Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Beni bir sağucu mu sanırlar
Tünedikleri ömrün kâhinidir onlar
Dökerler kanatlarını rehin bir nehrin avlusuna
Gelir bana konuk olurlar

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Sesini sebil etmiş çeşmeler durulanır
Güvercin uykulardan bir menekşe uyanır
Zamanın aynasında salınır salkım söğüt
Göğün kırlangıcını şu ağaç tanrı sanır

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Baharı firar etmiş bahçelerin imlası dökülür
Bir serçenin düşünü hayra yorar bir bilge
Dalında yaprak çürür
Evren küçülür

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Tanrının üvey çocuğu mudur onlar
Bu yüzden mi şairlere dokunurlar
Göğün yorgun yüzünde sessiz uyurlar

Ağıtı yaralı kuşlar konar alnıma
Hüznüme usul usul yağar kar…

Bülent Özcan

Güzel

ölüm daha kolaydır sevmekten
der ya aragon
anla ki ölüme benzer seni sevmek

sözcükler ki alevdir
ve karadır şairlerin hayatları

hem nice şiirlerde nice aşklarda
tarar saçımızı ölüm.

aşk ki bazan solgun bir ilçedir
sürdürür derinliğini

neden “en çok” acı ustası şairlerdir
en çok taşırlar çünkü aşkları.

ben ki yatağımdan tedirgin bir suyum
besbelli ki aşka ve ölüme çalışıyorum.

İlhan Berk

Zamana Benzedik

Hayatın sürgüleri var.
(Daracık ömrümüzde geniş sıkıntılar)
Mutluluğun geniş kapılarında

Usul gülüşlerimizde hüzün lekeleri
Küçük ayrıntılara yöneldik nicedir.
(İçedönük duygulu karamsar)

İki yüzümüz vardı iki güzelliğimiz
Umut ve Sevgi, kırmadan aynaları
(Alın kırışığımızda aynı suçun izi var)

Yalnızlık biricik benzerliğimiz oldu
Payımıza düşen o yanlış ilişkilerden.
(Herkese acısı kadar)

Ne konuşmalarımızda bir tat
Ne susmalarımızda bir hikmet
(Hep aynı boşluğa açıldı dar kapılar)

Olur olmaz şeylerden alınır kırar olduk
Zamana benzedik iyice, çekilmesi zor.
(Aynaların ardında aynı kirin pası var)

Şükrü Erbaş

Genelev Mektupları

I.
Tenime yabancılaştım, etime
Göğsüme kollarıma kalçalarıma
Bacaklarıma yabancılaştım.

Saçlarım o eski güzelliğini
Çoktan yitirdi
Şimdi yalnız bilmem neden
Zaman zaman yüzüme vuran
Bir utancı perdeliyor sadece.
Oysa önceleri oysa eskiden
Salınca tarkları tel tel
Düşle ülkesinden sevgiler ülkesinden
Yağmur serinliğinde, incecik
Yumuşacık bir el
Bulutlardan yüreğime kayardı.
Gözlerim kaçamak bakışlarda
Kirpiklerim kırık
Boynum bir çocuğun pembe ağzında
Ürperdikçe uzardı.
Dudaklarım dersen, dudaklarım
Öptüğüm aynalarda kaldı.

Tenime yabancılaştım, etime
Acıma sevincime insan yanıma
Kendime yabancılaştım.

II.
Giysiler alırım nedense
Nerelerde ne zaman giyeceksem
Bir eski alışkanlık işte
İlk gençlikten kalma.
Oysa bir dantel külot bir gecelik
Çok bile.
(Şimdilerde sütyeni de çıkardık)
Giysiler alırım giyilmez
Çıplaklığıma.

Arada bir çarşı pazar
Doktor dönüşleri daha çok
Eser de aklıma;
Çocuğuna çeşit çeşit
Kazaklar örecek
Evcimemn bir ev kadını gibi
Yün alırım şiş alırım tığ alırım
Nasıl sevinirim bir bilsen
Nasıl mutlanırım.

III.
Bu insan başları sıra sıra
Bu kalabalık
Camlardaki bu sürekli kalabalık
Bana bakkal dükkanlarını
Anımsatır hep.
Içerde boy boy konserve kutuları
Sabun kalıpları yağ paketleri
Sıralı bakkal dükkanlarını.
Kararsız bir müşteri
Etiketi görememiş
Korkarak alacağı malın ederinden
Girer içeri.

Kimi gün bir yaşlı yaşına güvenerek
Hoyrat davranışlarda rahat
Kimi gün bir çocuk ürkek mi ürkek
Ayva sarı terlerini silerek
Düşer üstüme.

IV.
Yüreğimde yüz gurbeti taşısam da
Kalçalarımda bir erkeği taşımasam.

Yıldım demenin de bir anlamı yok
Saçlarıma sinmiş bu çiğ kolonya
Tenimdeki bu vazelin kokularından.
Penceresiz perdesiz bu çift yataklı
Bu karanlık yatak odalarından
Yıldım demeninde bir anlamı yok.

Gün ışığı bir gün olsun
Geniş odalarda mavi
Çalmadı kapımı.
Ay süzülmüş yataklarda sıcacık
Yumuşacık öpüşlerle düşlere gebe
Uykulara varmadım hiç.
Bir gün olsun pembe uykularımdan
Mavi bir erkek
Uğrun uğrun öperek
Kaldırmadı beni.

Yıllar yılı bir acıyı
Sırtımda karnımda kalçalarımda
Büyüttüm durdum.
Harlı soluklarıyla düştüler üstüme
Harlı soluklarıyla dondu yüzüm.
Yıllar yılı binlerce
Binlerce erkeğin gizli gerilimini
En gizli yerlerimde erittim.

Iğneucu acıları gözbebeklerimde
Taşısam taşısam da
Yüzümde bir erkek yüzü taşımasam.

V.
Akşam…desem ve sussam
Yetmez mi?

Ya da yorgun bir gövdeyi
Cam kırıklarında uyutsam…

Akşamı anlatmaz mı?

VI.
Uykular benim zehirli sularımdır.

Geçip giden onca erkek
Onca erkek tüm yükünü
Üstüme yıkmış gibi
Gövdem tonlarca ağırlığında
Bir batık gemi;
Sularım dipsiz denizim kıyısız
Yatarım bir ten çölüdür yatağom
En yorgun gecelerim bile uykusuz

Uykular benim en rezil korkularımdır.

VII.
Bıçkın bıyıklarıyla külhan
Islak saçlarıyla gülendi O.
Gün ışır ışımaz usulca
Sıyrılıp dağınık uykularımdan
Yarı gecelerde karanlığıma
Yıldız yıldız dökülendi O.

(Bilmem ki ne buldu örseli tenimde
Belki açlığını giderdi bir zaman
Belki de sevgiyi öğrendi bilmeden)

Hayata yenildikçe gelendi O.
Düşümü gerçeğe gerçeğimi düşe
Acımı kuşkulu bir sevince
Çevirendi O.

Bir o gülüşü kaldı
Şimdi duvarlarımda
Görmeye ömrümü adak sunduğum
Bir o gülüşü…çın çın
Sesi yüreğimin kıyılarını döven
Üşüdükçe anısıyla ısındığım.

VIII.
Gülmek mi?
Gülerim, güldüğüm çok olmuştur.

Gülüşüm hoyrat taşlarda
Incecik kırılan cam,
Kendi kıyılarını döven su sesi
Bir ağacın ilkyaz eşiğinde
Leyli leylim yaprak dökmesi.
Bilene ağıt gibi oturur
Burda bir kadının gamsız gülmesi…

Gülerim, güldüğüm çok olmuştur.

IX.
Evlerde sabahlar nasıldı
Unuttum
Evlerde akşamlar nasıldı.

X.
Çocukluğum olmadı benim
Gençliğim olmadı.

Babam karanlık bir adamdı
Korkularla besledi bizi
Annem zayıf mı zayıf
Sevgisini göstermeye korkardı.
Bir küçücük kumru kuşu büyüttüm
Göğsümün gizlisinde
Yumuşaklık adına, sevgi adına.
Konduğu tüm dalları
Aykırı bir rüzgar aldı.

Baskılar safra gibi attı dışarı
Korkular safra gibi attı.
Evimden uzak evler üstüne
Gerçeğini şimdi bile bilmediğim
Ne olmadık düşler kurdum.
İnce içlenmelerle her akşam
Dalgın baktığım camlardan
Bir gizli mutluluk sızardı
Işık yerine…

XI.
Garipsi huylar edindim nicedir
Garipsi duygular edindim.
Artık iyice tükenen
Bir ölü umuttan mıdır
Gittikçe yoğunlaşan bu yaşlı
Bu yılgın yalnızlıktan mı?
Yoksa eşiklerden sızan
Şu rezil ölüm kokusundan mı?
Söndürüp her gece ışıklarımı
-Yalancı bir aydınlığı siler gibi-
İncecik bir mum yakıyorum.

Ömrüme benzetip sonra alevini
-Karanlığı ağır basan o titrek
O gölgesi korkular saçan ışığını-
Ömrüme benzetip inceden inceye
Eriyen mumu
Bakıyorum…Bakıyorum…

Bir ölüm düşlüyorum, başımda
Başımda o mavi erkeğim
Bir ölüm…geniş odalarda pembe
Devinirken mutluluk
Uykulara varır gibi usul usul
Usul usul susuyor yüreğim.
Sol yanımda kızım benim
Benim eski benim çocuk güzelliğim.
Sağ yanımda gülüşü bir ilkyaz yeli
-Öyle hafif, öyle serin-
Yiğit oğlum, yağız oğlum…

Kırıp camları bağırsam
Bağırsam diyorum avaz avaz:
Bir ölüm düşlüyorum ey insanlar
Bir ölüm…
Ölümüm evlere yas.

Eriyip bitiyor mum
Bitiyor birden bütün düşlerim
Acımasız gerçeğime çıplak
Çırılçıplak dönüyorum.

İnsan düşüncesinden
Hızlı araç yoktur diyen
Öğretmenim…öğretmenim…
Garipsi huylar edindim nicedir
Garipsi duygular edindim.

Sonsöz Yerine

XII.
Ürkek adımlarıyla uğrun usul
Gelip sıralı sırasız
Karanlık kıyılarımda duran çocuk…
Örseli duyarlığımdan kalın örtüleri
-Kaba örtüleri, kara örtüleri-
Kaldıran çocuk…kaldıran çocuk…
Herkesin gerçeği kendine biricik
Bir beni söyletip de böyle kısacık
Bu yağma yürek, bu talan sevgi
Bu ucuz ten pazarını
Yazdığını sanan çocuk.
Herkesin gerçeği kendine acı
Herkesin acısı kendine biricik.

Şükrü Erbaş

Öldüğümde Ellerin Olsun Ellerimde

Öldüğümde ellerin olsun ellerimde:
isterim ışığını ve buğdayını seven ellerinin,
geçsin son bir defa içimden tazeliğin:

Vursun saflığın değişen kaderime.
İsterim yaşayasın ben oldukça, uyurken ve beklerken seni,
kulak verip de rüzgâra ne duyduysan ver bana,
ver bana denizin kokusundan kaçırdıklarını,
hani birlikte sevdiğimiz, kuma basarken birlikte ezdiklerimizi.

Yaşarken sevdiğim şeyler olsun yanımda,
isterim seni sevişimi, şarkı uydurmamı gördüğüm her şeye,
izleyeyim böylece çiçek açışını bahçende,

aşkım derlesin seni her boy verişinde,
gölgem gezinsin saçlarında,
şarkımdaki gerçeği anlasınlar böylece.

Pablo Neruda
Çeviri: Adnan Özer

On Ayrılık Şiiri

On Ayrılık Şiiri I

Hayatta ve ölümde ayrıldık
Ayrıldı iki beden
Gönüllerimiz ayrıldı
Seslerimiz ayrıldı birbirinden
Ellerimiz ayrıldı
Kokularımız
Aynı yatakta uyanmalarımız
Gülüşlerimiz
Gözyaşlarımız
Düşlerimiz ayrıldı birbirinden
Ruhun içindeki gece
Kapladı her şeyi birden

On Ayrılık Şiiri II

Sadece ikimize değil
Bütün hayata üzgünüm
Fotoğraflarda
Bir gece hatırası

Öylesine yalnızım ki
Sanki yokum
Eriyor eski ben
Ve yeni biri olamıyorum

Keder sokulgan adımlarıyla
Gelip kıvrılıyor yüreğime
Hayat sakin
Şafakta evler gibi

Sanki hiç bir şey olmadı
İkimiz yokuz sadece
Biz olan ikimiz yokuz
Deniz hep orada
Ve ağaçlar aynı düşlerinde

On Ayrılık Şiiri IV

Başka biri olacaksın istemesen de
Tenine başka bir ten dokunduğunda
Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle
Başka bir nefesle karıştığında nefesin

Başka biri olacaksın istemesen de
Gece uykunda ya da gün ortasında
İrkileceksin apansız bir duyguyla
Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi

Başka biri olacaksın istemesen de
Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin
Tüketecek ömürlerini birer birer
Değişecek yeri bir dolabın, pencerede bir çiçeğin

Başka biri olacaksın istemesen de
Dudaklarında benden sonraki bir çizgi
Tanımadığım bir ton gülüşünde
Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin

Sonra, sonra artık başka birisin

On Ayrılık Şiiri VI

Geçmiş zaman
Anımsanıyorsa,şimdidir;
Koparılıp atılır ya da
Bir yaprak gibi bir defterden
Koparılıp atılan
Çırpınan bir yürek olabilir,
Ya da bir yaz gecesi,
Yıldızları can çekişen

On Ayrılık Şiiri VII

Dilimin altında özlem var
Ve karışık bir dua
Boğulmuş anılar
Seni getiremez bana

Şiirler bana seni getiremez
Ne de bir yazdan kalan kırıntılar
Bir taş olabilseydim
Uyku ya da rüzgâr

İlkbahar yine gelecek
Belki yine mutlu olurum
Bir dilsizin şarkısına benzeyecek
Senden sonra mutluluğum

Ataol Behramoğlu

Ellere Gazel

Sevdiğim eller bir kadının elleridir
Sımsıcak dokunuşlarının elleridir

Düşlerimi tüy gibi hafifleten
Annemin ya da kızımın elleridir

Erkek yazgımızın hüzünlerini
Paylaştığım babamın elleridir

Bir ömrü birlikte dokuduğumuz
Arkadaşlarımın elleridir

Nice yalnız gecede tutunduğum
Yalnızlığımın ellleridir

Bakışlarımızın ayrılmaz yoldaşı
Ayrılmaların, kavuşmaların elleridir

Sözcüklere kanatlar takıp
Uçuran ozanların elleridir

Ölüme karşı el ele yürüdüğüm
Ölümsüz aşkın elleridir

Ataol Behramoğlu

Küs

Vazodaki boynu bükük papatya: Konuş benimle
Cıgaramın dumanından dökülen kül: Konuş benimle
Dilinin sıcaklığı hâlâ dilimde duran: Konuş benimle
Kalbim çılgın kalbim sesini duyamıyorum artık: Konuş benimle

Denizin sesi ayaklarına vuruyordu
masada örtü yoktu
iki çay söylediler
biri içilmedi
birinin sıcaklığı vapur dumanına karıştı
akşamın son ışıkları
birinin kirpiklerini yakıyordu
birinin parmak uçlarını
aynı anda bakışları düştü
ve

karardı sular

Ne zamandır kurumuştu çiçekleri şiirlerin

taş duvar demir kapı bedeli ödenmiş acı
hangimiz hangimizden alacaklı
pencerede yağmur içimde dağlar ve gökyüzü
nefret ve hüzün
yalnızlık
barışığım hepinizle küsüm kiminizle

( Denizin sesi yüzlerinde kalkıp yürüdüler)

Refik Durbaş

Veda

Sana vedaya gelmedim

Bu yağmuru getirdim sana
kederimi, bir de elvedamı
kalbimi getirdim, hasretinden
çırılçıplak kalmış vuslatımı
getirdim, gurbetimi bir de…

Kalbinden başka yerde arama
hasretimi de, gurbetimi de…

Refik Durbaş

Başyapıt, Padre

Tanrının kalbini düşünüyor peder, uyumadan önce.
Bir zamanlar bir fahişeye aşık olmuştum peder,hayat dolu
bir kızdı, tek istediği, piknik, dansa gitmek ve unutmak…
sonra öbür görüntüler, bu hayat
kimin yapıtı peder.

‘Artık senden bir başyapıt bekliyorum’ diyor, sırıtarak bir serseri.
Oysa tanrı mışıl mışıl uyuyor bu gece
ve kendi küçük şiirine çalışarak günah çıkaran
şair, onun bir roman kahramanı.

Hakan Savlı