Yağan yağmurcuktu
Varıp kulağına dedi yaseminin :
“N’olursun hep yüreğinde tut beni!…”
“Ama ben…” dedi yasemin
İç çekti yavaştan, ağırdan
Sonra toprağa düştü.
Rabindranath Tagore
Şub 23
Şub 23
“Nâz idüp şol iki hâlün birini gizleme kim
Nâzunı sen beni öldürmege nâr eylersin”
Emrî
Naz ile nazm arasında bir kuştur özlemek -ipliğini çeker sevdanın-
Kadın inci gibi dizdi gözyaşlarını zamana.
Şiirdir bu yüzden beklemek.
Bekledi, yokladı incileri. Hepsi yerli yerinde.
Yüzüne sürdü gül-i nâzı.
Yıkadı asumanın ipeğini, güneş bulmaya çalışmadı hiç.
Biliyordu, ölüdür evrenin zifiri.
Nûr’a döndükçe yüzünü kanatlanırdı karanlık sırrından.
Umut etmek kusurdu, lekeledi inci tozları elini.
Üfürdü kederini kuzeyin yağmur bulutlarına doğru.
Bu bulutlar gözlerini taşırdı, bilirdi.
Bu bulutlar ki gölge eder günlere.
Günün gri vakti kesme umudun dallarını.
Bahar geliyor. Âh gelsin lütfen! Baharla gel!
Kadın ellerini hüsnün kadehine daldırdı.
Bu hüzün, güzelliğin şarabıdır kusurun gövdesinden sıyrılan.
Cadıların kazanlarına örtülen sahte müjdeyi görmedi.
Bakışlarında eğreti çiçekler… Yandı.
Cadılar kahkahalarına boyadılar arzı.
Benim canım kuş kadar Rabbim! Nasıl da yürüdüler kalbime.
Kadının incilerini öpüp şiire saldım onu.
Odur benim gülümseyen maskemin altında ezilen.
Âh bu iğneyi kalbe geçiren el, umudun içinden de geçir yolları.
Gelmeyecek olanın ayakları yola mecbur olsun.
Geçmişin küfrü temizlensin duanın paspasında .
Ezilsin kokusu sevdanın, saçılsın geceye.
Bir salâhtır varlığına da yokluğuna da okunan.
Velhâsıl sevgili, benim şehrine yolladığım kuşlar var ya…
Âh o kuşlar… Kırılan düşlerimin elleriydiler.
Nergihan Yeşilyurt
Şub 23
Kısacık bir an’dık: kuşların Boğaz’ı geçişi gibi
rüzgârın tozları savuruşu gibi
yaprağın toprağın yanağına değişi gibi
sevdik ve öldük.
Gayret üzerine düşünüyorum bazen. Yara birden bire buğulanır, biliyorsun. Bütün bir yılı duvarlarıma açtığım billûr yaradan evreni izlemekle geçirmişim. Kucağımda kendinden ölgün kelimeler, kokular adına karışıyor. Kollarımda gölgeler -üzerine gözyaşı, uyku, rüya giyinmişler- Günün içinden geçemiyorum. Konuşup duruyorum hiç anlaşılmadan, hiç susmadan. Kelimesiz, imlâsız. Konuşup duruyorum. Susarsam sanki yokluğun askersiz kalmış her cepheden -ki bütün cephelerde savunmasızım yokluğuna- hücuma geçecek. Ellerimde kadim zamanların kirli kehanetleri ufalanıyor. Şehirler sesimize çatı olabilir mi ki?
Müzik kutusunda eski kitapların külleri ve Fırat ve Dicle ve mürekkebi kalp şehrine akmış hikâyeler… Gidip gelmeyenler, yazılıp okunmayanlar, sevip sevilmeyenler… Aynı hikâyeler… Yüz yıl, bin yıl aynı… Birini alıp Yokluk Başkenti’ne gök yapabilirim. Ne de olsa güneşsiz, bulutsuz, mavisiz sonsuz bir bekleyiş rengidir o kentin tavanı. Asılır durur başımın üzerinde yalanların neon lambaları. Söner, yanar, söner… Önce sönmektir bir ateşin kaderi çünki. Neresinden başlarsan başla hiç birbirine çakılmamış iki taş gibidir bazen beklemek. Çak çak çak! Olmuyor bu zifir bekleyişten boşluğa vuruldukça bir aydınlık zuhur etmiyor. Şehirleri üzerimize çekiyoruz, taşlar inceliyor ışığı görmeden. Ne uzun asırdır bu İlahî. Neresini tutsam sökülüyor vaad edilen günün bayrağı. Nereye gidecek bu tren Yokluk Başkenti’ne uğramadan. Ardında yüküm bakakalırım işte. Bakakaldım. Hep öyle. Almadı ya yıldızları çuvallarında çürüdüler. Bir çocuğun geleceğinden geçmişine yolladığını mektuptu onlar. Almadı ya elmaları unutuldu genç kız yanaklarının. Almadı ya ben bu kentte korkuyorum.
Çabuk olmalı gece yahut da bu kadardır umabileceğim. Sessizlik ilişmiş mektuplar, adımlarımı yutan döşemeler, gölgesi olmayan gidip gelmeler… Çabuk olmalı gece yahut da sabah. Hangisi yetişirse ona hamd! Yetişmezse de bu sessiz meyvesi mahzun meleğin, bu bahçeleri tarumar etmiş güzü, bu uzun uzun beklemelerden getirilmiş taze ölümleri…
Şimdi, bir noktadır. Nefes alsın diyedir. Bir şairin akla çaldığı mayadır. Unutulacak şeyler söylenmeyenler değildir. Kelimeye durunca kalbimdeki ur, bir başka büyük yaradan ve belki isimsiz bir kederden intihaldir bütün bu abartılmış acılar.
İki el sıcaklığında söylemişimdir, yine de söylerim:
Kelimeler köşelerine çekilince,
sarıldım, duaydı, geçerdi.
ne kısa bir ağrıydı dünya: iki kol mesafesi kadar.
Nergihân Yeşilyurt
Şub 23
Hazer kıl kırma kalbin kimsenin cânını incitme
Esir-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme
Tarîk-i ışkda bi-çâreyi hicrânı incitme
Sabır kıl her belâya hâne-yi Rahmân’ı incitme
Şub 23
Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Bahaeddin KARAKOÇ
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman II
Bilirsin ki burda değilim artık
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Gelir benim yüreğimde toplanır,
Dağların üstünden sıyrılan duman.
Bir yanım mosmordur, bir yanım beyaz,
Bir yanım karakış, bir yanım ilk yaz.
Can evime bakışların saplanır;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ne sen gurbetçisin, ne ben sılacı.
Senden gayrısına bakmam mümkün mü;
Gözlerimi esir alan dağlardan.
Kapımı üç defa çalan postacı
Adresinde yok! Diye notlar düşer,
Eski adresimde bir hüzün eser;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Eski adresimse kurumuş bir gül,
Gizemli bir ıtır, domur domur kan,
Yaba yaba yelde savrulur gönül,
Firkatli turnalar geçer uzaktan.
Dalgınlığım debimetre tanımaz,
Başım çarpar bir gemi bordasına
Düşerim bir girdabın ortasına
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Birden bezeklenir sevda haritam,
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman…
Lâleler toplarım ben tutam tutam,
Bizim için çalar kıvrak bir keman.
Gök papatya, yer ise lâle bahçesi,
Aşka ışık dokur kuşların sesi.
Seninle hep aynı yerde oluruz;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Kumaşı eprimiş üç mevsim geçer,
İlkyazla uyanır derin uyuyan.
Tan sesine cıvıldaşır serçeler,
Sevdadır anlıma namlu dayayan.
Havuzuma ay ışığı dökülür.
Bilirsin ki burda değilim artık,
Ruhum yağmur yağmur göğe çekilir;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Gülde çiy damlası… Buzum sırçayım;
Güneşe çarpınca param parçayım.
Bir gün Emirgândayım, bir Kanlıcada,
Üsküdarda, Beykozda, Çamlıcada.
Şehir bir hançerken kan burgacında.
Mekâna sığar mı bu deli yürek?
Bir sevda çeşmesi, bu deli yürek.
Baylanır, beklerken baygın düşerim;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Bahaettin KARAKOÇ
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman III
Saçlarına pütür pütür yapışmış,
Gözlerinin rengi ile sıvanmış
Bir avuç kuru çiçek topladım.
Kırılıp dökülmesinler diye
Sevgiyle, özenle tek tek topladım.
Yürek fideledim zamana ve mekâna,
Hasat vakti geldi yürek topladım.
Belli ki bu yıl da vuslat gecikecek
Aşıdır, serumdur, besindir her umut,
Ey sevgili umudunu diri tut! …
Bedenim hür değil, mühlet ver bana,
Er veya geç çıkıp geleceğim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın,
Hep böyle dönüyor zaman tekeri.
Biri gider, biri gelir mevsimlerin,
Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın.
Acılardan damıtırsın şekeri,
Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların.
En ışıltılı çağında yıldızların
Kaç bıldır öteden göz kırpar bana,
Her umut bir yoldaş, her dert âşina.
Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar? …
Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Bahaettin KARAKOÇ
Şub 23
Ey, yeşillikler içindeki küçük pınar;
Geçenlerde, Daphne’yi gördüm yanıbaşında.
Öyle durgun ve duruydu ki suların;
Bir resim gibiydi, yüzeyinde yüzü Daphne’nin.
Görebilsem, ah keşke bir kez daha;
Görebilsem güzel yüzünü sularında!
Gizlice sokulup yanına yaşlı gözlerle,
Anlatırdım derdimi sudaki aksine.
Çünkü, ne zaman kalsak baş başa;
Dilim tutuluyor onun karşısında.
Şub 23
Yılbaşında, hediyesini açan bir çoçuk gibi
Sevinçliyim ve Tanrı’ya şükrediyorum!
Çünkü, burada seninleyim;
Şükürler olsun ki, sen de o güzel yüzünle benimlesin!
Şükürler olsun ki, güneşi görebiliyorum; dağları, denizleri,
Yaprakları ve çimenleri!
Şükürler olsun ki, geceleri ışıl ışıl yıldızların
Ve güzelim ayın altında yürüyebiliyorum!
Tanrı, bana yaşadığım günü bağışlamış;
Tadını çıkaracağım bir hayat bağışlamış.
Çatıdaki serçeye verdiği yaşama sevincini,
Benden niye esirgesin ki?
Matthias Claudius
Şub 23
Şub 23
Üç yıl sonra mıydı bilmiyorum
ama ekimin onbeşiydi biliyorum
ekimin onbeşiydi ama
ekimin onbeşinde ne oldu bilmiyorum
herkesin sular gibi dağıldığı ama herkesin
bir sur önünde miydik bir yolda mı
semtini bilmediğim bir karakolda mı
sonra topluca bir bahçede durduk
bıktım böyle sayrılıklardan
ateşim çıksa neyse ne
neyi bıraksam aklımdan bir suya karışıyor
bir büyük savaşda Kıbrıs kıyılarında
vurulan ve ölen bir askerin
çelik miğferi gibi
dipde ışıltısını görüyorum yalnız
elimi eteğimi çekiyorum bahçeden
sazlıklara vuruyorum belliğimi
zalim bir ilk yazdı ama yaşadığımız
işte bunu unutmamalı unutmamalı
bir ölüm nefes alırken bir dudakda
öbür bütün şeyleri nasıl anlatmalı
miğferin paslandığını usul usul
bir yangının söndüğünü
ve suların pırıl pırıl kaldığını
bir otobüs Mersin den Mardin e giderken
o zaman aşkınla dol kalbim
nerden ne kadar derlediysen o kadar
senin kendine seçtiğin alameti farika
uzun bir gece görünümünde geçerli hala
Turgut Uyar
Şub 23
kararsız bir yaz ikindisi sanıyordum seni
apansız bastıran ani yağmurların getirdiği
toprak kokulu
bir yanı uzak tatil akşamları
bir yanı pazartesi telaşları
çıplak tenin
dayanılmaz bir fesleğen çiçeği
değmeye gör
bir yanın ısırgan otu
bir yanın esrik tanrılar içeceği
ya ellerin
işlenmemiş bir cinayetin
kim bilir kaçıncı faili meçhulleri
çıkılmamış bir okyanus serüveni
sanıyordum düşlerini
farkına varıp anlamadığım
bir yanın boğulma korkusu
bir yanın dünden belli
yaşama yazı tura atar gibi
liman başkanının bir türlü gelmek bilmeyen
selamet dilekleri
ya o gelmelerin
bir yanım şenlik, bir yanım gavur ateşi
tarifeli iki sefer arasında rast gelmişliğin
ince hesap işi
kırılma yerlerin
iç çekip
dudak bükmelerin
horlanıp gitmelerin
bilinçsiz terör eylemleri
yanılmışım demek istemem
daha kaç eylül geçmelidir üstüne
gelmeye gör
çocukluğumu geri çağırırım
ortaya çıkarır
kaç bayram arifesidir
yastığımın altına gizlediğim
siyah giysileri
beyaz gömlekle iyi duruyor
kanayan bir yürek ve kan
üstüne çekerim
bir gören olursa
kızılcık şerbetidir derim.
Bülent Kumral