Giderken İçimden Geçeceksin

Su da şaşırır yatağı tutuşunca.

Bir insanın diğerine verdiği kırık dökük bir sabah
kirli sokak kedileri, tiner ve delikanlılar
parkta kaçamak telaşında birkaç kız
eteklerinde delice savrulan müzik

Gene de balıkçılar usulca başlatıyor denizi.

Kaygan, yosunlu, o ballı kuyu
sevgilim büyüyen bir dalga sanıyor kabini
dağılan bir uğultu diye yüzünü çoğaltıyor
parasız yatılı bir umut, ama yokluğu iri
onu saklamak için yumardım avuçlarımı
ben ateşe, o rüzgara katılıyor.

Elinde kararlı bıçak
oyup çıkartacak kendini aşk tarihinden

Evde körelmiş bir oda, teninde seğiren acı
keskin, ağzına kadar dolu, öyle güzel
unutmuş kuytusunda sakladığı hayvanı
bilmiyor yürüdüğü sokakların derinlik olduğunu
iyi ki çocuklar uyutmuş karanlığı
iyi ki saçları bir açık deniz.

Her gece bir başka gömülüyor insana.

Uyanırız, akşamları bekleriz hep
kan revan bir yalnızlık ve yaşlı bir öfke
bir dil, ama kelimeleri silinmiş
bir dolu insan, duyguları okunaksız.

Ben o dünyayı gördüm
kırılan zamanın buzdan rengini.

Bedenime değince yandı aldığın gömlek.

Hiç değilse giderken içimden geçeceksin.

Veysel Çolak

İnsandan Bir Uçurum

Bir deniz bekliyorduk. Duvara çarpıp ölmesi gibi
özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın
düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları
denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak
o su kıyısı uzakta. Dağıldım
yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem
gülünçtü tarih baktıkça insanlara.
Acının yurdu aşklar, yağmurun kırdığı
görüntü, cinayetlerin karaladığı atlas.
Gelmeyişindi aslında beklediğim
derimin altındasın işte,
içindeki tuzaklar ezberimde
karnında büyüttüğün acı
çığlıktan daha ağır ama yankısız.
Kırıktı işaret, harfler uçucu
Dünyanın gördüğü kapkara düş
içimizde oluşan girdap
katranla naylon arasında pıhtılaşan insan
silinen bir bakıma
gövdesi kadar bir boşluk daha doğrusu.
Her kum tanesinin sakladığı çölde
korkaklığımın tek nedenisin sen.
Unutmadım, herkese bir akarsu borçluyum.

Veysel Çolak

Bir İnsanın Asılırken Tekmelediği Boşluk

Geçersiz bir yolculuk seninki
dönüp arkana bakıyorsun.
Kıyıların çoğalıyor ama darsın kendine
bir imgenin borcusun
avucunda bir kan damlası.
Anlat bunu bir insanın hiç yaşamadığına.
kırgınlıklarını gezmelere götür;
boynu kesik ince tarih
uyumsuz bir anı gibi durur ölüme karşı.
Sen kocaman bir aşk saklarsın ağzında
sana benzesin diye yontarım kalbimi
beni bağışlama, uzaklara bırak
geri al sonsuzluğunu
bazen boğucudur buluşmaların koyu denizi.
Koyuhüzün bir sabah som sıkıntıda
fırtınanı dinlendir ve anlat bunları
Bir çocuğun ansızın yalnız kalmasına.
Dolgun bir su sesi olsun
sürekli ve sarmaşık bir umut.
kal orda; gelip çarpacaksın yoksa
çoğul bir arkadaşlığın kül olmasına.
Aramızda bir insanın asılırken tekmelediği boşluk
sıyrık kelimeler, yanık yüzün
ve bir daha hiç konuşamama korkusu.

Veysel ÇOLAK

Son Kuşlar

Orada: anıların içinde ama boşlukta, yalın
ve keskin unutkanlıkta; nazlı küçük anılar:
Özenle sakladığım kalbimi serçelere anlatıyorum.
Son kuşlar, Sait Faik; Konstantin rüzgârın içinde
insanı sevmek yavan aşk geçersiz
sevişmeler bir okyanus dumanı
gecenin dişleri parlayan bu yalanlar.

Kalbim artık unut kendini, uçurumlardan öğrendiklerin
yeter, hep hüznü bağışladın kendine, kana gömüldün

toprağa söyle bunu, ölüm de yazsın ama.
Bir palyaço birikip dursun içinizde
düşlerinizde yel değirmenleri, hep uzakta kırık bir gülüş
Cervantes ağlayarak anlatıyor bunu da.

Yeraltının korkusu içinde kentler, ten tene düşman
sığınaktasın, ihanet hep yanı başında. Ayrılık hiç yaşlanmadı
bir cam kırıldı daima, dil dile değmedi
bir şiir bitmedi hiç.

Hepimizi ancak bir kadın açıklayabilir. Kimse bilmez
bir albatrosun onlarda boğulduğunu. Anlatırsanız,
söz kamaşır, suya bakar bir çocuk olursunuz.

Veysel Çolak

Bu Gemi Ne Zamandır Burada

Bu gemi ne zamandır burada
Çoktan boşaltmış yükünü
Gece de ölmüş, rıhtım da bomboş
Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
Arkada, güvertede
Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
İçerde üç beş kişi
Yalnızlık üç beş kişi
Bir kadeh rakı söylerim kendime
Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi
-Denizin değil hüznün üstünde.

Belki yarın gidecek
Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.

Edip Cansever

Karamela

Yanık şekerim sert, hayatsa daha berbat,
ikisinin de aynı kağıttan çıktığını unuturdum
unutmasına da, ben tuttum birini sevdim,
hayatı nasıl sevdiysem onu da öyle sevdim:
Tarçın Kokulu Kız, Carmen, Ay Carmela…
O nane likörüne bayılırdı ama, ben onu
sıcacık bir kahvenin dumanına benzettim,
o da beni birine benzetmiş olmalı ki, tuttu
aşk derdine düştü, şimdiyse terketme sevdasında!
Aşk dünyaya bizden önce gelmiş de erkenden
açmış gibi dükkanını, onun kokusuyla tanıdım
aktarları, acı sözlerini aşkın tuzu biberi saydım,
onun huylarıyla karşılaştım eski tuhafiyelerde:
Aynalı Pasaj, Bonmarşe ve Altın Düğme…
Biri birine uymayan binbir huy, binbir çeşit,
bir dükkana rastladım duvar taş, kapı kilit,
ne tatlı sözlerim açabildi ne iyi huylu şiirim,
karamela dükkanı olduğunu en sonunda öğrendim!
Şimdi yanık şekerim sert, hayat ondan da dert,
ben zaten tiryakiyim, ayrılık aşktan da berbat!

Ah karamela şekerim, aşk tatlı da insanlar berbat!

Haydar Ergülen

Diriliş Saati

Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede
Karanlığı emip emip de gebe kalan
Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan
Herkesin
Veba girmiş bir şehrin hem halkı
Hem seyircisi olduğu bir günde
Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke.

Her damlası bir zafer müjdecisi
Bir posta eri gibi
Yağmur yüzümüze değince
Çıkacağız yola.

Çıkacağız yola
Hesap günü gelince
Yağmur yüzümüze değince
Güneş bir mızrak boyu yükselince.

Erdem Beyazıt

Söz uzar, kesmek gerektir vesselam…

Duy feryad etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.
Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.
Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.
Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için dostum dedim.
Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.
Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?
Aynadır ten can için, can ten için,
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.
Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!
Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney’e,
Cezbesi aşkın karışmıştır mey’e.
Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem,
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.
Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal,
Hem verir Mecnunun aşkından misal.
Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var,
Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar?
Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.
Gam dolu günler zaman hep aynı hal,
Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal.
Gün geçer yok korkumuz, her şey masal,
Ey temizlik örneği sen gitme, kal!
Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan,
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.
Olgunun halinden ah, anlar mı ham?
Söz uzar, kesmek gerektir vesselam.
Mevlana Celaleddin Rumi

Beni Anlamayışına

Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın
Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını
Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını
Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık
Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın

Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına
Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar
Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına
Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar
Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar
Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu
Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu
Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi
Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi
Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde
Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde
Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın
O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere
Her gece ışığını ruhumdan alacaksın
Aldanma gururunu okşayan çiçeklere
En güzel güllerini ruhumla alacaksın

Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden
Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi
İnecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden
Bu sevda tükenecek sönen bir alev gibi

Sen hala anlamadın sevginin en hasını
Sen hala çözemedin ırmağın dünyasını
O, coşkun bir denizin sularına yürürken
Sen hasta bir çeşmeden doldurmuşsun tasını
Gittiği her iklime sevdanı götürürken
Gözyaşı çukuruna gömmüşsün deltasını

Henüz bir tokat gibi inmedi yüzüne aşk
Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık
Görmedin bir arslanın can çekişen resmini
Yalnızlık kitabında okumadın ismini
Bir takvim yaprağında yanmadı bakışların
Dökülen tüylerine tutunmadın kuşların
Karanlık köşelerde acı acı gülmedin
Sen henüz kovulduğun kapılarda ölmedin
O Celali uykudan uyanmadın, uyanma
Düşlerimin rengine boyanmadın, boyanma

Bir kuş gibi çırpınan kalbimin kafesine
Bir avuç yem bıraksan ölür müsün, a gülüm
Feryadı kayaları parçalayan sesine
Ömür boyu yabancı kalır mısın, a gülüm
Sen henüz bir zindanın küflü duvarlarına
Çarpmadın gözyaşıyla boğulan gözlerini
Sen henüz diken diken saplamadın göğsüne
Dudağında kuruyup dağılan sözlerini
Sen henüz dokunmadın yalnızlığa kan gibi
Acıyı kaynatmadın içinde volkan gibi
Karalar bağlamadın beni anlayamazsın
O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

Nurullah Genç

Beraberlik

Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız. Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi dağıttığında da beraber olacaksınız.

Siz Tanrı’nın sessiz belleğinde bile beraber olacaksınız. Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın. Ve izin verin, cennetlerin rüzgarları aranızda dans edebilsin…

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın. Daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun.

Birbirlerinizin bardaklarını doldurun; ancak aynı bardaktan içmeyin… Ekmeklerinizi paylaşın; ama birbirinizinkini yemeyin…

Beraberce şarkı söyleyin, dans edin, coşun; fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin. Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup, yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi…

Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil; Çünkü yalnızca Hayat’ın eli, sizin kalplerinizi kavrıyabilir…

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil, Çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır; Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı, birbirinin gölgesi altında büyüyemez.
Halil Cibran