Deli Kızın Türküsü

III

Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü

Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur geceleyin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan

Gitti giden

Gülten Akın

Bazı Yaralılara

Nereye bakıyorsun
İşte yaralı insanların fotoğrafları
İşte yangından çıkarılan çocuk cesetleri
Bu, savaşmış bir atlının sakat kalan ayağı
Bu kesik kol, önemsiz bir iş kazası

Kime bakıyorsun
İşte bacağından alınan üç parça kemik
İşte bombardımandan sonraki yaralılar
Bu, sınırı geçemeyenin aldığı yara
Bu yarım adam, küçük bir işkence hatası

Neye bakıyorsun
Sayamazsın o ciğerdeki yaraları
Kime bakıyorsun
Bilemezsin geçmişindeki yaraları
Nereye bebeyken nazar boncuğu
Kime büyüyünce kurşun yarası

Ama sen
Yine de verirsin çiçeğini yaralı ağaç
Uçarsın yaralı keklik
Kan diner yol açılır
Gün döner gece kısalır

İsteyen denize isteyen kendine baksın

Süreyya Berfe

Trafik

kentin baskısı kaldı bize
ve ışıkları trafiğin ya da kazası

oysa biz hep bir düş kazasında
yitirdik arkadaşlarımızı

karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık

o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin

sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık!

Zafer Ekin Karabay

Nisan Tezleri

I
(Kimine aşktır yaşamdır kimine, ama nisan bir isyandır senin sessizliğinde.)

adını yasak metinlerde buluyorum
bir devrin silsilesinde adını ve namını

bazen mistik bir güç gibi misyonerler gizliyor
bazen bir kitap gibi entellektüeller ve işçiler

adını yasak metinlerde buluyorum
bir başka devrin kafesinde yasak ve yaslı

gizleniyorum bir düş gibi kaçarak gerçekten
gizlendikçe küçülüyorum ve katılıyorum yasına

adına düşler kurmalıyım ve ülkeler
şiirler yazmalıyım adına

II
(Ekim uğrun uğrun büyür nisanla ve belki de her sonbahar bir ilkbaharla.)

Edebiyatın harabe yollarında tanığı oldum
takdis edilen bir hayata biatın

ama Petersburg Leningrad’ı doğurmadan
Kronstadt’ta burkuldu saltanatım

şimdi taze yenilgiler bekletiyorum
pirüpak yenilgiler,bayat yengiler peşinde

Bir ozanı yanlış dizelerle sorguluyorum
ve şimdi herkesi kendi çarmıhında geriyorum

Ey ülkeler mimarı. Ülkeler ve imgeler mimarı
Potemkin’de gölgemi görüyorum, gölgeni görüyorum

III
(Çekip gitmeli artık arkada birşey bırakmadan.
Yeni serüvenlere girmeli insan, nisan nisyan olmadan)

Gitmenin bütün adresleri değişiyor
intihar ediyor paranoid tanrıları evrenin

ve değişiyor kalmanın bütün tarifleri
kuramları takvimleri değişiyor eylemin
ve ben saklıyorum bir giz gibi bu serüveni
duldalarında tarumar düşlerim

saklıyorum bir aşk gibi pusarık geleceğine
henüz yoğrulmamış bu toy derdimi
Çünkü benim düşlerim,benim yüzyıllık düşlerim
yüzyılın başında eylemindi senin.

Zafer Ekin Karabay

Ateş

Ateşin ne kadar uzun bir sürede yanar hale gelmişse,o kadar uzun bir süre yanar-sen onunla ne kadar uğraşmışsan,seni o kadar çok ısıtır.-Tersi:ateşini ne kadar kolaylıkla yakmışsan,o kadar geçici olur o da;seni o kadar az ısıtır…

Şunu bil:ancak zorlukla yakılan ateş,
temelden,gerçekten,yanar-ve ısıtır…

Ateşinin kolayına kaçamazsın.

Ateş yakmanın,bir de odun taşıması vardır-ve,kül küremesi,ocak temizlemesi…

Ateşlerinden fırlayabilecek kıvılcımlar odalarında tehlike yaratır diye ocaklarının önüne muhafaza koyanlardan olma:Ateşini iyi yak;ona iyi bak-odanda yangın çıkması olasılığından korkma…

Ateş yakan ateşinden korkmamalıdır.

Ateş, bir kez yanmağa başlayınca, senin denetiminden çıkar gibi olur — ama, unutmamalısın ki, kendi haline bırakılan ateş, gerçi, koşullar uygunsa, harlar; ama, kısa zamanda, yakabileceklerini yakarak, tükenme sürecine girer: Ateşin ilk niteliği yayılmaksa, son niteliği de tükenmektir.

Bu yüzden, ateşini “beslemen” gerekir: tam zamanında, tam yerine, yeni yanacak odunlar koyman;

Belirli bir yanı tükenmeğe yüztutmuş odunları birbirlerine göre çevirmen; yanamayarak tütmeğe

Başlamış odunları yanabilecekleri bir konuma getirmen— bir sürü düzenleme, ayarlama…

Ateşini kendi haline bırakamazsın— bırakırsan, tükenip söner…

Ateşinden sorumlusun

47.

Ateşinle ilgili öğrenmen gereken,
onu hep yeniden yakabilmeni sağlayacak
olandır.

Önemli olan,ateşini bir kez yakıp
yanmasını sürdürebilmeyi bilmen değil,
hep yeniden yakmasını bilmendir.

Gerçi,yanmasını sürdürmeyi öğrenmen de önemlidir
ama,bu bilginin tek yarayabileceği,işte onu yeniden
yakmak olur ancak.

Ateşini,ancak,hep yeniden,yakabilirsen,
-ancak da hep yeniden yakabilirsen,
senin ateşindir…

48
Ateşinle ilgili bütün ”koşullar”,
koşulsuzca senin elinde olmalıdır,

Ateş yakan,ateşine bütünüyle egemen olmalıdır-
yalnızca nasılne zaman yakacağına değil;
ne zaman,niye yakacağına,ya da yakmayacağına da…
Ateş yakan,
ateşini yakmayabilmelidir de…

49.
Ateş yakan,yeri gelir,ateşini yakmaya da bilir-
boşverebilir;soğuk odasında,öyle,öylesine,
oturmayı seçebilir…

50.
Ateş yakan,bütün yaptıklarının kendi kuruntusu
-yanılgısı-olduğunu kabullenmeye de hazır olmalıdır
-belki de yanılsamadır-yanılsamaydı-,hepsi;
belki,ateş hiç yanmamıştır
-yanmamıştı–

An gelir,inanılmaz bir uyum oluşur ateşinin içinde:sanki tek bir yanmayan,hiçbir tüten odun yokmuş;hepsi,müthiş bir güçle harlanarakateşe katılıyormuş gibi olur-ama,bil ki,bir yanılsamadır bu:Olup-biten,ocağın dibinde birikmiş korların da,odunların düzenli yanmalarına yeterli ısıyı sağlamalarıdır-ama,hemen o andan sonra,ateşin,inişe geçecektir:odunlar kor olmaya;korlar kül olmaya yönelirken,ateşin de sönmeye yönelecektir-
ateşin,söner- –

Ateş,söner–

işte,ateş yakan:böyle…

Oruç Aruoba

Özlem

Özlem,dilektir:
”Lütfen bu gece üşümesin-”
”Lütfen bu gece acılanmasın-”
”Lütfen bu gece rahat uyusun—”

Oruç Aruoba

Gece ve Kadın

Karanlık ve soğuk bir gecenin koynunda,
Gece kadar karanlık, bir yatağın üzerinde,
Elleri bağrında,
Bir kadın…

Başına kadar çektiği yorganın altında,
Hıçkırıklarla sarsılan bedeni,
Böler gecenin acı sessizliğini…

Ve Döktüğü gözyaşları,
Kurşun gibi, deler geçer,
Yastığının üzerindeki
Göz nuru işlemeleri…

Yalnızlık !
Ruhunun en tehlikeli esiri.
Bir zamanlar alevler içinde yanan bu yatak,
Şimdi dikenli teller misali acıtır kanatır tenini…

Cama vuran her bir yağmur tanesi.
Kulağında dinmek bilmeyen aşk nameleri gibi,
İnce ince süzülür,
Yakar kavurur yüreğini…

Gece,
Karanlık,
Issız…

Yağmur,
Gözyaşı…

Ve kadın,
Çaresizce sonsuza uğurlar biten bir aşkı..

Nilgün Sarıgül

Saatler Geyikler

rüzgâr hediye edilebilseydi eğer
sana rüzgâr hediye etmek
isterdim

sarı yapraklı bir ormanda
iki geyik havaya sıçrayıp
öpüşüyor. boynuzları birbirine
dolanmış. açamıyorlar. sarı yapraklı
bir ormanda.

ata nur kahve falında
görüyor bunları.

gizem bir geyik başı gibi
uzanıyor aramızda. boynuzlarında
senin karmaşan ve sana ait
bilmediğim ve bilmek istemediğim
onca şey. buna benzer çözemediğim
birçok şey ormanda sarı yapraklar
birer ikişer düşmeye başladığı
zaman saçlarının arasından.
sarı bir yaprak fosili boynunun
tam kenarında.

iki geyik ormanın kuytularında
birbirine sarılmış yatıyor.
boynuzları birbirine geçmiş…

kırmızı bir yunusun
havada sıçraması olurdu senin
gülüşün ama gülmüyorsun.
beni boğmak mı istiyorsun?
benim zaten boğulduğumu
fark etmiyor musun?

geyiğin boynunda kırmızı bir leke var.
melankolimin tozu alındığı zaman
kanayan bir yürek çıkacak ortaya.
iki geyiğin birbirine geçtiği
yerde orman ışığı kırılıyor.
kalbin ilmini yap diyor bir ses.
aortanın kırmızılığı gibi geyiğin
boynunda bir kırmızı leke…

kırmızı bir mermerde geyik silueti;
geyiğin boynunu tuttuğum zaman
elimde kalan pas lekesi ya da
böyle bir şey seni anlamaya
çalışmak. beni sevdiğin zaman
yeşil kadife tüylü bir geyik
ormanda su içiyor. ya da yeşil
kadife tüylü bir su akıyor
boynuzlarımızın arasından.

bana gelince
ben mutluyum sensiz
neden bilmiyorum ama öyle işte.
bedenim tanımıyor aorta /amor’u.
daha korkunç şeyler bildim çünkü
delilik gibi…
deliliğin ülkesinde bilekler kesilmez.
saatlerden geyik kanı akmaz.
deliliğin ülkesinde hiçbir şey olmaz.
saatler geçmek bilmez.
bütün saatler pırlanta kesiği
bilekler gibidir geyikler metafizik
bir acıyla inlerken.

bir inşaaat işçisinin güneşte
bayılışı gibidir, spleen,
aorta / amaor’la saatlere inerken.

bir balığın kesik boynu gibidir
spleen
dünya tatsızlığı kristalleşirken
kimyasal bir çözeltide.
hiçbir şeyi çözemezsin…
bileklerini de kesemezsin
anti-maddeye kaçmak istersin sadece
uyuşturucular kanını dondururken
plazma saatlerde.

bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi
bazı insanlarla
yıllarca görüşsen de
bir şey olmaz.

seninle biz hiç kavga etmeyelim
çünkü geyikler kavga ettiğinde
boynuzları birbirine dolanır ve
ölürlermiş.

gece saat 3:30. senin için bir şeyler
yazmak istiyorum ama gözlerinin
karşılaştığın insanlara nasıl sevgiyle
baktığından başka bir şey gelmiyor aklıma.
içimdeyken bana bakışın
bir de. kumru değiliz biz
geyiklerin sonu da çok acıklı
ne kalıyor geriye?

gece 10’a doğru aradın. birkaç gün
sonra dolunay olacağını, rakı içeceğini
ve denize deniz kızları için
biraz rakı dökeceğini söyledin.
kıskandırmanın daha zarif bir
yöntemi olamazdı ama beni daha
fazla kıskandırma olur mu?
dayanamam ben buna.
taş kesilir boynuzlarım.
içimdeki kuş ölür

doğuya bakan yüzünle bak bana
ve kalbimin bir porselen gibi olduğunu
hiç unutma. çocuk gibi olduğumu
söylemiştin zaten.çocuk gibi yazdığımı
biliyorum bu kitapta
kırmızı mürekkeple boyanmış bir
çocuk başı uyuyor kalbimde.
fosforlu gözleri açıklanamayan
şeylerin merkezi gibi. tıpkı bunun
gibi açıklanamayan şeylerin merkezi
olsun isterdim bu kitap; hiç
kumru olamamış bir çocuk izini
bırakırken onun üstünde; ararken
bir kumru oluş halini…

bir ilişki bitince ne olur?
bir ilişki bitince ne olur?
bir kumru sormaz bunu
ama ben bunu soruyorum kendime sürekli
ve mütemadiyen bu kitapta
ararken bir kumru oluş halini.

Lale Müldür

Ormanların Gümbürtüsü

Artık hiçbir şeye karşı değilmiş gibi
kayıtsızım
Yolculuğun sonunda ormanda duyduğum sesi öldürdüm
Amacım yoktu sesi öldürürken, ses öldüğü için de
hala amaçsız sayılırım
Ormana karşı değilmiş gibi kayıtsızdım
Ormandan çıkınca şehrin ışıkları ve ışıkların
suda işaret ettiği anlamların adı olan dünya
ile karşılaştım
Dünyaya karşı da kayıtsızım

“Anlamıyorum seni” diyen birine kendimi anlatmak
üzere uzattığım kitap hâlâ okunmadığı için,
Bir gecenin sonunda anlatılmamak için yaşanmış
gönderilmemek üzere yazılmış bir
mektuba koyarak…
Mantıklı olan her şeyin nedenini aradım
Nedenini aramadığım için artık yalnızca ölümü
ve aşkı seviyorum
Konuşma haline gelmeyen şeyleri
Susmalı ve sonra ormanın güzelliğinden söz etmeli:
“Kış henüz gelmişti, kar tertemiz ve her yer
bembeyazdı”
Biz de mutluyduk
Kimimizin sevgilisi vardı
Sevgilisi olanların üstüne bir taş duvar yıkılıyordu
Taş duvar üstümüze sessizce yıkılıyordu
Ses ölmüştü çünkü nedenini aramadan

Sevgilim sensiz olabilmek için sokaklarda
yürüyorum
Sevgilim pencereden bakıyor ve yanıma şemsiye almaya
karar veriyorum
Sevgilim sensiz olabilmek için durmadan “Yağmur
yağıyordu” diye bir cümle tekrarlıyorum
Sevgilim sokağa çıkarken şemsiyemi almayı unutuyorum
Sevgilim son vapuru kaçırıyorum ve iskelenin aynasında
seni ve yağmuru görüyorum
Hava soğuk sevgilim, bütün gün sobayla sevişiyorum

İskelenin aynası ve aynadakilerin işaret ettiği
anlamların adı olan dünya
Ki ona bakarken hayatımıza bakardık
Ya da şöyle söyleyeyim:
Hayatımıza bakarken sanki ona bakardık
Yansıttığı görüntü bakırı altın yapmıyor artık

Daha neler yapmadım seni unutmak için, neler yapmadım
Aşk filimleri seyredip sonra aşksız bir dünyada
yürümek istemediğim için aşk filimlerine gitmedim
Kırmızı bir fular taktım bileğime şeytan kovmak için
Arabamı bütün barların önünde park edilmiş görebilirdin
Barda peşimden gelen o adama, şeytan kovmak için senden
ve Hemingway’den söz ettim:
“Çehov da bir Amerikalıdır aslında”

Neler yapmadım seni unutmak için, neler yapmadım
Üstünde dünya haritası olan bir uyku tulumunda uyudum
İyi şeyler gördüm rüyalarımda
Sonra bir gecenin sonunda
Seni öldürdüğüm için kayıtsızca
Ve artık vazgeçtiğim için omuzlarımı tutan o ellerden
Uzun süre yaşayıp uzun süre öldüğüm
ve mezar taşıma “Ernest ve Scott” yazdırdığım için
Kremalı çorbalar, et yemekleri ve şaraptan bıktığım
Ve durulamalık konyak da çevirmediği için sessizliği
altına
“Yağmur kayıtsızca yağıyordu” cümlesinin yerini
“Yağmur yağıyordu” cümlesi aldı

Sesi yaralı bir kaplan gibi bağırırken bıraktım
“Yağmur yağıyor” dedikçe “Kış henüz gelmişti, kar tertemiz
ve her yer bembeyazdı” diyen Hemingway
Ki boks yaparken yazardı
Ya da şöyle söyleyeyim:
Yazarken boks yapardı
Durmadan sesleniyor şimdi bana:
Dünya güzel mi?
Sen soylu musun?
Sevgilin var mı? Mutlu musun?
Eve dönünce kahve, yemekten sonra konyak içiyor musun?
Yoksa hepten mi unuttun şarabın simyasını?

Yağmur hiç yağmadı ben dünyaya baktığım sürece
Bakır altına dönüşünceye dek hiç de yağmayacak zaten
Kayıtsızım,korkarak ormanların başıma vuran gürültüsünden

Ahmet Güntan

Dışına Akmak Bir Ülkenin

anlamayınca beni sen,
kör bir taş tutar ellerimden
ve
sessizce ölür sana yazdığım birkaç dize.
duymayınca söylediklerimi (gök)yüzün
âmâ çocuklar derelerde yıkanır,
güneş yüzünü kavurur bir ekincinin,
eski bir ağıt yakar ölülerden bir kadın,
kırılır ismine yazılmış tüm abideler,
çocuklar kırkında dilsiz düşüp ölürler bir bir…
bilir misin?…
anlamayınca sen,
sürgüne düşer tebessümlerim,
divane bir sır bitirir kapkara geceleri…
şairleri bu felçli kentin
ısmarlama sevinçler taşır suratlarında,
silkelenirken balkonlardan sofralar
veremli tümceler düşer sokaklara…

sonra,
kalabalıklar çoğalır durmadan
ve
göçebe olup deliler
kuytulardan terk ederken bu kenti;
gönül yaram / anlamsızlığım
uçurumlarda son bulur…

anlaşılmak ister bütün nehirler
ve
anlaşılmayan nehirler
hep
dışına akar ülkelerin…

İbrahim Halil Baran