Bir Göl Nasıl Uyandırılır

bir göl nasıl uyandırılır bilmem
neresine dokunulur
bir taş atsam korkup sıçrar mı
bilmem bir göl nasıl uyandırılır

düş mü görür kabus mu
acaba saati mi
belki derindir uykusu
balıkları kırılır

bir göl nasıl uyandırılır bilmem
beni karşısında görmek istermi
rüzgar eğmişse kaşlarını
kapısı mı vurulur

yorgunsa nasıl kıyılır
bir göl nasıl uyandırılır

Ali Ural

tumblr_m7ywqfcZ391rywysso1_500 Bir Göl Nasıl Uyandırılır

Üveyka

1

uykusuz bir çıplaklıktır karanlıklar
anahtar deliğinden sızar gibi aydınlık
bağışlıyor örtmediğim yalnızlıkları
kararıyor günbatımında birleşik kanatların
iki ülkeyi sırtlayıp taşımışsın habersiz
denizler ülkesinden ipsiz yalnızlıklara
bir ölüm demişsin bir hayat
kondurmadan ayaklarının ağrısına
getirip gelmişsin uzaklığı
hangi takvimde doğuyor gemiler
salıncaksız kurduğun bebeklik fotoğraflarıyla
göster yalnızlığın resimleşen halini
büyüsün ağlayan çocuklar
-büyü-sün göklerin seyrinden-
ağ kurup göklere güneşi yakalamak adına
bekleşsin altın kanatlı kuşlarla

2

ipsiz bir yalnızlıktır yokluğunun ipe götüren anları
gözlerinden yayılan parıltılı ana merhaba
ve bezirgan besteliyor kanatlarının yolculuğunu
bestenigarda büyü bir efsundur şahikalarla birlikte
kon ve anlat üveyka
anlat geçtiğin ülkelerin bensiz zamanlarını
tarihini birlikte yazalım ülkelerin
yıkıp yeniden kuralım
altın devrini yaşayan saltanatların
çıtası yükselmiş göklerin mahur telaşının
ateşin merhameti soğuğu nasıl unutturuyorsa
bende unutuyorum bakışında gözlerinin bebeğine
unutuyorum karanlıkların laciverdini
kanını seherin,ölümünü yalnızlığın
sen anlat üveyka çiçeğin tomurcuktan çıkışını
bir gülü anlat gözlerine değişinde
nasıl da boy verdiğini hayatım gibi
anlat üveyka
sen anlat

Üveyka
bir bütünlüksün sen hayatla ölümün
seni sevmekle başlayan ölümlere
hayatla karşılık verensin sen
indir ve göster bütün yağmurları
bulutsuz gözlerin denizdir üveyka
yokluğunda çöldür bütün limanlar
yitiğidir bütün eskilerin paslanışı
koş ve gel artık zamanıdır doğuşunun
yeni baştan sayfalara işlenerek
gel üveyka gel
artık zamanıdır.

3

üveyka
boynuma kement attığım
şehla bakışın nerde
nerde karanlığı aydınlatan
güneşten gözlerin
söyle ve gülümse
ışıkları yansıtarak tebessümünle
kelimeler acıtmayacak bu sefer
güzide bir şarkıya bürünerek
seni anıp duracağım üveyka
nerde her geçişimde aklımdan
kalbimi durduran sesin
söyle en güzel sözünü üveyka
meş’alesini yakalım aşkın kadehinde
yalnızlığı harlandıran kitaplarda
yakalım bütün kayıpları üveyka
birleşsin ellerimiz göğün altında
ıslanıp ıslanıp kurulanalım güneşte
sen bakıp dur gözlerime
gözlerime bak üveyka
beni divane eden gözlerinle

kanatlanıp kuşlar gibi aydınlığa
serelim gönül tahtımızı üveyka
kıskanacak Süleyman biliyorum Belkız gibi
kurup çıkalım üveyka en yükseklere
aşkın bekasıyla erelim varlığımıza
üveyka ah üveyka
bir üveyik gibi çarpınca kalbin
uçuşur içimde bütün çöllerim
tutuşur hasretinle
közler bütün benliğimi

4

üveyka ah üveyka
yokluğunu anmayacağım bu sefer
hep varlığınla işleneceksin
zümrudi göklerde
üveyka
ah üveyka
yokluğunu saymayacağım zamanla
her gün senle olsun diye
bakıp bakıp duracağım denize

Üveyka
gözleriyle denizleri kudurtan
yokluğuyla yakıp savurtan
çöl güzelim,deniz mavim
hasretim herşeyim
adınla anacağım cenneti
adınla yaşayacağım cenneti
yokluğunda arafta kalmış gibiyim üveyka
gel ve tasvir et göster cennetimi
dokunup bağrıma temizle mahşerimi
gel üveyka gel
zamanıdır düşlerin inzarıyla gülmenin

üveyka
çöl güzelim ,deniz mavim
hasretim…
herşeyim..

Bilal Can

557409_503179616362523_1680681609_n Üveyka

beş vakit / sabah

ey beş vakit bütün yürekleri yıkayan ırmak
secdedeyiz yine
yine kıyam
yine aşk

ey sonsuz ışıklarıyla beklenen sonsuz şafak
ey bütün zamanları koynunda saklayan görünmez sabah
gün ne zaman doğacak
… gün ne zaman
ey seher vaktini saran ey büyük ah

şükür ki aşka çağıracak ezanlar yine birazdan
elhamdulillah elhamdulillah
namaz hayırlıdır uykudan ve her hazdan
yürekler bir dualar bir bir Allah
kalk ey ebuzeran

ey seher vaktini saran ey büyük ah
ey aşka savrulan ey büyük rüzgâr
ey bütün zamanları koynunda saklayan görünmez sabah

yollar iç içe şimdi atlılar nefes nefese
ey hiçbir yere sığmayan ey kalbimdeki
“vessubhi izâ teneffese
andolsun ağardığı zaman sabaha ki”

Sıtkı Caney

siir-antolojim beş vakit / sabah

Masal

Çocuktum her şeyi anladığımı sanıyordum
sonra büyüdüm, bombaların ve bankaların
dağlardan ve ırmaklardan daha fazla olduğunu gördüm

bahçıvanlar generallerden
menekşeler mermilerden daha azdı

yenilmişti dünya
yenilmişti dünya

duanın özgürleştiren rüzgarı
Çekilmişti yüzlerden
İnsanlar dua değil
yönetmelik okuyordu

nükleer artıklar ve çok uluslu yalanlarla kirlenmişti yüzümüz

teknolojinin o yok edici,
o gri gölgesi düşmüştü yüzlere
yenilmişti yüzümüz
ve görüntü aynıydı
bütün aynalarda

her şey çok açıktı
herkes kimsesiz
herkes bir şeyin yoksuluydu
hepimiz aynı anda yenilmiştik
ve şarkılarımız kederliydi

yanlış bir zamanda mı yaşıyordum ?
Çekip gitse miydim ?
hayır!
ne yanlış bir zamanda yaşıyordum
ne de çekip gidecek bir yer vardı
her yer aynıydı
kaldım

sürekli çağıran ve ayrım yapmayan toprak
nasıl olsa beni de çağıracaktı!

masal dünyanın bittiği yerde başlar
biliyorum klasik zamanlarda değiliz artık

ve masallar böyle anlatılmaz

biliyorum!
ben hiç masal yazmazdım
dünya sisteminin hepimize anlattığı masal
kötü olmasa bu kadar

biliyorum!
bir karınca türküsünden daha hafif olacak sesim

biliyorum!
İnsanların birbirlerine olan yabancılığı büyüyecek
dünya küçüldükçe

biliyorum!
telefonlar oldukça insanlar birbirini görmeyecek
biliyorum!
birbirimizi hiç görmeden ölücez

her şey için tek şey diliyorum
Allah’ın gülleri yakamızı bırakmasın.

Mevlana İdris

bwahaha-168419-389-511 Masal

Yarın Seni Benden Soracaklar

ı.
bütün yaralılar haklıdır
her saralı sadık
bu bölüm
saralılara değil
saraya ayrılmıştır
sara yeminlidir
yaşı
binlerce seneden haber verir
bu süreçte sürekli tren kaçırmış
ona sorarsanız hiç fırsat kaçırmamıştır
bütün vapurları
otobüsleri
bütün kızları bir terkiye
aklını bir bohçaya sarıp kaçırmış
leylayı kaçırmamıştır

yeminlidir
herkesinki gibi
onun da putu helvadandır
fakat o acıkınca
/sadıktır/
kafayı yemiş
putumu yememiştir

leylaya göre dabbe odur
ona sorarsanız leyla mesih
leyla söz dağıtır
leyla gönül dağıtır
evler dağıtır
‘kervan kırar’
ordu bozar
sara toplar
leyla ravi
sara rivayetin kendisi
leyla dağıttığını bilir
o bilmez kendini devşirdiğini
hikâyet odur ki
leylayı o gün kaçırsaydı
bugün yaylı tanbur çalınmayacak
istanbul’un iki yakası olmayacak
gökle yer birbirinden ayrılmayacak
elbet göklerden yere haberler gelmeyecek
mektup ve mürekkep icad edilmeyecek
‘bir beyaz mendil’ sallanmayacak
barak havası nedir
Toroslar
mavi gök
burçların ihtişamı bilinmeyecekti

eğer o gün sara leylayı kaçırsaydı
bir kaç saralı aklını
kalan herkes
kadınları-kızları
ekmeği-aşı
sonra parayı
birbirinden kaçırmayacaktı
borsalar
gökdelenler
uçaklar
bilgi işlem merkezleri var olmayacaktı

eğer o gün sara leylayı kaçırsaydı
Hiroşima’dan Bosna’ya
ordan Çeçenya’ya
yüzbinlerce çocuk
boğazlanmak yerine
köşe köşe kaçıp
köşekapmaca oynayacaktı

II.
dabbeyi tanımalısınız
çünkü konuşur
ben kendimle
o sizinle konuşur
ona kulak verin
en muhteşem şiiri söyledi
üstelik bana değil
size söyledi
/ankebut
hey ankebut
odamda
evimin tavan arasındaki örümcek
artık seni kutsanmayacağız
sen o örümcek değil
sinek avlayan bir zavallı
artık seni kutsamayacağız
hani taze yumurtası
hani güvercinin
meskeni düşürdü dabbe
bizim için/

dabbeden sonra
en konuşkan
en fasih olan ölü
bal akan diliyle
en dürüst ve mufassal itirafı o yapmış
en güzel masalı anlatmıştır
vâsi masallar anlatır
o ağzını açtı mı
gerçek susar
masal denilen hakikat çıkar
/ölü
hey ölü
kim diri
kim ölü
gel masal anlat bize
belki anlarız o zaman
sen gidip
biz kalınca bizbize/
bu ikinci bölüm ölünün
ve ölü
her şeyi deneyebilir
işkillenir
ürkerse
üstelik herşeyi iddia edebilir
çünkü ölü
ordan buraya gül yansıması
hakikatte ölü değil gül yansıması
insan dünyası

gülü duydum
gördüm
ve anladım
her anlatmak istedikçe
şiirime deli atların girmesi
çıldırdığım bundandır

/gül
ey gül
ey kızıl
ey siyah
dağ üstüne dağ
yas üstüne yas olmaz
ki fâriside adındır
kamuslarda saklıdır/

III.
işbu üçüncü bölüm deli
atların
/korkuyorum
eğer böyle gider
anlamlı hayatlardan
kıyı
hilal
ve kuşluk kelimelerinden
nefret edersem
korkuyorum
bütün bu mümkünlerden
anlamlı hayatlardan/
rüyalarıma ölü değil
ölümün kendisi
şiirime
bana birşey vaad etmeyen
deli atlar girer

işbu üçüncü bölüm
deli atların
ağızlarında okyanuslar köpürür
burunları tayfun
nalları arz u semada
ordular
ordular
ordular kadardırlar
gemi yüzdürürler
onlar yüzünden gemiler batar
rüzgâr
koşularının sonu
trenleri raylardan çıkarırlar
onlar yaralar
onlar sararlar
ecel ve ekmek bölüştürürler
biri koştuğunda
Amerika’da deprem olur …
terleri ulusal felaket

IV.
Yarın senden beni soracaklar
önce mektuplarımı göster
beni ele veren gözlerim
ve sesimi
sonra konu eder
‘aslında orda herşey var’ dersin
intihar şerbetine bayılırdı
her kapışında kadehi
tam o esnada
ya ******
ya bir rahibe şeklinde
çıkardık karşısına
kaç yağmur yediğini unuttuğu
düzgün yüzüyle
her defasında
o düzgün yüzüyle bakakalırdı
yarın senden beni soracaklar
çelik saç örgüleri çözer
kimi zaman sırtında bir tabutla görülür
kimi zaman tabutlara binerdi
çözdüğü düğümü kimse atamazdı
/işte biz
ebediyyen çözüldük hepimiz/

çizgi çizgi
çizgi çizgi çözgüydü çevresi
kördüğüm toplardı kendisi
de

yarın senden beni soracaklar
kördüğüm toplardı de
nerede bir çöplük
bir mezbele görse
iğrenmez
iğilir kördüğüm toplardı
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları
başörtüleri
delikanlı parmakları
göller
ırmaklardan
yerin gözeleri
en alt yanları
en üst damlarından
eliften omegadan
şelâlelerden
şerarelerden
ilkbahar
sonbahar
kış ve yazdan
gün yirmidört saat
geçmiş ve gelecek zamanlardan
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları
delikanlı parmakları
yedi iklim dört yönden
kördüğüm toplardı

IV.
Yarın senden beni soracaklar
önce mektuplarımı göster
beni ele veren gözlerim
ve sesimi
sonra konu eder
‘aslında orda herşey var’ dersin

intihar şerbetine bayılırdı
her kapışında kadehi
tam o esnada
ya ******
ya bir rahibe şeklinde
çıkardık karşısına
kaç yağmur yediğini unuttuğu
düzgün yüzüyle
her defasında
o düzgün yüzüyle bakakalırdı

yarın senden beni soracaklar
çelik saç örgüleri çözer
kimi zaman sırtında bir tabutla görülür
kimi zaman tabutlara binerdi
çözdüğü düğümü kimse atamazdı
/işte biz
ebediyyen çözüldük hepimiz/
çizgi çizgi
çizgi çizgi çözgüydü çevresi
kördüğüm toplardı kendisi

de

yarın senden beni soracaklar
kördüğüm toplardı de

nerede bir çöplük
bir mezbele görse
iğrenmez
iğilir kördüğüm toplardı
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları

başörtüleri
delikanlı parmakları
göller
ırmaklardan
yerin gözeleri
en alt yanları
en üst damlarından
eliften omegadan
şelâlelerden
şerarelerden
ilkbahar
sonbahar
kış ve yazdan
gün yirmidört saat
geçmiş ve gelecek zamanlardan
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları
delikanlı parmakları
yedi iklim dört yönden
kördüğüm toplardı
de

yarın senden beni soracaklar
peygamber gelmezse
bir bize gelmez diyorduk
ve işte o bize gelmişti
şaşkındık
öylesine şaştık ki
üzerimize ne düşüyorsa
kusursuzca yaptık
onu ilk kez elli yılın sonunda
şehvet ve şefkatle dudaklarından öptük
de
neden derlerse ‘
yazılmıştır’ de
/aldırma anlayan anlasın/
yazılmıştı
biz üzerimize düşeni yaptık
herkes birdenbire öldürülebilirdi
biz ağırdan aldık
/onun hep acelesi
batıl inançları vardı
sürekli sigarasında yol görünürdü/
doğrusu biz hep ağırdan alıyorduk
yazılmıştı kınanamazdık
sadece yardımcı olduk
önce duvarlarından
/yani çevresinden/
başlayarak üzerine bir türbe yaptık
/bu esnada
o denize düşmüştü
bizi onaylayıp
hoşça el mi sallıyor

boğulup çırpınıyor muydu
bunu hiçbir zaman anlayamadık/
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları
delikanlı parmakları
yedi iklim dört yönden
kördüğüm toplardı
de
yarın senden beni soracaklar
hiç ummadığımız bir sonbahar asrında
‘görüyor
ve suçlanamayacağınıza
ve başarınıza tanık oluyorsunuz
ama yine de ben bitirmezsem
bu bitmeyecek’ dedi
sonra utandı
utancından
/kediler bağırsak gazından utanmaz
ölürken utanırlar/
gidip bir eski ahşap evin
çatısında kıvrılıp
güya gözlerden ırakça öldü
/karda kaçan bir siyah itti oysa
bütün hızıyla koşarak gitti
ovalar tükenip bitti
o gene gözlerden yitmedi/
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları
delikanlı parmakları

dedi ve öldü
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları
delikanlı parmakları
yedi iklim dört yönden
kördüğüm toplardı de

yarın senden beni soracaklar
/artık öfkelen/
hercainin teki
kaygan
ne tutunur
ne tutunulur
zamane müptezeli
geleni kovar
kaçanın ardından koşardı
bütün mümkünlerini bir gayrı mümküne feda
bütün malûmlarını inkâr
bir meçhule iman etti
de

suyu rakı gibi içen
pardesüsünü rahat
ve telaşesiz giyen bir genç gördümü
hayıflanır
‘ben gençliğimde de
pardesümü giyerken
bu kadar ve gibi rahat değildim
suyu rakı gibi içemezdim’
derdi

son saatleriydi
ateşinden fırsat bulduğu biran
‘yalnız nikaha tahammülün yok
önceleri ******ydin
şimdi rahibe
ben de denemiştim bir zaman
kurtulamıyor insan
ruhban olunca fuhuştan’
diye sayıkladı
de

senden beni sorarlar
göğün mavileri
gecenin burçları
kız saçları
delikanlı parmakları
yedi iklim dört yönden
kördüğüm toplardı
kördüğüm toplardı
kördüğüm toplardı
de

Murat KAPKINER

kar7 Yarın Seni Benden Soracaklar

Çiçek Sapını Kalbine Soktu

ilk gördüğümde yaprakta uyuyordu
düşmekle tutunmak arası
su içecekken şırıl yağmurdan
beklemek kadar sonsuz
dudağımın kenarına oturup beni seyretti
renksiz harfler dökülüyordu renkli kâğıtlara

basit gerçeklerdi inandığı büyük yalanlar
üşüyüp titreyerek
iğne deliğinden hindistan’a bakıyordu
kaçmak ve kovmak istediği
hasta bir peri vardı ağaç kovuğunda
boşluğa tutunup öksüren
kışın onunla geçmesini istiyordu

kimse görmedi belki görmedi kimse
tuhaf bir sızı uyandı
azalırken kalabalık
ağır ağır düşen bulutu tutunca
buharlı kabarcıklar uçuştu dudaklarına
kömürle çalışan trenin hızına yetişmeye çalışıyor
düşünüyordu çatlayan zaman yolu:
dünya tuhaf yer!
batık gemilerden birine,
mektup yazmıştı
eski pul yapıştırmıştı
tedavülden kalkmış para uzatmıştı postacıya

çok eskiden çok çok
hayal bulaştırırdı kaçak tütünlere
kırık bozuk bir saati vardı
ölmek üzere tırtıl hızında
uzaktan baktım oydu
onu yazmaya çalışan kalemin
mürekkebi dağılıyordu
çürüyen dalın sınırındaydı
kızaran şeftalinin sinirinde

ilk gördüğümde nasılsa öyleydi yüz yıl sonra da
kâr-zarar terazisinden uzaktı evi

hangi tuzak kurulsa bilirdi düşmeyi
uzun yol sürücülerinin yalnızlığını anlar
avuçlarında biriktirirdi bütün sessizlikleri
kalbinde karışık görüntüler saklardı
diriler kitabına baktım, yok
ölüler defterinde, yoktu
duyar gibi olurdum soluklarını
yaprağın kenarında üşürken
beni de alacaktı sanki yüzüme baktı

kalp çok genişti ona dünya dar
batık gemiler uzak
son bir öpüşle tam iyileşecekken
tam iyileşecekken hayatla
çiçek sapını kalbine soktu

Baki Ayhan T.

fleurs-359999-475-633 Çiçek Sapını Kalbine Soktu

Çölde Gizli Bezginler

bir çiçek bahçesinde geceye durgun kalışın yağmur sıcağı gibi
öptüm sonsuz gidişinden. saçlarının seyriyle seni

yolları aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran
akreplerdir duygunun. karanlık ordulara güneşsiz sokulan

bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek
şakakların sıcağında kuytu bir ses büzülüp ölecek

sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında
bahar şenlikleriyle. sürdüren ellerini yangın borularında

şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan buluşlarından
burda biter düğün. gidilir mi evin soğuğuna çölün sıcağından

gemilerimiz saklanır.ağzımızda bir aşk kaçışı vardır buluşmaların
saplandık tadına.durduk alnında yüreğe vuruşların

yollar sellere gider. açılır parklar artık kuşlar dağılır
bir aşkı gözyaşlarıyla bulvara çağırmak hiç keseye mi kalır

çizildi yalnızlar. senin gelişin ne de süvari köprünün diplerinde
geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. kürek sesleriyle

koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından
sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından

oturur iki bakış ormanından gerilip bir masayı kollar
uzayıp uzaya giden akrebe katlanıp zincire gelmeyen yolcular

bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller açılır ortasından
su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık yaşamamızdan

biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık
sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı kazandık

sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle.Yalnızlıkla ben kaldım
sevindiniz işte alın kurtulun. Aha size son atım

Cahit Zarifoğlu

7104836-lg Çölde Gizli Bezginler

Daralan Vakitler

Bu ateş bulutu hangi kavmin üzerinde? 

Çam ormanlarının salınışında,
Kuşların cıvıldayışında,
Otların serin tenlerinde.
Eğer varsan bakıp görmeye
Şeffaf perdenin az ötesini,
Bir ateş bulutu var en bildik yerde,
En emin yerde.

Ve bak, asıl ölen yaylalar, villalar, tok karınlar
Hissiz dudaklar, gayretsiz kalpler,
Asla değil kavruk çölde yatan kadavralar.

Farzet körsün, olabilir,
Elele tut,
Taş al ve at,
Kafiri bulur.

Hani ceylanların,
Hani cihat marşın?

Bir yumruk harbinden nasıl kaçtın?
En arka safta bile kalmadın,
Cengi attın, dünyaya daldın,
Tezeğe konan sinekler gibi.

Dönüyor burgaç,
Dünya üstten, yanlardan daralıyor.
Ovalardan,
Dar geçitlere sürülen sığırlar gibi,
Bir gün ister istemez,
Karşısında olacaksın kaçtıklarının.

Dua et,
O gün henüz mahşer olmasın…

Cahit Zarifoğlu

2012_09_re-entry-by-brianoldham-572762-475-594 Daralan Vakitler

Aşk

Aniden. Birdenbire, beklenmedik olandan…
Beklemeyene: Dilegelen bir dünya.
Vahiy gibi, en çok ona benziyor.
Baharın karnını öptüğüm rüya.

O yüzden “ayak”landım, yukarı ağdım.
Sana vardığımda ağlamam bundan…

Adını andığımda sıcak akıyor bütün nehirler
Dünyayı dolduran sözü olduran o.
Ve ben ne desem şimdi, benden değiller.
Hâlâ soruyor musun bana, aşk ne demek:
O en “bir” ve “tam” olana yürümek.

Durup durup geçmesin içinden ağlamak
Dur, neden ağlıyorsun ca’nım,
yetmez mi ikimize bir sağanak…

Birhan KESKİN

16379772-md Aşk

Ayrılık

kaç gecenin çölüdür bu ayrılık
kaç şiirin dölüdür üstüme
örttüğün bu ince sessizlik
kalbim alış artık, kır kendini
kendi duvarında, sesini
kendi duvarına haykır.

tesadüfen birbirine rastlamış
başka başka aşklarsızın siz artık
geceyle gündüz gibi birbirine
ayrılmış. O ki rüzgar, bir zaman
senin çölünde kumlar uçurmuş,
o ki gece ve esmer, görmüyor
sahrayı, sesi içinde karışmış.

her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer
kendi sabrını deneyen taş,
kendi uykusuzluğunda yatak oldun.
kül koy şimdi yanına korunun
seni kavuran onu da yakmasın.
aşkla besle kendini, gül yetiştir,
sardunya çoğalt.
ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun.

Birhan KESKİN

8382965-md Ayrılık