Şiirde Göçer

hiçbir yerin yerlisi değilim
benden yollarda söz edilsin
kara trenlerde geçsin adım
uykulu yaylılarda düşüm görülsün
çünkü bir yanım sana gelirken dostum
bir yanım hep bir yerlere gider

hiçbir yerin yerlisi değilim
belki bulutlarla soydaşım
uçuyorum -yağmurumu
acılara yağdırmaya koşuyorum
yakılan şiirlere -bir de sana dostum
yağmurumu yağdırmaya koşuyorum
(şiir yansa bile
ne mavi bir bulut olur
o da yağar acılara)

hiçbir yerin yerlisi değilim
gurbeti olanın sılası olur
ne sılam ne gurbetimsin ey dost
şiirim yerine -karanlık odalarda-
yırtılır kanatılır ya etim -sen
hem şiirim hem etimsin

hiçbir yerin yerlisi değilim
şiirlerden gelip şiirlere gidiyorum
yolum içlenmenin gökkuşağı
benden sana usulca uzanır dostum
bir de ona -onlara uzanır
(gözleri kısıktı -bezgindi
derinleşmişti yüzünün tutuklu çizgileri
saçları yeni yeni uzamış
aklı hep bir yerlere gidiyor -işte
onunla da yoldaşım)

hiçbir yerin yerlisi değilim
hiçbir yerde yok dikili ağacım
işçiyim işliğim yok -bilirsin dostum
tarlasız rençberim -yarıcıyım
(çul germişti sırıkların üstüne
dudakları kurumuş yarılmıştı
yanmıştı yüzü -tarlalarla birlikte sürülmüştü
elleri diken dikendi -bebeleri yalınayak
susuz kuyulardı gözleri -bin yaşındaydı- işte
onunla da bin yıldır çağdaşım)

hiçbir yerin yerlisi değilim
her ozanla bir yerlerden yurttaşım
boncuk boncuk bakarım ahmet telli’yle
ahmet erkan’la akdeniz türküleri söylerim
giritten göçtüm behçet aysan’la
azer’le salih’le akif’le hüseyin’le
ve seninle dostum ve seninle
hep bir yerlerden yurttaşım

hiçbir yerin yerlisi değilim
tanrılar gezdiriyorum kafamda yüreğimde
yaratan benim hiç solmaz güzelliğini
ilkyazı getiren alçakgönüllü çiçeklerin
şiirim tohumdur benim -serperim
sevginin üretken toprağına
çöllerde çorak yazılarda -bilsen dostum
ne güç ne güç yer bulurum ona

hiçbir yerin yerlisi değilim
çünkü her yerin tutkunuyum
yoksa her yerde tutuklu muyum
yok dostum -öyle sansın öyle sananlar
zincir işlemez özgürlüğüme
şiirim kırlarda tarlalarda dolaşır
tek tek öper papatyaları
cömert memelerinden
yıldız sağar gecelerine

hiçbir yerin yerlisi değilim
çünkü her yerde azınlıktayım
her yerde dışardan bir türküyüm
yalnız dostların dinlediği
az duyulur bir türküyüm -göçerim
(şiir de göçer göçebedir
bütün güzel ellerde gezer
ozan hep yalnızlığa göçmen gider
çünkü dostum -ne acı
şiir her yerde azınlıktadır
ozan her yerde yabancı)

Özcan Yalım

94. Sone

kim ki gücü olup da kullanmadan edebilir
dıştan kesin yapacakmış gibi görünür; yapmaz
kim ki başkasını etkiler, kendi taş gibi kalabilir
istifini bozmaz, renk vermez, kışkırtmaya kapılmaz
işte o kişi hakkıyla kullanıyordur tanrısal nimetleri
üstüne yoktur, doğanın servetini tutumlu kullanmada
kendi yüzünün hem gerçek efendisidir o hem sahibi
ötekilerse kahyalık eder güzelliklerine olsa olsa
tek başına yaşayıp ölüyor olsa da yalnızca
yazın gözüne elbette güzel görünür yaz çiçeği
o çiçek gün gelip bir hastalık kapmaya görsün ama
ondan kat kat üstün olacaktır otların en adisi
en tatlı şeyi en acıya döndürüverir konumu
zambak çürüdü mü, ottan beter olur kokusu

William Shakespeare

 

 

Adamotu

herkesin kalbinin söküldüğü bir an vardır
yoksa
olmalıdır
en azından kalbinin söküldüğünü hissettiği bir an
anne çocuk sevgili hayata hep geriden bakan
herkes “yıkılalım da hırsımız geçsin” kadardır

büyüyen büyür büyümeye inanmasa da büyür
anne ölür çocuk ölür sevgili daima büyük ölür
söküldüğü yer kadar kabartır toprağı
biçilmiş ekinler gibi sapı kalır bir sarı kalır

kalırsa benim sarı saçlarım kalır
sevgilim sarıyı sever ağıdına cici giysiler bulur
bir boşluk açılmışsa eğer
herkes bırakacak bir şey mutlaka bulur
sonra kulak verir de bıraktığının düşüşüne hayıflanır

yenmek için değil de yenilmek için yeşeren
otlar vardır acıya göçmüş kadınların gönlünde
bazı ağıtların bazı adamları
ve bazı adamların bazı kadınları vardır
daha başka şeyler de vardır kalp söküldüğünde

kadının örneğin gümüş çerçeveli bir aynası vardır
örnek teşkil etmesi istenmeyen gümüş çerçeveli suçları
aylı bir gecede kadın ağıdını bitirdiğinde
kapıları yalnız cezaya açılanların ülkesinden hızla geçer
ama hızla geçilmelidir
ceylanı vurulmuş olanların kalbinden de

herkes kendini gösterecek bir ip arar
kulağını gösterecek tüylerini gösterecek
kadın usanır kalbine şüphe yazılmasından
karalanmasından kalbinin
öfkesinden ve şehvetle kabarmış haklılığından usanır
“biz cezalandırmasını biliriz, ait değiliz cezaya” diyenlerin

zorbadır akıl yetişemez suça
yetişemez o uzun hayvana
çığlığını yalnızca kalbi sökülmüşlerin duyduğu otlara
önce yeraltına yeraltına uzamak vardır
sonra siyah bir köpeğin boynuna
korkulardan ilaç yapma sanatı verilmiştir çünkü insana

korunaklı değilim katran sürdüm üstüme biraz
bir ayağında kara uçurtma sevgilimin öbüründe yalaz
sanki sokaklara çıkmışım
sanki yeraltından köklerim
sanki saçlarım uzamış
kadınım- ağır korkulara göçecek bende toprak kalmamış

ipi kestim öyleyse köpeği öldürdüm artık yeter
ben ağıdımı bitirdim sizinki uzun sürer

Mehmet Can Doğan

Federico Garcia Lorca İçin Ode

Korkudan ağlasaydım ıssız bir evde tek başıma
Gözlerimi söküp aç hayvanlar gibi kemirseydim
Seninçin yapardım onu, portakal ağaçlarının yasını duyuran

Yiğit türküsü için şiirinin

Seninçin hastaneleri maviye boyuyorlar
Okullar ve deniz kıyısı kentleri büyüyor senin için
Seninçin yaralı melekler tüylerle kuşanıyorlar
Gelinlik balıkların pul pul giysileri senin için

Uçuyor deniz kestaneleri göklere doğru
Seninçin dikimevleri kara zarlarıyla
Kaşık ve kanla dolduruyorlar
Yitik kurtelaları yutup öpüşlerle intihar ediyorlar
Ve beyazlar giyiniyorlar

Şeftali sarısına bürünüp uçtuğun zaman
Güldüğün zaman fırtınalı pirinç tarlalarının gülüşüyle
Türkü söylemek için dişleri, şahdamarları
Boğazı ve parmakları yerinden oynatırsın
Ah o güzelliğin için ölebilirim
Ölebilirim kırmızı göllerin kıyısında
Ki orada güz ortasında sen yaşamıştın
Yere yıkılmış bir kısrakla
Kan lekeli bir tanrıyla

Mezarlıklarda ölebilirim
Ki onlar akarlar külden nehirler gibi
Sular ve gömütlerle
Geceleri suya batmış çanlar arasında
Nehirler kışlalar gibi doludur
Hasta askerlerle ölüme doğru akan nehirler
Mermer sayılar, çürük taçlar ve cenaze yağlarıyla

Ölebilirim seni görmek için
Geceleri sellere kapılmış haçları seyreden
Ayakta ve ağlayan seni
Nehrin kıyısında ağlıyorsun
Bırakılmış ve yaralısın
Ağlamayı ağlarsın gözlerin dopdolu
Yaşlarla, yaşlarla, yaşlarla

Geceleri bırakılmış ve yalnız
Kara bir huniyle
Gölge, duman ve unutulmuşluk yığarsam
Trenlere ve gemilere
Kemirilmiş küller yığarsam
Seni sütüyle emziren ağaçlar için yapardım
Topladığın altın suların kuş yuvaları için
Kemiklerine dolanmış şarap için yapardım
O şarap ki sana gecelerin gizemini söyler

Islak soğan kokan kentler
Seni bekler
Usulca türkü söyleyip geçmen için
Saçlarına yuva kurar yeşil kırlangıçlar
Spermaların sessiz gemileri seni izler
Sümüklüböcekler, haftalar
Bükülmüş yelken direkleri, vişneler
Solgun yüzün onbeş gözüyle birden görününce
Ağzın kana bulanınca

Resmî daireleri islerle doldurursam
Ağlayarak kırıp parçalarsam saatleri
Sadece seni görmek için yapardım
Evine yazın gelişini çürümüş dudaklarla
Ölümcül giysilerle gelişini birçoklarının
Yaslı görkem bölgelerinin gelişini
Ölü sapanların ve gelinciklerin
Gömüt kazıcılarının ve atlıların
Gezegenlerin ve kanlı haritaların
Küllerle kaplı dalgıçların
Uzun bıçaklarla delik deşik
Bâkireleri sürükleyen maskelileri
Kökler gelir, damarlar, hastaneler
Kuyular ve karıncalar
Örümcekler arasında ölmüş
Bir subayı taşıyan yatakta geceler gelir
İğrenmenin gülleri gelir ve iğneler
Sarışın bir gemi
Rüzgârlı bir gün gelir çocuklarla
Ben gelirim sonra Norah ve Oliviero
Vicente Alexandre ve Delia gelir
Maruca, Malva Marina, Maria Luisa ve Larco
La Rubia, Raphael Ugarte
Cotapos gelir, Rafael Alberti
Carlos, Bebe, Manolo Altolaguirre
Molinarı
Rozales gelir, Concha Mendez
Ve adını unuttuğum ötekiler

Bırak da seni süsleyeyim bir taçla
Sen, sağlığın ve gelinciklerin çocukluğu
Sen saf gençlik, özgür kara bir ışık gibi saf
Söz aramızda Federico
Şimdi kimseler kalmadı kayalar arasında
Bırak da basit olsun sözlerimiz
Sen ve ben gibi basit
Şiir neye yarar çiyler için yazılmazsa
Bu gece için yazılmazsa neye yarar
Ya da korkunç acılarla kıvrandığımız günler için
Bu günbatımı için yazılmazsa
Şurda hızla atan yüreğiyle
Kendini ölüme hazırlayan
Şu yaşlı adamın durduğu

Yıkık köşebaşı için yazılmazsa neye yarar?
Ama geceler var, Federico
Geceler yıldızlarla doludur
Bir nehrin üstündedir yıldızlar
Yoksul halkın üstüste yattığı
Evler gibidir tıpkı
Camlarında kurdelalar sallanan

Birileri öldü belki
Kimi işini yitirdi dairelerde
Hastanelerde, asansörlerde
Maden ocaklarında
İnsanoğlu acı çeker de
Her yerde bir amaç gizli, ağlamalar heryerde

Yıldızlar sonu olmayan bir nehirde
Camlarda ağlamalar vardır
Gözyaşları kapı eşiklerini eskitir
Odalar sırılsıklam olur gözyaşlarından
Dalgalar gibi gelir vurur kilimlere

Federico
Dünyayı gördün sen, sokakları gördün
Acı sirkeden tattın
Ayrılıkları gördün tren istasyonlarında
Trenler ki dumandan tekerlekleriyle
Yol alır
Sadece taşların, rayların ve ayrılıkların
Olduğu yere

Heryerde sorular soruluyor
Heryerde
Bir kör adam var üstü başı kanla kaplı
Bir başkası var ki gazapla bilenmiş
Yüreksizin biri var
Ezilmiş yoksulun biri var
Çivilerle kaplı bir ağaç var
Haydutlar var sırtında övgüler taşıyan

Yaşam bu, Federico
Hepsi bu kadar
Erkeğin erkekçe sunacağı
Hüznün arkadaşlığından başka ne var?
Şimdiye dek çok şey öğrendin
Başkaları da sırası gelince öğrenecekler
Yani öğrenmek isteyecek olanlar.

Pablo Neruda

Harfler ve Kibrit

aşkları da yaktım, yalnızlığı da
dumanına gel dedim, ateşine git
sözlerin külü kaldı elimde
bir de gül, bir kibrit

kimbilir hangisiydi yanmadı
eskidendi o süslü intiharlar
hilmi! gel akşama hüzün var
bir de gül, bir kibrit

durup da saysam da çoğu da bir’dir
şiirler da, da, da şenlik ateşleridir
dizelerden yanık kokusu gelir
bir de harf, bir kibrit

Hilmi Yavuz

Hint Edebiyatından Dizeler

kader kısa kesse bile iyi insanın sevgisini
o sevginin izleri sürer gider insanlarda
bir canın titreşimleri gibi

(Ravigupta)

kötülere hiçbir iş için başvurmamak
borç istememek kıt kanaat geçinen dosttan
tatlı dilli, dürüst, iyi huylu olmak
ölüm döşeğinde bile elden bırakmamak mertliği
yılmamak en büyük talihsizlikler karşısında
büyük adamların izinden yürümek
bu kurallar keskin kılıç gibi yamandır ama
iyilere bunların hiçbirini öğretmek gerekmez

(Darmakirti)

görevini yerine getirmeyen öğretmen
cahilliğine rağmen konuşup duran softa
ahalisi boşuna yardım uman hükümdar
kocasının başının etini yiyen kadın
kent eğlentilerini kurup duran sığırtmaç
dağların koruların düşüne dalan berber
bunların altısı da fırtınalı denizde
batan cılız bir tekne gibi öldürücüdür

(Rajasekhara)

dünya benim olsa da, sırf ben hüküm sürsem de
koskoca yeryüzünde tek bir kentim var benim
bir tanecik kentimde benim tek bir evim var
şu evimin içinde bir taneciktir odam
odamın içinde de topu topu bir yatak
ve yatağın üstünde biricik karım uyur
saltanatımın nuru, neşesi, güzelliği

(Daksa)

sabır, zırhtan güçlüdür, korur varlığımızı
düşman arama sakın yüreğin öfkeliyse
dostun varsa gerekmez tehlikeye panzehir
eşin ısıtır seni ocağın yanmasa da
yılan bile ısırmaz iftira kadar kötü
aklın ve bilgin varsa zenginlik nene gerek
alçakgönüllülerin gözünde bir hiçtir süs
şiir, ilham perimiz, olmaz olsun saltanat

(Bavabuti)

Çevirmen: Talat S. Halman
Sanskrit

Sevgili Dost!

Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?

Sevgili Dost,
İnsan deyince aklıma, Kur’an’ın kalbi “Yasin” geliyor.”Yasin” yani “Ey İnsan!”

Önceki gün her taşına üzüntünün ve acının sindiği bir evdeydik.”Yasin” okudum. Oğlunu kaybeden anne, kocasını kaybeden gelin, babasını kaybeden çocuklar ve ağabeyini kaybeden dostum dinliyorlardı beni. Ben taziyeye gelmiştim;ama otuz dört yaşında arkasında dört çocuk bırakarak ahirete göç eden birinin yakınları için söylenebilecek her sözün, eksik ve yetersiz olduğunu bildiğimden, önce sustum,sonra “Yasin” okudum. “Yasin” yani “Ey İnsan”

“Şüphesiz ölüleri biz diriltiriz. Önden gönderdikleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık bir kitap olan Levhi Mahfuz’da sayıp yazmışızdır.”(Yasin,12) ayetini okurken Zeyd Bin Sabit’in, Enes Bin Malik’e söylediği şu sözü hatırladım:

“Ey Enes bilmez misin adımlar yazılıyor!”

Montaigne,”Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim” diyerek, insanın istese de gecikemeyeceği en önemli randevusunu hatırlatıyor. Bunun üzerine ajandalarımızı karıştırıp, böyle bir randevumuz olup olmadığına bakıyoruz: Hayır, böyle bir randevu gözükmüyor. Eliot gibi, ölümün ne kadar çok kurbanı olduğunu çok az hatırlıyor ve çok çabuk unutuyoruz:

“Bir kış sabahının kirli sisi altında Londra Köprüsünden bir kalabalık seli aktıÖlümün bu kadar çok kurbanı olduğunu düşünmemiştim.”

Hz.Ömer her sabah kapısına vurup:

“Ölüm var ey Ömer!” demesi için adam tutuyor.

Bize “Kelepir daire var!” diyen emlakçılar nasıl hatırlatacak ölümü. Türümüzün en önemli özelliklerinden olan “hafıza” devre dışı kalmaktan,sadece dostların telefonlarını ezberinde tutmaktan ne zaman kurtulacak?

Sevgili Dost,

Öldükten sonra hatırlayacak mısın beni? Neler hatırlatacak ve nasıl hatırlayacaksın? Bir yıl sonra aklına gelecek miyim? Ya beş yıl sonra?

Montana’nın Choteau Kasabası yerlilerinden 75 yaşındaki Billy Miller, on yıldır her sabah 11’de şehre iner, atını hep aynı yere bağlar, bütün gününü arkadaşlarıyla geçirdikten sonra, güneş batarken evine dönermiş. Günün birinde adamcağız ölmüş, atı da çiftlik arazisinde serbest bırakılmış. Miller’in ölümünün ertesi günü saat 11’e doğru atın şehrin yolunu tuttuğu görülmüş. Saat tam 11’de her zaman bağlandığı yere gelen at, bütün gün orada beklemiş ve gün batarken de çiftliğe geri dönmüş. At, bu günlük programını ölünceye kadar tekrarlamış.

Ah vefa!
İnsan türünün en önemli özelliklerinden biriydin sen. Acaba türümüzün başka hangi özelliklerini kaybettik, acaba hangi özelliklerini taşıyoruz; bir at daha göndersen.

Bu sabah kuş sesleriyle uyanıyorum.

Acaba “İnsan” denince hatırlanıyor muyuz?

A.Ali Ural / Posta Kutusundaki Mızıka

belli bir yaşa gelenlere

sakarlığından utanmayanlar sevimlidir
sakarlığının farkında olmayanlar daha sevimli

edebin dışına çıkabilen bir beyefendinin cesareti

cesur olmak edebin dışına çıkmak için mazeretidir
ya da yerine göz diktiği kaba saba birinin etkisi
aklı olan yaşar ve parası olan bilirsin

aklın kendince tedbirleri var
çok satan bir felsefe kitabından öğrenmişsin
gemiyi açık denizde tamir etme çaresizliğine
çılgınlık mı yoksa komiklik mi dendiği
çok önemli değil önemli mi

sevişmenin nasıl başladığı önemli mi
bazen kendini naza çekmen gerektiğini
kendini bazen zora koşman gerektiğini öğrenmişsin

başladık bir heves (sakarca öpüştük)
şimdi küsüp barışmadan utanıp sıkılmadan
ayrılmaya ne dersin

Necmi Zeka

İstanbul

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmezsen.

Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin

Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.

Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğin vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Yavuz Bülent Bakiler

“ankara iç savaşında üç hainin portresi”

“ne de şiddetlidir nehre kavuşmak
balta girmemiş yangın için
onu karşılaması
karı bekleyen soğumuş toprak gibi
ve iki yoldaş olarak sönerler”

“tanrım!
perdeleri çektim
yani emirlerinizi beklerim”

“sonra
EY UÇURUM
SANA HEP DÜŞMEK İSTİYORUZ diyerek
korkuyu
o tarihsel dindarlığı
değdirdik yüzümüze”

“iyi bir kurguya sahipse hayat
şiirseldir ve bitirilir”

ahmethan yılmaz