son isteğin nedir?
sorusu,
çok, çok kolaydır,
ilk isteğin nedir?
sorusundan.
çünkü,
o soruyu
kimse kimseye soramadı,
korkusundan.
Özdemir Asaf
Şub 23
Şub 23
Kumunu yitirmiş bir çölün hüznü
önemlidir bir düş’ün depreminden
ölümün sevinci her silah sesi
kalbimde çalkalanır bir deniz bunu bilmekten.
Yüzünü yerinde kullanmıyor sevgilim
dalgınlığını da,
onda bir geyiğin dağlar kadar korkusu
kanı görünüyor bir avcının dürbününden
toplardamarında doğurgan bir acı
inciniyor zamansız gökyüzünden.
Sessizlikten öğrenmiş tutkuyu
ayrılıkla şakalaşmaktan
aşkı için şarkıya uğramış durmuş
taş sözcüğünü duyunca kırılan cam gibi paramparça
bir bakıma göz ağrısı.
Çam kokulu dudakları değince ağzıma
kar diner, çiçek açar kasığındaki sudan.
Onu durmadan anımsamak bir kanama mı?
Nereme dokunsanız gül tadında bir sancı.
Veysel Çolak
Şub 23
Bak, bu beyaz karanfil senin akşamın olsun
Hohlayıp onunla silersin kalbini
Ne zaman yüzüne çalışsam gökyüzü oluyor
Göğsün yaz içinde
Dağlara bakmaya koşuyoruz birlikte
Ama sen sıyırıp gidiyorsun içimi.
Bir ırmaktan aktıkça yıkandığım
Kılıç için dokunmuştun ipektin kesinlikle
Bana kızdığında kuş seslerine yenilirdin
Hızlandırırdın soluğumu
Harlı gövdene alıştırırdın
Tenin gelip de geceme vurunca
Soyunur çoğalırdın
İçimde, batığına aşık bir denizin kokusu.
Bir bıçağın iki yüzü, huysuz dilin
Nerede bir ayaklanma olsa iterdin kendini
Dokunsan sönerdi ateş
Sabahı uyurduk isteseydin eğer
Bir okyanusla yarıştırırdın çıplaklığını
Saçlarını topla ki boynunda alanlar açılsın.
Alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık
Alıp gidiyorsun işte geveze günlerini.
Aşk değil bu, yara içinde yara !
Veysel Çolak
Şub 23
1.
Her akşam gelişen bir ayrılık buluyorum evimde
duvarlara gizleniyor o, ruj lekelerine,
onun aklı bir şelale, hep bir martıyla birlikte,
üstelik güz düşkünü, kanı küstürme telaşında.
İçimiz yer değiştirirdi çoğu kez, ne kadar
dürüsttü ikimizin de elleri titrerken.
Şimdi ince bir anıya yaslayıp başımı
sökülüyorum senden. Artık bir bıçağın ucu
ağzımla beslediğim aşk. Yüzünde akıp duran irkiliş
bana ne kadar kül, ne kadar duman.
2.
Senin aradığın bir yemindi daha çok
bir yalnızlıktı yonttuğun.
Darıltan bir şafaktasın ağzındaki güneşle
acı acıya damlıyordur, yürek yüreğe. Elveda,
elvedalara…Kalbinin yarısı yaz
yarısı kar altında.
Uygunsuzluğun tam sırası. Yüz yüze sevişmenin
kocaman bir boşlukta. Ölüler söylesin;
insan, akşama kadar cellat, sabaha kadar kurban.
(Mürekkep Zamanlar’dan)
Veysel Çolak
Şub 23
Konuştuğumuz gibi: Senin istediğin oldu
uzaklarım bitti, gökyüzü yabancı bana.
Beni bağışlama,
kanıma paslı jiletler karıştır
evden kaçan kızlara iyi davran
aşktır diye vuruşalım istersen
beni gömsünler ama
papatyalar yıkılış olmasın sana.
Kaçıyorum işte
bir yol ağzında bırakıp kölemi
kolum koparılmıştı uzandığımda sana
kucakladığımda artık göğsüm yok
dağılıyor gün bir anı bulduğumda.
Konuştuğumuz gibi oldu:
Bir boşluğa dönüştü gövdem
iyice azaldı yüzümüzde kuşlar,
hangi yanımda dursan öbür yanım uçurum.
Ama ben su gibi sarıldım
aşkla sevdim üstüne düştüğüm hançeri
sımsıcak bir kadın eti gibi çoğaldım ona.
Bir deniz gibi çekildim kıyılarımdan
bir çöl gibi özledim seni,
istediğin gibi oldu…
Ama ancak büyük acıya varır
böyle yaşarsa kalbin.
Veysel Çolak
Şub 23
Asitle parlatıyoruz hayatı, ölümün hızıyla
Yaralarımıza çakılan buzla besleniyoruz
Nerede yenilirsek orada şımarık bir ayrılık
Kalbimiz, artık durmalı aşkların dargın yüzünde
Kar gelecek, kimse kimseyi beklemesin, yollar kırgın
Usulca gökyüzüne kapandı her pencere.
Tırmanıp duruyoruz içimizdeki dağa
Orada mahşerin ilk atlısı besleniyor kötülükten
Gövdeden bir avuç kan düşer gibi toprağa.
Üstüm açık, babam saatini durdurdu
Kapı önlerinden toplayıp parçalarımı gittim
Artık hiçbir şeyim yok kendime uzak olmaktan başka
Ellerimde yalnızlığa bir gece, sapı kırık bir çiçek
Yaralı bir kelime ve paslı bir giyotin bıçağı.
Gözlerimi bağlayıp çıkıyorum sokağa
Korkular bir yasa gibi düşüyor gırtlağıma
Gülünden sıkılan diken artık uzakta
Dolaştırıyorum yırtık yerlerimi
İnsan yüzleri öylesine belirsiz ve ürkütücü
Kime baksam kendine kaçak, gülüşüne yabancı
Her sokağın ucunda iktidar ve intihar.
Kar gelecek. Oturdum bir kediyle söyleştim
Derindi ruhum, kenti oldukça öteledi
Birimiz hep karanlıkta, kanın kıvraklığında
Artık ateşle söndürün suyu
Ses taşıyan kuşları da öldürün.
Sürsün bu belirsizlik, azaltın birbirinizi
Ölü geceler saklayın yatak odalarında
Altımız gökyüzü, bitimsiz yalan
İkimiz, iki cehennem, sonsuz cinayet, bir darağacı.
Veysel Çolak
Şub 23
..
nereden bileceksin, beklemenin
seni yaşamak olduğunu. bağırsam duyuramam
yol eskidi, uzak düştü
ve ben durup dururken çaresiz, bıkkın
tutup seni seviyorum. dilsiz bir tutku bu
durmadan düşmek gibi bir şey
çığlık çığlığa bir sessizlik ya da.
kendimi anlatamadım. seninle,
serpilecek gövdemi. ne desem boş,
saçların yüzüme devrilmiyor
uzanıp önüme bırakıyorsun ne söylemişsem.
ama bu ne aldatmaca. nasıl bir ikilem?
demek ki buz ve ateş! bir yalanız ikimiz
unutulmuş o uzay masalından.
bir sen vardın oysa
bir senin gözlerin kalmıştı
okyanustan iki damla.
şimdi masmavi iki ayrılık onlar.
sahi, renginde aşk olan bir çiçek nasıl solar?
Veysel Çolak
Şub 23
nabzım… çok uluslu bir geçmiştir benim
saymalı! demirden ellerle
kurumadan mürekkebi
mevsimleri kapatıp giderken kuşlar
bin sus’un ardında dillenen cevap
nisanların da aldattığı
göçmeyen acılardan bana artan zaman…
o ne bilsin!
ben ki aşkla acıya soyunan
durmadan söze çalan keman
bir merdiven gibi unutulurum geceleri
ol kitap, ol naz, ol aşk
gibi kaplarım tersten kendimi
toplasın yüzümdeki gölü nilüferler
ve söylesin
kendini yalnız bir çocukluktan büyütenler
terk edilmek,
bütün çocuk arkadaşlar dağılınca evlere
beklemektir bir anneyi
uzadıkça acının boyu
boğulmuş bir sandala döndü dilim
uzlaştım günebakanlarla, gümüş şamdanlarla
vapurlarsa sallamıyor artık kalbimi
konuk olunmaz bir evin
en sarı odasında buldum acı denen nesneyi
sebeplensin şimdi sırtıma doğru uyuyanlar
acıyı bana bahşeden giz bir ölüme niyetlensin
mermeri tersten okuyan rüzgâr
ağulu yaprakları bunca sevsin…ne gerek!
yazdımsa aşk için
sustumsa aşk ve duvak
unutulmak için uyuyanlar ne bilsin!
geyiklerin ayaklarıyla inerim suya
yüzümü bir çömlek gibi sırlayıp
avuçlarınızda giderim kırılmaya
göçebe kelebekler gördüm…ne tuhaf!
koşarken ardından mordumanlı bir trenin
belli ki yaşamak için aşktı seçilen
tanrı’ya doğru koşan ağaçlar ne bilsin!
Betül Dünder
Şub 23
C.’ye dair…
kiraz bahçelerinden geliyordum
yakamda hınzır çocukların gülümsemeleri
seni sevmekten geliyordum
bir çeşit yalansızından sevda cümleleri
tren yolculuklarında
kiraz bahçelerinin resmi geçitleri
o hınzır çocuklar yok şimdi
seni o denli sevmek yok
tren yolculukları yok
sek sek oynuyorum sanmıştım
önümde çizdiğin kareleri atlarken
geri döndüğümde
tüm eski yollarımı silmiştin
büyümek
kiraz bahçelerinden kaçmakmış
ya ben ne anlamıştım
Betül Dünder

Şub 23
Çalıları çıldırtan bordo bir yel
kalbimi de değiştiriyor bildiğin şekilden
eğer cezaysa aklımda biriken bu sesler…
göller üşümesin!
bağışlanmak için önümde durdu
karadan kara o kevser
bilmiyordum henüz bendeki saf acıymış o cevher
Ey kuleler!! göğe doğru açılan kapı…
bu bir karadüzen!
yaprakların sesi birikirken yüzüme
yalnız bırakılan bir yıldız gibi
tek gözümle gördüğüm
tarih: yoktur sevgilim!
sadakatle söylenen bir ağırlıktır cümlemiz
çekip almak isterdim seni elbet
ezberlediğin tenhadan ve sözlerden
bende biriken öğütülmez bir aşksın sen
karadüzen içinde oysa dönmekte değirmen
külün ateşten yana tavrı değişirken
beklerim ben de değişsin gölün rengi
ve değişsin karşılıklı iki kalbin yeri
sen acıyan
yerlerimde kalan susmanın bereketi
zaman kalmadı hata yapmak için
sırtımda çürürken taşıdığım nefesler
yüzümüz bir defter gibi birbirine açılırken
Aşk…yokluktan büyüyen kırmızı bir kitaptır
parçalanır elimizde sevgiden