Kitaplar Kitabı’ndan

Biz mi okuruz kitapları,
kitaplar mı yazar bizi yoksa?
* *
Dudakların bir kitap,
bir öpüşle okunan.
* *
Her kalemin içinde
bir kitap var tutuklu.
* *
Bir kitaplık senin gövden:
Uğruyorum
arada bir.
* *
Bıktırıcı konuklar
okuyup bitirdiğimiz
kitaplara benzer.
* *
Kapağı yaldızlı,
yazısı silik
eski kitaplar gibi
kimi insanlar.
* *
Yiter kimi kitaplar
okunduktan sonra.
* *
Her yara bir tümcedir
acılar kitabında.
* *
İsteklerin kitabıdır yatak:
İki okuru olsun yeter.
* *
Deniz denen o koskoca kitabın
özetinin özetidir her damla
* *
Giriştir gök gürlemesi
yağmur denen kitaba.
* *
Resimler çizmekte uyku
düşlerin kitabına.
* *
Yeşil bir kitaplıktır orman.
* *
İki ayrı kitap mıyız
sen ile ben?
İki bölümü müyüz yoksa
aynı kitabın?
* *
İki bölümden oluşmuş,
kısa notlarla dolu
bir kitaptır aile.
* *
Bir kitap olduğunu mu
söylüyorsun?
Sanmıyorum!
Durmadan yinelenen
hep aynı sayfalardan
başkası değilsin sen.
* *
Dostum olmak istersen,
bir kitap ol ilkin!
* *
Vakti mi var kelebeğin
çiçekleri okumaktan?
* *
Seni okuyamıyorsam
bağışla beni.
Başka bir kişide
okumuştum seni
daha önce.
* *
Özdeş kitaplar mı olalım?
Hayır!
İstediğim,
aynı kitabın
ayrı sayfaları olmamız.
* *
Ey kitap yakan!
Seni de bir kitap yakar
bir gün.
* *
Rüzgârın,
bir yüzünden
okuduğu kitaptır yelken.
* *
Neler yazar dalga
kıyıdaki taşlar üzerine
ölmeden önce?
* *
Yalnızca kadınlar
ve çocuklar
ayaklı şiir kitaplarıdır.
* *
Okunması yasaklanmış
bir kitaptır tutuklu.
* *
Yakılan kitaplar
ışığı bol şehitlerdir.
* *
Kendiliğinden yazılan
kapalı bir kitaptır
kucaklaşmamız.
* *
Suya yazar rüzgâr
ağaçlarda okur.

Cemal CUMA

Kitaplar Arasında Çiçekler

Bıraktın bir hatıralar yığınında beni de yavrum;
Ki sevgim verdi sana bir koku gibi bütün dünyasını.
Ve ben bu sabah vaktinde iyice hissediyorum,
Bir kitap arasına bırakılmış çiçeklerin yasını.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

KİTAP, MENEKŞE, TIRNAK

Bahçede şezlonga uzanmış
Kitap okuyan adam
Kaldırıyor arada başını kitaptan
Bir lastik hortumunun ışıldadığı tarhtaki
Menekşenin M’sine bakıyor yalnız -günün kapı aralığı mavidir-
O menekşe ki çiçek kavramından kurtulduğu için var
Adam ki sevgi kavramından kaçtığı için mutlu
Denizin bir adam boyu üstü gibi erinçli bir de.

Şiirin bir gölgesi olmalıydı eylül -diyebilirdi-
Şiir okumam ki diyor karısı
Sırtını duvara dayamış, gökteki bir uçağın yaldızlı
İzine bakıyor-yüzünde birbirine benzemeyen üç ayrı uzaklık-
Ekliyor: biraz daha kessem tırnaklarımı
Güz benim olacak.

Kitaba dalıyor adam
Küçük bir ot koparıyor kadın
Ben buradan göremiyorum, masamdan, otun cinsini yani
İyi günler diliyorum onlara, uzaktan
Ve yalnızlığa değgin çok şey biliyorum.

Adamın elindeki kitap benim kitabım
Okuduğu şiir de işte bu okuduğunuz şiir.

Edip CANSEVER

İnsan Üstüne Sorular-Yanıtlar

I
İnsan ne zaman insandır?
En güçsüz yanlarını gizleyemediğinde

İki insan arasında diyalog ne zaman kurulur?
Bir insan en güçsüz yanlarını sergileyip, öteki de onu anladığında

Bir insan ne zaman sevmeye başlar?
Karşısındaki de onu sevmeye başlayınca

Sevgi ne zaman biter
Hiçbir zaman

Pek insan ne zaman biter?
Artık sevmediğinde

II

Bir insanın değerini kimler bilir?
Onu sadece uzaktan tanıyanlar

Bir insana ne zaman tüm insanlarca değer verilir?
Öldükten sonra

Ama neden?
Çünkü yaşarken değer değil, insandır

Peki öldükten sonra onun da insan olduğu düşünülmez mi?
Düşünülür. Ama artık önemli olan onun insanlığı değil, değeridir

Peki insanlık ne zaman önemli olur?
İki insan karşılaştığında

Turgay Fişekçi

Şiiriçi Hatları Vapuru

Nazım Hikmet vapuru
deniz ile arasına
dökülen asfaltı kırar
ve özgürlüğüne kavuşturur
salacak iskelesini
batmak pahasına

Can Yücel vapuru
alaycı bir düdük çalar
savaş gemilerine
ki rakı şişeleri asılıdır
can simitlerinin
yerine

Attila İlhan vapuru

keyifle yarar suları
içinde çünkü sevgililer öpüşür
ve güvertesinde
sigarasını rüzgâra karşı yakan
bir katil üşür

Edip Cansever vapuru
denize yansıyan
otel ışıkları altında
gider gelir boğazın en uzak
iki iskelesi
arasında

Orhan Veli vapuru
evlerine taşırken
telaş içindeki insanları
küpeştesinden atılan
simitleri kapışır
martı kuşları

Cemal Süreya vapuru
akşamüstleri giyince
ışıklı elbisesini
ince bir duman savurarak havaya
dansa kaldırır
kız kulesini

Sunay Akın

sevgilimin battaniyesi

Özet görüntüler kıtlığı içinde nasıl
yılgın ve onursuz bir yalnızlık, şekil;
tüm tariflerde morg var dudaklar
can çekişirken fiil ve özne ikliminde;
şehir, biraz yana çekil:
önce oynasınlar sonra öldürülecek çocuklar
kanlı zebralar göğe yükseldiğinde.

Belki ben
bir penguen severim irkildiğimde:
Eriyen buzulların unuttukları
hep yasak, hep aykırı ergenliğinde.
Rastlantıdır, bedenim çalınmıştır o gün
Hafızam bir tanrının günlüğüdür
ya da sana gelirim birkaç şişe ucuz şarapla
pamuğa dökersin şarabı lıkır lıkır
yaralarını temizleriz birlikte,
evindek kedileri besler
çiçekleri sularız kendimizi çok çok kaybedince,
olur mu olur
şiir de yazarım sana
hem de hırpani bir şiir
üstümüzden yılar geçiverince

Sen yine de yırtma takvim yapraklarını sakın
Onlar bir ihtimal yaşadığımızdır

Ne kadar sevişebildiysek sahici, sapasağlam
O, ayrılıktan tek anladığımızdır

Küçük İSKENDER

Son Mektup

Hepinize!..
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü.
Hele dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni.
İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),
ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı.
Lili, beni sev.
Hükümet yoldaş!
Ailem: Lili Brik, anam, kız kardeşlerim
ve Veronika Vitoldovna Polonkaya’dan ibarettir.
Yaşamalarını sağlarsan, ne mutlu bana..
Bitmemiş şiirleri Brik’lere verin, ne lazımsa onlar yapar.
“Bir varmış bir yokmuş” derler hani:
Aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına
kafa tutabilir mi?
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda…
Acıları mutsuzlukları
karşılıklı haksızlıkları
h a t ı r l a m a ğ a b i l e d e ğ m e z:
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun
yeter

(Şairin cesedinin yanında bulunmuştur)
Mayakovski
(Attila Tokatlı)

Alla’sen Söyle Nedir Aşkın Aslı Astarı!

Kimine göre ufak bir çocuktur aşk,
Kimine göre bir kuş,
Kimi der, kalp kuruş;
Ama komşuya sordum, nedense yüzüme
Mânâlı mânâlı baktı,
Karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın,
Aşkedecekti tokadı.

Şıpıtık terliğe mi benzer yoksa
Yoksa kandil çiçeğine mi,
Hacıyağına mı benzer dersin kokusu
Yoksa leylâk çiçeğine mi?
Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,
Andırır mı yoksa pufla yastıkları,
Keskin mi kenarı yoksa yatar mı eline?
Alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Tarih kitapları dokundurur geçer
Köşesinde kenarında,
Hele bir lafı açılmaya görsün
Şirket vapurlarında;
Eksik olmaz gazetelerin, bilhassa
İntihar haberlerinde,
Mâniler düzmüşler gördüm üstüne
Telefon rehberlerinde

Aç kurtlar gibi ulur mu dersin
Bando gibi gümbürder mi yoksa,
Taklit edebilir misin istesen kemençede,
Ne dersen piyanoda çalınsa;
Çiftetelli gibi coşturur mu herkesi
Yoksa ağıraksak bir hava mı?
İstediğin zaman kesilir mi sesi?

Alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı!
Bir hâl oldum çardakların altında
Onu araya araya,
Küçüksu’ya baktım orada da yok,
Boşuna çıktım Çamlıca’ya;
Anlamadım gitti bülbülün şarkısını,
Bir acayip gülün lisanı da;
Benim bildiğim o kümeste değildi.
Ne de yatağın altında.

Aklına esince çıkarabilir mi dilini,
Başı döner mi asma salıncakta,
At yarışlarında mı geçirir hafta tatilini,
Usta mı düğüm atmakta,
Millet der peygamber demez mi?
Alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı.

Ona rasladığı zaman duyduğu şeyleri
Kabil değil unutamazmış insan,
Yolunu gözlerim bacak kadardan beri
Ama o geçmedi bile yanımdan;
Merdiven dayadım otuz beşime,
Öğrenemedim gitti bir türlü,
Ne mene mahlûktur bu düşerler peşine
Bunca insan geceli gündüzlü?

Gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersin
Burnumu karıştırırken tatlı tatlı,
Ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin?
Talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı!
Gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı,
Selâmı efendice mi yoksa gider mi aşırı,
Değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı?
Alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

W. H. Auden
Türkçesi: Can Yücel

Seher vakti çaldım yârin kapısın

Seher vakti çaldım yârin kapısın
Baktım yârin kapıları sürmeli
Boş bulmadım otağının yapısın
Çıkageldi bir gözleri sürmeli

Açtırdım kapıyı girdim içeri
Aklımı başımdan aldı o peri
Dedim sende buldum hâlis gevheri
Dedi yok yok bir mehenge sürmeli

Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganınla ipinde
Dedim dahi çok mu duram kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli

Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin
Etim kebab ettin derimi yüzdün
Âşık katletmeye silah mı dizdin
Martini mavzeri bir dem sürmeli

Şu kevn ü mekânı tutmuş ışığın
Nöbeti bekleyen alır keşiğin
Beklemeli o sultanın eşiğin
Günde yüz bin kerre yüzler sürmeli

Agâhî karıştır kanı yaş ile
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli

ÂGÂHÎ

Sensiz Geçen Yaz

İzini sürdüğüm çöl göğünün gerçeği
sensiz geçen günleri bekledi yazla,
anasonlu gecenin biriktirdiği bulut
özlemleri kutsayan başak ve asma.

Eksiğinin biri sevmemekse insanın
sevdiğini söyleyememektir öteki de!
Bütün yalnızlıkları bana bıraktın,
ben ki ustayımdır aşkımı gizlemede.

İncecik beline sarıldığım düşlerin
bana hep seni taşıdılar yokluğunda,
denizleri özleyip bozkırı öptüğümde
sensizliğin sesi yankıdı dağlarda.

Dağlar ve ayna, dışarda ve içerde
yansımanın aslı gölge, gözü ışıksa
içime eğilenin gördüğü gökyüzüsün,
ötesi ben, kırık dökük, paramparça.

Geleceğin günü bekliyorum yine de
menevişi karınca yeniği bir yürekle.
Salınan yaprağım esintide günboyu,
Gel ki özlemler suya insin seninle!

Hüseyin Atabaş