Derdimi ummâna döktüm

Derdimi ummâna döktüm âsûmâna inledim
Yâre de, ağyâre de hâl’i derûnum söyledim
Aşinâ yok derdime, ben söyledim, ben dinledim
Gözlerim yollarda kaldı, gelmedin, çok bekledim

Süleyman Nazif

114 Derdimi ummâna döktüm

Kendine Benim İçin Bir Gül Ver

(Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir;
sesi ses, sessizliği sensizlik bilir.)

Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut!
Çok ağrımış kendinin, siyah
ve ayaz kendinin.
Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver…

Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş,
teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş;
dağlar için, sular için bana bir gül ver.
Bir gül ver söküldüğüm günler için
-ve önce kendinin ellerinden tut.-

Kendimin ellerinden tutunca,
içimden nehirler gibi akmak geliyor;
yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor.
Geberesiye içip salaş meyhanelerde,
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor.

Tutunca kendimin ellerinden,
pusulasız gemilerde yatmak;
yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda
sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor.

Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden,
ömrümün içinden akmak geliyor…

(Sessizlik sensizliği ezbere bilir;
sensizlik her şeyi bilir…)

Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut;
sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin
ellerinden…

Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş,
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş;
dağlar için, sular için bana bir gül ver.
Avuttuğum düşler için bana bir gül.
Bir
gül
pusulasız gemiler, sökülmüş günler için…

(Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım;
sen kendinin ellerinden tut
ve kendine benim için bir gül ver.)

Kendine
bir
gül(ü) ver

Yılmaz Odabaşı

2012_07_pages-13b2986dd-464173-475-336 Kendine Benim İçin Bir Gül Ver

Dünyanın ilk aşk şiiri

Damadım, kalbimin sevgilisi
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı
Aslan, kalbimin kıymetlisi
Güzelliğin büyüktür baldan tatlı

Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır
Yatak odasında bal doludur
Güzelliğinle zevklenelim
Aslan seni okşayayım
Benim değerli okşayışlarım baldan tatlıdır
Damadım benden zevk aldın
Annem söyle sana güzel şeyler verecektir
Babam, sana hediyeler verecektir.

Sen beni sevdiğin için
Lütfet bana okşayışlarını
Benim Tanrım, benim koruyucum
Tanrı Ellil’in kalbini memnun eden Şusin’im
Lütfet bana okşayışlarını.

(Dünyanın (bilinen) ilk aşk şiiri, İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen,1889′da Bağdat’ın 150 km uzağındaki Sümer kenti Nippur’da bulunmuş 4 bin yıllık bir tablet üzerindeki şiirdir. ABD’li Sümerolog Samuel Noah Kramer’in çevirdiği tableti, Türkiye’nin ilk Sümeroloğu Muazzez İlmiye Çığ Türkçe’ye çevirmiştir.
Sümer inancına göre, toprağın bereketini ve verimli olmasını sağlamak amacıyla, Kral’ın yılda bir kez Bereket ve Aşk Tanrıçası Ellil yerine bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevdi. Bu şiir büyük bir olasılıkla Kral Şusin için seçilmiş bir gelin tarafından yeni yıl bayramını kutlama töreninde söylenmek üzere kaleme alınmıştı ve ziyafetlerde, şölenlerde müzik, şarkı ve dans eşliğinde söyleniyordu.)

P1090839 Dünyanın ilk aşk şiiri

Işığın Halleri

iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle
çünkü kırmızı
yanınca ve susunca bütün düşler
ağacın kayığına bin ve açıl bütün denizlere

şubat ölümdür dilin uzak yollarında
kalemi tutan el titrer ve kandil başucunda
zaman kurtlarını salar en ince kovuklara
iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle

iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle
çünkü sarı yaraları sarar beklemedik
ölümlerde
beyaz hiç olmadı, hiç olmayacak da
yeşil: kutsal bir söz, orada her şey
mümkün
siyahın göstermediği karanlık
aynasında

mart gelince karları temizleriz
boylu boyunca yattığımız kış
manzaralarından
ateş suya eğilir, gece yenilenir
karton şehrinde bir japon resminin
belki bir ağaç ansızın çiçeklenir

iplik gibi bükülen ışığın sözünü dinle
savaş kırmızı ışıklar yakar en serin
kalpte bile
davulların uğultusunu bir an duyarsın da
içinde bir denize varamamanın yalnızlığı
heykel diye sarılıp uyuduğun cesetlerle

bir istasyon bir istasyonu izler
mayıstır ve bilirsin hiç gelmeyecekler
suyun zamanı tükettiği o karanlık aynada
barakasından korkuyla fırlayan asker
duyup da baharın gürültüsünü

işte o gün ve ondan sonra
çok önemli bir sözü unutmanın
şaşkınlığıyla
oturup bir şiir yazarsın ve ışık
ölümü bekleyen bir ruh gibi titrer
başucunda

Tuğrul Tanyol
eau581059sl Işığın Halleri

Orhan Veli’den Nahit Hanım’a

10.10.1948
Neyse… Şiirlerimi soruyorsun. Henüz bir şey yok. Ama yakında olacağını sanıyorum. Yazdığım zaman önce sana gönderirim. Kitaplarımdan hiçbir iş çıkmadı. Saygılı Yosma’yı bastıramıyorum. Antigione’nin müsveddesi Ertuğrul Muhsin’de. Sana gönderebilecek duruma gelince onu da yollarım. Oktay (Rifat)’ın piyesi hakkındaki yazıyı Varlık’ta neşretmek meselesine gelince, Yaşar Nabi’ye gösterdim. Neşretmek istemedi. Ben de bundan sonra Varlık’a yazmamaya karar verdim. Aynı şekilde Sait Faik de yazmayacak.“
07.09.1950
Şu anda sıkıntıdan çok üstün bir halet içindeyim: Hüzün! Çok hüzünlüyüm. Mamafih memnunum bu halden. Hiç olmazsa sıkıntılarımı unutuyorum. Hani senin iğne nazariyen vardır: Başağrısını geçirmek için iğne batırmak. Bu da öyle bir şey. Bu halimi iki bardak şarap içebilmiş olmaya borçluyum… Çok içtiğimden şikayet ediyordun. Çok içmeme imkân var mı. Ancak bulursam içiyorum…
Sen, Dora’dan aldığın parayla bir piyango bileti satın al. Belki bir şey çıkar. Bunu, halimin vaktimin iyi olduğundan söylüyorum sanma. Vaziyetim berbat. Mesela bu mektubu postayla gönderemeyeceğim herhalde. Bugün Dora’yı arayacağım. O yarın sabah Ankara’ya gidiyor, onunla göndermeye çalışacağım. Vaziyetimin kötülüğüne bir misal daha vereyim: Burada fena halde yağmurlar başladı. Tam bir kış havası. Buna rağmen benim değil pardesüm, ceketim bile yok. Yağmur altında dün gömlekle dolaştım. Üşüdüğümden çok, utanıyorum.

Orhan Veli

deliklisiirkucuk Orhan Veli’den Nahit Hanım’a

Boş ver be yaşı başı

Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver!
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver!
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
Sen inan yüreğine,
hem ona geçmezse kime geçer sözün?
Büyü, büyü..
Bak ellerin, ayakların kocaman,
aklın da maaşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
boşver yaşı başı,
aşk var mı aşk, sen ondan haber ver!

Takılmışsın yüzündeki, gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü,
öl gitsin..
Parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
savrul gitsin..
Boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim,
kendi yüreğinden başka kim?
Aklını al da öyle git,
ister bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna..
Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa..

Yaş 70′e gelse bile, hayat daha bitmemiş,
sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?

Sibel Bengü

9831659-md Boş ver be yaşı başı

Bu da Öyle Bir Aşk

Sırtımda çıplak
Islak nefesin
Bi gidip bi geliyor

Biz senlen yatmıyoruz ki
Yaşamıyoruz da
Hep yarışıyoruz
Sen mi ben mi
Önce kim
Ölümü öldürecek diye

Can Yücel
2012_08_take-me-there-please-ancient-passage-to-the-sea-greece-489202-467-700 Bu da Öyle Bir Aşk

Anlamadın di mi?

he-u-there-yes-u-380265-475-291 Anlamadın di mi?

Al beni gidelim buradan
Yada ben gideyim senden
Gideyim,
Gidiyorum diye üzülme
Çekmem gözlerimi gecenden…
Hatırlatırım sana kendimi,
Anlamsız bir rüyanın son hecesinde…
Yarın sabah olmasada
Bir sabah kalkacaksın
Her sabahtan erken, hiç gerek yokken
Dudaklarındaki tebessüm güldürecek insanları
Hep sevecekler seni
Benim seni hep sevdiğim gibi…
Anlamadın di mi?
Gittim ama mutluluğu bıraktım kanına! ..

Ceyhun Yılmaz

Tüm keşiflerimizin sonucu…

Siddhartha ve yakın arkadaşı Govinda, yollarını çok gençken ayırmışlardı. İkisi de gerçeği bulmaya adayacaklardı hayatlarını. Nam-ı diğer Nirvana dedikleri şey…

Yıllar geçmiş, ikisi de birbirlerini görmeden yaşlanmışlardı. Siddhartha bir gün bir nehir kıyısına geldi. Karşıya geçmek için yaşlı bir kayıkçının yardımına ihtiyacı vardı. Kayığa bindi ve yaşıtı adamla nehir üzerine konuşmaya başladılar. Yok, Herakleitos’unki kadar sert bir nehir değildi bu. Onlar da aynı nehirde iki kez yıkanılmayacağını biliyorlardı şüphesiz. Ama daha çok, nehrin ruhuyla ilgiliydiler, zamanla ilişkisini, zamansızlık üzerine kurmuşlardı. Doğanın mükemmel uyumu. Doğanın içinden seslenen varoluş ve insanın kendisine dair her şeyi bulabilmesi için oraya buraya serpiştirilmiş, bulunmaya istekli, iyi niyetli, dost sırlar. Harikulade bir evren.

Bakmak ve görmek yeterdi.

Siddhartha, bir insanın hiç değişmeyen ve hiç yaşlanmayan tek yerinden, gözlerinden tanıdı arkadaşını. Konuştukları da çok tanıdık gelmişti, ama bakışlar ve gözler hiç yanıltmazdı insanı, dikkatle bakan, görmeyi bilen bir insanı hele. Hasretle kucaklaştılar.

Govinda, Siddhartha’nın gözlerindeki huzuru fark etmişti çoktan. “Anlıyorum ki, bulmuşsun Siddhartha” dedi. “Ama ben, hâlâ arıyorum dostum.”

O sihirli cümleye gelmiştik. Siddhartha, arkadaşına gözlerinin içi gülerek, şefkatle baktı. “Biliyorum”dedi. “Aramışsın, o kadar aramışsın ki, bulmaya vaktin olmamış.”

Aradığımız şeyler onları bulduğumuzda şaşırtır bizi. Çünkü bulduklarımızın, hayatımız boyunca yanı başımızda olduklarını fark ederiz. Zaten bulmamızı sağlayan da bu fark ediştir. Aradıklarımız, zaman uzadıkça, akşam güneşinin gölgeleri esnetmesi gibi, gözümüzde büyüdükçe büyür. Onlara layık olamadığımızı, bu nedenle de ulaşamayacağımızı düşünürüz.

“Yeni” hiçbir şey vaat etmiyor bu yolculuk. “Yeni” olan sadece kişinin kendisine bakışı ve bu müthiş bir şey. Kendisiyle ilk kez karşılaşması insanın. Sevgi ve gururla kendisine bakması. Yoksa Govinda gibi, arayış bilinçli bir şekilde amacını dışlayacaktır. Aramak bulmanın yerine geçer. Çünkü kendimizle hesabımızı görmemiş ve bulacaklarımızdan korkar hâldeyizdir. Çok korkarız bundan. Çünkü o buluşa yüklediğimiz aşkın anlamlar bize aynı anda büyük bir tehdittir. Ya amaç gerçekleştiğinde yine aynı kişi olacaksak? Ya yine mutsuz olmaya devam edeceksek gibi bir sürü kuruntu, bulmaktan alıkoyar bizi. Kendimizi “bulmayı isteyen kişi” olarak tutmak için arama süresini esnetir dururuz. Arayıp da bulamamak, bulup da hüsrana uğramaya yeğdir.

Kendimizle karşılaşmanın sorumluluğunu almaktan korkarız.

Ama risk almadan hiçbir şeye ulaşmak mümkün değil. Gemiler, evet limanlarda daha güvenlidir, ama gemilerin varoluş amacı uçsuz bucaksız denizlere açılmaktır. Biz genelde limanlarda açık deniz hayalleri kuran gemiler olarak kalmaya eğilimliyiz. Bunun adını yolculuk koymaya.

Hayır, öngördüğümüz gibi olmayacak hiçbir şey. Bu da müthiş. Önce dünyayı sonra çevremizdeki insanları değiştirme sevdasından vazgeçiyoruz. Bu bize enerji tasarrufu sağlayacak. Buradan gelen enerji ve merakla içinize bakacaksınız. Genellikle gördüğünüz şey hoşunuza gitmez. Dağınık bir evle karşılaşacaksınız. İhmal edilmiş, ama her sütunundan değerli ve sağlam olduğu gözüken bir yapı.

Tabii ki, o evi düzenlemeden mesela hiç âşık olamayacağınızı bilmiyordunuz. Dağınık eve misafir gelmez, hem ayıptır, çağrılmaz. Yani, aslında aşkı, dostları, kendinizi ihmal ettiğiniz için bulamadınız, siz hazır olmadığınızda, kâinat, enerji, kader veya tanrı, adına ne diyorsanız, size bunları sağlamaz. Sizin iyiliğiniz içindir bu. Boşa harcarsınız çünkü. Sizin için saklar o değerli şeyleri. Sizden sizi keşfetmenizi, ne kadar değerli ve biricik olduğunuzu hâsılı, kendinizi sevmenizi bekler.

Bu olduğunda, hep yanınızda olan bir sürü şeyi fark etmeye başlarsınız. Mucize dediğiniz şey biraz da budur.

Bir insanın kendisine açtığı savaşı bitirmesiyle başlar her şey. Benim kendi yolculuğumda, bugüne kadar keşfettiğim gerçek budur. İyi haber ise, bundan kaçış yoktur…

Markar Esayan

10949299-md Tüm keşiflerimizin sonucu...

gelmeyin,burası derin!

kar yağarken serçeleri seyrettim
çocuklarım geldi birden aklıma
sabırsızlanıyorlar büyümek için
gelmeyin,burası derin!

İbrahim Tenekeci

tumblr_m8ccyuRLlW1rd6ztpo1_1280 gelmeyin,burası derin!