Nuh’a Gemi Resimleri

ı

gençtim şiire hevesim vardı
büyük sözlerden utanmıyordum henüz
alnım kırış kırıştı daha o yaşta
bir nalbant çırağı kadar sıkıntılıydım
atların toynaklarını yonta yonta
çöl gemileri yapıyordum
uçan gemiler
bej üstüne lacivert duygular
bırakan ruhumda
yelkenlerine su renginde atlar koşulmuş
içimizin karanlığından türemiş
sayısız hayaletin
mağripli cinlerin isimsiz ifritlerin
kum üstünde iterek yürüttüğü
can sıkıntısı ve boğuk neşidelerle yüklü
sahra gemileri
kaleleri yıkan
şehirleri ehramları yutan
şiir sefineleri…

ıı

eğilip taşgemiden bakıyorum şimdi
bozbulanık akşam saatlerinden geçen
silinmiş istim almış – iskelede
bekliyor gemi
çelik kasların sabrıyla öyle masum ve davetkâr
bütün yükümüzü almaya hazır
yüzlerimizi çukurlaştıran hüznü
zırhlarımızı ağırlaştıran
önce kuşlarımızı uçurup dallarımızı budayıp
gövdelerimizi soyan
sonra her boya uygun
bir çarmıh mıhlayan.
(çarmıh mı dedim, bağırdım mı?
bunu yolcular duydu mu?
göğüslerine indirip kafataslarını
mahzende uyuklayan şehirliler:
mezar komşularımız
beşkırkbeş vapurunun lahûtî figürleri
şişko tezgâhtarlar ebedî kızlar daktilolar
terziler hünsa çıraklar simsarlar
memurlar kâhinler duahanlar
gözlemci melekler
ve öteki ruhaniler

ufuktan belâlanmış kavimler geçiyorlar
yoksul günümüzün dumanları içinde
kaynıyor yukarda kazan
kaynıyor ve taşıyor – melekler
sirkeciye açılan sokaklara boşaltıyorlar onu
insan eti kokan ucuz otellerden
piyango gişelerinden plakçılardan
sızan cinneti
yarı bizans yarı taşra kılan akşamı
bu borulara üflenen dakikalar
kanallardan üstgeçitlerden taraçalardan
toprağın altından, ta yedi şehir aşağılardan
sızan fışkıran akan şehirliler
mezar komşularımız

ne serin avlularda göç-ricat hutbeleri
ne inzarcı divaneleri kavmin
ne de ‘şehrin ta ucundan koşarak gelen haberci’
hiç biri

uykunun karanfil kokulu
şerbetiyle ıslanmış bıyıkları
şehre inince küçülen omuzları
ve sıkılgan elleriyle
insanın dayısına benzettiği
köylüler de yok artık
hepsi geminin karanlık mahzenine gömüldü
topkapı minibüsleri yuttu onları.

ııı

nasıl da tükenmişiz biz yolcular
mağrur perçemlerimizden tutulmuş
göğüslerimiz kurumuş
erimiş hançeremiz
göz oyuklarımıza
batan şehirlerin kumu dolmuş

asık suratlarla geçiyoruz koridorları
yorgun / inançsız
günbatımının tabanıyla ezilmiş
gözden çıkarılmış
peygamber katleden kavimler gibi

ve eriyip akıyoruz
sulardan dışarı
yorgun develerimizin
biçimsiz atlarımızın üzerinde
mağlup omuzlarımıza sitemle
göğün ağırlığını indiren
gözdağı veren
meş’um çığlıkları içinde
sahra kuşlarının

ıv
oturmak istiyorum
biraz sıkışır mısınız
bakın ellerim dolu
ellerim ceplerim ve kafam
yolcuyum/sorulur mu/nereye gidiyor bu gemi
biraz sıkışır mısınız
ruhumu kurtarmaya çalışıyorum
dualarla perhizlerle susarak somurtarak
ve gizlenerek kıyı bucak
– biz zavallı küçük sırlar –
biz zavallı sırlar
(küçük)
biraz sıkışır mısınız
öleceğim, efendim
bir gün mutlaka öleceğim
ama beşkırkbeş vapuru
– kim durdurabilir onu –
beşkırkbeşte kalkacak yine
biraz sıkışır mısınız
günahlarım
tövbelerim sadakalarım
heveslerim erdemlerim başarılarım
kâğıtlarım muskalarım madalyalarım
traşlı fotoğraflarım traşsız fotoğraflarım
ruhum cesedim göz yaşlarım
burda büyüğüm burda küçüğüm
burda büyüğüm
buraya sığarım buraya
sığarım buraya sığarım
biraz sıkışır mısınız biraz
sıkışır mısınız
biraz
sıkı
şır
n
ı
z
v
kalkıp bazı fikirleri bazı hacimlere
koymam gerekli
aklı sicimlerle bağlamam
kamçılamam kamçılamam
günlük hayatı balkondan yuvarlamam
delilleri yok etmem hatıraları yakmam
gerekli
gidip kâtipleri
muhasipleri uyandırmalı
karıncaları yuvadan çıkarmalı
gemiye katılsınlar
su/kereste
ve uzaklık
taşısınlar
bal güğümünü borazanımı
baltamı eşeğimi
ve önsezisini eşeğimin
almam gerekli
önce
‘gemiye bakmak’ için
su
ağaç
ve derinlik
sonra
‘gemiden bakmak’ için
susuzluk
ve
m
i
n
a
r
e

düşünceyi kaptan köşküne koyuyorum
hayâlgücünü güverteye
uykuyu yelkenlere
ve ölümü dümene

sonra inip gemiye kıyıdan bakıyorum
ve bu fazlasıyla insanbiçimli
inkâr yüklü gemiyi
gaz döküp yakıyorum

şüphe’yi abesle azdırılmış zekâyı
o cam gözlü geometriyi
bin başlı levyetanı
kabaran sulara salıyorum
– biraz hafiflesin diye gemi –
sonra kırk yıl peşinde dolaşıyorum onun

ve inançla zıpkınlaya zıpkınlaya
sonunda, ‘iyi huylu’ bir merak
türetiyorum ondan
ilham’la yürüyen bir dağ,
yaklaştıkça gizemlenen ada:
yollarda bulunan
ve yollarda yitirilen ithaka

uykuyu çocuklara ayırıyorum
gençliği annelere babalara
umudu gemiden bakanlara bırakıyorum
korkuyu kıyıdan bakanlara
tufanı kendime ve biletsiz yolculara

Cahit Koytak

Uzun Kanatlı Kuş Sürüleri Diliyorum

Aşk çılgınlığının köprülerinden geçelim seninle
sevgilim, yaban otları arasında bulduğum yeşim
yüreğimdeki su birikintisinde okyanusu arayan nehir
sevgilim, unutmabeni çiçeğinin tuttuğu günlük
gözlerimle sarıldığım kuğu bulutlu gökyüzü

ellerini ayrılıklardan kaçırdığım
dalgın deniz feneri duruşlu
ilkbaharda gezinen sis saçlı sevgilim
mevsimlerin ilkokulundan kışı silelim seninle
yaz yağmurlarına yakalanalım
kumsalında sevişmek istediğin kız kalesi’nin önünde
açık hava sinemalarının yıkıntılarında uyuyalım
yer gösterici uyandırsın bizi
gözümüze sıktığı el feneriyle

‘hadi kalkın sevdalılar,
aşk hikayesi filminde oynayan çift yaşlanmış,
seyirci sizi görmek istiyor!’

binlerce, onbinlerce kemanla çağırdığım dolunay
elektriğin gümüş suyuna ışığını değdiren yıldız
yeraltı kentimde biten güzelavrat otu
geçmiş sevdalarımı erittiğin geceler için
yeniden birini sevmenin ne olduğunu anımsattığın
yüzümde tahtlar devirdiğin,
saraylar yıktığın için
düşlerinin içinden geçecek
uzun kanatlı kuş sürüleri diliyorum sana
ve severken seni,
sevdikçe seni
hep çocuk kalacağım, biliyorum.

Akgün Akova

Yaşam (ki) 1-14

1.
Yaşamın, en temelde, bağımsız, kendine yeterli olmaya
çalışmanın süreci olacak — doğumda, tam bağımlıydın;
sonda, ölümde ise, —başarabilirsen— tam bağımsız
olabileceksin.

Ama, ikisinin (doğum ile ölümün) arasında, hep bir
gelişme olacak yaşamın : bir ‘ilerleme’ değil; şu ya da
bu yönde, bir gelişme…

Kendine yeterli olma, bağımsız olma yönünde ise, gelişmen,
hep, başka kişilerle kurduğun ilişkilerin içinden geçerek
yürüdüğün bir yol olacak.

Bağımsızlığın, bağımlılıklardan geçecek.

Yaşamını, ancak bağımlılıkların içinde bağımsız
kılabilirsin — ki, yaşamı özgürleştirmen, onu, sürekli,
bir yerlere bağlayıp, sonra, o yerlerden koparabilmen
olsun.

Yaşam, kopmadan kurtulamaz —
ama bağlanmadan da kopamaz.
Yaşamında kurtuluş, hep, bağlanıp —kendini
bağlayıp— sonra, hep, bağlarını koparman olacak.

2.
Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa
çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)
savaşmakla geçecek. — Bu yüzden de, ulaşman
gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak
o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur:
Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken
düzeyin altında kalman…

Ama savaşacaksın, gene de : sonuç her iki durumda da
aynı olmayacak mı zaten — sen, zaten, ulaşman
gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? —
Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen)
geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın — bu da boşuna
olmayacak.

3.
Yaşamın, çatışma olacak — kendinle ve bütün
ötekilerle çatışmalar yaşaman…

Yaşam, kendiyle çatışmadır — çarpışma, savaşma : ki,
sonunda da, tabiî, kaybetmektir — savaşı da,
kendini de…

4.
Yaşamın, kendi kendine ağırlık haline getirdiğin
şeylerin altında ezilmenin süreci olacak.

Yaşamı ‘hafifçe’ yaşayabilseydin, yaşamın olayları da
uçup giderler, sana yük olmazlardı — ama o zaman da,
uçucu, boş olurdu yaşamın. Bu yüzden, yaşadığın her olayı
‘ağır’laştıracaksın; ki uçup gitmesin, omuzuna çöksün;
sen de onun yükünü taşıyasın.

Yaşaman, yaşamın yükünü yüklenmen olacak.

Yaşam, yükleneceğin yüktür.

Yaşamın, yükündür.

5.
Yaşamın ne denli yük olduğunu biliyorsun; bileceksin
— bu yükü omuzlarından atmadığına, atamadığına,
ya da atmak istemediğine, isteyemediğine göre de,
onu taşımalısın, taşımak zorundasın, taşıyacaksın —
ki, zaten, işte, taşıyorsun…

(Kundera Sisyphus hep yeniden gerisin geriye yuvarlanacak olan taşını hep yeniden yüklenip tepeye taşır. Camus’ye göre, “mutlu olduğunu düşünmeliyiz” onun.)

6.
Yaşamda atmak isteyeceğin her adımın
bir bedeli olacak : ancak bedeli ödemeğe
hazır olursan atabileceksin o adımı — bedeli
‘peşin’ ödeyemeyeceksin; adımı atmaya hazır değilsen,
bedeli de ödeyemezsin: Adımı atma anında,
bedeli de ödemeğe hazır hâle gelmiş olacaksın.

7.
Yaşamın, gitmek isteyebileceğin yerdir —zaten,
bu yaşamı yaşadığına göre, oraya gitmek istemişsin,
istiyorsun demektir : yaşam, gittiğin —ve gitmek
istediğin; zaten de gideceğin— yerdir.
— Zaten, işte, oradasın…

8.
Yaşam gidince ne yapacağını bilemediğin, ama gitmek
istediğin yerlere doğru katettiğin yollardan oluşacak —
ki, bunlar, belki, o yerlere gitmek istediğini bile ancak
sonradan anlayacağın yollar olacak…

9.
Yaşamın öyle noktalara gelecek ki,
eski çerçevesinden çıkıp dört bir yana açılan
yol ağızlarında duruyor olacak;
ama, göreceksin ki, bu yollar hiç de
yeni yerlere ulaşmıyor — hatta, hiçbir yere ulaşmıyor :
‘çıkmaz sokak’, hepsi…

Yaşamın ‘çıkmaz sokak’lara çıkmakla geçecek
— hem de, bunlardan değil çıkmak,
giremeyeceksin bile onlara!

Yaşamın çıkılamazlıklara girememekle geçecek.

10.
Yaşamın, sürekli gireceğin çıkmazlardan oluşacak;
hep girip, hep çıkacaksın çıkmazlara, çıkmazlardan :
son gireceğin çıkmaz da, hiç çıkamayacağın çıkmaz
olacak — sen en son çıkmazına girdiğinde,
yaşamın da ‘düze’ çıkacak…

11.
Yaşamının büyük bir bölümü,
yaşamına yön verme çabalarınla geçecek
— öyle ki, gün gelecek, bakacaksın,
yaşamın, yön bulma çabasıyla döne döne,
yola hiç çıkamamış…

Yaşamın yönünü bulmağa çalışırken,
yaşamın yolunu bulamayacaksın.

Yaşamın, yön bulmaya çalışırken, yolsuz kalacak
— yaşamın yönünü bulacağım derken,
yolunu yitireceksin.
— Sonunda, yaşamın yönünü bulsan
—bulduğunu sansan— bile, bakacaksın ki,
yolunu yürüyecek durumda değilsin artık…

Yaşamın, yönsüz —yönü olsa bile, yolsuz— kalacak:
Yönsüz, hem de, yolsuz yaşayacaksın.

Yaşamının yolu hiç olmayacak;
belki, yönü olsa bile…

Yaşamının yolu yok.

12.
Yaşamda sık sık istemediğin durumlarda
kalacaksın — ama, geriye dönüp böyle durumlara
giriş nedenlerini düşündüğünde, göreceksin ki,
o durumlara girmen, her seferinde
senin bir duruma girmek istemenden kaynaklanmış —
yaşamının durumlar zincirini izlediğinde,
bulacağın, hep, kendin olacak.

Yaşamında, hep, kendini, girmek istemediğin
durumlara sokmak isteyeceksin — ve,
sokacaksın…

13.
Yaşamını önceden yaşamağa çalışacaksın hep —
oysa olanaksızdır bu : yaşamın ancak yaşandıktan
—sen onu yaşadıktan— sonra,
senin yaşamın haline gelecek

Yaşamını yaşamadan yaşayamazsın
— yaşamın, yaşanınca, yaşamındır.

Ama yaşamını önceden yaşamağa çalışmadan da
edemeyeceksin : yaşadığın kadarından çıkardığın
sonuçlar seni belirli yol ayırımlarına götürecek
— oralarda da, ‘şuraya doğru / ya da buraya doğru’
kararını vermeğe zorlayacak:
Vermek zorundasın bu kararları.

Oysa senin kararlarına aldırmaz yaşamın —
karşına öyleşeyler çıkarır ki, uçup gider o
—sözümona ‘derinlemesine düşünülmüş’—
kararlar, yönelmeler, hedefler :
çünkü, işte, yaşanmamışlardır.

İşte, yaşananlar alıp götürür yaşamını
— yaşamın da, budur işte:–
Yaşamın, yaşadıklarındır
— yaşamaya ‘karar’ verdiklerin,
ya da yaşamak ‘istedik’lerin değil…

14.
Yaşamında hep ‘sahici’ olmaya, yaşadıklarını ‘sahiden’
yaşamaya —yaşamı ‘sahi’ yaşamağa— çalışacaksın;
ama, yaşadıklarında hep bir sahtelik arkaplanı,
bir yapmacıklık çizgisi, bir uydurulmuşluk havası
boy gösterecek.

Oruç Aruoba

Saf Sabır

Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan
saflığımı ve sabrımı aldım tek
kalanları kumsala göm sen de
yaz boyunca
nasılsa her keder eksilir
kendini doldurarak

sardunyalarla konuşarak çoğalttım
aramızdaki ayrılığı
sayarak çoğalttığım günleri tamamladım
kirpiklerimin arasına çektiğim tülde
yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor
oysa kimse yokmuş dışarda
içim dışıma vuruyor

sardunyalara su vermekle unutamadığımız
şeymiş aşk:
alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder.

Birhan Keskin

Yıldırım Aşkı

İkisi de emin.
birbirlerine bağlandıklarına bir anda.
böylesi emin olmak güzel de
emin olmamak daha güzel.
daha önce tanışmadıklarına göre
aralarında hiçbir şey olmadığını sanıyorlar.
belki ta eskiden, yanyana geçtikleri sokaklar,
koridorlar, basamaklar ne derler buna peki?
sormak isterdim onlara,
anımsıyorlar mı acaba,
belki döner bir kapıda
hani bir gün yüzyüze?
bir “özür dilerim” sıkışık kalabalıkta belki?
ya da bir ses telefonda “yanlış numara”?
– ama biliyorum yanıtlarını.
yo, anımsamıyorlar.
uzun zamandan beri
rastlantının onlarla oynaması
şaşırtırdı kuşkusuz onları.
ama hazır değil henüz,
onlar için yazgıya dönüşmeye
bir yaklaştırıp bir uzaklaştırıyor onları,
yollarını kesiyor,
kahkahasını tutup, bir kenara sıçrıyordu
rastlantı.
imler vardı, belirtiler de,
varsın anlaşılmasınlar, ne var ki bunda?
belki üç sene önce,
geçen salı belki
bir yaprak,
hani uçan omuzdan omuza?
yitirilen, bir kenara kaldırılan bir şey vardı.
çocukluğun çalılığında bir top belki, kim bilir?
kapı tokmakları, ziller de vardı,
hani belki bir gün
dokunmanın örtüştüğü bir sonraki dokunmayla.
emanette yanyana duran valizler belki.
ya da aynı gece görülen tek bir düş,
kalkar kalkmaz belirsizleşen hani.
her başlangıç çünkü
bir devamdır aslında,
olayların defteri ise
hep yarı açık durur.

Wislawa Szymborska

Yüzüyorsanız Boğulmayın…

yüzüyorsanız boğulmayın..
içiyorsanız çok için..
seviyorsanız sevişin..
üzülüyorsanız..
yapmayın..
değmiyor.

Küçük İskender

Unutma

nasıl da kolaylaşır her şey
ve nasıl basitleşir
mutluluğu bulunca!
nasıl da basittir mutlu olmak
sana sokulunca sevgilim
sen bana sokulunca…
unutma yalnız nice yürüdüğünü
beni buluncaya dek
nice bitkin düştüğünü
yolunu yitirerek
unutma.
seni aradığımı bilmiyordun değil mi
benim de durmadan?
bilmiyordum
içimde bir yerin
nasıl dolup dolup da boşaldığını!
bilmiyorduk ikimiz de
yürüyerek durmadan
durmadan ileri doğru
beni bulacağını bir gün
bir gün seni bulacağımı durmadan..
halklar da böyledir diyorum işte
bilmezler
anlamazlar bile
aldanırlar durmadan..
ama durmadan yürüyerek
ilerleyerek durmadan
bulurlar birbirlerini bir gün
ve kendi kendilerini
bulurlar beni bulduğun gibi
seni bulduğum gibi durmadan..
ve nasıl basitleşir
nasıl da kolay görünür her şey!
unutma ama güçlüğünü
karanlıkta yürümenin
— unutma —
durmadan.

Pablo Neruda

Ne Ben Benim, Ne Sen Sensin

ni men menem-ü ni tü tüi ni tü meni
hem men menem-ü hem tü hem tü meni.
men bat ü çunanem ey nigari huteni,
kender galatam ki men tü em ya tü meni

ne ben benim, ne sen sensin, ne sen ‘ben’sin
hem ben benim hem sen sensin, hem sen ‘ben’sin.
ben seninle o haldeyim ki -ey güzel sevgilim
ben sen miyim, yoksa sen ben misin bir türlü kestiremiyorum

Mevlânâ Celâleddîn

Kelebek

son isteğin nedir?
sorusu,
çok, çok kolaydır,
ilk isteğin nedir?
sorusundan.
çünkü,
o soruyu
kimse kimseye soramadı,
korkusundan.

Özdemir Asaf

Kanama

Kumunu yitirmiş bir çölün hüznü
önemlidir bir düş’ün depreminden
ölümün sevinci her silah sesi
kalbimde çalkalanır bir deniz bunu bilmekten.

Yüzünü yerinde kullanmıyor sevgilim
dalgınlığını da,
onda bir geyiğin dağlar kadar korkusu
kanı görünüyor bir avcının dürbününden
toplardamarında doğurgan bir acı
inciniyor zamansız gökyüzünden.

Sessizlikten öğrenmiş tutkuyu
ayrılıkla şakalaşmaktan
aşkı için şarkıya uğramış durmuş
taş sözcüğünü duyunca kırılan cam gibi paramparça
bir bakıma göz ağrısı.
Çam kokulu dudakları değince ağzıma
kar diner, çiçek açar kasığındaki sudan.

Onu durmadan anımsamak bir kanama mı?

Nereme dokunsanız gül tadında bir sancı.

Veysel Çolak