Allahaısmarladık

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı,
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar, suyu dinmiş dereler.

Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü,
Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Faruk Nafiz Çamlıbel

Hapisteler Ama

……………..Rov çeşm-i canrâ bengûşâ der bidilânendemiger
……………..Kovmî çü dil zîr u heber kovmi çü con bî pâ vu ser

Yürü, can gözünü aç,
şu âşıklara bir bak hele:
Nasıl sarmaşdolaş, gönül gibi bir şey olmuşlar,
nasıl gelmişler can gibi
elsiz, ayaksız hale.

Bahçeden daha güler yüzlü onlar,
gülden daha güler yüzlü.
bilgiden daha doğru,
akıldan daha hünerli,
serviden daha hür.
Ölmezlik suyundan daha arı, duru.

Hep zerreler gibi hovardalar.
Güneş onlara kaftan.
Balçığa ayak basmışlar,
baş komuşlar gönül dizine.
Kanların üzerinden geçmişler,
kan denizlerin dalgaları arasından.
Etekleri gene tertemiz;
bir şey bulaşmadan eteklerine.

Diken içindeler,
ama gül gibiler.
Hapisteler,
ama şarap gibiler.
Balçık içindeler,
ama gönül gibiler.
Gece içindeler,
ama sabah gibiler.

Sen onların şarabını bir iç de gör:
Naıl birdenbire ferah olur, aydınlanır yüreğin,
birdenbire nasıl unutulur her şey,
nasıl birdenbire gözlerinin içi güler.

Mevlânâ Celâleddîn
Türkçesi: A. KADİR

Kalanlara Selam Olsun

Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun

Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun

Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir asan vechile
Yuyanlara selam olsun

Azrail alır canımız
Kurur damarda kanımız
Yuyacağın kefenimiz
Saranlara selam olsun

Sala verile kasdımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun

Dünyaya gelenler gider
Hergiz gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsun

Miskin Yunus söyler sözü
Yaş doldurmuş iki gözü
Bilmeyen ne bilsin bizi
Bilenlere selam olsun

Yunus EMRE

Ala Gözlüm Ben Bu İlden Gidersem

Ala gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melil melil

Yiğit, ey sevdiğim sen seni gözet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver bâdeyi, bir dahi uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil

Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yâr melil melil

Karac’oğlan der ki, ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vâsıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil

Karacaoğlan

Bir Kayısı Ağacı

Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’in Dinekbağı’ndan.
Küçücük bir ev önünde yaşarım yapyanlız.
Yılda bir çiçek açar,
yılda bir kayısı veririm,
avuç içi kadar.

Yaz olur,
bir kadın silkeler dallarımı,
bir çocuk yerde bağırır, güler,
bense hoşnut olurum.
Hem zaten benim
ne söğütler gibi nezaketim vardır,
ne kavaklar gibi gururum.

Ben bir kayısı ağacıyım
Kırşehir’in Dinekbağı’ndan.
Dinekbağı’nda üç insan severim,
bir çocuk,
bir genç kadın,
bir genç adam,
benim kadar sessiz sedasız,
benim kadar halim selim.

En güzel ay nisan ayı,
toprak yumuşak yumuşak,
en güzel ay nisan ayı.
Yamur yağdı, çiçek açtı,
bir hoş oldu içerim,
en güzel ay nisan ayı.
Kavaklar uzakta upuzun,
bir sağa, bir sola,
başı döner kavakların.
Ben bir kayısı ağacı,
başımda çiçeklerim.

Ben bir kayısı ağacı,
üç insan severim:
bir çocuk,
bir genç kadın,
bir genç adam.
Çocuğun adı Ahmet,
kadının adı Fatma,
adamın adı İbrahim.
Ahmet küçük ve sarı,
Fatma tombul ve beyaz,
İbrahim uzun ve narin.
Bir tek toprak odaları var üçünün,
toprak odanın bir tek penceresi.

Ben bir kayısı ağacı,
bazan eğilir bakarım odaya,
yerde bir eski yatakla yorgan görürüm,
duvarda bir eski kırık ayna,
yerde bir eski kilim,
bir eski hasır.

Bir kayısı ağacı,
bazan eğilir bakar odaya,
çiçeklerinden utanır.

Dün gece gaz yakamadılar,
ayışığında gördüm üçünü.
Üçünün suratı asık.
Önce oturup
zeytin ekmek, taze soğan yediler,
sonra baktılar birbirlerinin gözüne,
sonra esnediler.

Gökyüzü bembeyazdı.
Gökyüzü çiçeklerimin renginde.
Gökyüzünde kavaklar..

Fatma uzandı İbrahim’in yanına,
sağa döndü.
Tombul, beyaz yüzü pencerede,
gözleri açık durdu sabaha kadar.

Çiçeği en önce kayısı döker.
Ben bir kayısı ağacıyım,
döküyorum çiçeklerimi.
Yer beyaz beyaz,
başım yeşil yeşil,
kayısılarım memede.

Haziran gelecek,
güneş yakacaktır tepemi,
kayısılarım balla, şekerle dolacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım,
haziran gelecek,
avuç içi kadar kayısılarım
Ahmet’in ekmeğine katık olacaktır.

Ben bir kayısı ağacıyım.
Kötü bir düşüncedir almış beni.
Geçti bağları budama zamanı, dedim,
dedim, çarşıda dört döner İbrahim,
dedim ekmek parası,
zeytin parası,
gaz parası.

Dedim, insanlar
neden yaşatılmıyor
ağaçlar kadar olsun.

Ben bir kayısı ağacı.
Fatma’nın, İbrahim’in, Ahmet’in
yumurtası, şekeri, eti.
Gittikçe artmakta kederim.
Günlerden pazartesi.
Gene geldi, elinde çanta, o şişman adam.
Şişman adam bir düşman gibi beni seyreder,
ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim.
Durmuş İbrahim kapıda,
yüzü dalgın ve sinirli,
bakıyor eli çantalı şişman adama.

Şişman adam uzattı gövdeme elini,
pencereden korkmuş kuzular gibi baktı Ahmet,
büktü boynunu kuzular gibi.
Ben bir kayısı ağacı.
Gövdemde sarı kağıt.

Yol parasını verememiş İbrahim,
verilmiş haciz kararı.
Yapmayın, dedim.
yılda bir çiçek açarım, dedim.
Etmeyin, dedim.
ekmeğe katık oluyor kayısılarım, dedim.

Bir öğle vakti baktım,
kavaklar uzakta upuzun,
bir sağa,bir sola.
Ben kışlık odun,
altı lira…

A. KADİR

Çocukluğumuz

Annemin bana öğrettiği ilk kelime
Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

Annem bana gülü şöyle öğretti
Gül, O’nun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus
Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
Binmiş gelirdi Ali bir kırata

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından
Asyada, Afrikada, geçmişte gelecekte

Biz o atın tozuna kapanır ağlardık
Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü

Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü
Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

Babam lambanın ışığında okurdu
Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık
Fetihlerde bayram yapardık
İslam bir sevinçti kaplardı içimizi

Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık
Bediri, Hayberi, Mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık

Mekkenin derin kuyulardan iniltisi gelirdi

Kediler mangalın altında uyurdu
Biz küllenmiş ekmekler yerdik razı
İnanmış adamların övüncüyle
Sabırla beklerdik geceleri

Şimdi hiçbirinden eser yok
Gitti o geceler o cenk kitapları
Dağıldı kalelerin önündeki askerler
Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi

Sezai KARAKOÇ

Gözleriniz

Sesinizde şarabi bir yara var, uzaklığınızdan başım
dönüyor, uzaklığınızdan yaptım bu aşkı, lekesiz bir
kamaşma olmalısınız, ay ışığı sizden çok çekti, ruhunuzu
flütün dumanıyla mı yıkadınız, mavi dansların ateşli
fosforuyla mı aydınlandınız, ah, belki bana da turkuvaz
bir yaz geçer sihirli gözlerinizden!

Sanki çöl idim siz beni nehir yaptınız, içimdeki ıssızlığın
yüzünü güldürdünüz, ruhumdaki gemiler karaya
otururdu eskiden, hüzünlü bir elmaydım eskiden, şimdi
süt akıyor incecik ellerimden, özlemenin dayanılmaz
bir şarkısı vardır ya; işte oramdan kanıyorum, lirik yanım
sızlıyor, bozkır yanım üşüyor, kızılderili, ay ışığı sevgilim,
bıraksam yıllarca ateşimin üzerinde uyuyacaksınız,
kalbimde incelikler sarhoşluğu, sarı güller düşüyor
o masal gözlerinizden!

Gece ve sis içinde yürüyor yüzünüzdeki derenin şıkırtısı,
hüzün dünkü çocuk kalır yanınızda, gözlerinizde
yakamoz vakti ve ay sessizliği, kalbi acıkmış gece
fenerimsiniz, ah benim kanımı ısıtan zalim efendim,
içimdeki karları erittiniz, ağzınızın pınarıyla
susuzluğumu dindirdiniz, evcil bir yağmur meleği
olmalısınız, narın komşusu incir hanım olmalısınız,
bakın güneşiniz bir şarap gibi üzerime dökülüyor,
vazgeçemiyorum bir bahçe kadar derin bakan
gözlerinizden!

Sizden yaza çakılır, sahile inilir, sahilimiz aşk görsün de
büyüsün, şehir maskesini düşürsün de kurtulsun şu
yabancının dilinden, kalbi temiz kelimeler seçiyorum
sizdeki bulutsu anılarımı incitmemek için, bütün
hücrelerimi açık bırakıyorum, beyaz düşlerinize
sarılıyorum, şövalyeniz oluyorum, sizi üzebilecek
her geceyi kılıçtan geçirmek istiyorum, içinizdeki ay
batmasın diye kendimi her gün size yeniden
doğuruyorum, ışığı baştan çıkarıyor gözleriniz, şebboy
çocuğum beni gurbetinize kilitleyin, ah sıcacık bir ada
sıcacık bir gökyüzü geçiyor gözlerinizden!

Yüzünüzde kuğulu bir göl dalgınlığı, nefesimi kesen
güz makası olmalı tenhalarınız, beni kederimden okşar-
mısınız mor yanımdan, benimle eğleniyor ruhumun acısı,
kuşlarınız gölgemi gagalıyor, zalimce susuyor göğün
çamuruna batmış meleğiniz, ah ılık kadın, uzun kirpik,
hıçkıran rüzgârımsınız, erguvan ağrısı incecik ve ıslak
şiirlerimsiniz, uzaklığınız uzaklığıma değiyor, tutup
öpesim geliyor o masum düş deryası gözlerinizden!

Engin Turgut

Ömrün ah hali

……………………..Virginia Woolf’e

ömrün ah halini gördük
kırpışıtırdık da derimizi
taş’a yürüyen aklımızın tarlasını sürdük
üzüldük den halimize

döktük saçlarımızı
belki çiçeklerde taktık ama
omuzlarımızda istedik
hep dünyanın hoyrat sesini

Ah bakire hüzün
parmaklarımızın arasında duruyormuş ölüm
taşları doldurup cebine
yürür suya bedenin ..

Sacide Bayraktar Sezgenç

Hüzn_ü Aşk

                         İç’tenim Şahnur’a
                         Sonsuz Birlikteliğimize..

aşk gideli ağlamadım bu kadar
odamın duvarlarına hit posterler yerine kendimi astım
salına salına seyrediyorum

kadın, adamın yüzündeki cümleye zor bir durak gibi kuruldu;
içindeki kelimelerin heceleri arası virgüllü bir ölümle

adam, kadının yüzünden esirgediği ‘yol boyunca geri dönüş yok !’ levhasını kendini acıtarak yapıştırdı geçmişine

saçları yüzüne geceyi döken kadın
adının anlamına aldırmadan ikiye böldü uykusunu adamın
yarım bir yaşamla uyandığı ilk sabahın yüzünü yıkar gibi

kalbimin derin kuyusuna attığım dilekler için para tutmak zoruma gitti, dedi adam

kadın_ nicedir susuzluğu biriktirip, kullanılmış bir çöldeki sürgünü giyiniyor gövdemiz. hangi denizden çıkıp geldiğimi biliniz.beni hatırlayınız. dilsizliğim aşktandır. ölüm beni yeniden bulana dek severim sizi. “sevmek” basit kalan tek CÜMLEM

adam_ çıplaktınız, karaya vurmuştunuz.. oysa siz nehirsiniz, ruhunuzun dikine akan

kadın_ avucumdaki hançere aldanmayın. beni buraya getiren aşkı öldürürsem, kendi denizimde uyandığım her sabah boğulurum

adam_ konuşmuyorsunuz. sanırım bir gemi kazasında, tesadüfen kıyıma vurdunuz

bir yokuşun ortasında
-siyah bir çizgi gibi emekleyen-
çerçeveye sığmayan aynasında bir düş yaşıydı kadın
yaşı kadar yaşlandığı yaşama yaslıydı

“hepsi bu.” cümlesinin noktalı huzurunda bitmekteydi yüzü adamın

kadın; “eksik bu….” cümlesinin bitmemişliğiyle hep virgül

adam, kadına el değmemiş eski bir bakışla sessizlendi
artık hiçbir şey, onun gürültüsünden güzel değildi

kadın; kalp çeperindeki şeffaf sıvıyı parmaklarına
oradan zamanla gözünün deydiği, fakat dilinin konuş edemediği görüntülere
okul saati sabah zillerine, sokaklara, sokak kedilerinin pembe esneyişlerine sürdü

adam, kaygılarını sınadı, düşlerini yağmalayan kadının şimdisine

kadın, erteledi kendini deli sağanak geçmişine

adam uzanıp gökyüzüne ıssızlığını sordu
onsuz yaşamayı bilmiyorum. yaşamayı ister miydim bilmiyorum! korktuğum mavide gördüm gözlerini, aşktı. beni karaya kadar sırtında taşıdı, uyandırdı. onun gözleri benim hayatıma bahşoldu. aşığım, ve aşk giderse, mavide yalnız kalırım

kadın uzanıp yerden ıslı’lığını aldı
korkma; onu unutacak kadar sevmene izin vermeyeceğim beni

ANNELER SEVİŞMEZDİ
ÇOCUKLAR ÖLEBİLİRDİ
TANRI (KORUSUN) NÂRI İNSANA ETMEZ
İNSANIN ETTİĞİNİ

kadın dedi ki, giderim.. kalbinizden uzak neresi olursa olsun

adam dedi ki, kabulsüzüm yeni güne. hatırlamadığım felaketimle mutluyum

kadın bir son yıkım için ilendi adamın geçmişine
“denizde doğdum. karada aşktım. gökyüzü de beni alsın!”

adam parlattı aynasını “dün geleceği”ne

“avucumdaki hançere aldanmayın
beni buraya getiren askı öldürürsem
kendi denizimde uyandığım her sabah boğulurum”

artık kalan da giden kadar terk edendi
kadın doğuma ortak edilirken, adama tercihsiz bir ölüm kalacaktı
kadın ölümü yıkadı, çekti aynasından adamın
huzur diledi, kendinden ömrü boyunca esirgenen aşka

“Tanrı huzur yağdırmıyor, öğreneceksiniz.
yeryüzüne düş’tüğümüzden beri insan ellerindedir huzur!”

gitti..

sen bana nice ilk’tin, bakma yüzümdeki son kareye
haklıymış, balkon demirlerine tutunan çocuk yüzüm
kalan son teslimiyetim

gözlerimi kamaştırıyor kaybolmuş adamların cehaleti
yanıma uzanın yanına uzandıklarım
rüyalarımı izleyin
ben yıllarca, gece gündüz sizinkileri izledim
utanç yüklüyüm, acı yüklüyüm
Tanrı bizleri affetsin.”

denizde doğdum
karada aşktım
gökyüzü de beni alsın . . .

HER İNTİHAR, KENDİ SEBEPLERINİN CİNAYETİDİR

Şahnur Bilgi – Güliz Kerse

son satır

Her acı, bir diğerine uzaklığıyla oyalar kendini
artık herkesi utandıracak yaştasın
sana hak veriyorum: Bir hayat kurmalısın kendine…

Göğün eksik yerleri artık başka renk
kimse değilse bizden çalan o dalı
kimse değilse düşman, kaçmaya bak sen
dermiş devşirmiş yükünü piyanosunda akşam
ilk tuşunda -ilk adımda- o yorgun hayal gücü
tanıyamaz ki, yok yere arayıp dursun
kendiyle savaşıp, geçsin bir sokak ötemden
göremez ki, hiçbir ağaç bilmez, ama sen osun
‘bir hayat kurmalısın kendine…’
peki, yardım et çirkinleşmemesine sözün
acı tembel özrüdür, azarla beni kendimi tuttum

Diyorum ki
bir kırlangıçtır gelen bakarsın, görmüş göreceğini
yazgısını benden ayırmaya kararlı
sadeliği o büyük oyunların kaçmaz gözünden
eskidenmiş bıraktığı yerden sürdürür her aşk
bir diğerine yakınlığıyla oyalarmış kendini
sırtını döndüğün an, biri söyler bakarsın
leşler üzerinde tasarruf hakkı kimin
söyleme ‘gerçek mutluluk yalnızlık ister’ biliyorum
kırlangıç sensin, sen bir kırlangıç değilsin
artık herkesi utandıracak yaştasın
herkes sana hak veriyor: Bir hayat kurmalısın kendine…

Necmi Zeka