Tesirsiz Parçalar 19-25..

19.
Kararlı ol olur mu? Ve bundan sonra söyleyeceğim hiçbir şeye kulak asma. Hatta dinleme bile beni. Ben şimdi şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırırım, görmezden gel. Bir kez daha konuşmak isterim, konuşma. Son kez derim, inanma.. Asla son olmaz. Son konuşma yapılamayan konuşmadır sadece iyi biliyorum. Biliyorum ama bilmiyormuş gibi davranmayı sürdürürüm bir süre. Sorular sorarım sana, cevap verme. Tutamayacağımı adım gibi bildiğim sözleri peş peşe sıralarım. Kızarım, ağlarım, yumuşarım sonra. Önceleri yalvarırım, olmazsa tehditler savurmaya başlarım. Kaybetmek üzere olan bir adamın can havliyle sergileyeceği bütün numaraları tek tek denerim ben şimdi. Kanma. Şu an değil belki ama ilerde hak vereceğim sana. Doğru olanı yaptı diyeceğim, olması geren buydu. O an ne zaman gelir bilmiyorum, ama o zamana kadar söylediğim hiçbir şeye aldırma..

20.
Aniden olup biten şeylerle başa çıkmak sanıldığından daha kolay aslında. Hiç istemediğin, hazır olmadığın hatta asla kabul edemeyeceğini düşündüğün herhangi bir durumla birdenbire karşılaşınca dengen bozuluyor haliyle. Ama bir süre sonra direnç göstermeye başlıyorsun. Eğer ne olursa olsun kabul edemeyeceğin bir şeyse başına gelen ve direnecek gücün yoksa bile kabullenmemek, delirmek hatta kendini öldürmek gibi seçeneklerin her zaman var. Ve reddetmek, delirmek ya da ölüm kaybederken kazanmak anlamına bile gelebilir belki. Hiçbir durumda mağlup olmazsın. Ya üstesinden gelirsin başına gelen şeyin ya da çekip gider, reddeder, farklı bir bilinç durumuna bürünürsün ( farklı bilinç durumu demek delilik demekten daha sevimli mi ne?) Ama o şey birdenbire ortaya çıkmadıysa, aniden üstüne atılmadıysa, yavaş yavaş sızdıysa hayatına hatta neredeyse tatlılıkla sokulduysa.. ‘sabırlı bir yılan gibi büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işlediyse, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; dirençli ve sabırlı, incecik, ruhunun kuytularını, yalnızlığından aldığın keyfi, tavandaki çatlakları, kitaplığındaki son boşlukları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklarını ele geçirip lavabodaki musluktan damlayan suyun içine girdiyse’.. Farkettiğin an reddetmek ya da delirmek ya da ölmek için çok geçtir artık. Reddedemezsin; çünkü varoluşun dahil her şeyini onunla tanımlamışsındır farkında olmadan.. Deliremezsin; deliren bir deli aslında akıllanmış olur ve böyle biri iyiliği hakedecek kadar iyi şeyler yapmadığın kesin.. Ve ölemezsin, çünkü içine sızdığı her şeye bıraktığı korkaklık afyonu bütün hücrelerine işlemiştir. Çaresizce kabullenmekten başka seçeneğin kalmaz. Mağlup olmuşsundur. Başka türlü bir oyun başlar artık ve kendi hayatını tatsız bir film gibi izlersin..

21.
Oysa bütün istediğin kıpırtısız bir hayattı. Sakin, dingin, hareketsiz. Mutlu olmaktan çoktan vazgeçmiştin, istediğin tek şey huzurdu. Huzurun yolu da mutlak eylemsizlikten geçiyordu. Ama ne zaman, ne eşya, ne de o izin verdi buna. Her şeyin tabi olduğu değişim yasalarından hayatını kurtaramadın. Alışkanlıklarını korumak pahasına direndiğini zannettiğin değişim yavaş yavaş sana ve eşyaya gününü ve gücünü gösterdi. Ne büyük ideallerin vardı ne kahramanlık hayallerin. Basit bir hayat, basit insanlar, zamanın ağır aktığı Safranbolu gibi bir yer ve ölürken bile kimsenin düzenini bozmayacak kadar farkedilmeyecek bir yaşam.. Kurduğun hayallerin bile tek bir ortak noktası vardı. Basit, sıradan, sakin bir hayat.. Buna benzer bir şey kurduğunu zannetmiştin bir süre ama her sıradan insanın başına gelen senin de başına geldi. Kendi ellerinle kurduğun düzen başka eller tarafından yıkıldı. Birdenbire olsaydı bu, bir yolunu bulur başederdin, baktın olmadı kaçar giderdin. Ama yavaş yavaş oldu her şey. Usulca sokulurken hayatına, öyle güzel becerdi ki kendisini yadırgatmamayı, masanın üzerindeki biblonun yerini değiştirmek için bile aylarca doğru anı bekleyen sen hiçbir tuhaflık sezmeden yavaş yavaş aldın onu hayatına. Her gün bir adım attı. Sezmişti belki sendeki ürkekliği, hiç gürültü yapmadı. Öyle bir an geldiki sonra, sanki o, zamanın başlangıcından beri seninleydi. Ruhun bedene girmeden önce onunla beraberdi sanki, öyle hissetmeye başlamıştın. Alışkanlıklarının bozulmasına izin vermeyecekmiş gibi davranıyordu, kanda yavaş yavaş yayılan morfin gibi dağıldı tüm hücrelerine.. Ve her şeyin farkına vardığında artık çok geçti.. Birdenbire olsaydı keşke.. Keşke aniden karşına çıksaydı. Reddedebilir, kaçabilir, yokmuş gibi davranabilirdin o zaman belki. Olmadı. Yavaş yavaş girdi hayatına, ve sen durumu farkettiğinde hayatın artık sana ait değildi..

22.
Büyüdükçe bir şeyi şaşkınlıkla farkettim. Diğerleri hakkında çocuk aklımla vardığım yargı doğruymuş. Büyüklerin dünyası gerçekten çok sıkıcı ve üzüntüden başka hiçbir vaatleri de yok. Ve bu durumla baş edebilmemi sağlayan, tam olarak onlardan biri olamasam bile içlerinde, kıyıda köşede bir yerlerde çıldırmadan yaşayabilmemi sağlayan yegane dostlarım hala kitaplarım. İyi kötü ayrımı yapmadan sahip olduğum ve okuduğum bütün kitaplarla yaşamım boyunca hep gurur duydum. Ama bazı kitaplar, daha doğrusu benim o kitaplarda bulduklarım diğerlerinin hep bir kaç adım ötesindeydi. Ve zamanla okuduğum kitaplarla içinde bulunduğum ruh hali arasında simetrik bir uyum ortaya çıktı. Bugün de oynamayı sürdürdüğüm keyifli bir oyun keşfetmiş oldum böylece.. Hala canım çok sıkkınsa Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı okurum. Holden ile birlikte masumiyetin kayboluşunu ve bunun insanı delirten trajedisini yaşarım. Çok öfkeli olduğum zamanlar George Perec okurum. Dehası ve okuyan herkesin sinirini bozacak ukalalığı onunla birlikte bütün dünyaya meydan okuyormuşum gibi bir hisse sürükler beni. Kendimi çok yalnız hissettiğimde Tutunamayanları okurum. Selim’ in herkesin gözünün içine yalvararak bakıp “canım insanlar” demesi ama hiç kimsenin durup onu anlamaya çalışacak kadar vaktinin olmaması ruhumda bir yerlerin çivisini söker. Aşık olduğum zamanlar Marcel Proust okurum. Dev eseri Kayıp Zamanın İzinde etrafımızda gördüğümüz her şeyin, her ayrıntının edebiyatta ve yaşantımızda bir değeri olduğunu ve bütün güzelliklerin de ayrıntıların arkasına saklandığını anlatır bana. Hiçbir şey hissetmediğim zamanlarda da Ahmet Hamdi okurum. Huzur ya da Saatleri Ayarlama Enstütüsü benim için zamanın durduğu ve onlar elimde olduğu sürece hiç akmayacağı kutsal birer objeye dönüşür..

23.
Hayatın boyunca hep çok konuştuğundan yakınılan sen, farkettin ki o güne kadar hep konuşmuş, fakat hiç anlatmamıştın. Hayatla ve insanlarla arana çektiğin çizginin diğer tarafından konuşmuş, söyleyeceklerini anlamaya bile çalışmayacaklarından emin olduğun için, içte içe onlarla dalga geçip canının istediği gibi davranmayı alışkanlık haline getirmiştin. Nasıl da canını yakıyordu bu halin. Oysa o kadar çok ihtiyaç duydun ki onlara, umurlarında olmadığını anlamak başlarda çılgına çevirmişti seni. Sonraları bu acıyı onlarla dalga geçerek ortadan kaldırdığını zannetmiştin. Ama kalkmamış. Bak görüyor musun? Bir taraftan kanayıp bir taraftan anlatıyorsun. Sanki karşında sadece o değil, hayatın boyunca seni anlamaya çalışmamış herkes var. Hayatının kuytularında kalan ve kimselerin bilmediği his ve yaşantılarını birer birer bütün çıplaklığıyla dökerken ortaya; ağır bir günahın vebalini tek başına taşıyamayan birinin çaresizlik içinde diz çöktüğü rahibin karşısında, hiçbir şey saklamadan beynini kemiren her şeyi teker teker sıralarken yaşadıklarını anımsatan bir sahne yaşanıyor..

24.
ben ki senin için çok cumalar kaçırdım
uğruna bozduğum abdestleri değme sular aldıramaz !
ensenin bitip saçlarının başladığı yer
ilelebet yurt olur diyordum ya ruhuma
o ruh iflah olmaz bundan sonra
ve bil ki artık
gülümseyerek başını okşamadan geçtiğim
her bebeğin vebali boynuna..

25.
Yanılmıştık. Ve bunu fark ettiğimizde şunu da çok iyi biliyorduk. Açığa çıkan bir yanılgı daha fazla görmezden gelinemezdi. Geriye tek bir şey kalmıştı; bitirici darbeyi kimin indireceği. Ben o kadar cesur değildim, çayla oyaladım kendimi bir müddet. Sen ise yalan da olsa kurulu bir düzeni yıkmaktan imtina ediyordun. Belki de yeni bir hayata başlamak için şarj ediyordun kendini gizli gizli kim bilir? Ben mütemadiyen çay demledim, sen ojelerinle meşgul oldun. Derken birgün kaçınılmaz olan gerçekleşti. Yüzüme bile bakmadan mırıldanır gibi açık pembe ojenin yakışıp yakışmadığını sordun. Ben de açık pembe ojeden nefret ettiğimi söyledim. İkimiz de o an fark etmiştik bunun son konuşma olduğunu. Sonra sen usulca kalkıp eşyalarını topladın ben de çayın altını kapattım. Sonra başka ufak tefek şeyler de girdi tabi araya ama artık her şey teferruattı..

(Severdim aslında açık pembe ojeyi. Ve sen daha dış kapıyı kapatır kapatmaz tırnağınla etinin arasındaki imkansız incelikte çizgiyi özlemeye başlamıştım bile. Ama artık bunun bir önemi yok. Yanılmıştık. Ve hiçbir yanılgı sonsuza kadar görmezden gelinemezdi.)

Ali Lidar

bekleyen Tesirsiz Parçalar 19-25..

Bu Vakitsiz Giden Yaz

Bu vakitsiz giden yaz, erken inen akşamla,
Kapanmış pancurlara dayıyarak başını,
Dinle solgun bahçenin kalbe anlattığını,
Ağacın yaprak yaprak, havuzun damla damla.

Kuşlar sanki yaralı, benzin sararmış gamla,
Duymak güneşin, rengin bizi bıraktığını,
Günler günü vefasız leyleklerin akını.
-Ah uzak palmiyeler… Kaçmak, seninle, yazla.

Çardak altları bitti, bitti üzümün tadı,
Artık ihtiyar çamlar, selviler saltanatı,
İşte bir kere daha haraboldu bahçeler.

Ürperen vücudunu yavaşça koluma ver.
Gözlerinde okunan bütün hüznü eylülün,
Karanlıktan, geceden, ölümden korkan gönlün.

Ziya Osman Saba

 

ziya-osman-saba-siiri-683x1024 Bu Vakitsiz Giden Yaz

Bir Oda Bir Saat Sesi

Bir oda, içinde bir saat sesi
Hayatın sırtımdan giden pençesi,
Ve beni maziye götüren bir el,
Eski günlerimiz, sessiz ve güzel…
Bulduğum kayıplar, her günkü yerin,
İşte konsol, ayna, köşe minderin,
Seccaden, tesbihin, namaz başörtün.
Bir şey değişmemiş, sanki daha dün.
Yine ortancalar altı camının,
Dışarda sükûnu yaz akşamının,
Bahçemiz sulanmış, ıslak her çiçek.
Kapı çalınacak, babam gelecek…

Ziya Osman Saba

20251121_0129403750124313318727350 Bir Oda Bir Saat Sesi

Nasıl Anmazsın

Nasıl anmazsın o çocukluk günlerini!
Dalda bülbülü vardı, gökte beyaz bulutu.
Annem vardı, babam vardı.
Bahçemizde, ılık, uzayan günlerdi yaz,
Bir beyaz âlemdi kış.
Başkaydı günesi, böyle değildi ayı.
Artık istemiyorum yaşamayı!
Bir gün ver bana Tanrım,
Ta çocukluğumdan kalmış…

Ziya Osman Saba

 

bir-gun-ver-bana-tanrim Nasıl Anmazsın

Su

Kalbinden kalbime akan bir sesti
Akşam gölgesinde çağlayan o su…
Sesini en tatlı yerinde kesti
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su.

O su, bir sır gibi mırıldanırdı;
Göğsünde bir sarı ay yıkanırdı;
Bizi Leyla ile Mecnun sanırdı
Gamlı yolumuzda ağlayan o su…

Sessiz ruhumuzu o bestelerdi,
Bize “Unutalım dünyayı” derdi…
Bir aldı sonunda verdi bin derdi,
Bizi bizden fazla anlayan o su.

Şimdi ne akşam var, ne ses ne dere;
Yolumuz ayrıldı başka ellere;
Benzetti bizi bir kırık mermere
Ruha zehir gibi damlayan o su.

Kalbinden kalbime akan bir sesti
Akşam gölgesinde çağlıyan o su;
Sesini en tatlı yerinde kesti,
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su.

Şükufe Nihal Başar

sukufe-nihal-siiri Su

Oda Numarası 5.0.5.

Aklımın kıta sahanlığında en büyük acı vedasız gidişinden ibaret,
otuzbir kez acı çekiyorum,
yanlış anlaşılmasın ruhumu rahatlatıyorum vesselam.
Gözlerimin önünde uzun metraj anılar full hd kader ekranında
çerez niyetine tırnaklarımı yiyorum
mutlak ama bana muğlak bir sonu beklerken son nefeste.
Azrail kapı komşum,
arada bir yoklar bir fin’can nefes niyetine.
Nabız sıfır,rakım eksi üç,
”Aman doktor canım doktor”
yetişme,
nasılsa keyfim yerinde yerin dibinde.
Mezarımdan çıkmak için
yer kabuğunu soymaya niyetleniyorum tırnaklarımla,
gök gürlüyor aniden,
bir hassiktir çekiyorum sessizce,derinden
çaktırmıyorum,korkuyorum!
Ne kadar da cahilim!
Şimdi anlıyorum vitamini kabuğundaymış oysa dünyanın.

Halbuki kanım deli çağlardı bir zamanlar,
şimdi omuzlarımda günahlarım ve sevaplarıma özel salıncaklar.
Gıcırtısı kulaklarımda,
bir şey değil,yıkıldı yıkılacak
onca sevaba yazık olacak!
Burnumda asfalt kokusu,genzim ateş alıyor,
damarlarım karmakarışık,bir mühendislik felaketi dolaşım sistemim
ve çarpık kentleşme var vücudumda;
kalbim aklımla yer değiştirmiş!
Laf aramızda beynim başarısız
zoraki seçilmiş belediye başkanı.
Ve bu seneki seçim sloganı
“En iyisi onu unutmalı”…
-ama bu sefer yemezler!-

Sen gittin ya
ben bundan sonra utanıp sıkılmadan
gıyabında aşık olurum.
Zaten ben en güzel gıyabında aşık olurum,
sevabına severim seni,
nasılsa karşılıksız aşk bu.
Beceriksiz bir kalpazan kalbim
ne zaman aşık olsa birine,
apar topar götürüyorlar yine
yirmi dört kemikli hücresine!
Sevgilim;
505 no’lu otel odasındayım,
saat 5.05 ve iki ünite kan veriyorum
yeni ciflenmiş banyo küvetine,
kulaklarımda acil durum sirenleri.
Oysa ben seni hep S.O.S.* tadında sevdim,
hep nefes nefese…

*Sensiz Olmuyor Sevgili.

Oğuz Bal

oguz-bal-siirleri Oda Numarası 5.0.5.

Can Havli

Sonra sessizlik geldi candan çekilen canın acısı
Eti taşıyan her bedenden bulaşan
–dünya burda henüz büyük bir yerdir
Kıskançlığım için fazladır geniştir
Ne kadar büyüsem her yeri kaplayamam
Bir tetiğe bassam
Var üşüyenleri bir ısıtan –sen olma o- olmasan-
Her balığın bir tanrısı var –biri çekecektir ağdan
Bir iğne geçtiğinde damağa
Biri çektiğinde sudan
Biri yanındakine hafifçe dönüp
-üşüyor musun
Dediğinde
Başlayan
Büyük av mevsimi başladığında
Hızlanan kanın akışıdır
Tuzak çukurlardan çektiğimdir kendimi
Ustalıkla izledin ve yaklaştın
Bitti
dedikleri zaman
Biri “Son” diye bağırdığında bir film koptuğunda
Bir kazma toprağa ilk vurduğunda
-ölüyü gömecekler Mehmet
Her ölü gömülecektir
Terminallerden otobüsler kalkıyor saat başları
Saatleri vursunlar mı
Objektife bakıyoruz beraber -tiktak
Yalnız yalnız koyuyor paketlere biz birer fidanı
Biz sadece güzel olanı
Biz ağzımızdan çıkanı
Füturla ismimiz içinde kımıldamadan
Durabildiğimiz için dik
Her birimiz
Ters yöne gittiğinde
Biri kalıyor gibi olacak –kural bu
Gider gibi olan gittiğinde de kalmıştır
-tiktak
Aşk
Bir ayrılma anında kaldırımda
Karşıya geçip hızla döndüğünde
Gitmemiş olandır
Şimdi
Kemiklerimi eziyor gece
Bunu söyleyebildim -hadi hayran kal cesaretime
Üşümemiz geçmeyecek biliyorum
hangi ruhun yongasıyız bulmadan
Sen, acı çektirmeden sona erdirebilen avı
Delirip delirip bir kucak çalı çırpıyı
Kucağıma bırakan -fetusum
Sönmesin o ateşi
diye harlayan
kimdi o, tanıyor muyuz onu -sen ve ben
Karşılıklı
Konuşuyor muyuz sahiden
İlk atılacak ağırlık, ağırdan alınan, her ağrının sebebi
Mideden başa doğru yükseldin
Varım işte sana varım –ben, ilk atılacak ağırlık
Baştan kalbe inecektin
Gerçek bir denize girmeden
Gerçek bir uykuya henüz dalmadan
Son uyanıklık anında –küçük bir evdesin –denize yakın
Bir kanama belirtisi –ve düştün!
Sonra sessizlik geldi candan çekilen canın acısı

Hayriye Ünal

ask-bir-ayrilma-aninda-gitmemis-olandir Can Havli

Giderken

Bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru
Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar
Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur

Sunay Akın

sunay_akin_ Giderken

Hayır Aşk Ölmez

Hayır, aşk ölmedi bu yürekte ve bu gözlerde ve cenaze töreninin başladığını ilân eden bu ağızda.
Dinleyin, canıma yetti göz alıcı özgünlük de, renkler de, çekicilik de.
Aşkı seviyorum, sevecenliğini ve acımasızlığını
Aşkımın ancak bir tek adı, bir tek biçimi var.
Her şey geçer. Ağızlar yapışır bu ağıza.
Aşkımın ancak bir adı, bir biçimi var.
Ve eğer günün birinde anımsarsan
Ey sen, aşkımın biçimi ve adı,
Bir gün Amerika ile Avrupa arasındaki denizin üzerinde,
Dalgaların inişli çıkışlı yüzeyinde güneşin son ışığının yansıdığı saatte ya da kırda bir ağacın altında bir fırtına gecesinde ya da hızlı giden bir arabada
Malesherbes Bulvarı’nda bir bahar sabahında,
Yağmurlu bir günde,
Yatmadan önce sabaha karşı,
De ki kendi kendine, senin bildik hayaline buyuruyorum bunu, seni uzun süre seven tek bendim ve sen bunu bilmedin işin kötüsü. De ki kendi kendine, olup bitene hayıflanmamak gerekir: Benden önce Ronsard ve Baudelaire en katışıksız aşkı hor gören yaşlı kadınların ve ölmüş kadınların hayıflanmalarını dile getirdiler.
Sen, sen de ölüp gidince,
Güzel ve hep arzulanır olarak kalacaksın.
Ben de ölmüş olacağım çoktan, her yanı duvarlarla çevrili ölümsü bedeninde, yaşamın ve sonsuzluğun ardı arkası kesilmeyen güzellikleri arasında sonsuza kadar varlığını sürdürecek olan senin şaşırtıcı görünümünde, ama eğer yaşıyorsam.
Senin ve sesinin vurgusu, bakışların ve bakışlarının ışıltıları
Senin kokun ve saçlarının kokusu ve daha birçok şey yine de yaşayacaktır bende,
Bende ki ben ne Ronsard’ım ne Baudelaire,
Ben ki Robert Desnos’um, seni sevmek için
Ve şu aşağılık yeryüzünde yaşamışlığıma başka bir ün eklemek istemeyen ben.

Robert Desnos
(Türkçesi: Eray Canberk)

 
robert10 Hayır Aşk Ölmez

Miriam’a Son Sözler

Seninki huysuz bir acı,
Oysa benim de yüzüm kara;
Sevgin köklüydü, eksiksizdi senin,
Benimki güneşe doğru büyüyen
Tutkusuydu çiçeğin.

Beni araştırıp tanıyacak güçteydin,
Tomurcuklarımı bir bir açacak;
Çektin uykulardan aldın ruhumu,
Acıyı duyar ettin –
O zaman tökezledim

Koyun koyuna seni sevemedim,
Sevmeyi isteseydim de,
Öpüştük, belki de öpüşmemeliydik.
Boyun eğdin, kendimizi son bir denedik,
Beceremedik.

Sen yalnız dayandın, böylece
Çökerttin usta direncimi.
Okşamamla titremedi hiç tenin;
Bu yüzden gereken son ince acıyı da
Sana çektiremedim.

Güzelsin, alımlısın
Ama donuk ve tutuksun etinde;
İçine işleyebilseydim eğer
O dikenli acının olanca şiddetiyle,
Işıyan bir ağ çıkardı belki

Renkli bir pencere gibi; tenini
Yakıp geçti en güzel ateş,
Kurtardı çürümekten, arıtıp
Kutsadı onu yeni bir duyarlıkla.
Ama kim alır şimdi seni yeniden?

Kim yakıp kurtarabilir seni
Etinin ölümünden, çürümesinden?
Artık söndüğüne göre benim de içimin ateşi,
Hangi erkek eğilir sürüp çıkarmak için
Etinde haykıran çarmıhı şimdi.

Sessiz, nerdeyse güzel bir şey yüzün,
Baktıkça utanıyorum,
Seni bütün yalımların içinden
Kurtarıp çıkaracak kadar
Amansız olmalıydım.

Lawrance
(Türkçesi: Cevat Çapan)

A%25C2%25A6%25C5%259Flad%25C2%25A6-%25C2%25A6%25C5%259F%25C2%25A6-m%25C2%25A6-+kimseye+s%252B%25C3%2582yleme+anne+A%25C2%25A6%25C5%259Flad%25C2%25A6-%25C2%25A6%25C5%259F%25C2%25A6-m%25C2%25A6-+kimseye Miriam'a Son Sözler