Bir Oda Bir Saat Sesi

Bir oda, içinde bir saat sesi
Hayatın sırtımdan giden pençesi,
Ve beni maziye götüren bir el,
Eski günlerimiz, sessiz ve güzel…
Bulduğum kayıplar, her günkü yerin,
İşte konsol, ayna, köşe minderin,
Seccaden, tesbihin, namaz başörtün.
Bir şey değişmemiş, sanki daha dün.
Yine ortancalar altı camının,
Dışarda sükûnu yaz akşamının,
Bahçemiz sulanmış, ıslak her çiçek.
Kapı çalınacak, babam gelecek…

Ziya Osman Saba

Nasıl Anmazsın

Nasıl anmazsın o çocukluk günlerini!
Dalda bülbülü vardı, gökte beyaz bulutu.
Annem vardı, babam vardı.
Bahçemizde, ılık, uzayan günlerdi yaz,
Bir beyaz âlemdi kış.
Başkaydı günesi, böyle değildi ayı.
Artık istemiyorum yaşamayı!
Bir gün ver bana Tanrım,
Ta çocukluğumdan kalmış…

Ziya Osman Saba

 

Su

Kalbinden kalbime akan bir sesti
Akşam gölgesinde çağlayan o su…
Sesini en tatlı yerinde kesti
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su.

O su, bir sır gibi mırıldanırdı;
Göğsünde bir sarı ay yıkanırdı;
Bizi Leyla ile Mecnun sanırdı
Gamlı yolumuzda ağlayan o su…

Sessiz ruhumuzu o bestelerdi,
Bize “Unutalım dünyayı” derdi…
Bir aldı sonunda verdi bin derdi,
Bizi bizden fazla anlayan o su.

Şimdi ne akşam var, ne ses ne dere;
Yolumuz ayrıldı başka ellere;
Benzetti bizi bir kırık mermere
Ruha zehir gibi damlayan o su.

Kalbinden kalbime akan bir sesti
Akşam gölgesinde çağlıyan o su;
Sesini en tatlı yerinde kesti,
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su.

Şükufe Nihal Başar

Oda Numarası 5.0.5.

Aklımın kıta sahanlığında en büyük acı vedasız gidişinden ibaret,
otuzbir kez acı çekiyorum,
yanlış anlaşılmasın ruhumu rahatlatıyorum vesselam.
Gözlerimin önünde uzun metraj anılar full hd kader ekranında
çerez niyetine tırnaklarımı yiyorum
mutlak ama bana muğlak bir sonu beklerken son nefeste.
Azrail kapı komşum,
arada bir yoklar bir fin’can nefes niyetine.
Nabız sıfır,rakım eksi üç,
”Aman doktor canım doktor”
yetişme,
nasılsa keyfim yerinde yerin dibinde.
Mezarımdan çıkmak için
yer kabuğunu soymaya niyetleniyorum tırnaklarımla,
gök gürlüyor aniden,
bir hassiktir çekiyorum sessizce,derinden
çaktırmıyorum,korkuyorum!
Ne kadar da cahilim!
Şimdi anlıyorum vitamini kabuğundaymış oysa dünyanın.

Halbuki kanım deli çağlardı bir zamanlar,
şimdi omuzlarımda günahlarım ve sevaplarıma özel salıncaklar.
Gıcırtısı kulaklarımda,
bir şey değil,yıkıldı yıkılacak
onca sevaba yazık olacak!
Burnumda asfalt kokusu,genzim ateş alıyor,
damarlarım karmakarışık,bir mühendislik felaketi dolaşım sistemim
ve çarpık kentleşme var vücudumda;
kalbim aklımla yer değiştirmiş!
Laf aramızda beynim başarısız
zoraki seçilmiş belediye başkanı.
Ve bu seneki seçim sloganı
“En iyisi onu unutmalı”…
-ama bu sefer yemezler!-

Sen gittin ya
ben bundan sonra utanıp sıkılmadan
gıyabında aşık olurum.
Zaten ben en güzel gıyabında aşık olurum,
sevabına severim seni,
nasılsa karşılıksız aşk bu.
Beceriksiz bir kalpazan kalbim
ne zaman aşık olsa birine,
apar topar götürüyorlar yine
yirmi dört kemikli hücresine!
Sevgilim;
505 no’lu otel odasındayım,
saat 5.05 ve iki ünite kan veriyorum
yeni ciflenmiş banyo küvetine,
kulaklarımda acil durum sirenleri.
Oysa ben seni hep S.O.S.* tadında sevdim,
hep nefes nefese…

*Sensiz Olmuyor Sevgili.

Oğuz Bal

Can Havli

Sonra sessizlik geldi candan çekilen canın acısı
Eti taşıyan her bedenden bulaşan
–dünya burda henüz büyük bir yerdir
Kıskançlığım için fazladır geniştir
Ne kadar büyüsem her yeri kaplayamam
Bir tetiğe bassam
Var üşüyenleri bir ısıtan –sen olma o- olmasan-
Her balığın bir tanrısı var –biri çekecektir ağdan
Bir iğne geçtiğinde damağa
Biri çektiğinde sudan
Biri yanındakine hafifçe dönüp
-üşüyor musun
Dediğinde
Başlayan
Büyük av mevsimi başladığında
Hızlanan kanın akışıdır
Tuzak çukurlardan çektiğimdir kendimi
Ustalıkla izledin ve yaklaştın
Bitti
dedikleri zaman
Biri “Son” diye bağırdığında bir film koptuğunda
Bir kazma toprağa ilk vurduğunda
-ölüyü gömecekler Mehmet
Her ölü gömülecektir
Terminallerden otobüsler kalkıyor saat başları
Saatleri vursunlar mı
Objektife bakıyoruz beraber -tiktak
Yalnız yalnız koyuyor paketlere biz birer fidanı
Biz sadece güzel olanı
Biz ağzımızdan çıkanı
Füturla ismimiz içinde kımıldamadan
Durabildiğimiz için dik
Her birimiz
Ters yöne gittiğinde
Biri kalıyor gibi olacak –kural bu
Gider gibi olan gittiğinde de kalmıştır
-tiktak
Aşk
Bir ayrılma anında kaldırımda
Karşıya geçip hızla döndüğünde
Gitmemiş olandır
Şimdi
Kemiklerimi eziyor gece
Bunu söyleyebildim -hadi hayran kal cesaretime
Üşümemiz geçmeyecek biliyorum
hangi ruhun yongasıyız bulmadan
Sen, acı çektirmeden sona erdirebilen avı
Delirip delirip bir kucak çalı çırpıyı
Kucağıma bırakan -fetusum
Sönmesin o ateşi
diye harlayan
kimdi o, tanıyor muyuz onu -sen ve ben
Karşılıklı
Konuşuyor muyuz sahiden
İlk atılacak ağırlık, ağırdan alınan, her ağrının sebebi
Mideden başa doğru yükseldin
Varım işte sana varım –ben, ilk atılacak ağırlık
Baştan kalbe inecektin
Gerçek bir denize girmeden
Gerçek bir uykuya henüz dalmadan
Son uyanıklık anında –küçük bir evdesin –denize yakın
Bir kanama belirtisi –ve düştün!
Sonra sessizlik geldi candan çekilen canın acısı

Hayriye Ünal

Giderken

Bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru
Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar
Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur

Sunay Akın

Hayır Aşk Ölmez

Hayır, aşk ölmedi bu yürekte ve bu gözlerde ve cenaze töreninin başladığını ilân eden bu ağızda.
Dinleyin, canıma yetti göz alıcı özgünlük de, renkler de, çekicilik de.
Aşkı seviyorum, sevecenliğini ve acımasızlığını
Aşkımın ancak bir tek adı, bir tek biçimi var.
Her şey geçer. Ağızlar yapışır bu ağıza.
Aşkımın ancak bir adı, bir biçimi var.
Ve eğer günün birinde anımsarsan
Ey sen, aşkımın biçimi ve adı,
Bir gün Amerika ile Avrupa arasındaki denizin üzerinde,
Dalgaların inişli çıkışlı yüzeyinde güneşin son ışığının yansıdığı saatte ya da kırda bir ağacın altında bir fırtına gecesinde ya da hızlı giden bir arabada
Malesherbes Bulvarı’nda bir bahar sabahında,
Yağmurlu bir günde,
Yatmadan önce sabaha karşı,
De ki kendi kendine, senin bildik hayaline buyuruyorum bunu, seni uzun süre seven tek bendim ve sen bunu bilmedin işin kötüsü. De ki kendi kendine, olup bitene hayıflanmamak gerekir: Benden önce Ronsard ve Baudelaire en katışıksız aşkı hor gören yaşlı kadınların ve ölmüş kadınların hayıflanmalarını dile getirdiler.
Sen, sen de ölüp gidince,
Güzel ve hep arzulanır olarak kalacaksın.
Ben de ölmüş olacağım çoktan, her yanı duvarlarla çevrili ölümsü bedeninde, yaşamın ve sonsuzluğun ardı arkası kesilmeyen güzellikleri arasında sonsuza kadar varlığını sürdürecek olan senin şaşırtıcı görünümünde, ama eğer yaşıyorsam.
Senin ve sesinin vurgusu, bakışların ve bakışlarının ışıltıları
Senin kokun ve saçlarının kokusu ve daha birçok şey yine de yaşayacaktır bende,
Bende ki ben ne Ronsard’ım ne Baudelaire,
Ben ki Robert Desnos’um, seni sevmek için
Ve şu aşağılık yeryüzünde yaşamışlığıma başka bir ün eklemek istemeyen ben.

Robert Desnos
(Türkçesi: Eray Canberk)

 

Miriam’a Son Sözler

Seninki huysuz bir acı,
Oysa benim de yüzüm kara;
Sevgin köklüydü, eksiksizdi senin,
Benimki güneşe doğru büyüyen
Tutkusuydu çiçeğin.

Beni araştırıp tanıyacak güçteydin,
Tomurcuklarımı bir bir açacak;
Çektin uykulardan aldın ruhumu,
Acıyı duyar ettin –
O zaman tökezledim

Koyun koyuna seni sevemedim,
Sevmeyi isteseydim de,
Öpüştük, belki de öpüşmemeliydik.
Boyun eğdin, kendimizi son bir denedik,
Beceremedik.

Sen yalnız dayandın, böylece
Çökerttin usta direncimi.
Okşamamla titremedi hiç tenin;
Bu yüzden gereken son ince acıyı da
Sana çektiremedim.

Güzelsin, alımlısın
Ama donuk ve tutuksun etinde;
İçine işleyebilseydim eğer
O dikenli acının olanca şiddetiyle,
Işıyan bir ağ çıkardı belki

Renkli bir pencere gibi; tenini
Yakıp geçti en güzel ateş,
Kurtardı çürümekten, arıtıp
Kutsadı onu yeni bir duyarlıkla.
Ama kim alır şimdi seni yeniden?

Kim yakıp kurtarabilir seni
Etinin ölümünden, çürümesinden?
Artık söndüğüne göre benim de içimin ateşi,
Hangi erkek eğilir sürüp çıkarmak için
Etinde haykıran çarmıhı şimdi.

Sessiz, nerdeyse güzel bir şey yüzün,
Baktıkça utanıyorum,
Seni bütün yalımların içinden
Kurtarıp çıkaracak kadar
Amansız olmalıydım.

Lawrance
(Türkçesi: Cevat Çapan)

Bahçeye Hayalden Girilir

.……………………………karayazım benim…yaz çocuğum…
…………………………….seni yaz diye sevdiler…

Sizi kazandığım için, size kaybederek yaşıyorum…

Susar kalır sarışın ay! Su gibi ten arar. Su, suretimiz
bizim. Ah, sokaklarda ağlar! Gölgenin oyununa gelelim,
neşeli bir ıslıkla o bildik bahçemize kaçalım. Canı
yanmasın diye aşkın, buhar olup göğe çıkalım. Kalbi
kasılarak, yalnızca kalbiyle yaşayan eski hayal
çocuklarıyız. Terk edildik ahşap bir cümleden…

Israrlı bir iyiliğin yıkılmayan hazzı. Benimle sussun
şarabın mistik gevezeliği. Ey avuntular tekrarı dünya,
çöl yağsın ki içime çocukluğunuz bende kalabilir,
kalsın saflığın tahtadan atı. Kimsenin tutunamadığı
camdan bir uçurum; size ne çok benziyor. Eşyayla
aramızdan geçen serin su peşimizi bırakmadı. Ve sizin
yere düşürdüğünüz aşkı tutup alnıma kadar taşıdım…

Her şey orada, trajik olana gidelim. Sonuna dek
yaşayalım ayrılığı, ayrılmayalım ayrılıktan. Ne kadar acı
çekerse ayrılık,
o kadar büyür… Büyüsün! Ne kadar zayıf kalırsak o
kadar güçleniriz. Kafesteki kuşu salalım, biz girelim
içine. Başkasından çıkıp kendimizde buluşalım. Ne
kadar kendimizin oyuncağı olursak o kadar iyi… Mutsuz
olmak yetmez! Mutsuz bile olmayalım…

İstemediğin kadar geçebilirsin kelimelerin üstünden.
Küllerin gölgesinde kalbin, çılgın bir vedaya takılır. En
masum gömleğiyle gezmelere çıkar rüya, çünkü aşk
hepimize uzun
bir beyazlık bırakır…

Engin Turgut

ÂŞIKLARIN ÖLÜMÜ

Yatağımız olacak, hafif kokuyla dolu,
Divanımız olacak, bir mezar gibi derin;
Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin
O garip çiçekleri süsleyecek konsolu.

Son sıcaklıklarını sarfederek hovarda,
Birer ulu meşale olacak kalplerimiz;
Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz
İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.

Pembe, lâhuti mavi bir akşam saatinde,
Vedayla dolu, uzun bir hıçkırık halinde
Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri;

Nihayet kapıları biraz aralıyarak,
Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri.

Charles BAUDELAIRE
Türkçesi: Sabri Esat Siyavuşgil