Görünmeyen

bize ulaşan yollar da kısalıyor artık
saydam neredeyse güneşin altındaki duvar
orada bir kadın yaslanıyor kapıya
güzelliği görünmezliğinde
yarım kalmışlığıyla her şey
ilk adımımızı bekliyor
kımıldamıyoruz yerimizden
ellerimizi geri çekerek

uyumaz insan
eğer uyanmak istemezse bir düşten
bir zaman yaslanır kapıya
ve düşer peşine hiç yazılmamış bir dilin

Zafer Şenocak

Leylaklarını Anlatıyorum

Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün
Onu saçlarından topladığın belli
Bir leylak bahçesisin karşımda
Böyle kucağında kalsa daha iyi
Bir vazoya bırakıp gidiyorsun
Sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
Önce renkleri gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak

Her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
Her kokladıkça dönüp dönüp geliyorsun
Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
Yaprak yaprak gelişiyorsun
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
Ölümsüz bir mevsim oluyorsun

Rıfat Ilgaz

Dargın

Sevgilim
Dengeli bir cehenneme hazırlanıyor
Sevgilim
Yorgun ve tehlikeli rüzgârlar bekliyor
Nerde, kimliksiz dolaşan çocuklar
Nerde, sıkıntılı bir kartalın dargın gözleri

Seni sevdim
Sevmek ölüme komşu olmaktır
Seni sevdim
Sevmek hayata yoldaş olmaktır.

Metin Güven

Arkabahçe Rüyası..

Ama bu işte çok ciddi bir haksızlık vardı ve malesef senin hiç kabahatin yoktu. Seni orada öylece gördüğümde hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını anladım. Tanrının varlığının kanıtı karşımda duruyordu işte. Otuz saniye içinde seninle evlenmek zorunda olduğumu fark ettim. Bir kaç dakika içinde de başka türlü yaşanamayacağından emin oldum. Hayır hayır, ilk görüşte aşk falan değildi bu. Bir kaç kere ilk görüşte aşık olduğum olmuştu geçmişte. Bu ilk görüşte mecburiyetti, ilk görüşte başka tüm görüş açılarının hükümsüzleşmesiydi, olası bütün başka ihtimalleri ortadan kaldıran ilahi bir karşılaştırmanın tezahürüydü senin karşıma çıkman. İsmini bile bilmiyordum henüz ama o an bu dünyanın en önemsiz ayrıntısıydı. Farketmezdi çünkü ismin her ne idiyse dünyanın en güzel ismiydi kesin. Başka bütün isimler, başka bütün kadınlar çirkindi artık. Karakterimi ve ruhumu öylece avuçlarına bırakmalıydım. Tek başına oturuyordun, herhangi bir şey yaptığın yoktu. Kitap da göremedim masanda. Belki de okumaktan pek hoşlanmıyordun. O an elimdeki kitaba nefret dolu bir bakış fırlattım, madem sen kitap okumayı sevmiyordun, tamam ben de bir daha elime kitap falan almazdım. Yeşil bir parka vardı üzerinde. Solcu muydun yoksa? Ben de olurdum, iki dakikada dünyanın en ateşli devrimcisi olurdum. Seninle eylemlere giderdik sen en önde yürürdün ben de hemen yanında. Tehlike sezersem miniminnacık canımın içi ellerinle tuttuğun pankartı usulca alıp sopasını çıkarır, senin canını yakma ihtimali olan polisaskerzabıtahalk v.s güruhuna kahramanca saldırırdım. Belki de ilgin yoktu böyle şeylerle. Benim de olmazdı. Artık olmazdı. Toplumsal duyarlılıkların canı cehenneme, eğer istersen senden başka hiçbir şeyi düşünmezdim. Alış veriş delisi tüketim çılgını hoppa bir oportinisttin belki. Ne güzel.. Ömrümü ve kredi kartlarımı seni mutlu etmek için ayaklarına sererdim. Sana çanta alırdım sen rengini beğenmez surat yapardın sonra gidip başka renginden alırdım yarı yolda ya bunu da beğenmezse sevdiceğim diyerek geri döner her renginden alırdım. Arkadaşlarımla görüşmemi istemeyebilirdin. Hakkın, ben de zaten onlarla görüşmek istemiyor olurdum, artık sıkılmış olurdum onlardan, bütün dünyayla bağımı kesmeye hazırdım.. Muhakkak evlenmemiz lazımdı. Aksi halde insan ırkını büyük bir tehlike bekliyor olurdu. Beş dakikadan fazla zaman geçmişti ve ben geleceğimizle ilgili pek çok ayrıntıyı planlamıştım. Tanışmak dışında hiçbir engel kalmamıştı önümüzde ama bu kadar şeyi hallettikten sonra elbet tanışırdık da. Tanışırdık sonra da gidip bir yerlerde evlenirdik. Akıllı bir kadın olduğun o kadar ortadaydı ki buna karşı çıkacağın benim zavallı aklımın ucuna bile gelmiyordu. Bir ara çantandan sigara çıkardın ve yaktın. Allahım, bir sigara nasıl böyle güzel tutulur. Hani zararlıydı sağlığa. O ellerin tuttuğu her şey ömre ömür katardı. Ellerinle kutsadığın bir nesne nasıl zarar verebilirdi herhangi bir şeye. Tek bir hareketinle bütün bir sigara sektörünü aklayıp masumlaştırdın sen orada. Sonra garsona seslendin ve çay istedin. Çocuğu oracıkta öldürebilirdim. Neden seni yormuştu? Sen istemeden getirseydi ya çayını? İnsanların kalanının ne kadar aptal olduğunun kanıtı değil miydi işte bu hareket. Ben mesela garson olsaydım, sen içmek istediğin şeyi içinden geçirir geçirmez masana bırakmış olurdum. Bunu nasıl yapardım açıklayamıyorum şimdi sana ama Allah bana kesin yardım ederdi. Sen de ederdin.. Parmağında yüzük yoktu. On dakikadır telefonla da konuşmamıştın. Hatta saate bakmak için bile telefonunu çıkarmadın. Belki cep telefonun bile yoktu. Cep telefonunun canı cehenneme. Hemen yerimden kalkıp telefonumu porsuğa fırlatmak istedim, ama senden o kadar uzaklaşamazdım. Çaresizce cebimin en uzak noktasına atıp kendisiyle ilgili parçalayıcı eylem planımı sonraya erteledim. Onbeş dakika olmuştu tam. Ve birden içime bir sızı çöktü. Ya sıkılıp kalkarsan!! Belki işin vardı, bir çay içip kalkmak üzere oturmuştun ve malesef çayın bitmek üzereydi. Allah o çay bardaklarının belasını versin. O kadar küçük olmak zorunda mıydılar? Neden şöyle iki litrelik ince belli çay bardağı üretmezdi ki embesil çay bardağı üreticileri. Sen şimdi çayını bitirip kalkıp gidersen, ben bütün çay bardağı fabrikalarını kundaklamaz mıydım? Yok yok, bu korkuyla yaşanmazdı. Artık harekete geçmeliydim. Yavaşça yerimden kalkıp sana doğru yürümeye başladım. Ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu ama emindim allah bana yardım ederdi. Masana yaklaştım, yaklaştım, yaklaştım.. merha.. dedim.. ba diyemedim. Ben ba demeden sen ötmeye başladın. Evet evet, ötüyordun. Gözlerimi açtım.. Saat yedi.. Telefonumun alarmı.. Hay sokayım böyle işe.. Rüyaymış.. Allahım!! Bari bana seslenmesine izin verseydin öyle öttürseydin sıçtığımının telefonunu. Adını öğrenseydim bari.. Artık varlığından emin olduğum hayatımın kadınını ismini bilmeden nasıl arayacağım sokaklarda ?? Telefonumu elime aldım.. Porsuk da çok uzak. Allah kahretsin dedim.. Kalktım…

Ali Lidar

Huzursuz Şiir..

Huzursuzum yine..
İçimin derinliklerinde
elimle ulaşamadığım bir yerler kaşınıyor.
Kötü yaşanmış bir hayatın tek güzel tarafı
çıkardığımız derslerdir ya hani.
Ben o derslerin hepsinden kaldım.
Şikayet edemeyecek kadar yorgunum.
Ki aslında şikayet edecek bir şey de kalmadı.
İddialı lafların arkasına saklanamayacak kadar büyüdüm
ve mağlubiyetin soylu ya da soysuz olamayacağını,
mağlubiyetin sadece mağlubiyet olduğunu öğrendim.
Mağlup oldum ve kabullendim.
Ne bir beklentim var artık,
ne hırsım,
ne de kimseye sitemim..
Ama işte soyut bir korku çörekleniyor zaman zaman ruhuma.
içimin derinliklerinde
elimle ulaşamadığım bir yerler kaşınıyor..

Ali Lidar

 

Özeleştirili Şiir..

Ruhum kana bulanmış, faili malum.
Artık beni anlayacak tek canlı,
Mermi kovanını oyuncak yapan Filisitin’li bir çocuk..
Gidecek yeri olmayan bir adam nereye gider?
Ve neresidir sığındığı her yerde sığıntı olanın yeri?
Kaldırdım kafamı şöyle bir, pas verecek arkadaş aradım.
Hepsi sıkı markajda.
Kucağımda bir bomba.
Başladı başlayacak ikinci intifada..

Yarim tankla yürüyor üstüme benim elimde gül,
Allahım yardım et bana kafam çok karışık..
Alkollüyüm biliyorsun dua etmeye yüzüm yok
Sen bilirsin artık, ister affet ister gül.

Küçükken vurduğum kuşların ahı çıkıyor biliyorum,
Eteğini kaldırdığım kızların iki eli yakamda
Ha bir de annem var tabi durup durup üzdüğüm.
Orantısız ayıp ettim, hayatımdaki herkese..

Ali Lidar

Tesirsiz Parçalar 11-15..

11.
Bazen öyle olur. Normal şartlarda dünyayı yerinden oynatacak kadar kuvvetli hissetsen bile kendini, bazen parmağını oynatamazsın. Oysa tek bir kelimeyle her şeyi yoluna sokmak mümkündür. Tek bir ‘kal’, ‘gitme’, hatta ‘lütfen’ yetecektir aslında. Ama işte bir şey olur ve sen ağzını bile açamazsın. Bir yerde okumuştum, nerede emin değilim şimdi. Diyordu ki adamın biri, “hala geçmişe dair ümitlerim var..” Bundan büyük ironi olabilir mi? Geçmişe dair ümitleri olan adam, geçmişe takılıp kalmış demektir. Ve geçmişe takılıp kalan birini bekleyen bir gelecekten de bahsedilemez. Çok tehlikeli bir ruh halidir bu. Süratle kurtulmak gerekir. Ama bazen olur öyle, kurtulamazsın..

12.
Kimseyle konuşmuyorum. Böyle daha iyi oluyor sanki. Bir anlamı olduğundan değil. Konuşamadığımdan da değil. Canım istemiyor sadece. Aslında canım isterse bir saksı bitkisiyle hava durumu hakkında bile konuşabilirim. Ama hiç canım istemiyor işte. Sahiden de hiçbir şey söylemeden susarsam ne demek istediğim anlaşılabilir mi ki?

13.
Hiç kimse hayat kadar sert vuramaz derdi Rocky Balboa. Haklıymış lan..

14.
Beş yaşında en büyük hayali ninja kaplumbağa olmak olan, sekiz yaşında bunun imkansız olduğunu farkedip Jedi olmaya karar veren, otuz iki yaşında da hala cisimleri düşünceleriyle hareket ettiremediğini ve insanların gerçekte ne düşündüğünü asla anlayamayacağını farkederek pes eden biri olarak diyorum ki! Hayat insanın doğasına ters. En azından, benimkine..

15.
Gitmesen.. Kalsan benimle.. Gelirdim peşinden ama o kadar yorgunum ki.. Hem gidilecek yer çıkılacak yol kalmadı.. Bir masala sadece anlatan inanırsa masal masal olmaktan nasıl kurtulur..? Gitmesen.. Ben sana masallar anlatsam, sen de inansan..

Ali Lidar

Beklemek..

– Gitti..
– Sen ne yaptın?
– Hiçbir şey
– Hiçbir şey mi?
– Ağladım sadece. Önce sessiz sessiz ağladım, ses çıkartmadan ve gözyaşlarımı akıtmadan; sonra bağıra bağıra ağladım. Bazen sadece gözlerimle bazen de bütün vücudumla sarsıla sarsıla.
– O ne yaptı peki?
– Bana mı?
– Sana, kendisine.. Neden gitti yani?
– Bilmem.. Gitmesi gerekiyormuş. Kafası karışıkmış, kendini iyi hissetmiyormuş benim yanımda.
– Sevmiyor muymuş seni?
– Seviyormuş aslında, ama kafası karışıkmış işte.
– Tutsaydın ellerinden, bırakmasaydın. Gözlerini gözlerinden kaçırmasına izin vermeseydin. O zaman gidemezdi belki.
– Denedim. Ama beceremedim. Gücüm yetmedi.
– Ama böyle de olmaz, gidelim hadi..
– Nereye?
– Kimsenin kimseyi üzmeyeceği bir yere. Üzüntünün tedavülden kalktığı bir yere. İnsanların ağızlarından çıkan her sözün doğru olduğu, sevmenin gerçekten sevmek anlamına geldiği bir yere..
– Var mı öyle bir yer?
– Var.. Ama biraz uzak. Üstelik geri dönmek de mümkün değil.
– İsterdim. Ama.. Gelemem.
– Neden?
– Beklemem lazım.
– Onu mu?
– Evet.
– Gelir mi? Döner mi tekrar?
– Bilmem..
– Neden bekliyorsun o zaman?
– Belki gelir. Belki ne olursa olsun umudumu kesmediğimi, ağlamamın vazgeçmek demek olmadığını, eğer geri dönerse yaralarını iyi edebileceğimi fark eder. Yalnız kalınca içi acır belki onun da. Eksikliğimi hisseder. Ensesine dokunmamı, saçlarını okşamamı ister belki. Belki gelir.. Gel der belki..
– Ya gelmezse?
– Beklerim ben. Usul usul beklerim. Ses çıkarmadan, sadece yağmurlu havalarda ağlayarak beklerim. Hem ya gelirse.
– Haklısın. O zaman gelmiyorsun benimle?
– Hayır..
– Hoşça kal o zaman.
– Bakalım..

Ali Lidar

 

Tesirsiz Parçalar 19-25..

19.
Kararlı ol olur mu? Ve bundan sonra söyleyeceğim hiçbir şeye kulak asma. Hatta dinleme bile beni. Ben şimdi şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırırım, görmezden gel. Bir kez daha konuşmak isterim, konuşma. Son kez derim, inanma.. Asla son olmaz. Son konuşma yapılamayan konuşmadır sadece iyi biliyorum. Biliyorum ama bilmiyormuş gibi davranmayı sürdürürüm bir süre. Sorular sorarım sana, cevap verme. Tutamayacağımı adım gibi bildiğim sözleri peş peşe sıralarım. Kızarım, ağlarım, yumuşarım sonra. Önceleri yalvarırım, olmazsa tehditler savurmaya başlarım. Kaybetmek üzere olan bir adamın can havliyle sergileyeceği bütün numaraları tek tek denerim ben şimdi. Kanma. Şu an değil belki ama ilerde hak vereceğim sana. Doğru olanı yaptı diyeceğim, olması geren buydu. O an ne zaman gelir bilmiyorum, ama o zamana kadar söylediğim hiçbir şeye aldırma..

20.
Aniden olup biten şeylerle başa çıkmak sanıldığından daha kolay aslında. Hiç istemediğin, hazır olmadığın hatta asla kabul edemeyeceğini düşündüğün herhangi bir durumla birdenbire karşılaşınca dengen bozuluyor haliyle. Ama bir süre sonra direnç göstermeye başlıyorsun. Eğer ne olursa olsun kabul edemeyeceğin bir şeyse başına gelen ve direnecek gücün yoksa bile kabullenmemek, delirmek hatta kendini öldürmek gibi seçeneklerin her zaman var. Ve reddetmek, delirmek ya da ölüm kaybederken kazanmak anlamına bile gelebilir belki. Hiçbir durumda mağlup olmazsın. Ya üstesinden gelirsin başına gelen şeyin ya da çekip gider, reddeder, farklı bir bilinç durumuna bürünürsün ( farklı bilinç durumu demek delilik demekten daha sevimli mi ne?) Ama o şey birdenbire ortaya çıkmadıysa, aniden üstüne atılmadıysa, yavaş yavaş sızdıysa hayatına hatta neredeyse tatlılıkla sokulduysa.. ‘sabırlı bir yılan gibi büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işlediyse, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; dirençli ve sabırlı, incecik, ruhunun kuytularını, yalnızlığından aldığın keyfi, tavandaki çatlakları, kitaplığındaki son boşlukları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklarını ele geçirip lavabodaki musluktan damlayan suyun içine girdiyse’.. Farkettiğin an reddetmek ya da delirmek ya da ölmek için çok geçtir artık. Reddedemezsin; çünkü varoluşun dahil her şeyini onunla tanımlamışsındır farkında olmadan.. Deliremezsin; deliren bir deli aslında akıllanmış olur ve böyle biri iyiliği hakedecek kadar iyi şeyler yapmadığın kesin.. Ve ölemezsin, çünkü içine sızdığı her şeye bıraktığı korkaklık afyonu bütün hücrelerine işlemiştir. Çaresizce kabullenmekten başka seçeneğin kalmaz. Mağlup olmuşsundur. Başka türlü bir oyun başlar artık ve kendi hayatını tatsız bir film gibi izlersin..

21.
Oysa bütün istediğin kıpırtısız bir hayattı. Sakin, dingin, hareketsiz. Mutlu olmaktan çoktan vazgeçmiştin, istediğin tek şey huzurdu. Huzurun yolu da mutlak eylemsizlikten geçiyordu. Ama ne zaman, ne eşya, ne de o izin verdi buna. Her şeyin tabi olduğu değişim yasalarından hayatını kurtaramadın. Alışkanlıklarını korumak pahasına direndiğini zannettiğin değişim yavaş yavaş sana ve eşyaya gününü ve gücünü gösterdi. Ne büyük ideallerin vardı ne kahramanlık hayallerin. Basit bir hayat, basit insanlar, zamanın ağır aktığı Safranbolu gibi bir yer ve ölürken bile kimsenin düzenini bozmayacak kadar farkedilmeyecek bir yaşam.. Kurduğun hayallerin bile tek bir ortak noktası vardı. Basit, sıradan, sakin bir hayat.. Buna benzer bir şey kurduğunu zannetmiştin bir süre ama her sıradan insanın başına gelen senin de başına geldi. Kendi ellerinle kurduğun düzen başka eller tarafından yıkıldı. Birdenbire olsaydı bu, bir yolunu bulur başederdin, baktın olmadı kaçar giderdin. Ama yavaş yavaş oldu her şey. Usulca sokulurken hayatına, öyle güzel becerdi ki kendisini yadırgatmamayı, masanın üzerindeki biblonun yerini değiştirmek için bile aylarca doğru anı bekleyen sen hiçbir tuhaflık sezmeden yavaş yavaş aldın onu hayatına. Her gün bir adım attı. Sezmişti belki sendeki ürkekliği, hiç gürültü yapmadı. Öyle bir an geldiki sonra, sanki o, zamanın başlangıcından beri seninleydi. Ruhun bedene girmeden önce onunla beraberdi sanki, öyle hissetmeye başlamıştın. Alışkanlıklarının bozulmasına izin vermeyecekmiş gibi davranıyordu, kanda yavaş yavaş yayılan morfin gibi dağıldı tüm hücrelerine.. Ve her şeyin farkına vardığında artık çok geçti.. Birdenbire olsaydı keşke.. Keşke aniden karşına çıksaydı. Reddedebilir, kaçabilir, yokmuş gibi davranabilirdin o zaman belki. Olmadı. Yavaş yavaş girdi hayatına, ve sen durumu farkettiğinde hayatın artık sana ait değildi..

22.
Büyüdükçe bir şeyi şaşkınlıkla farkettim. Diğerleri hakkında çocuk aklımla vardığım yargı doğruymuş. Büyüklerin dünyası gerçekten çok sıkıcı ve üzüntüden başka hiçbir vaatleri de yok. Ve bu durumla baş edebilmemi sağlayan, tam olarak onlardan biri olamasam bile içlerinde, kıyıda köşede bir yerlerde çıldırmadan yaşayabilmemi sağlayan yegane dostlarım hala kitaplarım. İyi kötü ayrımı yapmadan sahip olduğum ve okuduğum bütün kitaplarla yaşamım boyunca hep gurur duydum. Ama bazı kitaplar, daha doğrusu benim o kitaplarda bulduklarım diğerlerinin hep bir kaç adım ötesindeydi. Ve zamanla okuduğum kitaplarla içinde bulunduğum ruh hali arasında simetrik bir uyum ortaya çıktı. Bugün de oynamayı sürdürdüğüm keyifli bir oyun keşfetmiş oldum böylece.. Hala canım çok sıkkınsa Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı okurum. Holden ile birlikte masumiyetin kayboluşunu ve bunun insanı delirten trajedisini yaşarım. Çok öfkeli olduğum zamanlar George Perec okurum. Dehası ve okuyan herkesin sinirini bozacak ukalalığı onunla birlikte bütün dünyaya meydan okuyormuşum gibi bir hisse sürükler beni. Kendimi çok yalnız hissettiğimde Tutunamayanları okurum. Selim’ in herkesin gözünün içine yalvararak bakıp “canım insanlar” demesi ama hiç kimsenin durup onu anlamaya çalışacak kadar vaktinin olmaması ruhumda bir yerlerin çivisini söker. Aşık olduğum zamanlar Marcel Proust okurum. Dev eseri Kayıp Zamanın İzinde etrafımızda gördüğümüz her şeyin, her ayrıntının edebiyatta ve yaşantımızda bir değeri olduğunu ve bütün güzelliklerin de ayrıntıların arkasına saklandığını anlatır bana. Hiçbir şey hissetmediğim zamanlarda da Ahmet Hamdi okurum. Huzur ya da Saatleri Ayarlama Enstütüsü benim için zamanın durduğu ve onlar elimde olduğu sürece hiç akmayacağı kutsal birer objeye dönüşür..

23.
Hayatın boyunca hep çok konuştuğundan yakınılan sen, farkettin ki o güne kadar hep konuşmuş, fakat hiç anlatmamıştın. Hayatla ve insanlarla arana çektiğin çizginin diğer tarafından konuşmuş, söyleyeceklerini anlamaya bile çalışmayacaklarından emin olduğun için, içte içe onlarla dalga geçip canının istediği gibi davranmayı alışkanlık haline getirmiştin. Nasıl da canını yakıyordu bu halin. Oysa o kadar çok ihtiyaç duydun ki onlara, umurlarında olmadığını anlamak başlarda çılgına çevirmişti seni. Sonraları bu acıyı onlarla dalga geçerek ortadan kaldırdığını zannetmiştin. Ama kalkmamış. Bak görüyor musun? Bir taraftan kanayıp bir taraftan anlatıyorsun. Sanki karşında sadece o değil, hayatın boyunca seni anlamaya çalışmamış herkes var. Hayatının kuytularında kalan ve kimselerin bilmediği his ve yaşantılarını birer birer bütün çıplaklığıyla dökerken ortaya; ağır bir günahın vebalini tek başına taşıyamayan birinin çaresizlik içinde diz çöktüğü rahibin karşısında, hiçbir şey saklamadan beynini kemiren her şeyi teker teker sıralarken yaşadıklarını anımsatan bir sahne yaşanıyor..

24.
ben ki senin için çok cumalar kaçırdım
uğruna bozduğum abdestleri değme sular aldıramaz !
ensenin bitip saçlarının başladığı yer
ilelebet yurt olur diyordum ya ruhuma
o ruh iflah olmaz bundan sonra
ve bil ki artık
gülümseyerek başını okşamadan geçtiğim
her bebeğin vebali boynuna..

25.
Yanılmıştık. Ve bunu fark ettiğimizde şunu da çok iyi biliyorduk. Açığa çıkan bir yanılgı daha fazla görmezden gelinemezdi. Geriye tek bir şey kalmıştı; bitirici darbeyi kimin indireceği. Ben o kadar cesur değildim, çayla oyaladım kendimi bir müddet. Sen ise yalan da olsa kurulu bir düzeni yıkmaktan imtina ediyordun. Belki de yeni bir hayata başlamak için şarj ediyordun kendini gizli gizli kim bilir? Ben mütemadiyen çay demledim, sen ojelerinle meşgul oldun. Derken birgün kaçınılmaz olan gerçekleşti. Yüzüme bile bakmadan mırıldanır gibi açık pembe ojenin yakışıp yakışmadığını sordun. Ben de açık pembe ojeden nefret ettiğimi söyledim. İkimiz de o an fark etmiştik bunun son konuşma olduğunu. Sonra sen usulca kalkıp eşyalarını topladın ben de çayın altını kapattım. Sonra başka ufak tefek şeyler de girdi tabi araya ama artık her şey teferruattı..

(Severdim aslında açık pembe ojeyi. Ve sen daha dış kapıyı kapatır kapatmaz tırnağınla etinin arasındaki imkansız incelikte çizgiyi özlemeye başlamıştım bile. Ama artık bunun bir önemi yok. Yanılmıştık. Ve hiçbir yanılgı sonsuza kadar görmezden gelinemezdi.)

Ali Lidar

Bu Vakitsiz Giden Yaz

Bu vakitsiz giden yaz, erken inen akşamla,
Kapanmış pancurlara dayıyarak başını,
Dinle solgun bahçenin kalbe anlattığını,
Ağacın yaprak yaprak, havuzun damla damla.

Kuşlar sanki yaralı, benzin sararmış gamla,
Duymak güneşin, rengin bizi bıraktığını,
Günler günü vefasız leyleklerin akını.
-Ah uzak palmiyeler… Kaçmak, seninle, yazla.

Çardak altları bitti, bitti üzümün tadı,
Artık ihtiyar çamlar, selviler saltanatı,
İşte bir kere daha haraboldu bahçeler.

Ürperen vücudunu yavaşça koluma ver.
Gözlerinde okunan bütün hüznü eylülün,
Karanlıktan, geceden, ölümden korkan gönlün.

Ziya Osman Saba