Çünkü Biz En Çok Aşkı Sustuk

-daha bağları yazacaktım uzayıp giden
masalını ninemin bin bir geceden-

çünkü biz en çok aşkı sevdik, sedefli
inci taneleri aradı ince ellerimiz
boncuk terli ayasında mavinin
yedeğimizde hep bir kırba sevinç

tabanlarımızda can kırıkları
özümüz her yandığında inceden elenen h’ûn
aşk ile aşılanan ol yaralı nesteren

-dağları yazacaktım daha kavi
ıhlara vadisinde yatan gemileri-

çünkü biz en çok aşktan öldük inan!
kıyımız derin kuyumuz yusuf
çevrenimiz
derya deniz!

ağyara suçtuk yârene bağış
uyuduk uyandık sil belendik umuda
şahbaz idik şah olduk şahmaran!
yeniden yineden mor mineden doğduk
kor lüleli saçlarını güneşin

-kantarması gül dalı alatavlı taze tay
daha suları yazacaktım deliboran karlı çay-

şıramız üzüm dilimiz şiirden
ayaklarımız gök
balımız balamız sütten
kesilmeden!

karış dilini dilime
barış! ..

çünkü biz en çok…
…aşkı sustuk!

Perihan Baykal

Füg Çiçekleri

uzadı gölgesi kurganların, kavi
ve sildi korungalar pembe terini
alaca değirmisine akşamın

şimdi su verme zamanı
yaralara ve sardunyalara

1

acı
sen miydin yalınayak geçen yanımdan
ağzında firuze bir ıslık
ve bir türküyle, inceden:
‘değmen benim gamlı yaslı gönlüme’…

ben miydim
o küçük mercan balığı, o kef-i derya
uçsuz bucaksız yelkenlere düş açan
incisi incinmiş kabuk!

ne kaldı bize şimdi söyle ne
has bahçenin hangi zül’ü, hangi şehri zakkum
hayatı beklemeye değil istemeye
hangi tozlu rengi gökkuşağının
iğdenin rüzgâra eğilen dalından?

füg çiçekleri açtık mahur hem şen
avcumuzda ılık tarih külleri. terli
at sağrıları ve meczup kahramanlar

ah, sevmekten utandığımız
yetim dünya, nâçar dünya, güzel dünya
-sormaya sormaya unuttuğumuz-

2

katranlaşır ağı ağacının gözleri
sunağında ölü çocuklar

bizdik bu sokaktan geçen
durur ayak seslerimiz hâlâ
pencere demirlerinde

bilinmez nerde söndü ışık!

işte bu yüzden üşür geceleri
deniz fenerleri

Perihan BAYKAL

Sır Meseli

âh o derin susuzluk, kanımdaki
dalgaların durmadan, durmadan, durmadan
yazıp sildiği

~*~

1.

biz bu sokağı fesleğenli bilirdik, ezelden
şurada bir çeşme vardı hani
suyu güvercin sebili, gölgesi söğüt!

semâvi bir şey midir iyilik
neresinde konuşlanır sonsuzluğun
-o son susuzluğun!-
kötülük neresinde?

saldım atımın dizginlerini, uzaktan
tanrı görünüyordu ve kan rengindeydi
ufuk çizgisi

bir cebimde gizlice okşadığım
tetiği taze çekilmiş bir gökyüzü
ötekinde topaz benekli bir yavru pars!

korkmayın tehlikesizdir, ısırmaz
ve beyazdır düşleri, bir zencinin dişleri denli

yaralarım: gizli celbim:
mahfi kenz!

2.

bozaltıyor kendini bir ip yeryüzüne doğru
“bıktım ey! bıktım ey! bıktım ey!”
ne çok yalansınız ah, ne az sâhi!

kaplumbağanın bağasında üç kelebek
üç kınkanaat melek!
biri evvel, biri âhir, uçtu biri

hangi kehanetiydi yuhanna’nın
ve hangi güldü, erken açardı
sustu! bunca yıl inandığımız sanrı

:yok dünyanın kalbine tuttuğumuz aynada
buğunun zerresi dahî!:

biz hâlâ, biz hâlâ, biz
hâlâ bir tufan bekliyoruz
boyumuzu aşmışken alazlı su

3.

ben şimdi hangi eyvanlara döksem yüzümü
ben şimdi hangi kuyuya!

maviyeymiş bütün nazım
âh o çocuk nazarım!

kendi ışığımmış meğer
kamaşktıran gözümü

sırtında bir doru atın

kırıldım
soyumdan

bu sonuncuydu
artık başka tanrı gelmeyecek!

4.

düşümü yor! düşümü yor!
hamayliler acı safran kokuyor
ah o meyil: gitmek ve bir daha dönmemek!

~*~

Perihan Baykal

Angela

giremedim evine dünyanın
ben hep eşikte kaldım

kapadım perdelerimi kaçtım içime
pervazlarımı, -silme cezayir-
gayrı çakar da almaz bu fitil
oğun dur
o mantar ağulu, şu bulut nemli

eksik olan ne, gecenin ceplerinde
eksik olan ne, ellerinde

açtım perdelerimi, kaçtım dışıma
upuzuuun bir merdiven, yoksa
serpenesi mi serpilen ömrün
bilemedim, serenini bendini
ben müneccim değilim
melek desen hiç değil
çok kahve döktüm üstünüze, tuzlu

tıynetimde aşk çıktı, keşkesiz
kanımda barbar kanı, hû
kış konmaz, yüzük tutmaz
ah, kuğusu boynumun
iki dirhem bir çekirdek
öde… öde… öde…
bitmedi borcu

yara bıçağı unutmaz angela
yara, bıçağı unutmaz
-unutsa da yarayı bıçak!-

tüter durur
tütün gibi
dün gibi

işte bu yüzden, bu yüzden işte
yarın olacakları anımsarım birden
boğar burmanız, bukağınız sıkar
kalbiniz ve kalibreniz dar gelir aklıma
okşamanız eğnime ar!

bak ağarıyor gün, pusarıyor çöl
küle gömülmüş bir elma kadar sıcak
-gül sen angela, gül
güllere sür manşet-
gördüm!
çiy ve çiğ kadar açık bir fark
çimlerin terkisinde

ağlayarak… ağlayarak…

kimbilir, ben bir meleğim belki de
cennetinize yakın, cehenneminize uzak!

Perihan Baykal

Şiir Okuyan Kızlar

zamanın nedensiz
tutunanlara..

I

Kalbi eve dönen yoksulların
bir şarkıyı taşıyacak kadar
sahil görmemiş yabanlıklar büyüten yalnızlığı!

Sen, sise doğru yürü!

Şarkı söyleyebileceğin bir kıyı,
duyabileceğin bir kulak,
yabanlığını örteceğin tülden bir sis
genç bir kızın eski güzelliklere duyduğu üzünçtür.

Hatırla ve yakar sessizliğine: geçmişine.
üzünç ki, susadıkça acıktırır tenimizi.

II

Denizin üstünde dolaşan uyku,
düşlerde gezinen göz!

Zaman ki, eskitilmiş güzelliklerin kanatlanmasıdır.
Ayrılmak tüketmektir eksiltili sözü, eskitmektir.

Sızı, kalbe el veriyor:
gölgen yalnızlıkların güz karaltısı.

Hatırla uzaklığı, unuttuğun düşlerin karaltısını.

III

Şiir: suskun kız,
Ne kadar da çok benziyorsun yalnızlığıma.

Ahmet Bozkurt

Asya İçin Henüz Vakit Var

sen bu şarkıları söylemezsin ayşegül
çocukların ömrü çiçeklerinki kadardır derdin ya
Ganj’ın kenarına oturmuş ağlarken kathya
sen dilini kanatan şarkıları söylemezsin
hayat bilgisi kırık çocukların
yani hangi ırmağın hangi denize döküldüğünü
bir türlü sökemeyen
ve yağmurlu günlerde
bisikletleri aşklara toslayan çocukların
şarkısını sen söylemezsin.

kim söyler peki o yabanıl kuşların çağrısını?
kim dillendirir nehre verilen ölüyü?
uzağa salınan kandili?

asya için henüz vakit var
asya derin uykusunda, onu uyandırmayalım kathya

bir prens nasıl olsa onu öpecek
ve filler kaldıracaktır o ağır uykuyu dağa
ırmak yolunu şaşırıp bizim sokağa
çıkacaktır nasıl olsa
o halde gel biz de çıkalım
içine yağmurlar yağan bu şarkıdan
henüz okyanusa varmadan
inelim bu trenden kathya.

bavulunu toplar ve gider Ganj.
bir gülü saçlarına iliştirir
ve sorarım ona:
– ey ırmak her sabah
yanıbaşında bir cesetle uyanmak nasıl ha?

Kemal Sayar

Karşılığını Bulamamış Sorular İçin

serin rüzgârlar taşır
bir dostumun yüzünü yakan mevsim
incelmiş bir hayatın kederiyle
sessizce durur anıların yamacında
renginden su alan resim

odalara sığmazdık odalar dar
içinde gizli bir ses ölürken
dönenip durdu heves
dağlar dağlar

saatleri biz sustururduk
korkusuyla kendi sesimizin
yokederdik kardeşliğini
gündüzle gecenin

karardı baktıkça gözler
balkon derinliğindeki dağlara
heves yollara düştü
tedirginlik korkulara

yüzün gecikmiş bir mektupta
anlaşılır dürüst ve ıslak
yitirilmiş bir anıyla çıkageldi
güneyin ılık sokaklarından

-her ses bir renge yakışır
su kendi bildiğince akar
hiçbir şeye benzemez içimizdeki uçurum
ne kadar acemi harcı olsa da
ölümle karşılanmalı bazı sorular.

1979

Haydar Ergülen

Düşler Bir Ses Bulur Bende

bir çocuğun düşüyüm ben
büyülü yaz akşamları
ben üflerim mızıka söyler
sesimiz tutar sokakları

ılık bir ses taşırım yorulmadan
sonsuz özlemler büyütürüm yarına
ben mızıka çalarım
siz onu duymasanız da
mızıkamın içindedir yaşam

kardeşler ben çalayım siz görün
nasıl geçilir kiraz rengi sokaklar
soluk soluğa yeni aşklarla
yorulmaz yaşlı bir yürek bile
gülüşler ona akar da

ben mızıka çalmazsam
ne özlemleriniz olur ne ayrılıklarınız
yalnız bir yıldız gibi boşluğa
düşer yaşlı dünyanız

bir çocuğun düşüyüm ben
mızıkamın sesi yeryüzüne değer
uyurum uyanırım hep aynı şarkı
ne sesim eksilir ne umut biter.

Haydar Ergülen

Koro Her Zaman Haklıdır

Koro

Yaşamdan başka ölüm yoktur
Mutluluk çocuklara mahsustur
Onların da ölümleri damla damla
Birikir aylarla, yıllarla
Yürüdükleri yollar bir tabuta dönüşür

Her insan kendi tarihiyle başbaşa
Boyuna dünyayla ilgili kitaplar okur
Sokağa bir ilmek gibi açılan camlarda
Bir katılma isteğinin acısını dokur
Kendi ayakizlerine basar oysa
Kendi kendine konuşarak büyür

Ben

Keşke yeniden doğmak gibi bir şeylere inansam
Biri önümdeki şu bira bardağını yenilese
Ben söylemeden, çağırmadan
Bacalardan yükselen duman
Bir deniz köpüğüne dönüşse…
Değişsin diyorum, her şey değişsin
Hiçbir şey kalmasın ayakları üstünde

Sen

Ne güzeldin, uzayan hep uzayan ellerin vardı
Bütün çocukların ağzıyla konuşur gibiydin
Gözlerinden bir gül çıkarıp atamasan da
Her bakışın bir gül dolgunluğuyla açardı
Bunun için hiç uçurumlara yürümedin, denizleri bilmedin
Duraklarda hep kendini bekledin
Herkesin indiği otobüslere bindin usulca

O

Yalnızlığı bir uçurtmadır ki takılacak yer arar
Denizlerin dibinde yürüdüğünü sanırsın
Ruhu olan bir gölgedir, bedeni kimbilir nerde
Önüne gelene kendi adını sorar
Bunun için sözlükleri devretti birkaç kere
Ölüm, denizde mahsur kalmış bir gemidir ona
Her kıyıda fener olmak gibi alışkanlıkları vardır

Biz

Kuşların teyellediği bir göğün altında
Birdenbire sökülen dikişler gibiyiz
İplerimiz uçuşup duruyor havada
Takacak yerimiz yok, boynumuzdan başka

Siz

Uzaksınız, niye böylesiniz, çoğul ve sessiz
Tarihinizi kitaplara alınmayacak olaylardan seçersiniz
Kapılarınızda çiçeksiz girilmez yazıları
Sizin kanınızda aynalar dolaşmaz mı
Kendi ölümünüzü gazete ilanlarından öğrenirsiniz

Onlar

Susmaktan yosun bağlamış ağızlarıyla
Bir gün konuşmaya başlarsa, ne oldu
Demeye kalmadan bir fotoğrafçı çağır
Ve havada yakala seslerinin resmini
Altına ayı, günü, saat, yazmasan da olur

Ben

İktidar akıyor nereye elimi atsam
Irmakları deniz boğuyor, denizi toprak
Ben de bir gün şair olursam
Dersem ki artık enel hak
Dünya beni gönderlere çekersen
Ne olur, ne olur rüzgarsız bırak

Sen

Kirpiklerin tozlu dünyaya bakmaktan
Çamurlar üstünde tüten buhur gibisin
Yalnızsın, üzgünsün ve kederlisin
Yaşam akmaya başlıyor tırnaklarından
Toprağın ve suyun bütün gizlerini belledin
Seni gökyüzüne gömecekler bunun için

O

Bedeninin kaleleri, burçları var
Geçilmez, yazıyor duvarlarında
Ve bir çift meme ucu mazgallarında

Biz

Sevgilerimiz de rastlantısal, nefretlerimiz de
Hep kendimize çarpıyoruz en olmadık yerlerde

Siz
Bir sabah postal sesleriyle uyandınız
Diyelim ki akşamdan kalmaydınız- misal
Önünüze kızarmış ekmek, bir bardak çay
Radyodaki marşlara kulak kabarttınız
Hapishanelerde dediniz yerimiz var münhal

Onlar

Ölülerini hep kefenlere sararlar
Bir yaşam boyu sıkılı duran yumrukları
Toprağın üstüne çıkmasın diye

Koro

İnce yazıyla yazılan bu şiir
Kalın duyarlıklara seslenecektir
Kimse yaşarken bir şey okumasın artık
Ölümün şiir herkese yetecektir…

Ahmet Erhan

KARDAN ADAM VE KARLAR ERİDİĞİNDE DONMUŞ BULUNACAK KEDİ YAVRUSU

ürkütseler güvercinleri uçacak ellerin, okşansa bahar sanacak
saçımda gezinirken, yazılsa tarih olacak bir aşkın
terinden soğuyacağını bilmez. çağrılsa gözü kara
sevgili olacak bakkalın yanından geçerken, öpülse
yaraları iyileşecek dizlerin, karanlıkta bir çift vatkanın
ve alelacele giyinilmiş kesin ifadenin
peşinden dolandığını da bilmez. üstelik gürül gürül akan hayatın
bir kadının açılan bacağından olmadığını düşünmezsin henüz
beklemeyi bile öğrenmemişken.

usulca yerini alan selamlarla başlarsın sabahçı kahvesine,
gevrek simide ve yüz gram peynire. ısıttığın avcunun
çay bardağı kadar olduğuna aldırmaz bir çocuğu büyüten yüzün.
hep bir mısradan ödünç alındığını sandığım zarafetin,
karşılıklı oturur keskinliğinle. kirpiklerin paslanıp kırıldıkça
erkek olur o yavru kedi mırmırlığındaki gözler.
kahramanlık tükürmedikçe dünyaya, aldırmaz hiç kimse
yarığındaki yalnızlığa.

derdi gücü sana yetişmek olan yağmura inat,
yağmuru delen damlaların belini sararak,
“seni ben ellerin olasın diye mi sevdim”
yokuşuna tırmanır, alelacele yetişirsin kendine;
anlaşılmadığın, sanıldığın ilişkilerde.
birine tutunduğun kopuk uçlardan dolanırsın
sevgi yumağına. heyecanla beklenen
bir mektup yerine, posta kutusuna sıkışmış sıradan
bir şeyler gibisin, arasalar var olacaksın.
oysa birdenbiredir tüm alışkanlıklar;
hızı kav-ramaktır aşklar
kısaca alışılıp terk edilmişsin.

işte yağmur, gece.
‘kendim’leri izlerken karanlık, “bir yerine geldim
ki gecenin sen yoksun” yarığına yığılıyor, hep kara
kalemle çizilmiş sandığım, keskin,
dünyaya meydan okuyabileceğine inandığım yama
köşesine çekiliyor küçük yahudi hüzünlerinden,
taş plakta dönen, kırık:

–onu bende yaşayan
anlaşılmamış bir tohum
beni onda yaşayan
çorak topraklar–

hiç var olmayacaksın yazmasam ve hiç
öğrenmeyeceğim yoksulluğu varlığından. ağzım küf
kokmayacak dehlizimde dolanmasan. küfreder
gibi susmayacağım seni anlayabildiğim kadar sanmasam.
binlerce insan var seni binlerce yapan.
hiç kimse kendisinde yaşadığından
başka senler olabileceğini düşünmez.

aslında bir şarkıya dolaştığını kimseler bilmediğinden,
“seni ben ellerin olasın diye mi sevdim”
yokuşunu hep yalnız çıkarsın, uçuklayan
bir ıslıkla, gecenin çok saklı sokağına. ürkütmekten
korkarak elinin güvercinlerini, kimseler dokunmaz saçlarıma.

yazılsa tarih olacak bir aşk, üşür küçülür kalır ortasında.

Hilal Karahan