Sağda, solda izlerin var.
Zor oluyor bazen uyanmak.
‘Zaman en iyi ilaç’ derdi babam.
Toparlanmaya çalışıyorum.
Kendime yeni uğraşlar buldum;
şiir,
resim,
tiyatro,
sinema.
Seni yazıp,
seni boyuyorum.
Seni oynayıp,
seninle uyuyorum.
Erhan Güleryüz
Şub 23
Şub 23
O göçebe kuşları da merak ederdin sen,
yılın hangi ayında geldiklerini,
gelirken hangi enlemlerden geçtiklerini,
yuvalarını nerelerde yaptıklarını…
Turuncu, altın sarısı, siyah tüylü o kuşlar.
Onları anlatırdım sana kış geceleri,
aştıkları lacivert denizleri,
adlarını uydurduğum kimsesiz adaları.
Arslanlar kükretirdim geride kalan ormanlarda,
filler dolaştırır, timsahlar dövüştürürdüm
çamurlu ırmaklarda.
Derken kızıl kiremitler görünürdü bir kıyı
köyünün dağınık damlarında.
Ve bahar yağmurları yağdıran bulutların
arasından süzülür bir gölün kıyısına konarlardı kuşlar.
Dönüşlerini anlatmamı istemezdin hiç.
Hep kalsalar, derdin, o gölün kıyısında
ya da yuvalarını yaptıkları saçak altlarında.
Kışa doğru, geceler uzar, koyulaşırdı karanlık.
Sen büyürdün, büyürdü göçebe kuşların
giderken aramıza bıraktıkları sessizlik
Cevat Çapan
Şub 23
Yağmurda parkta oturulmuyor,
İstasyon çok hüzünlü;
Acaba nasıl geçirmeliyim,
Bu koskoca günü?
Kitaplar koltuğumda ıslandı,
Sigaram söndü sudan,
Belki methiyeler yazdığım için,
Çok iyilik gördük bulutlardan.
Dudaklarımda dostlardan şiirler,
Şimdi haykırarak da okusam kimse duymaz;
Şehir acınacak halde,
Boşalmış bütün caddeler.
Hayatımı sürükleyen ayaklarım,
Suları kabul ederek neredeyse;
ağaçlar benimle alay etmeye başladı,
Sokakta kalmadı kimse…
Şükran Kurdakul
Şub 23
Başımı döndürünce denizden yana
soluğu yanağıma değer usulca
Çözülür bağrımdaki kar
yüreğim alabildiğine ferahlar
Yakasında oyalı mendil
sessizce dolaşır imge sokağında
aşk fesleğen kokar
eser açık denizde efil efil
yelkenine rüzgar olur ayrılık
söner hayat dudağında
Eski bir anın ucunu yakar yalnızlık
şiire sığınır bir avuç su
Bir şarkıyı başından sonuna kadar
bilmediği için ağaç kurusu
incinir kayıplar kavşağında
Resmi gizil bahçede saklı
zamanın eğri imbiğinden akar
aşk fesleğen kokar
tadanın bulutlara karışır aklı
Babür Pınar
Şub 23
Zemheri vaktidir dışarıda ayaz var
çok üşümüş olmalısın yüzün kar
yorulduğun eski tüfek kalkışından belli
Sevişmenin tam ortasında yıkılmış sırça köşk
kırık camlar sana kalmış bakışından belli
Umarsız halkın beklediği Mesih kuruntudur
Sen bir elma ağacısın bereketli
gölgene çocuk sevinci getirir bahar yeli
meyve zamanı ertelenmez gelir aşk
inadına beklersin hep tek başına vakur
Neden bazı kadınlar en çok begonyayı sever
omuzlarında uzakların avuntusu keder
Anlaşılmıyor güz kırgını bahçeye söylediğin
sözün sınırı soluğun hükmü kadar
belli ki eylülden beri yaralı gençliğin
Aşk ateşi ısıtır sanıyorsan
aklından geçmeyen ihtimalle yanılırsın
Cehennem ateşiyle aşk gönlü kavurur belki
ama açık denizde bir sandal gibi
yalnız ve savunmasız kılar bedeni
Neden bazı kadınlar fesleğen koklayınca ağlar
kırıldığın cam kalbin atışından belli
Dikensiz gülün ömrü ne kadar
konuşmanın ortasında düşmüşsün yalnızlığa
cümlen üşümüş soluk alışından belli
bir devrimin ortasında çıkmışsın ıssızlığa
Her kitabınca bildiğin fikir
“mutlu son”la biten filmlerdeki gerçek değil
Özgürlüğünden uzakta kanıyorsan
çiçeklerin en incitenidir
umut yolcusuna sunulan karanfil
Deli olma gelgitlerden korumaz seni
zindanlarda denenmiş dövüşkenliğin
Açık denizlerde aşk korsanlığın eski masal
hançeri örter atlas yüzlü gömleğin
Gülün cazibesine karşı yamanlığın eski masal
bırak sözcüklerle oynamayı hayat seyrinde akar
Zemheri vaktidir dışarıda ayaz var
dalar yüreğine zehir gibi
kara sevda ömre zarar
Şub 23
Dipsiz kuyuya düşen çığlık
büyütür umarsızlığı
Her evde bir yalnızlık
Saçını hayata süpürge eden kadın
siler kitabından rengarengi
büyür sinesinde yangın
Bu yüzden akşam gelen erk
tanımsız taşıdığı kara kimliği
arka odaların
yargısız infazına terk ederek
düşlere kaçar erken
saldırgan boşaltır içini yatağa
iç depremde sarsılır güven
İnsanı insana bağlayan zincir
bin yıllık esarete kefil
akrebin sırrı kendine zehir
İnkarı mümkün değil
korkunun kol gezdiği evde
söze yalnız girilir
Erk mührünü elinden düşürmeyen
efendi de köledir boyun eğen de köle
‘Kadının adı yok” baba şeceresinden
“bey” şeceresine geçerken iktidarın
dizginsiz kör şehveti erir
derin koynunda suların
bu yüzden kış gitmez penceresinden
zamansız çözülür bulut
Hep bir yanında hüsran biriktirir
kuytularda büyüyen umut
Kimliğinde silikse kadının adı
dilde ‘miş’li geçmiş hal
söndürür sevdanın şimdiki halini
İğdiş edilmiş ketum
kalır öznel ve toplumsal
Hayat ağacının
kesik dalları hırçın
insana dar eder evreni
Ağır dökülür hüzün saatinde kum
Şub 23
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyle gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden,
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler,mağluplar,mahzunlar…
Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir.
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını
Duran bir bulutu,bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı…
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.
Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyar ağaçlı,kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.
Ebedi aşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, gelmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen aşığın serptiği çiçekler.
Ya sen! ey sen! esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu yanma vaktinde
Sensin hep,sen, esen dallar arasından
Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.
Ahmet Muhip Dıranas
Şub 23
Şub 23
Şub 23
Yıllar birikir ardımızda, yürek,
Yıpranır ve soluk daralır
Güneşli geniş bulvarlardan,
Isıtan dost tebessümlerden
Uzlet köşemize ne kalır?
Hele elden gidince teselliler
Teslim oluruz teessüflere…
Mazinin seyrüsefer memurları,
Sühulet gösterirdi seyyahlara
Keder ki bir siyâhi seyyahtı, onu sen,
Onu sen hoş tutmadın ey yüreğim!
Güller dökülür bülbül ölür, sevgi gider
Çimen çocukları yeşerir sonra,
Onlar da çekilir birer birer,
Neydi ey yürek ne sandın ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken sevgi.
Bir gün “Devletle efendim” diyerek,
Hüznü ve Sevgi’yi uğurlayan kimdi?
Ey yüreğim ne kadar da değiştin,
Seni tanıyamıyorum inan ki…
Dört yönden uğultusu olayların,
Yine düğümlendi dün ve yarın;
Taş döşeli bahçede ağaçların,
Altında kızıl ve sarı yığın,
Belirdi, demek ki sonbahardır…
Gün ardı karanlık güz ardı kardır
Hele elden gidince teselliler,
Yalnızlık köşemize ne kalır?
Teslim oluruz teessüflere.
Neydi ey yürek sen ne beklerdin ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken Sevgi…
Hüsrev Hatemi