Bahçıvanın Türküsü

Doymadım size, doymadım,
Bahçemin ağaçları, bahçemin çimeni, çiçeği,
Bahçemin dikenleri, doymadım size,
Duvarlar, çitler, kayrak taşları,
Kayrak taşlarıyla konuşan çeşme…

Bazen rüzgârın uğultusuna karışıyor,
Bazen ağustos böceğinin teranesine
Büyük Bahçıvan’ın beni çağıran sesi,
Eylülün sarı yaprakları çağırması gibi
Ve gecenin, sarhoş kelebekleri…

Bir bahçe mi olsam, gittiğim yerde?
Yalnızca bir ağaç mı pınar başında?
Mor renkli bir güz çiçeği mi,
Gök rengi bir yaz çiçeği mi yoksa?
Hiç biri değil, hiç biri belki!

Bir şarap testisi olsam, bir şarap testisi,
Tıpkı böyle bir bahçede,
Tıpkı böyle bir ceviz ağacının altında
Sızıp kalan bir bahçıvanın
Boynuna sarılıp ağladığı bir şarap testisi!

Cahit Koytak

Meneviş Rengi

Altmışında aşk, safiyeti biliyor
Ve şerh edebiliyor onu,

Ama safiyet olamıyor,
Safiyetin kendisi olamıyor.

Aşk mı, ayak izi mi, aşkın?
Bir çiçek, bu, bir çiçek, meneviş rengi,

Göğe yakın dik başlı kayaların
Gölgesinde açıyor;

Hem ölüm korkusuna benziyor,
Hem ölümün çaresine benziyor.

Cahit Koytak

Çırağın Şarkısı

bir körün çağlayana kulak vermesi gibi
hissetmeye çalışıyorum
bütün ihsaslarımla
Tanrının yaratma sanatını;

görmeden yaratan ellerini, O’nun,
rüzgârların yönünden,
havadaki, ışıktaki,
yüzlerdeki ve huylardaki değişmelerden
çıkarmaya çalışıyorum,
Tanrı, nasıl çözüp yeniden
yumuşatıyor balçığı,
neler ekleyip çıkarıyor,
nasıl yoğuruyor onu,
sonra nasıl öyle yepyeni
bir biçim veriyor ona?

ve bilmem kaçıncı gençliğinde
uyandırıp da aşka
ayağa kaldırmak için onu
ciğerlerine nasıl üflüyor,
neler fısıldıyor, eğilip kulağına…

Cahit Koytak

Çocuk ve Zaman

I

tam bir balerin gibi değil, değil de hani,
kum tepesinin çevresinde
parmak uçlarına basarak dönen
bir hortum gibi giriyor
erken çocukluğun peşinden
sahneye, sessizce, Zaman;

yeterince hızlanınca duruyormuş gibi
gözükebiliyor göze;
ama, bize hissettirmeden
sahiden yavaşladığı da oluyor bazen
ve bir ileri, bir geri,
yerinde saymaya başladığı…

böyle yaparak, fani ve hüzünlü olana
alıştırmak istiyor olmalı bizi;
hokkabaz gibi hoplayıp zıplıyor çünkü,
yerlerde yuvarlanıyor
ve toz duman içinde bırakıyor çoğumuzun
içini, dışını, aşklarını, düşlerini.

bu yüzden, git git, rolleri birbirine
karıştırmaya başlıyor insan:
onunla düşen kalkan, sevişen, didişen,
yolunu bazen bağa bahçeye,
bazen çöllere çıkaran, yazgı mı,
zaman mı, aşk mı, ölüm mü?

en sonunda da kullandığı yüzleri
unutturabiliyor ona
girdiği oyunları, verdiği replikleri,
yaşadığı çağı,
yollarında yaşlandığı gezegeni,
içine inen meleği: kanatlı yalnızlığı.

Cahit Koytak

Yüreğim Parmağımın Ucunda

Yüreğim parmağımın ucunda
Ve dokunuyorum onunla senin
Kiraz dudaklarına!
Hissediyor musun sen de,
Ben tam bunu yaptığımda,
Sarhoş bir gök taşının
Dünyayı sıyırarak
Kayıp gittiğini tanrı’ya?

Yüreğim elimin ayasında:
Okşuyorum onunla
Elma yanağını senin,
Çeneni, saçlarını!
Hissediyor musun sen de,
Ben tam bunu yaptığımda
Dolunayın buluttan sıyrıldığını
Ve avuçlarımıza sığacak kadar
Küçüldüğünü, evrenin?

Yüreğim kulaklarımda:
Göğsüne yaslıyorum başımı
Ve dinliyorum onunla
Sesini, yüreğinin!
Hissediyor musun sen de
Ben tam bunu yaptığımda
Aşkın, kendi başıyla dövdüğünü,
Dövdüğünü ve yıkıp geçtiğini
Cennetin surlarını?

Yüreğim bakışlarımda
Ve sonra kanatlarımda şimdi:
Sarhoş bir güvercin gibi
Dalıp giriyorum
Onunla gözlerine,
Ruhuna,
Ruhun gök katlarına,
Göğün saklı bahçelerine.

Cahit Koytak

Ağaca, Rüzgâra, Yağmura Poetikaları Sorulsa

Badem ağacına, çiçeğinden sual olunsa,
“Baharı bekleyin ve bunu saka kuşuna sorun!”
diyecektir.

Yağmurdan kendini anlatması istenecek olsa,
“Tohum olun ve bunu toprağa sorun!”
diyecektir.

Bir kayadan bilgi sorulsa, suskunluğuna dair,
“Kulaklarınızı tıkayın
ve bunu kalbinize sorun!” diyecek
ve tutup daha derin bir sessizliğe gömülecektir.

Şairden de konuşması istenecek olursa, şiiri hakkında,
kimi şair saatlerce, belki günlerce konuşacaktır size.
İyi olan da budur belki.

Çünkü böyle biri, konuşa konuşa, şiirin gökçe haritasını
avucunun içi gibi serebilir gözlerinizin önüne.

Size su çektiği kuyuları,
tırmandığı burçları gösterebilir.
Elinizden tutup, meleklerle ya da cinlerle
çene çaldığı gök katlarını
ya da mağaraları gezdirebilir size.

Ne mutlu bunu yapabilen şaire!
Ve ne mutlu onu dinleyenlere!

Ama kimi şair de konuşmayacaktır sizinle.
Çünkü bakın, konuşmasını sevmeyebilir kimileri;
Belki beceremez de.
Ve kendisine şiir hakkında sorulduğunda,

“Rüzgârı dinleyin! der; geceyi dinleyin,
denizi dinleyin! der.
Şehirlerin uğultusuna kulak verin!
Şehirlerin, ormanların, mezarların uğultusuna…
Kulağınızı toprağa, ağaca, yastığa,
aşıkların kalbine, meczupların beynine,
hamile anaların karınlarına dayayın ve
Varlığın sesini oralarda dinleyin! der.

Bunları söyler ve susar;
belki ötesini bilmediği için,
belki sorulardan korktuğu için,
belki de, yalnızca şiirin sesi duyulabilsin diye
bunları söyler ve susar.

Bunları söyler ve susar,
kanatlarının hışırtısı duyulabilsin diye, şiirin!
Rüzgârın, gecenin, denizin;
kalemin, fırçanın ya da mızrabın sesi;
sessizliğin sesi,
uyumun ve kaosun sesi…

Ve olabilir ki, yeterince sessiz,
yeterince ‘büyük’ bir anda,
Tanrı’nın sesi
duyulabilsin diye,
tutar daha derin, daha büyük,
daha dokunaklı
ve daha konuşkan
bir sessizliğe gömülür.

Cahit Koytak

Yüreğe Yapılan Dövme

yıldızlar, göz kaş ederek olsun
seninle konuşmak istemeseler,
niye o kadar uzaktan
göz kırpıp dursunlar sana?

bulutlar, yüreğinin terennümlerine
ses katmak istemeseler senin,
yağmur olup da niye
insinler yücelerden?

ağzından çıkanı uzaklara,
onca yolu tepip de
ta buralara niye gelsinler?

sen sözün açtığı yarasın varlıkta,
ey insan,
ey insan kalbi,
sen yaraların en derini,

en kızılı, en güzeli,
en tatlı tatlı kanayanı!
sen, yaraların,
hayatı aşıp sanata evrileni!

Cahit Koytak

Annemin Başucunda

annem yüz yaşını birkaç yıl geçti;
bir buçuk yıldır da, upuzun bir rüyada
kanatlarını deniyor,
katılmak için tanrıya dönen göçmen kuşlara.
yalnızca sütünü içmek, ilaçlarını almak,
bazen de kısa repliklerini fısıldamak için
girip çıkıyor oyunlara.

bu tarafta mı, öteki tarafta mı geçtiği
belli olmayan bir uykuda
dünyanın en güzel, en sevgili yüzünde
dünyanın en güzel, en ışıltılı,
en çok acı, en çok mucize görmüş gözleri…

bugün sütünü içirdikten sonra,
işte o güzel yüzü avuçlarımın içine aldım
ve o güzel gözlerin içine bakarak,
‘güzel yüzün biraz gülümsesin,
güzeller güzeli anacığım, benim!’ dedim.
‘bak, ayın ışıması gece için neyse,
senin gülümsemen de benim için öyle!

bak, gecenin sessizliği, derinliği
büyük, güzel ve pırıltılı düşünceler için neyse,
senin gülümsemen de
benim için öyle!

gündüzün aydınlığı, diriliği,
seslerle, renklerle, hikâyelerle dolu sinesi
arayan bir kalp için neyse,
senin gülümsemen de
benim için öyle!

başını biraz çevir ve bakıver dışarı,
bulutun doğurgan gölgesi,
yağmurun hüzünlü ezgisi,
ağacın ruhanî yeşili yeryüzü için neyse,
senin gülücüğün de benim için öyle,
benim için öyle, benim için öyle!

ben bunları söylerken annemin alt çenesi
ve alt dudağı titremeye,
gözleri sulanmaya başladı.

ve sözlerimin ortasında,
onun o, dünyayı uçuşan meleklerle
ve mucizelerle dolduran gencecik tebessümü
belirdi güzel yüzünde önce;
sonra da sessiz sessiz ağlamaya başladı.

o an, başparmağımla işaret parmağım
gözlerime gitti benim de.

tatlı, sıcak bir gözyaşı dalgası
yükseldi içimden, yükseldi, yükseldi ve
yüreğimi, hançeremi, gözlerimi
ve onlarla baktığım şeyleri yakıp kavurdu.

Cahit Koytak

Müteşabih

İnsan müteşabih bir ayettir
Cinnet yazılı bütün sahifelerinde

Daha bir kaç gece önce
/Dönüp dönüp/
Pike yaparken kendime
Bana “hiçbir şey” oldu
Öyleyse ha ben
Ha aşk
Ha o dipsiz kuyu

Şair-sen
Bir kelime bul kendine
Sonra onu
Yalnızlığın sularında yuğ
Bir çocuk yap kendine
Yani bir kadın
Kadınlar kadınlar Allah’ın elleri
İnsan müteşabih bir ayet,
Secde: tanrı ile insanın öpüşme yeri

İbrahim Tökel

Gece-nin- Yüzü

Burası intihar aralığı
Kalbin ortasından ölümcül bir karanlık asılı
Bilirsin, buz gibidir ölülerin uzuvları
Aşkı, sıratı ver -ağzıma tâ / hâ-
Sana sır olayım
Ya da yalnızlığına ayna.
Bana
Şems gibi, şiir gibi, karıncanın bildikleriyle
Biraz da benim de bilmediklerimle, gel sevgili.

Anlat
Sana benzeyen kadına
Biriktirdiğin geceyi ve sessizliği bir de sevmeyi.
Deniz yosunlarının güneşe hasret tutkularını.
Kollarında sabahlayan cümlelerin aykırı danslarını.

Ve
Sevdikçe aramıza giren dünyanın
Hünerli dudaklarına
Nasıl yenildiğimizi söyle
Bizi dinleyenlere.

– Sabrı öpüşümüzü çiz gökyüzüne
Çirkinliğimizin şeklini alsın bulutlar.

Ey sevgili
Şiir akan dilini öpüyor gece
Açılan rüyanın, kapısından giriyorum içeriye.
Ölü çocuklar doğuran analar gibi
Renkli ipliklerimiz olmadan
İşliyoruz gökyüzünü, nefesimizle.

Rabbim,
Her yaşın nefesini
Ayrı ayrı tartacaksın değil mi
Biz, iyi insan olmak için, düşman olduk kendimize.

-Yüzün
Araf sevgili !
Süt emmeden büyümüşüm
Dilim ayın toprağıyla teyemmümde.
Kıyamam seni kendimden dilenmeye
Aynadan bakıyorum, gözlerim görmese de
Dedemin gül duasında
Orda kal, ben gitsem de.

Ümit Zeynep Kayabaş