Yara İçinde Yara

Bak, bu beyaz karanfil senin akşamın olsun
Hohlayıp onunla silersin kalbini
Ne zaman yüzüne çalışsam gökyüzü oluyor
Göğsün yaz içinde
Dağlara bakmaya koşuyoruz birlikte
Ama sen sıyırıp gidiyorsun içimi.

Bir ırmaktan aktıkça yıkandığım
Kılıç için dokunmuştun ipektin kesinlikle
Bana kızdığında kuş seslerine yenilirdin
Hızlandırırdın soluğumu
Harlı gövdene alıştırırdın
Tenin gelip de geceme vurunca
Soyunur çoğalırdın
İçimde, batığına aşık bir denizin kokusu.

Bir bıçağın iki yüzü, huysuz dilin
Nerede bir ayaklanma olsa iterdin kendini
Dokunsan sönerdi ateş
Sabahı uyurduk isteseydin eğer
Bir okyanusla yarıştırırdın çıplaklığını
Saçlarını topla ki boynunda alanlar açılsın.

Alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık
Alıp gidiyorsun işte geveze günlerini.

Aşk değil bu, yara içinde yara !

Veysel Çolak

Eski

1.

Her akşam gelişen bir ayrılık buluyorum evimde
duvarlara gizleniyor o, ruj lekelerine,
onun aklı bir şelale, hep bir martıyla birlikte,
üstelik güz düşkünü, kanı küstürme telaşında.
İçimiz yer değiştirirdi çoğu kez, ne kadar
dürüsttü ikimizin de elleri titrerken.

Şimdi ince bir anıya yaslayıp başımı
sökülüyorum senden. Artık bir bıçağın ucu
ağzımla beslediğim aşk. Yüzünde akıp duran irkiliş
bana ne kadar kül, ne kadar duman.

2.

Senin aradığın bir yemindi daha çok
bir yalnızlıktı yonttuğun.

Darıltan bir şafaktasın ağzındaki güneşle
acı acıya damlıyordur, yürek yüreğe. Elveda,
elvedalara…Kalbinin yarısı yaz
yarısı kar altında.

Uygunsuzluğun tam sırası. Yüz yüze sevişmenin
kocaman bir boşlukta. Ölüler söylesin;
insan, akşama kadar cellat, sabaha kadar kurban.

(Mürekkep Zamanlar’dan)

Veysel Çolak

Sende Solmak

Konuştuğumuz gibi: Senin istediğin oldu
uzaklarım bitti, gökyüzü yabancı bana.
Beni bağışlama,
kanıma paslı jiletler karıştır
evden kaçan kızlara iyi davran
aşktır diye vuruşalım istersen
beni gömsünler ama
papatyalar yıkılış olmasın sana.
Kaçıyorum işte
bir yol ağzında bırakıp kölemi
kolum koparılmıştı uzandığımda sana
kucakladığımda artık göğsüm yok
dağılıyor gün bir anı bulduğumda.
Konuştuğumuz gibi oldu:
Bir boşluğa dönüştü gövdem
iyice azaldı yüzümüzde kuşlar,
hangi yanımda dursan öbür yanım uçurum.
Ama ben su gibi sarıldım
aşkla sevdim üstüne düştüğüm hançeri
sımsıcak bir kadın eti gibi çoğaldım ona.
Bir deniz gibi çekildim kıyılarımdan
bir çöl gibi özledim seni,
istediğin gibi oldu…
Ama ancak büyük acıya varır
böyle yaşarsa kalbin.

Veysel Çolak

Sapı Kırık Çiçek

Asitle parlatıyoruz hayatı, ölümün hızıyla
Yaralarımıza çakılan buzla besleniyoruz
Nerede yenilirsek orada şımarık bir ayrılık
Kalbimiz, artık durmalı aşkların dargın yüzünde
Kar gelecek, kimse kimseyi beklemesin, yollar kırgın
Usulca gökyüzüne kapandı her pencere.
Tırmanıp duruyoruz içimizdeki dağa
Orada mahşerin ilk atlısı besleniyor kötülükten
Gövdeden bir avuç kan düşer gibi toprağa.
Üstüm açık, babam saatini durdurdu
Kapı önlerinden toplayıp parçalarımı gittim
Artık hiçbir şeyim yok kendime uzak olmaktan başka
Ellerimde yalnızlığa bir gece, sapı kırık bir çiçek
Yaralı bir kelime ve paslı bir giyotin bıçağı.
Gözlerimi bağlayıp çıkıyorum sokağa
Korkular bir yasa gibi düşüyor gırtlağıma
Gülünden sıkılan diken artık uzakta
Dolaştırıyorum yırtık yerlerimi
İnsan yüzleri öylesine belirsiz ve ürkütücü
Kime baksam kendine kaçak, gülüşüne yabancı
Her sokağın ucunda iktidar ve intihar.
Kar gelecek. Oturdum bir kediyle söyleştim
Derindi ruhum, kenti oldukça öteledi
Birimiz hep karanlıkta, kanın kıvraklığında
Artık ateşle söndürün suyu
Ses taşıyan kuşları da öldürün.
Sürsün bu belirsizlik, azaltın birbirinizi
Ölü geceler saklayın yatak odalarında
Altımız gökyüzü, bitimsiz yalan
İkimiz, iki cehennem, sonsuz cinayet, bir darağacı.

Veysel Çolak

Buz ve Ateş

..
nereden bileceksin, beklemenin
seni yaşamak olduğunu. bağırsam duyuramam
yol eskidi, uzak düştü
ve ben durup dururken çaresiz, bıkkın
tutup seni seviyorum. dilsiz bir tutku bu
durmadan düşmek gibi bir şey
çığlık çığlığa bir sessizlik ya da.

kendimi anlatamadım. seninle,
serpilecek gövdemi. ne desem boş,
saçların yüzüme devrilmiyor
uzanıp önüme bırakıyorsun ne söylemişsem.

ama bu ne aldatmaca. nasıl bir ikilem?
demek ki buz ve ateş! bir yalanız ikimiz
unutulmuş o uzay masalından.

bir sen vardın oysa
bir senin gözlerin kalmıştı
okyanustan iki damla.
şimdi masmavi iki ayrılık onlar.

sahi, renginde aşk olan bir çiçek nasıl solar?

Veysel Çolak

Trenlerin Ardından Koşan Yalnız Köpekler ve Kadınlardır

nabzım… çok uluslu bir geçmiştir benim
saymalı! demirden ellerle
kurumadan mürekkebi
mevsimleri kapatıp giderken kuşlar
bin sus’un ardında dillenen cevap
nisanların da aldattığı
göçmeyen acılardan bana artan zaman…

o ne bilsin!
ben ki aşkla acıya soyunan
durmadan söze çalan keman
bir merdiven gibi unutulurum geceleri
ol kitap, ol naz, ol aşk
gibi kaplarım tersten kendimi

toplasın yüzümdeki gölü nilüferler
ve söylesin
kendini yalnız bir çocukluktan büyütenler
terk edilmek,
bütün çocuk arkadaşlar dağılınca evlere
beklemektir bir anneyi

uzadıkça acının boyu
boğulmuş bir sandala döndü dilim
uzlaştım günebakanlarla, gümüş şamdanlarla
vapurlarsa sallamıyor artık kalbimi
konuk olunmaz bir evin
en sarı odasında buldum acı denen nesneyi

sebeplensin şimdi sırtıma doğru uyuyanlar
acıyı bana bahşeden giz bir ölüme niyetlensin
mermeri tersten okuyan rüzgâr
ağulu yaprakları bunca sevsin…ne gerek!

yazdımsa aşk için
sustumsa aşk ve duvak
unutulmak için uyuyanlar ne bilsin!

geyiklerin ayaklarıyla inerim suya
yüzümü bir çömlek gibi sırlayıp
avuçlarınızda giderim kırılmaya
göçebe kelebekler gördüm…ne tuhaf!
koşarken ardından mordumanlı bir trenin
belli ki yaşamak için aşktı seçilen
tanrı’ya doğru koşan ağaçlar ne bilsin!

Betül Dünder

Kiraz Bahçesi

C.’ye dair…

kiraz bahçelerinden geliyordum
yakamda hınzır çocukların gülümsemeleri
seni sevmekten geliyordum
bir çeşit yalansızından sevda cümleleri
tren yolculuklarında
kiraz bahçelerinin resmi geçitleri

o hınzır çocuklar yok şimdi
seni o denli sevmek yok
tren yolculukları yok

sek sek oynuyorum sanmıştım
önümde çizdiğin kareleri atlarken
geri döndüğümde
tüm eski yollarımı silmiştin

büyümek
kiraz bahçelerinden kaçmakmış
ya ben ne anlamıştım

Betül Dünder

Harfzeden

Çalıları çıldırtan bordo bir yel
kalbimi de değiştiriyor bildiğin şekilden
eğer cezaysa aklımda biriken bu sesler…
göller üşümesin!
bağışlanmak için önümde durdu
karadan kara o kevser
bilmiyordum henüz bendeki saf acıymış o cevher

Ey kuleler!! göğe doğru açılan kapı…
bu bir karadüzen!
yaprakların sesi birikirken yüzüme
yalnız bırakılan bir yıldız gibi
tek gözümle gördüğüm
tarih: yoktur sevgilim!
sadakatle söylenen bir ağırlıktır cümlemiz
çekip almak isterdim seni elbet
ezberlediğin tenhadan ve sözlerden
bende biriken öğütülmez bir aşksın sen
karadüzen içinde oysa dönmekte değirmen

külün ateşten yana tavrı değişirken
beklerim ben de değişsin gölün rengi
ve değişsin karşılıklı iki kalbin yeri
sen acıyan
yerlerimde kalan susmanın bereketi
zaman kalmadı hata yapmak için
sırtımda çürürken taşıdığım nefesler
yüzümüz bir defter gibi birbirine açılırken
Aşk…yokluktan büyüyen kırmızı bir kitaptır
parçalanır elimizde sevgiden

Betül Dünder

Vedâ Hutbesi

“Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdeder, O’ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah’dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.”

“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O’da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib’in torunu Iyas bin Rabia’nın kan davasıdır.
Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir.
Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

Ey mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.

Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

– Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

– Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

– Zina etmeyeceksiniz.

– Hırsızlık yapmayacaksınız.

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? “

Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:

“Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!”

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:

“Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! “

Çiçeğe Durur Gibi Uyanışım

sabah sabah
bir uyandım bir uyandım sormayın
çarşafım yeni ya biraz ondan bilindi
güneşti camdan vuran serseri kılıklı kar bile yağsa
belki bir meleğin sırtını kaşımış
ya da kafayı üşütmüşüm sağımdan kalkarak
hepsi olabilirdi
bugün aybaşı, maaş alacak
talih kuşu başına konacak, ondandır dendi
biri de tutturdu düşümde cenneti görmüşüm
boşversene sen arkadaş
öyle olsa cenneti bırakır da uyanır mıyım hiç

hiçbiri değil dostlar hiçbiri değil
çiçeğe durur gibi uyanışım
akpak sevdamdan
ve böyle bir gün say say bitmez güzelliği

Akgün Akova