttığım dudaklar
ayarttığım bulutlar örtüyor beni
örtüyor ödünç aşklarıyla bir adam
yenik bir özürle örtüyor günü
ve karanlık
çirkin yaralarla aralıyor göğsünü

şimdi
gece çeteler kurar öpsem yarimi
öpsem yıldızlar fışkırmaz kuyulardan
öpsem zehirli bir haziran

adressiz kaldığımız içtiğimiz nektardan bellidir artık
bellidir yağmurun farklı yağdığı çapaklarımızdaki kandan
bu yalnayak hayatla iyi bir resimiz onlara
harika bir resim avuçlarımızda ovuşturduğumuz umut
ovalarımız yarıçıplak duruşumuz harika
kilimlerimiz karlı bir ölüm kadar antika
ama korkuyorlar ruhlarımızdan
biraz gözkırpacak olsa bize yapma çiçeklerden bir bahar
bir iktidar
sessizce deviriyorlar
bir kader gibi deviriyorlar kadehlerini
gözyaşlarımızın yamacından

her çılgının her çalgının içinde bir korku
her sözün sonunda bir karakol var
ekmeği fırlatarak veriyorlar bize
ve çiğniyoruz birbirimizi dağları deviren ayaklarımızla
direnen son yanımızla çiğniyoruz ekmeği
ölümlerimiz fırlıyor haberlerden karanlık şenliklerden
çürüyen yerlerimize basa basa dansediyor bir rüzgar
bir rüzgar yağmura baka baka çürüyor
sonra ilikliyor sarsak bir inatla çürüyen elbisemizi
paralarla karışıyor gülüşlerle
kirli bir mavi karışıyor iliklerimize
götürüyorlar iliklerimize kadar
hızla götürüyorlar bizi
kendimizi unutabileceğimiz bir denize

biz
yani o sessiz ırmak
biliriz masa altından gülen bürokratların
her sevişme vakti gümbürdeyen iktidar korkusunu
çamurdan şiirler dökülüyor sabahtan bir kaç damla kan
her yağmurun eşiğinde ayrı bir koku
her annenin yüreğinde ayrı bir idam
sarsıyor bebeklerin çalınmış uykusunu
giderek çıldırarak
unutuyoruz sonra
dalgın bir deniz oluyoruz bir rüya

kimse dönüp bakamıyor ruhuna bakamıyor aynaya
alıp götürüyorlar yıllarca altında kaldığımız gökyüzünü
ne herşeyi unutturacak bir dua
ne apaçık bir iman rüyalarımızı aydınlatan
efsanesi kirlenmiş umutsuzlarız
heybelerimizde çocuklarımız için sakladığımız ne varsa onlar bitiriyorlar
şehirlere düşürüyorlar bizi
onursuz bir iççekişe
mahpuslarda ihanete düşürüyorlar

alıp götürüyorlar bizi kararıyor sabır aşk kararıyor
anne rahmindeki uykumuzu özlüyoruz her ölüm orucunda
her ölüm orucunda yeni bir bahar aranıyor
gelip gelip deliriyor sözcükler
tam dilimin ucunda

dilimin ucunda yeni bir hayat
dışarda olağanüstü güvenlik önlemleri var
ve çocuklar yıkık köprüler gibi diziliyor dünden yarına
sabahı elleyen kim
kim bu görünmeyen canavar
yanan bir deniz oluyoruz yollarda ölüyoruz ardarda
titriyor artık hayata attığımız en ufak çimdik
tıkladığım kapılar buzdan kalabalıklar
titriyor
fotoğrafımdaki mühür kadar

aklımız yanıyor
bindokuzyüzdoksanyedi sonbaharında
fidel castro ölmüş che guevara yaşıyor
yaşıyor dağımıza bırakılan yıldızlar
yaşıyor bizden dağılan ne varsa sokaklara
yaşıyor ölümlerle dansedip ölümsüzleşen kızlar

yine de serinlemez kanımız bize yetmez bu rüzgar
gökyüzünü cebine koyup giden hüseyin
bir daha dönmez

artık bir sonbahar oluruz uçsuz bucaksız
kendimizi buluruz gittiğimiz yerlerde
ve sonsuzluk bir kez daha şifreler öykümüzü
belki yeni bir şafak çıkarır bizden mevsimler
kutsanmış suçlar buluruz kocaman bir aşk
belki de kanla yıkarız
yeniden yüzümüzü

artık çölde cesetsiz bir çarmıh kadar anlamsız
ve çirkin papatyalar gibiyiz her bahçede
artık bize yalnızca gözyaşları çul
yaralar kardeş yokluklar abi
artık hapisten yeni çıkmış şiirleriz türkçede
yeni bir cinnetle çıkıyoruz mağaralardan
çıkıyoruz içimizde kırıklar
yağmurla şımaran günlerden kalma kırıklar
yorgunuz kapanan her kelepçede

ne hayatı alkışlayan çetelerden bir haber
ne de gülümseyen bir şarkı artık kürtçede
artık zenciyiz yağmurdan gömleğimiz
boğuluyor kendine aka aka bir deniz
yağmuru öpe öpe kirpiklerimiz
ölüyoruz halepçede

ölüyoruz bembeyaz olmuyor dünya
metin öldüğünde yağan kar gibi
ölüyoruz ses gelmiyor diyarbekir’den
şeyhmus’u sorar gibi

ölüyoruz çıldırsın şimdi sonbahar
alıp gelsin bütün mavisini darağacından
alıp gelsin yürekli deniz
çiçek açsın gözyaşları yarına
işte şimdi öpücüğü kondurma vakti
alıp alıp hayattan
ölümün en vahşi dudağına

oysa neden sözcüklerden kan sızar
neden hiç bir yürek boğdurulamaz
neden hiç bir aşkı anlamaz hiç bir iktidar
işte dürtüyor geceyi çırılçıplak bir ayaz
bankalarda sessizlik ekiplerde telaş var
iflah olmaz bir yarayla tarıyor saçlarını veznedar
kadınlar geçiyor ötelerden güzel kokular
geçiyor geceden namaz

kendimize doğru kıvrılan yolların yeniden başındayız
tanrı herşeye karışıyor mu gerçekten
karışıyor birbirine binlerce yıldız
karışıyor ortalık aniden bir sağnak olsa
ne zaman boğulsa paralarla biri
karışıyor hesaplarımız

ruhlarımız bulutlanır da birgün
gözyaşı döker çakallarımız bile
çantamızdan yeni bir hayat çıkarır serperiz sokaklara
ve sabah çıkarır aşkların koynundan çıngarını
parlar yüzümüzde Allah yağmur oluruz biraz
günlerle halay çeker başkaldırır çırılçıplak bir ayaz
büyür artık büyüyebildiği kadar cehennem
biz anlatılmaz bir cennet ile yanarız
yalansız
ve
üniformasız

Sıtkı CANEY