Bir Kadını Ağlatmak

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe! –
İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.

Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.
Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli… Ve kadın ağlar; hem de çok! Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı… Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan… İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki
sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.
E.. o zaman niye sarılsınlar ki! Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur. Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.

O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

Aziz NESİN

Herşey Ölür

Herşey ölür, gül, insan ve peygamber
Gönül sever, acı çeker, intikam alır gider
Gün biter, uzar ihanet ve yordam
Deniz durur, dokunulmaz.

Adımız uyum olursa olsun, bu ancak bir ömür sürer
Vakti bellidir o da biter
Herşey biter, bitmez aşk
Beslenerek biryerden gürbüzleşir
İlk aşk ve son aşk aynı soydandır
Aşk tekbir gövdedir

Morarmış dudaklarınla söylediğin türküyü unutmadım
Sesin kısıktı ve sonbahardı
Yıldızlar akardı, biz yürürdük
Öğretirdik insanlara, nasıl yaşardı
Hind kanlı ağzıyla hala aramızda
Ebu süfyan nasıl yanar-dönerdi sırtımıza
Yıldızlar akardı, aşk aynı söylev
Umut, tıkanıklık, hep tekrarlanan sözler
Ve peygamber
Ne kadar güçlü ve savaşcı ve ne kadar musaddık
Bu geçtiğimiz birlikte, kaçıncı mavera yıllarca

Herşey ölür, ne kalır aşktan başka.

İlhami Atmaca

Buruk Bir Faşing Şarkısı

Sen dönüksün, ben de
İçe mi dışa mı, bilmem
Sen bana değil, ben sana değil,
Yolumuz sonunda bizi bekleyen
Kaybolacağımız ormana değil.
Değil hayata, günlere ve çocuklara,
Gelecek denen düşe mi bilmem…
Yuvarlan, doğrul, titre ve eğil
Bu halimiz ne, neşe mi bilmem.
Rol yapıyoruz Batı İnsanı,
İkimiz de bu çarka tutsak olmuşuz
Ne içe dönmemiz mümkün ne dışa,
Kendi benliğimizde burkulmuşuz.

Hüsrev Hatemi

Çukurbostan Kaplumbağaları

Bende rağbet aramayın rindan-ı meyaşama
Çünkü onlar ters düşünce yaşama,
Hiç bozmazlar istiflerini.
Oysa kaplumbağalar ölür ters düşünce.
Nitekim Çukurbostan kaplumbağaları,
Langa’nın ve Cerrahpaşa’nın
Haki cübbeli ve vakur ağaları,
Kaportacılar arasında yaşamaktansa,
Taşkasap bostanları sokaklaşırken
Taşkesildiler.
Son anka kuşu terkederken
Benim jülide saçımı,
Son kaplumbağanın üzgün bakışı
Asılı kaldı Sümbülsinan kitabesine
Kim unutturacak bu acımı?
Doldurulmuş kuşlar ağlasın şimden geri;
Paslanmış tel kafeslerde.
Fesleğen ektim gül bile bitmedi,
Dibinde kaplumbağalar sustu sadece,
Hepsi ters dönük.

Hüsrev Hatemi

Güvercin Güzergâhı

göz ucuyla yüzdüm dünyanın derisini
ömrüm kısaladursun bir başka kıtaya, kutbuna yıldızların
kırlangıçların süzüldüğüdür yaşamak dediğin, yerde.
sıtmaya tutulmuş siyah, bu matem, bu mavi…
bir örnek giyinen kadınlar yani, varsın lavanta koksunlar
ölüm etajer üstlerinde, öylece annesizlerin
ve ciğerim tükenir sıcak asfaltta biten, renginde menekşenin.

nehirler latince bilmiyorlar doktorum,
yalnızlaşıyorum içimden ateşin bulunuşuna doğru.
balkonum güvercin güzergâhı,
banyomda kabilesinden kovulmuş örümcekler
biraz önce yaratılmadı kombine aldanışlarım
gidecek gibi değil bütün bu davetsiz rivayetler.

adım geçiyor koyu renk, boğuk ve derinden
bir soruşturma evrakında değil belediye hoparlöründe
gözleri mürekkep mavisi, gözleri giyotin ağrısı celladım tamam
betonarme düşlerimle ben kerpiç evlerde
masal başka masal, sen küt saçlı kızıl rapunzel
üstelik kuleyle irtibatı koparmış en talihsiz pilotum
yere çakılırsam işimden olur muyum?

hışırtıyı duyuyor musunuz?
yalnızlığın frekansında kırıldı kadranı bu radyo
artık iş görmez elleri gibi rahmetli dedemin.

Turgay Demir

Recim

artık eflatun o sokakta şüphe
beyaz o evde duman ve ihtimale duramam
madem ki dışarıya olamadım
dışarıyı da içeri alamam
yalan ya da dolan
ikna ya da ısrar
karargâh denerim ben bu evde, karakol!
hepsini kurarım yedi hayatı varsa bu evin
hiçbirinde kalamam

hiçbiri, hepsi ve ikiz adında bir şey yok
yok taşın taşı seveceği, evin evi
madem ben buna sarıldım bunu sevdim
dedim ben ikiz adında birşeysizim
belki rahman belki rahim belki recim
kesin ikiz adıyla başlayan herşeysizim

madem ki mezar dilinin altında bile değilim
bu saf sabır olsa da biter
suç bir kuyunun bileziğinden
suç kuyusu yüzünün bitip gövdenin başladığı yerden
dedim ve sandım, bu taşı taşa sevdirme cezası
bu suya suyu
yüze yüzü
sana seni
ikiz aşksa ikiz aşka dedim
ihmal ya da kasıt
ip ya da kınnap
ve sızının yedi kat rahman olan adıyla
taştan kuyuya bir recim defteri tuttum
ne demek gözlerim
sandım ki herşey bu!
sandım ki herşey burnumdaki sızıya ilişen
alışan
çalışan iki karış yüzümün ikiz mezar taşı
sandım ki hersey nem ve buhar
hersey bir kalp! bir diğer kalbe çalışan
değildim! meğer derimin altında bile
dağılan dikkat kırışan umur vurulan sabır kadar

ben bu gözlerin gibisinden de kadarından da kudurdum
her yeşil tanrının sarı ve mavi
her avlulu evin cin ve cinnet
rahman rahim ve recim
aslında bunları toplasan yüzün yüzümde kıyamet
çok oldu yüzün yüzümde dışarı
çok oldu yüzünde içeriyi ve dışarıyı göremiyorum
recim ya da tanrı denmez
çok oldu ben bir taş daha atıp
bir taş daha içeri giriyorum
ben ve taş!
biri birimizi sever sandım
kurduğum her ev
döndüğüm her kadın
içtiğim her su bana ağlamayı unutur
beni okuduğum her dört kuyu kitap
her dört kara leke
her dört deniz tembihle dizlerine oturtur
o rahman ve rahim
recim bir defterde adım söylenir:
herşeyin doğusunda doğdun sen
babana kuzey taş gibi taş bir kadından
başta toz ve avlu kullandın
dua ve çamur
dört yapraklı yonca…
büyüdün, tekmeyle girdiğin avludan
tokatla çıktığın eve kadar
büyüdün, eyyüp bir kuyuya öğüt
ceylan bir yüze hatip
bir eliyle eli ve alemi
kör eliyle kendini okuyan hafız oldun
ben ve taş!
biri diğerini sever sandım
yeminle deniz bir yerde olamam
beyaz yüzüm gövdemin acı eviymiş
mezar yüzüm gövdeme sızı taşıymış
beşinci recim diye taşa toprağa bulaşsam
o tek! dört hatip ve dört kitap
bunları susup susup kimseye anlatamam
deniz bir yerde yasak elma
çöl bir yerde yedi hayat
kovul ve geril son akşam yemeğinden
gövdenden gövdeme çar-mıh ol desem
seni bir ömür orda da taşıyamam

recim taşlarımı içime atıp gidemediğim
amerikanı! amerikamız
biraz kurt, bir defter ceza
herşeyin doğusunda doğmak için
usansın ve utansın diye sabır
usansın ve utansın diye taş
dilenmeden onu bulmak dedim
kusur ya da israf
dalgın ya da dargın
rahman ya da rahim
el kaldırıyorum bu işe
madem ki hayatım zikir
bu recimde rol bu ayinde zehir olmak lazım
yedi vasiyetle sevdiğim her avuç zehir
kuşandığım her harp buhar oldu
başta özür dileyip öldürdüklerimin rahman adıyla
sandım ki herşey bu!
sandım ki herşey terleyen telaş
sıkılan sabır, vurulan umur
yedi farzla beni seven kızkardeşlerim
beş şartla geçirdiğim bu cinnet
ben ya da taş
sen ya da recim
biri diğerini kesin sever sandım
dedim artık benim de kapım aralansın
kanasın beyaz yüzümün siyah adamları
dilerim kara bir lekeyle suç atıyım
dilerim kara bir lekeyle suç atıyım
bu çok çağı anladım. o da beni anlasın

(Hasar Ayini’nden)
Seyyidhan Kömürcü

Bir Su Yılı Denebilirdi

Bir su yılı denebilirdi geldi geçti
Üstünde durmuyorum.
Terledim, bulanık baktım.
Ne varsa kendiliğindendi
Hemen hemen evden çıkmadım.

Sanki avuçlarımda sürekli
Yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği,
Ola ki makyajı bir oyuncunun, karışmış gözyaşlarına
Yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci
Avuçlarımda sürekli..
Bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum
Kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi
Kuru
Artık kullanılmayan bir demiryolu
Kararmış, kırık dökük
Üstünde bir yük vagonu.

Mavi bir araba kapımın önünde
Bütün yıl
Bir su yılı
Kapısını kimse açmadı
Açıp kapamadı hiç kimse
Aslında mavi de sayılmazdı pek
Balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde
Yani sabah güneşlerini denizde
Günbatımını denizde
Severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona
Çünkü düşler gerçekle
Gerçekler düşle
Anlayınca bir gün buluştuğunu
Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu
Ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte
Damağın dudağın alışkanlığına karşı
Kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de.

Hadi anlat deseler anlatamam
Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi
Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi
Nedir ben bilemem ki
Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
En yakın yeri
En uzak yeri
Bitmeyen yeri
Bitecek yeri
Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.

Gözlerim sevdim seni
Kökleri gözlerimin
Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi..

Edip Cansever

Feci

diyebilirim ki kırk yıl sürdü içim
kırk yıl sürdü içimi titreten zaman
bu muamma
başımı en feci yastığa koyup
yüzündeki tek tanrılı dinleri denedim
yüzündeki en unutkan yerleri

diyebilirim ki bilinmeyen dualar buldum
başka bitkiler
ıhlamur
susmak ve yutkunmak

geldiğimde tek tanrılı dinlerde yer yoktu
suratımı astım
kırk vakt’e bakıp sana inandım

her duası feciyle biten bir ibadet çeşidi buldum
kırk yıl günde beş öğün yutkunmak
sefadan uzadı saç
cefadan uzadı tırnak

diyebilirim ki her duası feciyle biten bir ibadetti yaşamak

Seyyidhan Kömürcü

Midemdeki Asit!

Fitne patladığında yüzünü gördüm,
çirkin ve yaşlıydı
fazlaca nazlı üstelik.
Ha deyince çıkışmıyor
biriktiriyor, bekletiyor, kurguluyor
konuşturuyor.

Midemdeki asit, fokurduyor
bedenimin böylesine duygusal bir yapısı olduğunu bilmek
korkutuyor beni bariz.

Sanki beynimden çıkışmaya çalışan
düşüncelerin eseri gibi sivilceler
kafamı dolduruyor.
Sıktığım her sivilce irini elime bulaşıyor
kaşınıyor beynim
bilmem ya düşüncelerden
ya da yağlı deri sivilcelerinden.

-Derdin ne dostum? diye amerikalı bir zenci kulağımda bağırıyor sanki.

Düşünüyorum..
Çırpınınca bataklığa daha çok saplanmak gibi halim.

Bir mucize olmalı düşünceler sonucu bir acı hissi belirmesi.
Cehennem’den en çok da bu zaman korkuyorum işte.
Azab tahayyülüm sıkıştırıyor beni, bedenim mi daha çok acır? yoksa beynim mi?/ruhum mu?

Soruların muhatabı yine ben
ağzımı açsam ayet çıkmayacak
basit sığlığın ürünü üçbeş fiyakalı cümle
beni bile tatmin etmeyecek kadar süslü
ne suyun dökülmesi çare,
ne baş etinin yenilmesi.

bu yazı böyle bitmemeliydi.. ama nafile, bitti..

Nebiye Arı

İnsan, Tanrı’nın nimetlerini yiyip, Şeytan’ın sözünü tuttu.

Onurlu bir yaratılış ve onursuz bir yüz çeviriş.

İçine benim de dahil olduğum rezil bir kirlenme çağı.

“Kral çıplak!” diye bağıran erdemli, güzel çocukları birer birer yok ettiler.

Krallar giyinik, insanlık ise çırılçıplak artık.

Öyle ise.

Yeryüzünü gündüzleri bir kerhane ve kârhaneye çevirenler, geceleri uykularını bir pezevenk tedirginliği ve yalnızlığı içinde uyuyacaklar.

Sevdiği kadının topuğunu avuçlarına doldurarak uyuyan erkekler ve sevdiği adamı göğsünde bir bebek gibi uyutan kadınlar ise, şehvetli bir sadakatle karılmış aşklarını tuzlu tenlerine örtü kılacaklar.

Ve.

Bunlardan hangisi olmak istediğine, sen karar vereceksin.

Aşkı kendine örtü kılan bir Hayyam.

Ya da.

Kazanmak için her şeyi mubah gören bir yamyam.

Öykü aslında hep aynı.
Kutsal kitaplarda ya da ucuz romanlarda, insanın hep arada sıkışıp kalan kararsız ruhunun öyküsünü okudu tüm yeryüzü sürgünleri…
İnsan, Tanrı’nın nimetlerini yiyip, Şeytan’ın sözünü tuttu.
Ve bu karmaşadan, tüm insanlığın ortak öyküsü ortaya çıktı.

Ahmet Savaş Özpınar